Lâfza-i celâl'de nur vardır, her bir Lâfza-i celâl bir ok mesabesindedir, bir darbedir. Nefis bu darbelere, zikrullahın verdiği hararete tahammül edemez. Kalbi boşaltmak zorunda kalır, ruh odasına kaçar. Artık kalp işgalden kurtulmuş, asliyetine dönüp nurlanmıştır. Zikrullahı çoğalttıkça, yani yüz çekiyorsa iki yüze, beş yüze artırdıkça ateşi de kuvvetlenir. Ruhun esiri olmamak için bütün gücü ile direnmesine rağmen nefsin mukavemeti azalır. Ruh, sır, hafâ ve ahfâ odalarını da terkeder. Oralar da kalp gibi asliyetine döner. Yoksa mecbur kalmasa kolay kolay işgal ettiği odaları bırakmak istemez. En son olarak nefs-i kül odasına kaçar ve burada en büyük direnmeyi yapar. Burası secde mahallidir, oradan da çıkarılırsa hâkimiyeti ruh ele geçirir, nefsi esâreti altına alır. Letâif ampulleri yanar. Kişi artık bütün kötülüklerden nedâmet eder. Bir daha yapmadığı gibi düşünmekten de sıyrılır. Kemâl yollarını bulur. Hiç söz söylemeden o vücud değişir ve bütün âzâlar ahkâm mucibince hareket etmeye başlar. Takvâ libası geçirilir. İmanlı bir göz kötülüğe bakmaz, imanlı bir kulak kötülüğü işitmez.
•
İnsanın terakki edip yükselebilmesi ancak nefse muhalefet etmesiyle kâimdir. Ruhun esâreti nefsin hürriyetidir, nefis esir alınmadıkça ruh hürriyete kavuşamaz.
Burada çok ince bir nokta vardır. Nefis ne kadar zayıflarsa zayıflasın, ancak sıfatını değiştirir. Meselâ aslansa kedi olur, sinek olur. Her zaman korunmak lâzımdır. Ne kadar küçülse icraatını yapmak ister.
İkinci bir incelik ise, ruh ne kadar kuvvet bulursa bulsun, kişi bu tecelliyâtı Cenâb-ı Hakk'ın lütfundan olduğunu bildikçe muhafazadadır. Kendisinden bilirse helâk olur, yahut o an için bırakılır. Hazret-i Allah nefsine ruhsat verir ve musallat eder. Ruhsat nispetinde musallat olur, müsaade edilmezse yine bir şey yapamaz. Burada size Mevlâ ile nasıl bir merbûdiyet kurmamız icabettiğini, bırakıldığımız anda düşmanın bizi istilâya hazır olduğunu anlatmak istiyoruz.
Bu ameliyelerle "Tarikât-ı âliye"nin altı mektebinden bir tanesi tahsil edilmiş olur. Geride beş mektep daha kalır. Bu bir mektebi ihraz etmeye birçok kimsenin ömrü dahi kâfi değildir.
Bu kadar derin yollara girince insan kendisinin hep mânevi yolun bâtınî kısmında olduğunu kabul eder. Hâlbuki buraya kadarki seyir, mânevi yolun zâhirî kısmıdır. Evi düşmandan kurtarmaya muvaffak olmuştur, her şey olmuş değildir. Bu birinci merhaleye Fenâfişşeyh denir. Şeyhin yardımı, müridin çalışması ile husule gelir. Artık şeyh vazifesini bitirmiş olur. Onu bizzat Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in terbiyesine teslim eder ve murakaba ettirir. İşte şimdi bâtınî kısımdan içeri girilir...