Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, insanları Allah yoluna dâvet vazifesini yerine getirirken, ilâhi hoşnutluktan başka hiç kimseden hiçbir ücret ve herhangi bir karşılık talep etmemiştir.
Bu hususta Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Resul'üm! Onlara de ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Kendiliğimden bir şey iddia edenlerden de değilim." (Sâd: 86)
Hiçbir zaman Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz halktan en küçük bir menfaat beklemiş değildir. İltifat da istemiş değildir. Bütün iş ve icraatları Allah içindir. Onların yolundan gidenlerin de gidişatı böyledir.
Allah-u Teâlâ'nın Enbiyâ-i İzâm Hazeratı'nı göndermesinden maksat, kullarını hidayet yoluna dâvet etmekle, itaat edenleri sevaba yaklaştırmak ve günahtan uzaklaştırmaktır. Bunun içindir ki hiçbir peygamber bu maksadın dışına çıkmamıştır, tebliğleri mukabilinde emel-i dünya ve ücret gibi hasis şeyler beklememişlerdir.
Bütün Enbiyâ-i İzam Hazeratı ümmetlerini takvâya ve itaata çağırmışlar, insanları mârifetullahtan haberdar etmişlerdir. Bu ulvi ve kudsî vazifelerini kimseden bir menfaat beklemeksizin, sırf rızâ-i ilâhî için yapmakta olduklarını ilân ederek, haklarında yanlış düşünceler beslenmesine meydan vermemişlerdir. Bu mübarek zâtların istisnasız hepsi de nam, makam, mevki, şöhret, menfaat gibi denî dünyanın arzu ve isteklerinden münezzehtirler. Onlar Ganî olan Allah-u Zülcelâl'in kapısına yönelmişler; bütün âlemleri yaratan, besleyen, rızıklandıran Zât-ı kiram'ın hazinesine müteveccih olmuşlardır.
"Resul'üm! Onlara de ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Sadece Rabb'ine doğru bir yol tutmak dileyen kimseler olmanızı istiyorum." (Furkan: 57)
Yani yol ve gidiş olarak sizin bu şekilde hareket etmenizi istiyorum. Hakk'ı bulasınız, hakikata erişesiniz diye, Hakk'a varan doğru yolu az sözle tarif ediyorum. Benim gaye ve maksadım sizin iman, itaat, tasadduk ve infak hususunda Allah yolunu tutmanızdır. İşte bu benim mükâfatımdır. Zira Allah-u Teâlâ buna karşılık bana ecir verecektir.
•
Resulullah Aleyhisselâm'ın bir ücret talep etmek veya İslâm'a girenlerin kendisine sağlayacakları dünya hayatının geçici menfaatlerinden herhangi birisini elde etmek gibi hiçbir arzusu, hiçbir şahsi menfaati olmamıştır. Onun şân-ı nübüvveti bu gibi zanlardan müberrâdır.
"Resul'üm! Onlara de ki: Ben sizden bir ücret istersem eğer, o ücret sizin olsun. Benim ücretim ancak Allah'a aittir. O her şeye şâhiddir." (Sebe: 47)
Bütün kullarının ahvâlini ve âmâlini bilmektedir. Hiçbir şey O'na gizli kalmaz.
Âyet-i kerime iki cihetle Resulullah Aleyhisselâm'ın risaletini ispat etmektedir.
Birincisi; İslâm'ı tebliğ mukabilinde ücret istememesidir. Çünkü bu büyük vazife karşısında herhangi bir dünya menfaatı beklemeyip yalnız uhrevî menfaatını istemek elbette nübüvvetine delâlet eder.
Hakk katındaki ecir ve menfaatı uman kimsenin nazarında, insanların elindeki geçici şeyler hiçbir değer ve kıymet taşımazlar.
İkincisi; Allah-u Teâlâ'nın her şeye şahit olduğunu beyan etmesi, dâvâsında sâdık olduğunu gösterir. Bir kimsenin dâvâsının hak olduğuna Allah-u Teâlâ'yı şâhit göstermesinden daha büyük delil olamaz.
•
Bir peygamber olarak insanların kurtuluşundan başka hiçbir şey istememektedir. Onların ıslah olması en büyük ücrettir.
"Resul'üm! Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun? Rabb'inin vereceği ücret daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Müminun: 72)
O ücret istemedi. Kimseye yük olmadı. Onun izinden gidenler de kimseden bir ücret istemezler, onlar ücretlerini Cenâb-ı Hakk'tan beklerler. Diğerleri ise hem refah, hem ferah içinde yaşarlar ve neler neler yaparlar.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde, iman etmedikleri için müşrikleri kınamaktadır. Yoksa Resulullah Aleyhisselâm onlardan hiçbir ücret istememekte, hiçbir menfaat beklememektedir. Sahibi onu dünyada da ahirette de rızıklandırır, büyük mükâfatlara nâil buyurur. Rezzâk-ı âlem O'dur.
"Resul'üm! Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden ağır bir borç altında mı kalıyorlar?" (Tur: 40 - Kalem: 46)
Böyle zannediyorlarsa bu zanları yanlıştır. Böyle bir talepte bulunmaktan elbette ki müteâlidir.
"Oysa sen buna karşılık onlardan bir ücret de istemiyorsun." (Yusuf: 104)
Aslında ücret değmez değildir. Resulullah Aleyhisselâm'ın tebliğ etmiş olduğu din; gerek dünya saâdeti gerekse âhiret selâmeti bakımından en büyük menfaattir. Dünya ve içindekiler ücret olarak verilse bile azdır. Lâkin böyle olduğu halde, şahsı için hiç kimseden az veya çok hiçbir ücret istememiştir. Aksine varını yoğunu bu uğurda harcamaktan zevk duymuştur.
Ancak Allah-u Teâlâ'nın rızasını kazanmak için, din-i İslâm'ın izzeti ve ehl-i imanın kuvveti için, malını infak etmek isteyen kimse de men olunmamıştır. Böylece kıyamete kadar her devirdeki müslümanlara güzel bir numune, şaşmaz bir ölçü bırakılmıştır.
Muhammed Aleyhisselâm Hazret-i Allah'ın bizzat himayesinde büyümüştü:
"O seni yetim bulup da barındırmadı mı?" (Duhâ: 6)
Onu hıfz-u himayeye alan bizzat Allah-u Teâlâ'dır. Onun koruyucusu O'dur.
"Sen bilmezken doğru yola eriştirmedi mi?" (Duhâ: 7)
Onu hidayet nûru ile müşerref eden Allah-u Teâlâ, hakikatları ona duyurduğunu beyan ediyor. Yani onun mualliminin bizzat Zât-ı akdes'i olduğunu arzediyor.
"Seni fakir bulup zengin etmedi mi?" (Duhâ: 8)
Fakir ve yetim iken onu dünya refahına eriştiren Allah-u Teâlâ'dır. Hazret-i Hatice Validemiz -radiyallahu anhâ-nın vasıtası ile anlaşılıyor ki her şeyden evvel onun sahibi, yardımcısı, hıfz-u himaye edicisi, tasarruf altında bulundurucusu bizzat Allah-u Teâlâ'dır.
Onu kendi lütfuyla desteklemiş, mucizeler ihsan buyurmuş, hidayeti nasibdar olanları, o mucizelerle hakikata erdirmiş. Ve onu her türlü tehlikeden muhafaza etmiş, korumuş. Arzettiğimiz gibi hıfz-u himayesinde bulundurmuş.