Namaz Mekke devrinde iken farz olduğu halde, Resulullah Aleyhisselâm'ın Medine'ye gelişine kadar namaz vakitlerini bildirmek için bir yol düşünülmemişti. Mescid-i nebevî'nin inşâsından sonra müslümanlar namazlarını cemaatla kılmaya başlamışlardı. İslâm'ın garipliği bir nebze gitmiş, artık namazı serbestçe kılmaya engel kalmamıştı. Müslümanlar namaz vakti gelince bir dâvet olmaksızın kendiliğinden toplanmakla beraber namaz vakitleri girince Resulullah Aleyhisselâm'ın emriyle Bilâl-ı Habeşî -radiyallahu anh-: "Namaz!... Namaz!..." diye seslenirdi. Fakat bu durum yeterli olmuyordu. Namaz vaktinin girdiğini anlamayan müslümanlar geç kalıyorlar veya çok erken geliyorlardı. Namaz vaktinin geldiğini haber vermek üzere bir işarete ihtiyaç duyulduğu âşikardı.
Resulullah Aleyhisselâm bu hususta Ashâb-ı kiram'la görüştü. Vahiy gelmeyen hususlarda:
"İşlerinde müminlerle istişare et!" (Âl-i imrân: 159)
Âyet-i kerime'si gereğince onlarla istişare ederdi.
Yapılan istişarede kimisi hıristiyanlarda olduğu gibi çan çalınmasını, kimisi yahudiler gibi boru öttürülmesini teklif etti. Namaz vakitlerinde yüksek bir yerde ateş yakılmasını veya bir bayrak dikilmesini söyleyenler de oldu. Fakat bunlar başka dinlerin âyinlerinin ilân şekli olduğu için hiçbirisi Resulullah Aleyhisselâm tarafından beğenilmedi, belli bir karara da varılamadı.
Ensâr'dan Abdullah bin Zeyd -radiyallahu anh- uyku ile uyanıklık arasında bir rüyâ görmüştü. Elinde çan bulunan yeşil elbiseli bir adam yanına geldi.
Ona dedi ki:
– Ey Allah'ın kulu! Bu çanı bana satar mısın?
– Pekalâ, amma sen bunu ne yapacaksın?
– Bununla insanları namaza çağıracağım!
– Sana bunun için daha hayırlı bir söz göstereyim mi?
Abdullah bin Zeyd -radiyallahu anh-: "Elbette!" deyince, Ezan lâfızlarını bir bir öğretti.
Bu rüyâyı o kadar canlı bir şekilde görmüştü ki neredeyse: "Uykuda değil uyanık halde gördüm." diyecek olmuştur. Ancak hakkında: "Yalancı" denilmesinden çekindiği için: "Rüyâ gördüm." demiştir. Ki rüyâdaki bu berraklık, onun rüyây-ı sâdıka oluşunun alâmetidir.
Sabah olunca bu rüyâsını Resulullah Aleyhisselâm'a anlattığında: "İnşallah bu hak bir rüyâdır. Kalk, rüyâda öğrenmiş olduğunu Bilâl'e öğret! O, bunları söyleyerek ezan okusun. Zira onun sesi seninkinden daha gürdür." buyurdu.
Bilâl-i Habeşî -radiyallahu anh- Mescid-i nebevî'nin yanındaki evin damına çıkarak, Abdullah bin Zeyd -radiyallahu anh-den öğrendiği şekilde yüksek ve gayet tatlı bir sesle öyle bir ezan okudu ki, Medine'nin her tarafından duyuldu.
Bu şekilde bir namaz dâvetini evinden duyan Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- üzerini giyinerek hemen huzura geldi ve:
"Yâ Resulellah! Seni hak ile gönderen Zât-ı zülcelâl'e yemin olsun ki onun gördüğünün aynısını ben de gördüm!" dedi.
Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm:
"Allah'a hamdolsun, şimdi bu daha sağlam oldu." buyurdu. (Ebu Dâvud)
Daha sonra Hazret-i Bilâl -radiyallahu anh- sabah ezanında: "Namaz uykudan hayırlıdır." mânâsına gelen: "Essalâtü hayrun minen-nevm" cümlesini ilâve etti, Resulullah Aleyhisselâm da bu ilâveyi uygun bulmuştur.
Bu ilâveye "Tesvip" denmiştir. Resulullah Aleyhisselâm bu cümlenin sadece sabah namazında söylenmesini muvafık bulmuş ve Hazret-i Bilâl -radiyallahu anh-e:
"Sabah namazı hariç, sakın hiçbir namazda tesvipte bulunma!" diye tembihte bulunmuştur. (Tirmizî)
Daha sonraları ezan okumak için Mescid-i nebevî'nin arka tarafına hususi bir yer yapıldı.
Ezân-ı Muhammedî sünnet yoluyla meşru kılınmakla birlikte;
"(Onları ezan ile) namaza çağırdığınız zaman, namazınızı alay ve eğlence konusu yaparlar.
Böyle yapmaları, akıl erdirmeyen bir topluluk olmalarındandır." (Mâide: 58)
Âyet-i kerime'si ile de teyid edilmiştir.
Müslümanların Ezan'la bu şekilde birbirlerini namaza dâvette bulunmaları yahudilerle Medine'li müşriklerin pek tuhafına gitti. Onu alay ve eğlenceye almaya kalkıştılar. Bunun üzerine bu Âyet-i kerime nâzil oldu.
Ezan müslümanlığın şiârıdır, bir dâvet hükmündedir, vakit girince okunur.