"Fuâd (kalp gözü) dışında ona verilmiş başka bir göz de yoktur. Ona bu (baş gözü) verilmişse de, yalnızca sıradan görme içindir; zira o olmazsa burada bir şey göremez.
Onlara bunun (Kalp gözünün) verilmesi ise ancak O'nun rüyetini görmek içindir; çünkü sıradan gözün de bakış açısı genişleyince hiçbir şey göremez, gözün asıl menfaatine yarayacak olan şeyin karşısında uykuya dalar."
Nitekim O, indirdiği Âyet-i kerime'de şöyle buyurmuştur:
"Gerçek şu ki yalnız gözler kör olmaz, sinelerde olan kalpler de körleşir." (Hacc: 46)
Kalbin körlüğü ve basiret gözünde meydana gelen körlükle ilgili Nebevî haberler de mevcuttur.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den rivâyet edildiğine göre, şöyle buyurmuştur:
"Herhangi bir kişinin yalnız başında iki gözü bulunmaz, gayba nazar etmek için kalbinde de iki gözü bulunur."
Bu gözle herhangi bir şeye karşı basiret (keskin nazar) mevcut olmadıkça ona göz nuru da verilmez.
Çünkü ismi mübarek ve yüce olan Allah:
"Bir ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve kendisine bir nur verdiğimiz kimse…" buyurmuştur. (En'âm: 122)
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyurur:
"Allah kime nur vermemişse onun nuru yoktur." (Nur: 40)
Kâfir olanı daha hilkati (yaratılışı)nda terk edip bırakmış, onun için hiçbir nur yaratmamıştır.
O ilâhi nurunu yalnız müminlere itâ kılmıştır ki; kalbi onun sayesinde dirilsin, gözleri açılsın ve gönlü onunla gözkamaştırıcı bir şekilde aydınlansın…
Böylece onun göğsünü ve gönlünü karartan şehvetlerinin yangını alabildiğine sönüp ortadan kalkar; tâ ki o aradan götürülsün, yerine basiret gözünün nuru yerleşip otursun.
Zira onun gözleri ancak onun verilişiyle dirilip ayakta durur; bu körlüğün içinde, ilâhi sıfatları mülâhaza edeceği fuâd (kalp gözü)nü perdelemiş olması nedeniyle kapanmış ve çatallanmış olan basiret gözü de ancak onunla nurlanır.
O artık şehvetlerini terk edip bırakır, iyi ya da kötü her amelindeki hevâ (arzu)sundan kopup ayrılır; tâ ki yalnız Allah'a teslim olmakla, artık hevâ ve hevesi bütünüyle zevale ersin, perdeler açılıp dağılsın, gönlü inşirah bulup açılsın, toz-duman dinsin ve yatışsın…
Fuâd (kalp) gözünün yüceliğine bak ki; ilâhi azamet'in nuru da, Celâl nuru da, onun kalbine ve gönlüne göstereceği temsilleri de ancak fuâd (kalp) gözüyle görülebilir.
İşte "Âlimlerin âlimi" budur; o artık ne kendisine güzel gösterilen dünyaya, ne de şehvetlerine bir daha aslâ geri dönmez. Allah bu nuru işte onun için var eder ve artık o yerken, içerken, giyerken, binerken, rızıklanırken (57a) her işinde O'nunla hareket eder; Allah'ın rahmetini, şu eşya üzerindeki hâkimiyetini ve O'nun onu en güzel şekilde tedbir ve idare edişini de onunla müşâhede eder.
Allah'ın kendisine acziyet ve değersizliğini göstermesiyle, O'na en sâdık şekliyle hamd ve şükr eden kul işte budur.
O Sâdık'tır; Allah'a bütün âzâlarını itâat ettirerek şükreder.
O, bütün ilâhi hak ve hakikatler hususunda doğruluk ve istikâmet sahibidir; takati yettiği nispette onu yerine getirmeye gayret eder.
Nitekim o, herhangi bir şeyde karar tutmayan hevâ ve hevesini tamamen sona erdirir.
Nefsinin topladığı, biriktirip tuttuğu şeyler üzerinde o mutlaka Hakk'ı gerçekleştirir.
O, Rabb'in levha ve aynasıdır; O onun kalbini tümüyle kendi kudret elinde tutar.
İşte gerçek mânâda, sâdıkâne ubûdiyet'i (kulluğu) yerine getirebilen kul ancak budur.
O'nun, onunla ilgili olan Kelâm'ı ise şudur:
"Allah bir kimsenin kalbini müslümanlık için açarsa, o Rabb'inden verilen bir nur üzerindedir." (Zümer: 22)