Daha evvel de arzedildiği gibi; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Cebrâil Aleyhisselâm'ı aslî suretinde iki defa gördü. İlk görüşünde çok korktu, titreye titreye hane-i saadetine geldi. Fakat ikinci gördüğünde hiç korkmamıştı. Ya Cebrâil Aleyhisselâm Muhammed Aleyhisselâm'ın aslını görseydi ne olurdu?
Bunun iç yüzünü açmayı lüzumlu gördük. Birinci görüşünde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in cismaniyeti hakimdi. Ürken onun cismaniyeti idi. Fakat sonra ruhaniyeti tekâmül etti. Ruhaniyet nûrânî, melekî, felekî olduğu için Cebrâil Aleyhisselâm'ı olduğu gibi görüyordu ve hiçbir zaman ürkmedi. Çünkü Allah-u Teâlâ onun yaratılışını; değil Cebrâil Aleyhisselâm'ın, her şeyin fevkinde halketmişti.
Ya Cebrâil Aleyhisselâm onun aslını görseydi ne olurdu? Yanardı. Çünkü o Allah-u Teâlâ'nın nûrudur. Allah-u Teâlâ'ya yaklaştığı halde yanmadı. Çünkü zaten O'nun nûru idi. Nûr Nûr'a kavuştuğu için hiç müteessir olmadı. Amma Cebrâil Aleyhisselâm bir adım daha atsaydı, makamında yanardı.
Allah-u Teâlâ onu iki yaydan daha yakın olarak kendisine yaklaştırdı. Amma Cebrâil Aleyhisselâm en âli, en mukarreb, en ulvi meleklerden olduğu halde Sidre-i münteha'dan bir adım ileriye atamadı.
Amma Nûr nûra kavuştu ve yanmadı.
Onun için ey insan! Hazret-i Allah onu bu şerefle müşerref etmiş, bundan istifade et. O Peygamber'in izinden ayrılma.
•
Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Hamdolsun o Allah'a ki, kuluna dosdoğru kitabı indirdi ve onda hiçbir eğrilik koymadı." (Kehf: 1)
Allah-u Teâlâ nûrunu, Kitab-ı kerim'i olan Kelamullah'ı Cebrâil Aleyhisselâm vasıtası ile Habib-i Ekrem'ine indirdi. Ona en doğru, Hakk'a en kestirme varan yolu bildirdi.
•
"Âlemlere uyarıcı olsun diye kuluna hakkı bâtıldan ayırdeden Kur'an'ı indiren Allah'ın şânı ne yücedir." (Furkan: 1)
Allah-u Teâlâ onu kendisinin ubudiyetine izafe etmiş, kendi yoluna dâvet makamında da onu kulu olmakla vasıflandırmıştır.
•
"Allah'ın kulu O'na yalvarmak, namaz kılmak için kalkınca, (cinler) neredeyse çevresinde keçeleşirler, birbirlerine girerlerdi." (Cin: 19)
Zira hiç görmedikleri bir ibadet görüyor ve işitmedikleri bir duâ dinliyorlardı.
Yani değil insanlar, cinler dahi Resulullah Aleyhisselâm'a hayrandı ve can-u gönülden bağlı idiler. O Hazret-i Allah'a yöneldiği zaman rahatsız olmasın diye cinler saygılarından, sevgilerinden ötürü birbirlerinin içine girerlerdi.
Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem'ini şereflendirmek, değerini daha çok arttırmak için ism-i şerif'ini anmamış, "Allah'ın kulu" diyerek kulluk sıfatı ile vasıflandırmış, kulluğunu yerine getirmek hususunda kendine has özelliği ile beraber alçakgönüllülüğünü de beyan buyurmuştur.
•
"Eğer kulumuza indirdiğimiz Kur'an'dan şüphe ediyorsanız, siz de onun benzeri bir sûre meydana getirin. Eğer iddiânızda doğru iseniz, Allah'tan başka şâhitlerinizi de çağırın.
Eğer bunu yapamazsanız, ki aslâ yapamayacaksınız, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakının. O ateş kâfirler için hazırlanmıştır." (Bakara: 23-24)
Allah-u Teâlâ buyuruyor ve dalâlet ehline duyuruyor. Muhammed Aleyhisselâm'a indirdiği hak olan Kur'an'dan şüphe ediyorsanız, hepiniz bir araya gelin, onun benzerini meydana getirin. Fakat şüphesiz ki bunu yapamazsınız. Çünkü siz aciz bir mahluksunuz. Bu ise Allah kelâmıdır. Sizin yapacağınız ancak hakikati eğriltmek, bozmaktır.
Habib-i Hüdâ, Şefî-i rûz-i cezâ Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz; kâlp ve kalıbı ile Allah-u Zülcelâl ve Tekaddes Hazretleri'nin zâtından başka her şeyden yüz çevirmişti. Cihanın hazineleri kendisine arzedildiğinde itibar ve iltifat buyurmamıştı. İlâhî sırların, Râbbânî tecelliyat nûrlarının kaynağı olan kalb-i şerifleri, Allah-u Teâlâ'nın zâtından başka her şeyden arınmıştı.
Her ne kadar görünüşte ehl-i beyt'i ve sahabeleri ile sohbet ve ünsiyet etmiş ise de, kalb-i şerifleri bir an bile zikrullahtan, haşyetullahtan uzak kalmamıştır.
Hazret-i Aişe -radiyallahu anhâ- Validemiz:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bütün vakitlerinde Allah'ı zikrederdi." buyurmuşlardır. (Tirmizi)
Allah-u Teâlâ'nın biricik Habib-i Ekrem'i -sallallahu aleyhi ve sellem- Hazret-i Allah ile iç içe idi. Zikri O, fikri O idi. Bütün iş ve icraatları O'nunla idi. O hep Hazret-i Allah ile idi. Uyusalar dahi kalb-i şerif'leri Rabb'ini zikrederdi.
•
Bir Hadis-i şerif'lerinde:
"Benim gözlerim uyur, kalbim uyumaz (Yani zikrullahtan bir an gafil olmaz.)" buyuruyorlar. (Buhârî)
Uyurken uyanıkken, otururken kalkarken, yerken içerken, evine girip çıkarken; hülâsâ hayatının her anında daima Allah-u Teâlâ'yı anar, duâ ile meşgul olurdu.
Hadis-i şerif'lerinde:
"Günde yüz defa Allah-u Teâlâ'ya tevbe ederim." buyurmuşlardır. (Müslim)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in yaptığı tevbe bizim tevbemiz, bizim istiğfarımız gibi değildir. Biz Hazret-i Allah'tan gafil kaldığımız zaman, günah işlediğimiz zaman tevbe etmekle Hazret-i Allah'a sığınıyoruz.
Seyyid-i kainat Sebeb-i mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise her an yeni tecelliyatlarla hemhal olup müşerref olduğu için, geçmiş haline istiğfar ederdi. Çünkü onun için makamların sonu yok. İlâhi lütuflar da onun için sonsuzdur. Bunun için yeni bir lütfa mazhar olduğu zaman önce geçirdiği anlara istiğfar ederdi.
Aynı zamanda o, mübarek ayakları şişinceye kadar geceleyin ibadet yapardı. Hazret-i Aişe -radiyallahu anhâ- Validemiz "Yâ Rasulellah! Geçmişte ve gelecekte günahların mağfiret olduğu halde niçin böyle yapıyorsun?" diye sorduğunda:
"Allah'ıma şükreden bir kul olmayayım mı?" buyurdu. (Buharî)
Yani dikkat edilirse, en küçük bir tefahur olmadığı gibi, gerçekten Hazret-i Allah'a en has bir kullukla en derin bir ubudiyet ancak onda görülmüş ve bizim için en güzel bir numune olmuştur.
•
Çok geceler ibadetle sabahladığı olurdu. Kendisini çok yorması sebebiyle gönlünü almak ve teselli etmek için Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Tâ Hâ. Resul'üm! Biz sana bu Kur'an'ı sıkıntıya düşesin diye indirmedik." buyurmuştur. (Tâhâ: 1-2)
O ise bir an ubudiyetten ve zikrullahtan geri kalmazdı. Allah-u Teâlâ ondan çok hoşnut olduğu için böyle buyurmuş ve hoşnut olsun diye de kendi hoşnutluğunu ona izhar etmiştir.
•
Allah-u Teâlâ ile öyle bir dostluk bağı kurmuştu ki; nimetlere şükürde, ibtilâlara sabırda, emir ve yasaklara itaat edip boyun eğmekte Hakk'ın yüce dostluğuna hiçbir halel getirmemişti. Hiç kimsenin erişemeyeceği hamd ve senâya muvaffak olmuştu.
Hadis-i şerif'lerinde:
"Eğer dost edinmiş olsaydım, Ebu Kuhâfe'nin oğlu Ebu Bekir'i dost edinirdim. Sizin peygamberiniz Allah'ın dostudur." buyurmuşlardır. (Tirmizi)
Mevlâ'ya gönülden bağlanmış; zâhir ve bâtın, küllî ve cüz'î, dünya ve ahirete ait arzu ve isteklerini Hakk'a bırakmış, O'ndan başka hiçbir kimseden hiçbir dilekte ve talepte bulunmamıştır.
"Her kemâlât ile kâmil şah idi,
Anın içun ol Habibullah idi."