Kelime-i şehâdet'i kalp ile tasdik edip dil ile de söyleyen bir kimse, bu kapıdan müslümanlık dairesine girmiş olur.
Müslüman olan bir kimsenin "Namaz, Oruç, Zekât, Hacc" gibi İslâm'ın esaslarına uyması lâzımdır. Bunlar ilâhi birer emirdir. Bunlara riayet etmekle Hazret-i Allah'a kul, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine ümmetlik etmiş olur. Yapmazsa âsi olur, fâsık olur, İslâm dâiresinden çıkmaz.
Bir de şu var ki "Amentü"ye inanmakla beraber bu ilâhi emirlerden birisini bile inkâr etse veya itiraz etse yine dinden çıkmış olur. Ancak, inkâr veya itiraz etmediği takdirde İslâm'ın geniş hudutları dahilinde bulunur.
Bu hususta İmam-ı Azâm Ebû Hanife Hazretleri "Fıkh-ı Ekber"inde şöyle buyurmuşlardır:
"İslâm Allah'a teslim olmak, O'nun emirlerine boyun eğmektir. İman ile İslâm arasında lügat bakımından fark varsa da İslâm olmayınca iman olmaz, iman olmayınca da İslâm olmaz. Bu ikisi içle dış gibidir. Din; imana, İslâm'a ve bütün şeriatlere şâmil olan bir isimdir."
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre, şöyle buyurmuştur:
"Günün birinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in huzurunda bulunduğumuz sırada aniden bir adam çıkageldi. Elbisesi bembeyaz, saçları simsiyahtı, üzerinde hiçbir yolculuk eseri görülmüyordu. Hiçbirimiz onu tanımıyorduk.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in önüne oturdu, dizlerini dizlerine dayadı, ellerini iki dizinin üzerine koydu ve: "Yâ Muhammed! İslâm nedir, bana söyle!" dedi.
Resulullah Aleyhisselâm:
"İslâm; Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resul'ü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve yoluna gücün yeterse Beytullah'a haccetmendir." buyurdu.
O yabancı adam:
"Doğru söylüyorsun!" dedi.
"Hem soruyor hem de tasdik ediyor." diye hayret ettik.
Sonra: "İman nedir, bana söyle!" dedi.
Resulullah Aleyhisselâm da:
"İman; Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere yani hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmandır." buyurdu.
O adam yine:
"Doğru söylüyorsun!" dedi. Devamla:
"İhsan nedir?" diye sordu.
Resulullah Aleyhisselâm:
"İhsan, Allah'a sanki O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O'nu göremiyorsan da O seni görüyor." buyurdu.
O yine:
"Doğru söylüyorsun!" dedi. Sonra: "Kıyametin ne zaman kopacağını bana haber ver!" diye sordu.
Resulullah Aleyhisselâm:
"Bu hususta kendisine sorulan kimse, sorandan daha bilgili değildir." buyurdu.
"O halde bana alâmetlerinden haber ver!" deyince Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"Câriyenin efendisini doğurması, yalın ayak, üstü çıplak ve fakir koyun çobanlarının yüksek binalar yapmakta birbirleriyle yarışmalarını görmendir."
Sonra o yabancı kimse çıktı gitti. Ben epeyce bir müddet kaldım. Sonra Resulullah Aleyhisselâm bana:
"Yâ Ömer! Sual soran bu zâtın kim olduğunu biliyor musun?" buyurdu.
"Allah ve Resul'ü bilir." dedim.
Buyurdu ki:
"O Cebrâil idi. Size dininizi öğretmeye geldi."" (Müslim: 8 - İbn-i Mâce: 63)
İki hususun şakası olmaz. Bunların şakası da ciddi, ciddisi de ciddidir. Biri iman, diğeri de nikâh.
Bir kimsenin şaka ile dinle veya dinin hükümleriyle alay etmesi ve onu küçümsemesi küfrü gerektirir, imanını yenilemesi gerekir.
Bir kimse şaka ile karısını boşasa talâk vaki olur. Bu yüzden iman konusu çok ciddidir.