"Onlara o kimsenin haberini anlat ki, kendisine âyetlerimizden vermiştik. Fakat o bunlardan sıyrılıp çıkmıştı. Derken şeytan onu arkasına takmış nihayet azgınlardan olmuştu. Dileseydik elbette onu âyetlerle yükseltirdik. Fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer. Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kimselerin hâli böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünüp ibret alırlar." (A'râf: 175-176)
"Kendilerine tevrat yükletildiği hâlde, onu taşımayanların (onunla amel etmeyenlerin) durumu, koca koca kitaplar taşıyan merkebin durumu gibidir." (Cum'a: 5)
İlmiyle âmil olmayıp dünyaya meyleden âlim için bu Âyet-i kerime'lerde büyük bir tehdit vardır.
Hadis-i şerif'te ise yoldan sapanların bütün insanlardan ve hayvanlardan aşağı olduğu beyan buyuruluyor:
"Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden bir zümre gelecektir. Onlar Kur'an okuyacaklar, fakat Kur'an'ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, bir daha da ona dönemeyeceklerdir. İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır." (Müslim: 1067)
Ey müslüman kardeş!
Çok tehlikeli bir devirdeyiz.
Öyle bir zamandayız, öyle büyük fitnelerin ortasındayız ki; imanlar yanıyor, dinden çıkmak moda oldu. Özellikle gençler büyük tehlike altında.
Bunun sebebi âhir zaman âlimlerinin ifsadı ve ortalığı istilâ etmiş olmasıdır. Hakiki âlimlerin irşadının yerini din hakkında tartışan, fetva veren, zannını kullanan sahte âlimlerin, âlim sıfatında görünen câhillerin ifsadı almış durumda.
Allah-u Teâlâ bize onları şöyle tanıtıyor:
"Onların çoğu zanna uyarlar. Gerçekte ise zan hakikat karşısında hiçbir şey ifade etmez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarının tamamını bilmektedir." (Yunus: 36)
Bu boşluktan yol bulan; eline mikrofonu, kalemi, kamerayı alan herkes; dini tahsili olan da olmayan da; profesörü de talebesi de; deisti de ateisti de Allah-u Teâlâ'nın dini hakkında ahkâm kesiyor, münakaşa yapıyor. Bilgisi yetersiz olan halk da bu câhillere kapılıp gidiyor.
Bunların yüzünden nice safi zihinler bulanıyor, nicelerinin imanı kayıyor. Profesörü de dinden çıkıyor, tahsil yapmamışı da dinden çıkıyor.
Çok tehlikeli bir zaman.
Zira biri seni öldürse, canına kastetse, şehit gitme ihtimalin var, ancak bir âhir zaman âlimi senin imanına kastetse ebedî hayatın gider.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri işte bu büyük tehlikeden insanları korumak, imanları kurtarmak için, müslümanların bu âhir zaman âlimleri yüzünden imandan kaymaması, fitnelerinin sönmesi ve halkın uyanması için bu ifsatçıların , âhir zaman ulemasının içyüzlerini ortaya seren eserler neşretti, tâlebelerini bu hakikatleri halka duyurmaları için seferber etti. Büyük bir gayret sarfetti. "Âhir Zaman Âlimlerinin İçyüzü" isimli eserinde, kitaplarında ve sohbetlerinde, dergilerimizde kötü alimlerin içyüzünü, zararlarını, fitne ve fesatlarını Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle izah ve ilân etti. "İman kurtarma cihadı" yaptı.
Bugün onun bu cihadının ne kadar mühim olduğunu daha iyi anlıyoruz. Zira sosyal medya gibi kanalların artması ile bu fitneler iyice ayyuka çıktı.
Âyet-i kerime, Hadis-i şerif dinlemiyorlar, Allah'tan korkmuyorlar, Hazret-i Allah'a karşı büyük bir kibir ile konuşuyorlar, fitne fesat çıkartıyorlar, ümmet-i Muhammed'i saptırıyor, halkın imanını çalıyorlar.
Bu sahtelere aldanmamak için Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin beyan ettiği bu hakikatleri öğrenmemiz, bu ilmi tahsil etmemiz lâzım. Bu sebeple bu Zât-ı âli'nin beyan ettiği bu hakikatleri defaatle hatırlatmaya, insanları uyandırmaya ve ikaz etmeye büyük ihtiyaç var.
Bu sahtelere aldanmamak için de çok dikkat etmemiz lâzım. Bilgisi, yaşayışı, takvası, tevazusu, Allah'a karşı edep ve hayası olmayan kimselerden uzak durmamız, yangından kaçar gibi kaçmamız lâzım.
Eskiden fitne çıkartan birkaç âhir zaman âlimi vardı, bunlara kapılan kapılırdı ama halkın ekserisi bunları bilirdi ve uzak durmaya çalışırdı. Bugün ise ortalık bilen-bilmeyen, büyük-küçük Allah-u Teâlâ'nın dini hakkında tartışanlarla, ahkâm kesenlerle dolu. Sahayı bunlar işgal etmiş durumda. Bunların yüzünden halk da aynı duruma düştü. Herkes bilip-bilmeden konuşuyor. Farkına varmadan dinden çıkıyor.
Kimi doktor, kimi mühendis, kimi tarihçi; kimi tahsilli, kimi tahsilsiz; kimi dinli kimi dinsiz; kimi çocuk kimi yaşlı herkes konuşuyor.
"Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar." (Mücâdele: 18)
Konuşuyor ama sözün nereye gittiğini düşünen yok!
Zira Hadis-i şerif'te:
"Kur'an Âyetlerine kendi reyi ile mânâ veren kimse cehennemden kendisine yer hazırlasın." buyuruluyor. (Münâvi)
Yine diğer bir Hadis-i şerif'te:
"İlmi olmadan şer'i meselelere fetvâ veren kimseye melâike lânet okur." buyuruluyor. (Münâvî)
Allah-u Teâlâ'nın kelâmından, O'nun emrettiği hükümlerinden, O'nun gönderdiği dininden bahsederken bir âlimin haşyetullahtan titremesi gerekir, Allah-u Teâlâ'nın varlığını, büyüklüğünü yaşayarak, hissederek, O'nun azameti karşısında eriyip hiçliğe bürünerek konuşması gerekir.
Zira Âyet-i kerime'de:
"Müminler o kimselerdir ki, Allah zikredilince kalpleri titrer, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır ve yalnız Rabb'lerine tevekkül ederler." buyuruluyor. (Enfâl: 2)
Oysa bu ahkâm kesenlerin kılı bile kıpırdamıyor.
Ne inançlarında yakîn, ne ölçülerinde hakkâniyet, ne de kararlarında isabet var. Bütün iş ve icraatlarında nefsânî arzu ve heveslerine uyuyorlar. Zanlarını, şahsi takdir ve tahminlerini hüküm yerine koyuyorlar.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Kendilerine verilmiş kesin bir delil ve salâhiyet olmaksızın, Allah'ın âyetleri üzerinde tartışanların gönüllerinde hiç şüphe yok ki aslâ erişemeyecekleri bir büyüklük taslamaktan başka bir şey yoktur. Öyleyse sen Allah'a sığın." (Mümin: 56)
Allah-u Teâlâ kendilerine "Kesin bir delil ve salâhiyet" verilmemiş bu gibi kimselerin gönüllerinde büyük bir kibir bulunduğunu haber veriyor. Bunların kibirlerini tarif buyururken "Asla erişemeyecekleri bir büyüklük tasladıklarını" beyan buyuruyor. Bilen için burada büyük bir tehdid-i ilâhî vardır.
Bunları gururları aldatmıştır. İşin temelinde kibir ve küfür bulunmaktadır.
"Allah büyüklük taslayanları aslâ sevmez." (Nahl: 23)
Oysa en büyük zararı önce kendilerine vermektedirler:
"Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları, âyetlerimi idrâkten çevireceğim, anlamaktan mahrum edeceğim." (A'raf: 146)
Dikkat ederseniz bu mahrum edilmişler önce Hadis-i şerif'leri beğenmemekle işe başlıyorlar. Mahrum edildikleri için Resulullah Aleyhisselâm'a imandan soyuluyorlar. Hemen hepsi "Kur'an'daki İslâm" diye konuşmaya başlıyor ve deist oluyorlar. Yaşar Nuri Öztürk gibi "Deizm" diye kitap yazanlar bile oluyor. Küfrünü alenen ilân eden ilâhiyat profesörleri var. Aslında yürüyen merdiven gibi bunların vardıkları yer kendi ilâhlıklarını ilan etmeleridir. Tepki çekmemek için bunu açıklayamazlar, ancak içten içe bu kadar büyük bir tefahür içine düşerler.
Bu büyüklük taslamaları ile İslâm dini'ni tarif etmek, hükümlerini ortadan kaldırmak arzusundadırlar.
Niçin? "Mahrum edildikleri" için!
Bu ilâhî beyanlar müslüman için bir ölçüdür, bir mihenk taşıdır.
Allah-u Teâlâ'ya, O'nun âyetlerine kâmil bir imanla teslim olmayan, O'nun ilâhî beyanlarının karşısında büyük bir tevâzu taşımayan, Allah-u Teâlâ'nın hükümlerinden bahsederken eriyip mahviyet hâline bürünmeyen, nefsini düşman bilip onunla mücadele etmeyen, ilmi ile amel etmeyen, hülâsa İslâm'ı yaşamayan bir kimseden O'nun dinini öğrenmek, dinlemek, dediklerine inanmak çok büyük bir hatadır.
Kâmil bir iman ve samimi bir teslimiyet ile aynı mahviyet ve tevazuyu Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e ve onun Hadis-i şerif'lerine de göstermeyen kişi de böyledir. Bu gibi kimselerden ateşten kaçar gibi kaçmak lâzımdır.
Resulullah Aleyhisselâm'a sevgi, saygı, hürmet ve tazim Allah-u Teâlâ'nın emr-i şerif'idir:
"Peygamber'e itaat eden, muhakkak Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, biz seni onların üzerine bekçi göndermedik." (Nisâ: 80)
"Peygamber size ne verdiyse onu alınız, neyi yasak ettiyse ondan sakınınız. Ve Allah'tan korkun! Çünkü Allah'ın cezalandırması çetindir." (Haşr: 7)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Ben size iki şey bıraktım ki, onlara sımsıkı sarılıp tutunduğunuz müddetçe, katiyyen sapıtmazsınız. Birisi Allah'ın kitabı, diğeri ise Resulullah Aleyhisselâm'ın sünnetidir." (İmâm-ı Mâlik, Muvatta)
Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise bu iki ipe yapışanların tam olarak dalâletten korunacağını, aksi takdirde dalâlete düşmenin kaçınılmaz olacağını haber vermiştir. (İbn-i Mâce)
Bütün bu buyruklara rağmen Sünnet-i seniyye'ye, Hadis-i şerif'lere iman etmeyi kibirlerine yediremeyenler hakkında ise Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şu şiddetli ikazda bulunmuşlardır:
"Sakın sizden birinizi emrettiğim veya nehyettiğim hususlardan biri kendisine ulaşınca, koltuğuna yaslanıp 'Bilemiyorum! Biz Allah'ın kitabında ne buluyorsak ona uyarız.' derken bulmayayım." (Tirmizî)
Peygamber Aleyhisselâm Efendimiz'den muhabbetle, hürmetle bahsetmeyen, ism-i âlî'lerini anarken tâzimde bulunmayan, Hadis-i şerif'lerini kafasına göre "Bu sahih değildir." diye inkâr etme cüretinde bulananlar, irşad değil ifsat ehlidir.
Dikkat ederseniz bugün birtakım kimseler aynen Hadis-i şerif'te beyan buyurulduğu üzere koltuklarına yaslanıyorlar, kibir ve benlik her yerlerini sarmış bir vaziyette hiçbir Hadis-i şerif'i kabul etmiyorlar, bir de İslâm âlimi edasıyla ahkâm kesiyorlar.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Ebedî olarak içinde kalmak üzere girin cehennemin kapılarından! O kendini beğenmişlerin yerleşip kalacakları yer ne kötüdür!" (Zümer: 72)
Bu âhir zaman âlimleri bu tefahürü bu kibri Allah-u Teâlâ'ya karşı O'nun Resul'üne karşı, ilâhî hükümlere karşı yapıyorlar.
Hadis-i şerif'te:
"Bir insanın kendini beğenmesi yetmiş senelik ibadetini mahveder." buyuruluyor. (Câmiu's-sağîr)
Bir insanın hiçbir günahı olmasa, kendisini beğenmesi helâk olması için kâfidir.
Bu gibi kimselerin ilâhî rahmetten mahrum olduklarına şüphe yoktur. Bu sebeple Allah-u Teâlâ yukarıda zikredilen Âyet-i kerime'sinin nihayetinde bu gibilere karşı kendisine sığınmamızı emir buyuruyor:
"Öyleyse sen Allah'a sığın." (Mümin: 56)
Zira bu gibilerin bu büyük kibirleri, bu büyük fitneleri her kime bulaşırsa çok büyük bir tehlikeye düşmüş olur.
"İşte böyle...
Çünkü onlar Allah'ın indirdiğinden tiksinip hoşlanmamışlardır.
Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır." (Muhammed: 9)
Tehlike denildiğinde aklımıza hemen dünya hayatımızı tehdit eden hadiseler geliyor. Savaş, deprem, afet, açlık, ekonomik felâket vs. gibi...
Oysa çok daha büyük bir tehlike var. O da kişinin imanını kaybetme, imansız olarak ruhunu teslim etmesi tehlikesidir. Zira bir müslümanın sahip olduğu en büyük nimet imanıdır. Kişinin imanını kaybetmesi, imansız olarak ruhunu teslim etmesi kadar büyük bir felâket tasavvur edilemez. Çünkü birinde canından malından olursun ancak iman giderse ebedî hayatın mahvolur.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin;
"Devir iman kurtarma devri",
"Bu devirde imanla gitmek ne demek bilmiyorum." buyurduğu bir devirdeyiz.
"İman edip de imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya! İşte güven onlarındır ve doğru yolda olanlar da onlardır." (En'am: 82)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar:
"Kıyamet kopmazdan önce karanlık gece kıtaları gibi fitneler olacak. Bu karışıklıklar içinde kişi mümin olarak sabahlayıp kâfir olarak akşamlar, mümin olarak akşamlayıp kâfir olarak sabaha çıkar.
Birçok kimseler azıcık bir dünyalık karşılığında dinlerini satarlar." (Tirmizî: 2196)
Fitnenin vehametinden insan bir günde bu derece değişiklikler geçirecek, günü gününe, saati saatine uymayacak, kalpler bozulacak, iman sâfiyeti kalmayacak.
İşte bu zaman!
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir mucize-i peygamberî olarak bugünü olduğu gibi tarif buyuruyorlar.
Bir âhir zaman âlimi veya bir bölücü Allah-u Teâlâ'nın hükmüne aykırı bir söz söylediğinde, bir kişi: "Bu doğru söylüyor." deyip tasdik ettiği an dinini azıcık bir dünyalık karşılığında fedâ etmiş olur. İmandan sıyrılmış olur. Eğer tevbe etmeden o hâl üzere ölürse ebedî cehennemlik olur.
Hazret-i Allah'ın, Hazret-i Resulullah'ın hükmüne gönülden teslim olmadıkça mümkün değil!
Allah ve Resul'ünün hükmünü sevmek ve teslim olmak imanın alâmetidir.
Allah-u Teâlâ'nın hıfz-u himayesine, tasarruf-u ilâhîsine aldığı kimseler hiç şüphesiz ki bu fitnenin dışında kalacaklardır.
Nitekim Ebu Ümâme -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:
"Birtakım fitneler olacaktır. Kişi o fitnelerde mümin olarak sabahlayacak ve kâfir olarak akşamlayacaktır.
Ancak Allah'ın, ilim ile (kalbini) ihyâ ettiği kimseler (bu tehlikeden) müstesnâdır." (İbn-i Mâce: 3954)
O hâlde bu tehlikeden, bu fitnelerden korunmak için bu hâle bürünmek, bu hâli lütfetmesini Allah-u Teâlâ'dan niyaz etmek lâzımdır.
Çok müzayakalı, çok tehlikeli bir zamandayız. Zira bunlardan birine aldandığın zaman gittin! Çünkü bugün imanı muhafaza etmek çok zor, imandan kaymak çok kolaydır.
İmanımızın muhafazası için, ebedî hayatımızı hiçe müncer etmemek için; çok büyük bir gayret ve dikkat içinde olmamız, yönümüzü Allah-u Teâlâ'ya dönmemiz, büyük bir tevazu ve mahviyet içinde O'na sığınmamız, ilim alacağımız, dini öğreneceğimiz kişilere çok dikkat etmemiz lâzımdır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Şüphesiz bu ilim, (Tefsir ve Hadis gibi mühim ilimler üzerine kurulmuş olan fer'i ve şer'i hükümler) dininizdir. Böyle mühim bir emri alacağınız kimselere dikkat ediniz." (Câmiu's-sağir)
Nefsimize hoş geleni söyleyen, dünyalık menfaatimize uygun fetva veren kişilerin bizim dostumuz değil en büyük düşmanımız olduğunu bilmemiz lâzım.
Çünkü hüküm Hazret-i Allah'ındır:
"İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O'na mahsustur." (A'raf: 54)
Bugün birisi mahkemeye çıksa; hakim kanunda ne yazıyorsa ona göre hüküm veriyor; ben bu hükmü beğenmiyorum, az buluyorum, çok buluyorum diyebiliyor mu? Diyemiyor.
Oysa Allah'ın hukuku, O'nun dini, O'nun şeriatı hakkında bilen-bilmeyen herkes atıp tutuyor. Bir beşer hukuku kadar değer verilmiyor.
İnsanlar "Allah'a inanıyorum!", "Allah var!" diyor ama bu imanları suretâ. Sanki O yokmuş gibi hareket ediliyor, konuşuluyor.
Reis-i cumhur'un huzurunda olsan o yokmuş gibi hareket edebilir misin, konuşabilir misin?
Değil Reis-i cumhur, bir valinin huzurunda olsan ona göre hareket edersin.
Binaenaleyh;
"Biz insana şah damarından daha yakınız." (Haşr: 9)
Âyet-i kerime'sinin sırrına ermiş, O'nun varlığına gerçek mânada iman etmiş bir kimse ancak O'nun dini hakkında, O'nun hükümleri hakkında, O'nun sevip, seçip gönderdiği Resulullah'ı hakkında konuşmaya sahib-i selâhiyettir. Diğerlerinin konuşması boş tenekenin ses çıkartması gibidir.
Ve fakat öyle bir zamandayız ki;
Kimisi İslâm'ın ön safında görünüyor, Din-i mübin'i kendi arzusu ve hevesine uydurmaya çalışıyor;
Kimisi tasavvuftan bahsediyor ancak nefisle mücadeleden haberi yok, kendini allame zannediyor, molla ilân ediyor, nefsine göre ahkâm kesiyor;
Kimisi hiçbir İslâmî yaşantısı yok ve fakat İslâm'dan bahsediyor, ileri-geri konuşuyor, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'leri hafife alıp ortadan kaldırmaya çalışıyor;
Kimisi imansız, dinsiz ama Allah'ın dini hakkında ahkâm kesmeye kendini sahib-i selahiyet görüyor...
Kimi bilerek, tahribat yapmak için, kötü niyetle suret-i haktan görünüyor; kimi kibrini nefsini ilâh edinmiş; kimi menfaat peşinde; kimi "Ben de varım!" edasıyla Allah'ın karşısına çıkıyor, âdeta ulûhiyet davası güdüyor farkında değil.
"Resul'üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni?" (Furkan: 43)
Herkes kendi görüşünü beğeniyor.
Hazret-i Kur'an'a, Hazret-i Resulullah'a karşı edep yok, saygı yok. Fitne almış başını gitmiş, ortalık yanıyor. Hadis-i şerif'lerde haber verilen âhir zaman.
"Doğrusu birçokları bilmeden heva ve heveslerine uyarak halkı şaşırtıyorlar. Muhakkak ki Rabb'in hududu aşanları çok iyi bilendir." (En'am: 119)
Resulullah Aleyhisselâm; bu zamanı tarif buyurdukları, aşağıda tamamını arzedeceğimiz bir Hadis-i şerif'lerinde "... nefislerin arzusu peşinden gidilir, dünya ahiret üzerine tercih edilir, herkes kendi görüşünü beğenir, kimse kimseyi tanımaz bir hâle gelirse..." buyuruyor. (Ebu Dâvud - Tirmizî - İbn-i Mâce)
Öyle değil mi? Herkes kendi görüşünü beğenmiyor mu? Allah-u Teâlâ'nın görüşü nedir diyen var mı? "İlâhî Görüş'te bir ve beraber olalım, Allah ve Resul'ünde birleşelim" diyen var mı? Muhterem Ömer Öngüt'ün kendi görüşüne değil "İlâhî Görüş Birliği'ne Dâvet"ine ittiba eden var mı?
İşte böyle bir zaman; öyle fitneler, öyle tehlikeler var ki; "o zaman kendini kurtarmaya bak!" buyuruyor Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz.
Tehlikeyi buradan anlayabilirsiniz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde inananlara şöyle emir buyuruyor:
"Ey iman edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun." (Tahrîm: 6)
Ne kadar şiddetli bir ateş! Tırnağın değse vücudun kül olur! Kâfir zaten ateşte, ancak görülüyor ki iman edenler için de bu tehlike var; kendini koruyamadın gittin, aileni korumadın mesulsün.
Zira Allah-u Teâlâ bu emr-i ilâhi'si ile, müminleri kendilerini korumakla mükellef tuttuğu gibi; evlâd-u ıyâlini de ateşten korumakla mükellef kılmıştır. Aksi hâlde mesuldür.
Bu devirde bu koruma ve korunma nasıl olur?
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz mucize Hadis-i şerif'lerinde hem bu devri tarif ediyor, hem de "korunma ve kurtulmanın yolu"nu gösteriyor.
Ashâb-ı kiram'dan Sâlebetü'l-Haşenî -radiyallahu anh- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e:
"Ey iman edenler! Siz kendi nefislerinizi ıslah etmeye bakın. Siz doğru yolda bulundukça yoldan sapanların size zararı olmaz." (Mâide: 105)
Âyet-i kerime'sinin tefsirini sorduğunda, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Yâ Ebu Sâlebe! İyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış. Ne zaman ki aşırı derecede cimrilik hâkim olur, nefislerin arzusu peşinden gidilir, dünya ahiret üzerine tercih edilir, herkes kendi görüşünü beğenir, kimse kimseyi tanımaz bir hâle gelirse, o zaman KENDİNİ KURTARMAYA BAK VE HALK TABAKASINI BIRAK!
Muhakkak ki sizin arkanızda karanlık gece parçaları gibi fitneler vardır. O fitneler içerisinde, sizin üzerinde bulunduğunuz inancın benzerine sımsıkı yapışan bir kimse için, sizden elli kişinin sevabı kadar sevap vardır."
Ashâb-ı kiram: "Yâ Resulellah! Onlardan elli kişinin sevabı kadar sevabı vardır değil mi? (Yani 'Sizden' kelimesi yanlışlıkla mı kullanıldı?)" diye sorduklarında buyurdu ki:
"Hayır! Sizden elli kişinin sevabı kadar sevap alır. Çünkü siz iyiliklerde yardımcı bulursunuz, fakat onlar bulamazlar." (Ebu Dâvud - Tirmizî - İbn-i Mâce)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu Hadis-i şerif'i şöyle izah ediyorlar:
"İşte o zaman bugün. Çok nazik davranmak lâzım, çok dikkatli davranmak lâzım.
Cenâb-ı Hakk'tan kopmayacaksın, Hakk ile olacaksın, Hakk ile vazife göreceksin. Fazla sivrilmeyeceksin. "Düzelteyim!", "Yapayım!" zamanı değil, kurtulma zamanı.
Zira Resulullah Aleyhisselâm'ın "Kendini kurtarmaya bak ve halk tabakasını bırak!" buyurduğu zaman bu zaman. Halk tabakasını bırakıp kendini kurtarma zamanı. Rabb'im kurtardıklarından etsin."
Dikkat ederseniz Cenâb-ı Hakk'ın izniyle; Resulullah Aleyhisselâm'ın "İyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış." emr-i şerif'i mucibince; defaatle dergilerimizle, kitaplarımızla halkı uyandırmaya, her türlü hakikati duyurmaya çalıştık.
Fakat ruh ölmüş. Ruh ölü olduğu için dirilmiyor.
Nitekim Resulullah Aleyhisselâm "...herkes kendi görüşünü beğenir, kimse kimseyi tanımaz bir hâle gelirse..." buyurarak bugünkü durumu tarif ediyor;
"Herkes reyini beğenecek, kendi reyine göre hareket edecek."
Ve işte o gün geldiğinde "O zaman kendini kurtarmaya bak ve halk tabakasını bırak!"
Onun için Hakk'a bak, halk tabakasını bırak. Hakk'ın hükmüne ram ol, halkın zannından uzak ol. Kendi reyini beğeniyor, kendi görüşünü beğeniyor, Allah-u Teâlâ'nın hükmünü, ilâhi emri kenara atıyor. Her akıl sahibi aklını ileriye sürecek ama senin söylediklerin boş olacak.
Niçin? Çünkü bu zaman seyyiat zamanı, âhir zaman...
Özellikle son elli yılda asırlardan beri gelen sağlam İslâm inanışı ve yaşayışı tahrip edilmiş, aslından uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Müslümanların bu kadar zelil hâle düşmesine neden olanlar din bilgini olarak geçinen, sözde âlim olan câhillerdir. Bu câhil âlimler toplumda bir ilâh ve put olarak sivrilirler, halkı yanıltmaya, İslâm'dan uzaklaştırmaya çalışırlar.
Âyet-i kerime'de:
"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti biz Kitap'ta açıkça belirttikten sonra gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet ediciler lânet eder." buyuruluyor. (Bakara: 159)
Öyle bir zaman ki, Resulullah Aleyhisselâm yukarıdaki Hadis-i şerif'lerinde bu âhir zamanda istikamet üzere olana: "O fitneler içerisinde, sizin üzerinde bulunduğunuz inancın benzerine sımsıkı yapışan bir kimse için, sizden elli kişinin sevabı kadar sevap vardır." buyuruyor.
Bu kadar tehlikeli, bu kadar da kıymetli bir zaman. Ancak yaşayan için. "Bu zamanda da böyle yaşanır mı?" diyenlere ait değil.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, onlar seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar sadece zanna uyarlar ve yalandan başka söz de söylemezler." (En'am: 116)
İşte bu zaman.
İnsanlara yalan lâzım. Hakikati arayan çok az. Azın da azı. Herkesin nefsine hoş gelen bir önderi var. Dilediği gibi yaşıyor; gününü gün etmenin, ömrünü dünyaya hasretmenin derdinde. Herkes sanki hiç ölmeyecekmiş gibi bir hayat sürmenin peşinde. Nefisler hayat sürüyor, şeytanın dâvetine uyuluyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, öldürme ve zorbalıktan başka yolla devlet idaresine sahip olunamayacaktır. Gasp ve cimrilikten başka yolla zenginliğe, dinden çıkma ve nefsânî duygulara tâbi olmaktan başka yolla da (diğer insanların) sevgisine ulaşılmayacaktır. Kim bu zamana ulaşır ve zengin olması mümkünken fakirliğe sabreder, sevgilerini kazanma mümkünken nefretlerine sabrederse, aziz (onurlu haysiyetli) olmaya gücü yeterken zillete sabrederse, Allah o kuluna beni tasdik eden elli sıddık sevabı verecektir." (Tahavî)
İşte bugün öyle değil mi kardeşim!
Haram yola tevessül etmeden zenginlik çok zor. Hiçbir şey yapmasa fâize bulaşıyor. Fâiz alabildiğine teşvik ediliyor. Oysa fâiz alan da veren de lânetlenmiştir.
Dinden çıkma moda olmuş, nefsânî duygulara tâbi olanlar baş tacı olmuş. Tasavvuf ehliyim diyende bile hıristiyan papaları ve papazlarında olduğu gibi saltanat ve gösteriş her yere girmiş. Adam toplamak, menfaatlenmek, para istemek, din adına dilencilik yapmak adeta dinin rüknü hâline gelmiş. Gelmiş ama hangi dinin? İslâm dini'nin değil, kendi kurduğu dinin. Çünkü bu yaptıkları İslâm dini'nde yok.
İslâm dini'nin hükmü şudur:
"Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyunuz, onlar doğru yoldadırlar." (Yâsin: 21)
Oysa bu zamanda bunlar, İslâm zannıyla uyduğun kimseler, hemen tamamı bu âyeti duymak dahi istemez. Bunların sevgisini kazanmak isteyenin bunların kurduğu dini kabul etmesi gerekir.
İslâm'da fâiz yok dediğin zaman, haram yememek için gayret ettiğin zaman, tesettüre, ahkâma riayet etmeye çalıştığın zaman eşin dostun sana hasım kesilir. "Hangi devirde yaşıyorsun" der.
Öyle bir devir ki; bir memur devlet malını korumak isterse dışlanır, devlet malına riayet etmeyenlere ortak olursa baş tacı edilir. Yine mesaisinin hakkını vermek isteyene enayi gözüyle bakılır. Çalışmadan maaş almak maharet kabul edilir.
Bölücülüğü, terör zihniyetini, hırsızlığı, arsızlığı kitabına göre yapan baş tacı yapılır. Bunlar kendileri gibi olmayanları uzaklaştırır, insanlar da üç kuruş menfaat için bunların etrafına toplanır.
İşçinin hakkını gözetmeyen, patrona para kazandıran yönetici yapılır. Bu gibi kimselerin hırsızlama ile elde ettikleri menfatler bilinir ama görmezden gelinir. En alttan en üste kadar kimse hakkına razı gelmez.
İşte Hadis-i şerif'lerde haber verilen zaman bu zaman!
Öyle değil mi?
Allah-u Teâlâ'nın hükmünü, O'nun Habib'inin sünnetini tercih eden, yaşamaya çalışan insanın "GARİP" duruma düştüğü bir zaman!
"Garipler SAYILARI PEK AZ olan sâlih kişilerdir. Bu kişiler sâlih olmayan bir topluluk içinde yaşarlar. Yaşadıkları bu topluluk içinde kendilerini seven az, buğz eden ise çoktur." (Ahmed bin Hanbel)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyurmuşlardır:
"Müslümanlık garip olarak başladı, başladığı gibi garip olarak avdet edecektir. Ne mutlu gariplere!" (Müslim)
İşte bu zaman!
Öyle değil mi kardeşim?
Garip kaldım diye üzülüyor musun? Oysa Resulullah Aleyhisselâm "Ne mutlu gariplere!" buyuruyor.
Bu tebşirat yetmez mi sana?
İslâm'ı yaşamak çok zor, ama yaşayana da büyük mükâfat var. Büyük müjde var.
Hazret-i Allah'tan isteyen bunu istesin, tâlip olan buna talip olsun.
Hiç olmazsa bu fazilete ulaşmaya gayret etsin.
Zira Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı'na hitaben şöyle buyurdular:
"Siz öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki, kim memur olduğu vazifenin onda birini terk ederse helâk olur. Fakat öyle bir zaman gelecek ki, onlardan her kim kendisine emredilenlerin onda birini işlerse kurtulacaktır." (Tirmizî)
Çok tehlikeli, çok müzayakalı, çok da kıymetli bir zaman.
Eskiden İslâm'ı yaşamak isteyene zulüm yapılan devirler vardı. Kur'an tahsili yapmak yasaktı. Ancak İslâm'ı yaşamak isteyen yaşardı. Bugün her türlü serbestlik var ama İslâm'ı yaşamak daha zor. Çünkü haram işlemek, dinden çıkmak moda olmuş. Modaya kapıldın gittin.
Kendini kurtarma zamanı! Düşeni sürükleyip götüren büyük bir sel düşünün. Bugünkü fitneler de böyledir. İmanı muhafaza etmek o derece zorlaştı.
Kişinin kendisini ve ailesini kurtarabilmesi için, yardım isteyenlere yardım edebilmesi için âhir zaman âlimlerini, bu zamanın câhillerini, bunların fitnesini, alâmetlerini, verdiği zararı da bilmesi gerekir.
Bunların iç durumunu bilelim, bunlara aldanmayalım.
Daha önce değişik vesilelerle arzettiğimiz bu hakikatleri, âhir zaman âlimleri hakkındaki ilâhî hükümleri tafsilatıyla arzediyoruz.
Bunlar bilinsin, tanınsın. Bu vasıflara uyan bir değil on değil, yüz değil binlerce Âhir Zaman Câhili var. İsim vermeye gerek kalmadan bu ölçülerle bunları rahat tanıyabilirsiniz.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Ölçüde bereket vardır. Binaenaleyh her şeyi ölçünüz. Eğer Allah-u Teâlâ'nın kelâmına uyuyorsa alınız, uymuyorsa reddediniz.
Resulullah'ın sünnetine uyuyorsa alınız, uymuyorsa reddediniz." (Tirmizî)
Ölçü; Hazret-i Allah'ın beyanı Hazret-i Kur'an; Resulullah Aleyhisselâm'ın sünneti, Hadis-i şerif'leridir. İslâm bu iki ana temel, zemin üzerine kurulmuştur. Bunlara dayanmayan, her türlü zan, her türlü söz bâtıldır.
İmanları suretâ, ilimleri zandan ibaret olan saptırıcı, Din-i mübin'i yıkıcı, halkı şaşırtıcı âlimler, cehâletlerinden ötürü hem kendileri dinden çıkarlar, hem de başkalarını dinden çıkarmaya çalışırlar.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri gerek din kurucu saptırıcı imamların gerek âhir zaman âlimlerinin içyüzünü 40 yıl önce beyan etmişler, bunların vereceği zararı, kıyametten önce büyük bir fitne ile zuhur edecek Deccal'in veremeyeceğini şöyle izah etmişlerdi:
"Öyle bir devirde yaşıyoruz ki; bütün ilâhî hükümleri hiçe sayıp nefsini ilâh edinenlerle, Allah-u Teâlâ'ya ve hükmüne karşı gelenlerle ve Deccal'den daha beter olan sapıtıcı imamlarla karşı karşıyasın.
Oysa Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Vedâ haccı sırasında hamd ve senâda bulunmuş, akabinde Mesih ve Deccal'den uzun uzun söz etmiş, şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın gönderdiği her peygamber, ümmetini onunla korkuttu. Nuh Aleyhisselâm ümmetini onunla korkuttu, ondan sonra gelen peygamberler de korkuttular.
O sizin aranızdan çıkacak. Onun hâli sizden gizli kalmayacak. Rabb'inizin tek gözlü olmadığı size gizli değildir. O ise sağ gözü kör birisidir. Onun gözü dışa fırlamış üzüm danesi gibidir." (Buhârî - Müslim)
Ben de sizi korkutuyorum.
Ve fakat Deccal'in fitnesi bu kadar büyük olduğu hâlde, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu sapıtıcı imamları ondan daha beter ve ondan daha tehlikeli saymıştır.
Nitekim bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyuruyorlar:
"Sizin için Deccal'den daha çok Deccal olmayanlardan korkarım.
- Onlar kimlerdir?
Saptırıcı imamlardır." (Ahmed bin Hanbel)
Dikkat edin!
İslâm dininin yıkıcılarının Deccal'den daha beter olduğunu Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz beyan etti ve ilân etti.
Niçin Deccal'den daha korkunç ve daha tehlikelidir bu sapıtıcı imamlar?
Deccal'in işaretleri bellidir, doğrudan doğruya allahlık dâvâsı ile çıkacak. Kâmil iman sahipleri hiçbir zaman ona aldanmaz, tuzağına düşmez.
Dikkat ederseniz ancak kâmil iman sahiplerinin aldanmayacağına işaret ediyoruz. Görülüyor ki, iman sahibi olduğunu söyleyen milyonlarca müslüman bu sapıtıcı imamlara uydular, göre göre nasıl kuyuya düşerek imandan çıktılar!
Bu sapıtıcı imamlar olsun, âhir zaman uleması olsun, hepsi de sûret-i haktan göründüler, İslâm'ın önderi, kurtarıcısı gibi göründüler. Saf ve temiz müslümanlar büyük kitleler hâlinde onlara iltihak etti ve intisap etti.
Şu kadar var ki, aslında sûret-i haktan görünen bu deccaller, bu kitleleri görünce asıl hüviyetlerini ortaya koydular. Etraflarında kendilerine göre bir kalabalık görünce, hepsi de ayrı ayrı dinlerini ilân ettiler. Kendi kurdukları dini ayakta tutabilmek için Allah-u Teâlâ'nın hükümlerini arkaya attılar, hükümsüz hâle getirmeye çalıştılar. Kendi dinlerinin icaplarını ortaya koydular ve kitleler hâlindeki müslümanları hem kurdukları dine çekerek imandan ettiler, diğer taraftan dünyalıklarını soydular ve yoldular.
İşte Deccal bunu yapamaz. Deccal'den beter oluşları, sûret-i haktan görünüşlerinden oldu. Böylece birçok müslümanları; hem imanlarından soydular, aldılar; hem dünyalarını hem âhiretlerini yok ettiler.
Oysa Allah-u Teâlâ Hadis-i kudsî'de şöyle buyuruyor:
"Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.
Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyurur:
'Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki, aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.'" (Tirmizî)
Buna da âmil olan, İslâm maskesi altında Din-i mübin'e yaptıkları büyük tahribattır.
Koyun postuna büründüler, bir taraftan müslümanları avutarak kurdukları sahte dine celbettiler, bu suretle imanlarını yok ettiler, diğer taraftan çeşitli entrikalarla maddelerini, paralarını aldılar. Allah-u Teâlâ'nın dinini bıraktılar, şeytanın adımlarına uydular.
Onun içindir ki bu hâle düşmüşlerdir. Bu hâle düştükleri gibi, müslümanları da bu hâle düşürmüşlerdir.
Din kuran bu sapıtıcıların hepsi bu gaye için çalıştılar. Gizli veya âşikâr olarak allahlık dâvâsında bulundular."
•
Âhir zaman ulemâsı sûret-i haktan göründüler. Her biri din-i İslâm'ı ifsat etmek için, tahrip ve tahrif etmek için gerek televizyonlarda, gerek gazeteler vasıtasıyla, gerekse sosyal medya aracılığıyla bütün güçleri ile çalıştılar, çalışıyorlar.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin bu âhir zaman âlimleri ile mücadele etmek, çıkartmış oldukları fitneleri söndürmek maksadıyla neşrettikleri "Âhir Zaman Âlimleri" isimli kitaplarının kapağında şu ifade yer almıştır:
"Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Onların âlimleri gökkubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir." (Beyhâki)
Bunlardan birkaçı; Yaşar Nuri Öztürk, Edip Yüksel, İskender Evrenesoğlu, Nazmi Sakallıoğlu, Refet Kayserilioğlu"
Dikkat ederseniz "Bunlardan birkaçı" buyuruyorlar. Yani daha pek çok âlim görünen âhir zaman türemesinin zuhur ettiğini ve edeceğini haber veriyorlar. Her birinin şahsında ifsad edici fetvâ verenlere, sahte isalara, sahte mehdilere, sahte dabbetü'l-arzlara ve buna mümasil her türlü fitneyi çıkartanlara bir bir cevap vermişler, müslümanları tenvir etmişler, bu fitneleri söndürmüşlerdir.
Binaenaleyh bugün bu gibi ifsatçılar o kadar çoktur ki, ne sayıları ne de isim ve sıfatları saymakla bitmez. Ama İslâm'a ve müslümanlara, dine ve vatana verdikleri zarar çok büyüktür.
Bunlar Resulullah Aleyhisselâm Efendimiz'i ve ona imanı, onun Hadis-i şerif'lerini, Sünnet-i seniyye'sini ortadan kaldırmaya; bu saf İslâm neslini zehirleyip deist yapmaya; veya İslâm'ın hak mezheplerini inkâr edip mezhepsizliği aşılamaya; yahut ilim-irfan mektebi olan tasavvufu inkâr ederek bu milletin Allah dostlarına olan sevgisini ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurmuşlardı:
"Bunların gaye ve maksatları din-i İslâm'ı ifsad etmek ve aslından çıkarıp hurafeye çevirmektir.
Müslümanmış gibi görünürler, gayeleri ise ayrıdır. Islah yapıyor ve nasihat ediyormuş gibi görünüyorlar, ve fakat niyetleri ifsat olduğu için, her an her fırsatta tahribat yapıyorlar.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Kendilerine: 'Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.' denildiği zaman 'Biz ancak ıslah edicileriz.' derler. İyi bilin ki asıl bozguncular kendileridir, lâkin anlamazlar." (Bakara: 11-12)
Bunlar İslâm'a, hak ve hakikate hizmet etmek bir tarafa, bilakis bozguncuların tâ kendileridir. Halkı ifsat etmekle, dine zarar vermekle, birlik ve beraberliği bozmakla aynı zamanda vatanda da büyük zarara ve bölücülüğe yol açıyorlar. Bu sebeple küffar bunları el altından destekler. Böylece bunlar hem şeytana hizmet ederler, hem de vatanımıza göz dikenlere hizmet ederler.
Öyle bir kibir ve benlik içerisindedirler ki kendilerine yapılan hiçbir hatırlatmayı ve öğüdü kabul etmezler.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Kendisine Rabb'inin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir?
Muhakkak ki biz zâlimlerden öç alacağız!" (Secde: 22)
Böylece bu sapıtıcı imamlar olsun, âhir zaman âlimleri olsun Deccal'den daha beter oldular. Nefsini ilâh edinen bu imansız imamlar bu halkı kandırmaya çalışıyorlar. Acaba Cenâb-ı Hakk'ı da kandırmaya çalışacaklar mı?
Hülâsa; sapıtıcı imamlar olsun, âhir zaman uleması olsun, bütün bunlar din-i İslâm'a cephe aldılar. Onu yıkmak için, kurdukları dinlerini ayakta tutmak için Allah-u Teâlâ'nın hükümlerini arkaya attılar, hükümsüz hâle getirmeye çalıştılar.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Onlar Allah'ın kelâmını değiştirmek isterler." (Fetih: 15)
Öyle değil mi? Ellerinden gelse Kur'an'daki ilâhî hükümleri yok etmek, kendi fikirlerini din yerine koymak isterler.
Dikkat ederseniz hepsi kendi fikrinin din olduğunu iddia ediyorlar.
Bunca hakikatleri açık açık beyan ettiğimiz hâlde hiçbir tanesi Allah ve Resul'ünün hükmünü kabul etmeye yanaşmadığı gibi, bütün güç ve kuvvetleriyle Nûr-u ilâhî'nin yayılmasını engellemeye çalışıyorlar.
Kendi zanlarını âyet ve hadis yerine koyuyorlar. Bunun için de gökkubbe altındakilerin en şerlileridirler. Bunun da sebebi halkı şaşırtmalarıdır.
"Doğrusu birçokları bilmeden heva ve heveslerine uyarak halkı şaşırtıyorlar." (En'âm: 119)
Kendi zanlarını hüküm yerine koymak isterler.
Bunların sözüne hem şaşmayın, hem de inanmayın! Bunların iç durumu budur, işin gerçeği budur.
Bu suretle İslâm dinini ortadan kaldırmaya çalışarak ortalığı kararttıkça kararttılar, müslümanları kararsız hâle getirdiler.
Bunlar papazdan da, hahamdan da, mecusiden de tehlikelidirler. Zira onların cephesi var, fakat bunların cephesi yok.
Müslüman gibi göründüklerinden ötürü bu fesadı, bu ifsadı yapabiliyorlar.
Çünkü bu sapıtıcılar sûret-i haktan göründükleri için, hakikati bilmeyenler bu gibi fesatçı ifsatçıların lâfına bakıyor, nefislerine de cazip geliyor, baklavanın içindeki zehiri de görmüyor, kendisini öldürecek olan bu zehirden habersiz. Oysa ki onu yuttuğu zaman ebedi hayatını öldürüyor. O bir zehir hapıdır, imanı öldürüyor. İşte bunlar bu hapı halka gayet rahat yutturuyorlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"İşte bu benim dosdoğru yolumdur. Siz ona uyun. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah'ın yolundan ayırmasın." (En'am: 153)
Buyurduğu hâlde, bunlar Allah-u Teâlâ'nın dinini bıraktılar, kendi uydurdukları sapmış yollara saptılar ve din-i İslâm'dan çıktılar."
Kıyamet alâmetlerinden birisi de fitne ve fesad çıkmasıdır. Öyle ki her gün yeni bir fitne çıkmakta, nezih, temiz, saf müslümanların gönüllerini bulandırmaktadır.
Türlü isim ve sıfatlar altında her türlü fitneyi çıkartan âhir zaman âlimleri dün olduğu gibi bugün de türemeye devam ediyor.
Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'sinde:
"Hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bilerek hakkı gizlemeyin." (Bakara: 42)
Buyurduğu hâlde, bunlar hakkı bâtıl ile karıştırmaya çalışıyorlar.
Eskiden bir kötü âlim saptırıcı bir fetva verdiğinde 5-10 kişi okurdu, etkisi sınırlı olurdu. Bugün ise televizyonlarda, sosyal medya denilen mecralarda herkes sapkın fikirlerini, saptırıcı fetvalarını yayınlıyor, milyonlarca insan inanıyor ve duyuyor. Böylece bu fitneciler kendileri dinden, imandan çıktıkları gibi, başkalarını da dinden imandan çıkartmakta muvaffak oluyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kötü âlimler hakkında şöyle buyuruyorlar:
"Kendisinden sorulan bir meseleyi ehlinden gizleyip cevâbını vermeyen âlimin ağzına cehennem ateşinden bir gem vurulur." (Tirmizî)
Cevap vermeyenin durumu bu olursa yalan yanlış konuşanın durumunu siz kıyas edin.
Kötü âlimler dini hükümleri kendi arzularına göre yalan-yanlış yorumlamaya kalkıştılar. Zan, nam, gaye, maksat ve menfaatleri için bu Din-i mübin'i vasıta olarak telâkki ettiler.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu gibi kimselere meleklerin lânet ettiğini Hadis-i şerif'lerinde haber vermektedirler:
"Dînî meselelerde yeterli ilmi bulunmadığı hâlde bir mes'elede kendiliğinden fetvâ veren kimseye göklerde ve yerlerde mevcûd olan melâike lânet eder." (Câmiu's-sağir)
Çok kötü bir zaman. Müslümanın çok dikkat etmesi gereken bir zaman.
Zira Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Gökkubbe altındakilerin en şerlileri" olanların bu "Âhir zaman âlimleri" olduğunu haber vermişlerdir:
"Onların âlimleri gökkubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir." (Beyhâki)
Bunlar gökkubbe altındaki en şerli ve en tehlikeli insanlardır. Çünkü onlar ilâhî hükümlere değil de kendi zanlarına uymuşlar, kendi mesnetsiz iddiâlarını hüküm yerine koymuşlardır. İslâm dinini menfaatleri için aslından çıkarmaya çalışırlar. Dinde yenilik isterler. Asıl gayeleri ise dini aslından çıkarmak, bid'at ve küfrü yaymaktır.
Bunların fitnesi topluma, millete, vatana, devlete çok büyük zararlar veriyor. Hem dinde hem vatanda büyük tahribata sebep oluyor. Çünkü fitne parçalayıcıdır, toplumu parçalar, insanların gönülleri parça parça olur.
Bu sebeple Âyet-i kerime'lerde fitne çıkarmanın adam öldürmekten daha büyük bir günah olduğu beyan buyurulmuştur:
"Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür." (Bakara: 191)
"Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır." (Bakara: 217)
Bu âhir zaman âlimlerinin fitnesi; içinde bulunduğumuz âhir zamanın fitneleriyle bir olunca adetâ bir çığ oluyor ve önünde duran her şeyi, milyonlarca insanın imanını, ahiretini çiğneyip geçiyor.
Kalpleri hasta olanlar tarafından çıkarılan fitneler sebebiyle din-iman ayaklar altına alınıyor, hakikatler saptırılıyor.
Onların kalpleri nifak ve şüphe ile doludur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır.
Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle onlara elem verici azap vardır." (Bakara: 10)
Bunun içindir ki, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Kıyamet kopmazdan önce karanlık gece kıtaları gibi fitneler olacak. Bu karışıklıklar içinde kişi mümin olarak sabahlayıp kâfir olarak akşamlar, mümin olarak akşamlayıp kâfir olarak sabaha çıkar. Birçok kimseler azıcık bir dünyalık karşılığında dinlerini satarlar." (Tirmizi: 2196)
Yaptıkları dünyalık elde etmek ve bilgisizlik sebebiyledir. Azıcık bir dünyalık karşılığında dinlerini fedâ ediyorlar. Böylece ümmet-i Muhammed eriyip gidiyor.
•
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Resul'üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)" (Furkân: 43)
Emr-i ilâhî'yi bırakıp kendi arzularını hüküm yerine koyan hem şirke düşmüş, hem de küfre girmiştir.
Bunlar nefis putunu ilâh edinmişler, şeytanın yoluna girmişler, hem kendileri sapmışlar, hem de başkalarını sapıtmışlardır.
İslâm'ı yaşamayanlar İslâm'dan bahsetmeye sahib-i salâhiyet değildirler.
İslâm'ı yaşamadıkları hâlde İslâm'dan bahseden, ileri-geri konuşan, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'leri hafife alıp, ortadan kaldıranlar tahripçidirler.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Dini ilimleri muhtaç olandan saklayan âlimlere denizdeki balıklara ve semâdaki kuşlara varıncaya kadar her şey lânet okur." (Câmiu's-sağir)
Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadîm'inde; din-i İslâm'dan sapanların, nefsine tapanların, küfür önderlerinin peşinden gidenlerin kalplerini mühürlediğini ve şirke saptıklarını, böylece ömür tükettiklerini haber veriyor:
"Nefsinin hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah'ın da dalâleti hak ettiğini bilerek saptırdığı; kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?" (Câsiye: 23)
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Ashâb-ı kiram'dan İbn-i Hudayr -radiyallahu anh-'a "İslâm'ı yıkacak olan şeyleri biliyor musun?" diye sorunca, o da: "Hayır!" cevabını verdi.
Bunun üzerine Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-:
"İslâm'ı yıkacak olan şeyler, ilmin ortadan kalkması, münafıkların Kur'an üzerinde cedelleşmeleri ve saptırıcı imamların hükümleridir." buyurdular. (Dârimî-Sünen, Katade: 22)
Hakiki âlimlerin sayıca azaldığı, ilim yerine cehâletin ortalığı kapladığı, kendilerine âlim süsü veren bir takım kara cahillerin Hadis-i şerif'leri, geçmiş ulemâ ve fukahanın kıyas ve fetvâlarını reddedip hiçbir esasa dayanmadan keyiflerine göre fetvâlar verdikleri zamanlarda bilenlerin bildiklerini neşretmeleri, üzerlerine düşeni yapmaları gerekmektedir. Hâlbuki ilmin azalması ile hakiki âlimlerin yok olması sebebiyle bu vazife yapılamamaktadır.
İfsatçıların içyüzü budur. Siz onları İslâm gibi görürsünüz, fakat müslüman değillerdir. İslâm'a hizmet eder gibi görünürler, gayeleri ifsattır. Çalıştıklarını zannedersin, oysa onların bütün çalışmaları şöhrettir. Maddesi olsun, cebi dolsun, şöhreti çok olsun, övünmeyi isterler. Onların ahiretten hiçbir nasipleri yoktur. Zaten aslında ahirete de inanmazlar, Allah'tan da korkmazlar.
Kendilerine sorsan âlimim diye geçinirler. "Âlimim" demekten kendilerini alamazlar. Onlar Ahkâm-ı ilâhî'ye bakmaya lüzum bile görmezler. "Ben biliyorum" derler. Fakat kendilerinden bihaberler, kendilerini dahi öğrenememişler.
Güya İslâm dinini temsil ediyorlar, fakat aslında İslâm dinini ifsad ediyorlar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Allah-u Teâlâ ilmi size ihsan buyurduktan sonra (hafızanızdan) zorla çekip almaz. Lâkin âlimleri, ilimleri ile beraber cemiyet içinden alır, ruhlarını kabzeder. Artık kara cahil bir zümre kalır. Halk bunlardan dini ihtiyaçlarını sorarlar, onlar da (Âyet, Hadis gözetmeden) kendi düşünce ve arzularına göre fetva verip, hem kendileri saparlar hem de başkalarını saptırırlar." (Buharî. Tecrid-i sarih: 2174)
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Şeytan onlara yaptıkları işleri güzel gösterip, onları doğru yoldan çıkardı." (Ankebût: 38)
Allah-u Teâlâ'nın hüküm olarak koymuş olduğu dosdoğru dine uymayıp muhalefet etmeye kalkışmak, dünya hırsı adına yapılan fenalıkların ve şirklerin başında gelir.
Allah-u Teâlâ bunlara karşı ne kadar gazaba gelmiş ki, ecelleri sayılı bir zamana kadar geciktirmemiş olsaydı, ahkâma muhalif olarak başka yollara sapanları acil bir ceza ile hemen cezalandırır, lâyık oldukları azaplara kavuşturulmuş olurlardı.
"Kıyâmet gününde en şiddetli azab görecek kimse, ilminden istifâde edilmeyen âlimdir." (Câmiu's-sağir)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Sizden cehennem ateşine en ziyade cesur olan kimse, sağlam bilgisi olmaksızın dini meselelerde fetva vermeye cesaret gösterendir." (Câmiu's-sağîr)
Onlar fetva için gelenlere akıllarına cazip olan şeyleri söylerler. Hazret-i Allah'ın ahkâmını inkâr eder, kendi zannını ahkâm yerine koyar ve halka fetva verirler. Gerçekten hakikatten mahrumdurlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Dillerinizin yalan yere vasfettiği şeyler hakkında 'Bu helâldir, bu haramdır.' demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz.
Allah'a karşı yalan uyduranlar ise iflâh olmazlar." (Nahl: 116)
Bir şeyin helâl veya haram olduğunu beyan etmek, peygamberler vasıtasıyla ancak Allah-u Teâlâ'ya mahsustur. Hüküm verme yetkisi sadece O'na aittir. İnsanların kendi görüş, anlayış ve mantıklarına göre rastgele hüküm vermeleri, Allah-u Teâlâ'nın haram kıldığı bir şeyi kendi cehâlet ve heveslerine uyarak helâl kılmaları; Allah-u Teâlâ'nın hükmüne muhalefet etmektir, O'nun şeriatını tahrif, ahkâmını tağyir arzusundan başka bir şey değildir. Bu iddiaların her biri Allah-u Teâlâ'ya karşı uydurulmuş bir yalan ve iftiradır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Allah kimi dalâlette bırakırsa ona hidayet edecek yoktur." buyuruyor. (Zümer: 36)
İşte bunların durumu budur.
Allah-u Teâlâ onlarda hayır görseydi onları dalâlette bırakmazdı.
Doğruyu yalanlamak, gerçeği reddetmek hiç şüphesiz ki Hakk'a karşı bir zulümdür, suçların da en büyüğüdür.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Allah'a karşı yalan uydurandan ve kendisine gelmiş olan doğruyu yalanlayandan daha zâlim kim olabilir?
Cehennemde kâfirler için bir yer yok mudur?" (Zümer: 32)
Elbette vardır! Onların ebedi ikametgâhları cehennemden başka bir yer olmayacaktır.
Çünkü onlar çok kötü bir çığır açmışlar, beşeriyete çok kötü bir numune olmuşlar, kendi nefislerini de en acıklı azaplara maruz bırakmışlardır.
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Allah'a karşı yalan uydurandan veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kim olabilir?
Zâlimler şüphesiz ki iflâh olmazlar." (En'am: 21)
Bilmeden veya kasten fetva verenler Allah-u Teâlâ'nın Âyet-i kerime'sini inkâr etmiş, kendi hükmünü âyet yerine koymuş olur.
İşte bunlar nefislerini ilâh edinenlerdir. Bunlara uyanlar da bunlara tapmış olur.
Oysa O'nun sözlerini değiştirecek, temyiz edecek, tashih yapacak hiçbir kimse olamaz.
"Rabb'inin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımından da tamamlanmıştır, tam kemalindedir. O'nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur." (En'am: 115)
Söz O'nun sözü, hüküm O'nun hükmü, Kitap O'nun Kitap'ıdır.
Öyle bir zamandayız ki; küfür ve nifak, fitne ve fesadın ayyuka çıktığı, iyinin kötü, kötünün iyi kabul edildiği bir zaman...
Din-i mübin'i yıkıcı, halkı şaşırtıcı âlimler gökkubbe altındaki en şerli ve en tehlikeli insanlardır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz'den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde âhir zamanda gökkubbe altında en şerli insanların kötü âlimler olacağını haber vermiştir:
"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki İslâm'ın yalnız ismi, Kur'an'ın ise resmi kalacak. Mescidler dış görünüşleri ile mamur, fakat içleri hidayetten mahrum olacak.
Onların âlimleri gökkubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir." (Beyhakî)
Gökkubbe altındaki en kötü insanlar olmaları nedendir? Niçin en şerlileri oldular? İslâm'a halel getirdikleri için. Hiçbir din düşmanı bunların İslâm dinine yaptığı tahribatı yapamaz.
Bunlar âlim gibi göründüğünden halk bunlara inanır, aldanır ve dinden çıkar ve fakat din düşmanına dikkat edilir, çünkü onların cephesi var amma bunların cephesi yoktur. Tahribat çok büyüktür.
Bunlar hem kendileri dinden çıkarlar, hem de başkalarını dinden çıkarmaya çalışırlar.
Bir müslümanın en kıymetli varlığı, Allah-u Teâlâ'nın ihsan ettiği en büyük nimeti 'İman"dır. İman olmazsa hiçbir şey olmaz.
Onun için bunlara karşı çok dikkatli, çok uyanık bulunmak, bunlardan uzak durmak lâzımdır. Zira bir düşman en fazla sizin canınızı alır, belki şehid olmanıza vesile olur, oysa bu yıkıcılar, bu şerliler imanınıza, ebedî hayatınıza kastederler. Allah'ımız muhafaza buyursun.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Dikkat edin! Birtakım adamlar benim havuzumun başından kayıp develerin kovulduğu gibi kovulacaklardır. Ben onlara: 'Hey, beri gelin!' diye nidâ edeceğim. Bunun üzerine bana: 'Onlar senden sonra hakikaten (dinde) tebdilât yaptılar.' denilecek. Ben de: ''Öyleyse uzak olsunlar, uzak olsunlar!' diyeceğim." (Müslim: 249)
Kötü âlimler gökkubbe altında en şerli kimselerdir, tahripçidirler. İlimleri zandan ibarettir, zan ile hareket ederler, bütün iş ve icraatları zandan öteye geçmez.
"Ben âlimim!" diyenlerin, kendilerine âlim süsü verenlerin ekserisinin imanları "Suretâ" olduğu gibi, ilimleri de zandan ibarettir. Bütün iş ve icraatları zandan öteye geçmez. Zannın ise hakikat karşısında hiçbir hükmü yoktur.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Onların çoğu zanna uyarlar. Gerçekte ise zan hakikat karşısında hiçbir şey ifade etmez.
Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını tamamen bilmektedir." (Yunus: 36)
Bunlar nefis putunu ilâh edinmişler, şeytanın yoluna girmişler, hem kendileri sapmışlar, hem de başkalarını sapıtmışlardır.
Görünüşte iman etmiş gibi görünürler;
"Onların çoğu Allah'a iman etmişler, fakat müşrik olarak yaşarlar." (Yusuf: 106)
Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğu üzere müşrik olarak yaşarlar. Müslüman gibi göründükleri için bunların tahribatı dış düşmandan daha büyüktür.
Allah-u Teâlâ'nın hükmünü kaldırmaya çalışıp kendi arzusunu hüküm yerine koymaya çalışmak bir şirktir. Bu bir ulûhiyet dâvâsıdır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Resul'üm gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)" (Furkan: 43)
O'nun hükmü böyledir. Nefis putuna dayanmış olduğundan, bunlara tâbi olan kimse, bunları ilâh olarak kabul etmiştir.
"İşte böyle... Çünkü onlar Allah'ın indirdiğinden tiksinip hoşlanmamışlardır.
Bunun için Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır." (Muhammed: 9)
Çünkü yapılan iş ve icraatların kabulü için iman şarttır. Şirk ve küfür ise bütün iyilikleri heder eder.
•
Âhir zaman ulemâsının yaptığı tahribatı hiçbir papaz ve hiçbir kâfir yapamaz. Çünkü onların cephesi var, tedbirini alırsın. Fakat bunlar İslâm gibi göründükleri için, çok büyük tahribat yaparlar. Dinleyenler sözüne inanır, müslümansa İslâm'dan çıkar, kâfir ise zaten küfründe devam eder.
Halk çoğunlukla nefse uydukları, İslâm'ı yaşamak, emr-i ilâhî'yi tatbik etmek nefislerine zor geldiği için açık kapı aramaktadırlar. Onlar da halkın içindeki bu arzuları bildiklerinden dolayı halkın hoşuna giden fetvâları vererek ifsad ediyorlar, beşeriyeti peşlerinden sürüklemek istiyorlar. Şu kadar var ki kendilerine modern müslüman adını verenler bunların peşindedirler.
Bu gibilere hiç hayret etmeyin. Bu gibi sapmışlar, sadece bugün değil, bundan evvel de vardı, bundan sonra da çıkacak. O zaman türediği gibi, bundan sonra da türeyecektir.
Bugüne kadar çıkan bütün fitneler gökkubbe altındaki en şerli insanlar olan bu zâhirî ulemâdan çıktı. Münâfık âmirlerden de çıktı. Kâfirlerin icraatları ise zaten aleni idi. Ve fakat Allah-u Teâlâ bu fitneyi çıkaranların karşısına, çıkardıkları fitneleri çıkaracaktır. Zira Resulullah Aleyhisselâm'ın bu fitnelerin yine onları bulacağına dair işaretleri bulunuyor.
Hakiki müctehidler ictihadlarını yürütüyorlardı. Bunlar ise ifsatlarını yürütüyorlar.
Onun içindir ki gökkubbe altında en şerli insanlardır.
Gerek Âyet-i kerime'lerde gerekse Hadis-i şerif'lerde alimlerin iyi ve kötü diye iki kısma ayrıldığını açıkça görüyoruz.
Hadis-i şerif'te:
"Şerlilerin en şerlisi kötü âlimlerdir, iyilerin en iyisi de iyi âlimlerdir." buyuruluyor. (Dârimî)
İnsanların en şerlisi kötü âlimlerdir.
Âlimlerin en faziletlisi bu âlemin en faziletlisi olduğu gibi, insanların en şerlisi de kötü âlimlerdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in "Şerlilerin en şerlisi" buyurduğu kötü âlimler Resulullah Aleyhisselâm'ın izinden çıktıkları için bu hâle düşmüşlerdir. Dini kendilerine uydurmaya çalışırlar. Makamını işgal etmek isterler amma, aslâ ona benzemek istemezler. Sünnet-i seniyye'ye uymazlar. Nefislerine tâbi oldukları için emr-i ilâhîye mugayir söz ve davranışta bulunurlar.
En büyük gadab-ı ilâhîye maruz kaldıkları husus, Allah-u Teâlâ'nın kesinlikle yasak etmiş olduğu şeylere: "Allah böyle emrediyor." diye kendi zanlarını ortaya koymaya çalışmalarıdır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Âyetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışırcasına uğraşanlar için, iğrenç ve acıklı bir azap vardır." (Sebe: 5)
Allah-u Teâlâ'nın âyetlerini çürütmek, hükümsüz bırakmak ve kendi arzusunu hüküm yerine koymak isteyenlerin bu cürümleri pek büyük olduğu için kendilerine verilen ceza da o nispette iğrenç ve acıklı olacaktır.
Allah-u Teâlâ'nın en çok buğzettiği kimseler bunlardır. Kitabullah'a itibar etmeyince, Allah-u Teâlâ'nın kahrına müstehak olmuşlardır. Madde ve makam için dinine de, icabederse vatanına da ihanet ederler.
Âyet-i kerime'de:
"Onların kalpleri iman etmedi." buyuruluyor. (Mâide: 41)
Hidayeti dalâlete değiştiren, sapmışlığı satın alan büyük bir zulüm işlemişlerdir. Çünkü onlar çok kötü bir çığır açmışlar, beşeriyete çok kötü bir numune olmuşlar, kendi nefislerini de acıklı azaplara maruz bırakmışlardır.
Zan, nam, şöhret, madde ve menfaat uğruna dinden çıktıkları gibi, başkalarını da çıkarmaya çalışırlar.
Bu hâlleri ile kendilerini halkın en iyileri, en faziletlileri zannederler. Oysa bunlar Hazret-i Allah'ın yanında en düşük kimselerdir.
Bütün iş ve icraatlarında nefsânî arzu ve heveslerine uyarlar. Şahsi takdir ve tahminlerini hüküm yerine koyarlar.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Senin Rabb'in kendi yolundan sapanı en iyi bilendir. Hidayete ermiş olanları da en iyi bilen O'dur." (En'am: 117)
Allah-u Teâlâ yeryüzü halkının çoğunun durumunun sapmışlık olduğunu haber vermektedir.
Nitekim diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Andolsun ki onlardan önce gelip geçenlerin de çoğu sapıtmıştı." (Saffat: 71)
"İnsanların çoğu gerçekten fasıktır.
Yoksa onlar câhiliye hükmünü mü istiyorlar? Yakîn bir bilgi ile inanan bir topluluk için, Allah'tan daha güzel hüküm veren kim vardır?" (Mâide: 49-50)
Onlar Allah-u Teâlâ'nın dinini tahrip etmeye çalışırken Allah-u Teâlâ da dünyayı tahrip ediyor ve edecek.
Şöyle ki:
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde, kıyamet günü gelmeden önce helâk olmaktan yahut da şiddetli azabın gelip çatmasından kurtulabilecek hiçbir memleket halkının bulunmadığını beyan buyurmaktadır:
"Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız." (İsrâ: 58)
Ne zaman olacağı, onu gerektiren sebepler ve nasıl olacağı gibi hususlar açıklanmamış, hiçbir şey bırakmamak kaydıyla Levh-i mahfuz'da yazılmıştır. Bu hüküm kesin olarak yerine getirilecektir.
Hazret-i Allah'ı bilmeyen ve O'ndan korkmayan, emirlerine riâyet edip nehiylerinden kaçınmayan kimselere "Âlimdir" demek en büyük hatadır. Mâsiyet işleyene âlim denmez. Zira Allah-u Teâlâ'dan en çok korkanlar âlimlerdir. Bunlar korkmadıklarına göre ulemâ vasfını kaybetmişlerdir.
Çünkü Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'sinde:
"Kulları içinde Allah'tan en çok korkanlar âlimlerdir." buyurmuştur. (Fâtır: 28)
Üzerinde Hazret-i Allah'ın nehyettiği şeyler bulunan bir âlim, âlimlik sıfat ve mevkisinden kendisini otomatikman azletmiş olur.
Hâl, kâl, fiil ahkâma uymuyorsa işin ehli de değildir, sözü de söz değildir.
Sadece öğrenmekle iktifa edenler âlim değildir. Hem nefsinde tatbik etmeli, hem de insanları tenvir etmelidir.
Âlim ona denir ki; Hazret-i Allah'a iman etmiş, itaat etmiş, ilmiyle amel etmiş, ind-i ilâhi'de sevilmiş ve rızâya nail olmuş.
Âlim ona denmez ki; Hazret-i Allah'ın ihsan ettiği ilim ile amel etmemiş, aynı zamanda o ilmi benimsemiş, o ilimle böbürlenmiş ve isyan etmiş.
Âlim, ahkâm mucibince hareket etmeli, Resulullah Aleyhisselâm'ın izini takip etmelidir. Daima ihlâs ve istikamet üzere olmalı, mahviyeti tercih etmelidir. Asla kendini beğenmemeli, kimseye haset etmemeli, nam, makam, menfaat için çalışmamalıdır. Hakk'ı söylemeli, Hakk'tan konuşmalı, Hakk ile iş görmelidir.
Hülâsa her hâl ve ahvali ile numune olmalıdır.
Hakiki âlimler bütün hâl ve ahvallerini dine uydururlar, Resulullah Aleyhisselâm'ın izinde bulunurlar.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Allah'ın âyetlerini az ve önemsiz bir pahaya değiştirmezler. Onların mükâfâtı da Rabb'leri katındadır." (Âl-i imran: 199)
Âlimin veliye ihtiyacı çoktur, velinin ise âlime ihtiyacı yoktur. Âlim cahil insanları, veli ise âlimleri terbiye eder.
Velileri Hakk yetiştirir, âlimim diyenleri halk yetiştirir.
Veliyi terbiye eden de bizzat Allah-u Teâlâ'dır ve Resulullah Aleyhisselâm'dır.
Nitekim Âyet-i kerime'de:
"Allah'tan korkar, takvâ sahibi olursanız mualliminiz Allah olur." buyuruluyor. (Bakara: 282)
Muallimleri Allah-u Teâlâ olduğu için ilimleri kesbî değil vehbî'dir. Herhangi bir hocadan medreseden tahsil etmezler. O'nun akıtması, O'nun bildirmesi, O'nun göstermesi ile kâimdir.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kur'an-ı kerim'de:
"İçinizden insanları hayra çağıran, iyilikleri emredip kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte onlar gerçek kurtuluşa erenlerdir." buyuruyor. (Âl-i imran: 104)
Bu Âyet-i kerime'lerden anlaşılıyor ki, müslümanlardan bir topluluğun dini ilimleri tahsil edip icaplarını yerine getirdikten sonra, diğer insanları Allah'ın birliğine davet etmesi, müslümanlığın esaslarına uymaya çağırması gerekmektedir. Bu bir farz-ı kifâyedir.
Şayet Cenâb-ı Hakk'ın emir ve nehiylerine itina göstermez, ilimleri ile amel etmezlerse bu vazifeyi yapmaya lâyık olamazlar. Yapsalar bile tesiri görülemez.
Bu ulvî vazifenin ağır yükü, hiç şüphesiz ki zâhiren ve bâtınen âlim olma sıfatını kazanmış kimselerin omuzlarına yüklenmiştir.
Daha doğrusu "Emr-i bilmâruf nehy-i anilmünker" vazifesini Hazret-i Allah kime tevcih buyurmuş ise hakiki âlim odur.
Yoksa zâhir ilmi tahsil etmiş ve kendisine âlim süsü vermiş olan kimse âlimdir demek değildir.
Hakk'tan ilim alanlar, Hakk'ın ilmini halka tebliğ ederler. Âlim bunlara denir. Hem kurtulur, hem de başkalarının kurtulmasına vesile olurlar. Kötü âlim ise hem helâk olur, hem de başkalarını helâk eder.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"İlmiyle âmil olan âlimlere uyunuz. Zira dünyevi yaşantınız ve âhiretteki kurtuluşunuz için sülûk ettiğiniz yolun aydınlatıcısıdırlar." (Câmiu's-sağir)
"İlmiyle âmil olan âlimlere saygı ve ikrâmda bulununuz. Zira onlar ilâhi hükümleri tebliğ hususunda peygamberlerin varisidirler. Onlara ikrâm eden Cenâb-ı Allah ve Resul'üne ikrâm etmiş olur." (Buhâri)
Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsî'de şöyle buyurmaktadır:
"Sonra ben yüzümle onlara yönelirim. Yüzümle yöneldiğim bir kimseye neyi vermek istediğimi, herhangi bir kimsenin bileceğini mi sanırsınız?"
(Allah-u Teâlâ devamla şöyle buyurdu:)
"Onlara ilk vereceğim şey, nuru kalplerine akıtmaktır. İşte o zaman ben onlardan haber verdiğim gibi, onlar da benden haber verirler." (Hâkim)
Allah-u Teâlâ dilediği zaman onlara tecellî eder.
"Ben ona haber verdim, o da benden haber veriyor." Yani beni biliyor o. O Yaratan'ını biliyor ve Yaratan'ından o haber verebilir. Başkası onun kadar veremez.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde:
"Bunu bir bilene sor!" buyuruyor. (Furkân: 59)
Bu bir emr-i ilâhi'dir. Dilediğine dilediği kadar bildirdiğini açık olarak ferman buyuruyor ve duyuruyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu sebepten ötürü şöyle buyurdular:
"İlim ikidir. Biri dilde olup (ki bu zâhiri ilimdir.) Allah-u Teâlâ'nın kulları üzerine hüccetidir. Bir de kalpte olan (mârifetullah ilmi) vardır. Asıl gayeye ulaşmak için faydalı olan da budur." (Tirmizî)
Bütün ilimler bu iki yerden akar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz gayeye ulaşmak için faydalı olan ilmin bu ilim olduğunu beyan buyuruyor. Bu gaye nedir? Hazret-i Allah'a ulaşmaktır.
Allah'a ulaşmak için bir insanın "Fenâfişşeyh"te terbiye görmesi şarttır, "Fenâfirresul"de terbiye görmesi şarttır, sonra "Fenâfillâh"a çıkması bununla mümkündür. Başka türlü mümkün değil.
Zâhiri âlimler içeriye nüfuz ettiği zaman, bir dereceye kadar derûnî noktalara gelebilir. Mülhimeye kadar gelir. Fakat içine nüfuz edemeyenler dışta kalır, çın çın öter, kendisinden başka kimsenin bir şey bilmediğini zanneder, fakat cidden cahildirler.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bunların hakkında şöyle buyurur:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"İnsanlardan iki sınıf vardır ki, sağlam ve sâlih oluşları, umumun sağlam oluşunu, fesatları ise umumun bozulmasını mucip olur.
Onların biri ulemâ, diğeri ümerâdır." (Câmiu's-sağir)
Bunların içinde her ne kadar ilim-irfan iddiâsında bulunanlar varsa da, bu onların dış yüzüdür, kaplamasıdır. İçyüzleri ise başkadır.
Hiçbir zaman bunların ismine aldanmayın, maskesine kanmayın, iç yüzlerine dikkat edin ve ona göre kararınızı verin.
Diğer Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
"Ümmetimden yalancılar, deccâller vücuda gelir." (Münâvi)
Yalancı ve deccâlden maksat, dıştan insanları irşad ve ıslah etmek sıfatıyla görünüp gerçekte ise halkı ahkâma uymaktan alıkoyanlardır.
Güya İslâm dini'ni temsil ediyor, fakat aslında İslâm dini'ni ifsad ediyor. Onlar İslâm'a halel getirdiği için bu duruma düşmüşlerdir. İslâm dini'ne leke sürüyorlar, küçük düşürüyorlar. Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'a uymuyor, şeytana tâbi olmuş, nefis putunu eline almış ve irşada kalkmış. Bunlar Hazret-i Allah ve Resulullah'ın izinden çıkalı çok olmuş.
Hatta fakir bir mevzuda: "İlim cifeyi örten bir örtüdür." demişizdir. Aslında niyeti bozuk, icraatı kötü, âlim olduğu zannıyla o kötülüğünü örtüyor. Eğer âlim olsaydı o işi yapmazdı. İcraatını yapmak için o örtüyü kullanıyor. Onlar aslında âlim değil ifsatçıdır.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz'den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Ahir zamanda yaşları küçük, tecrübeleri kıt, aklını kötüye kullanan bir zümre yetişecektir. Onlar iyiler gibi peygamberin tebligatından (âyet ve hadisten) bahsedecekler. Fakat onlar tıpkı okun hedefi delip geçtiği gibi, İslâm'dan hemen çıkıvereceklerdir. İmanları boğazlarından ileri geçmez." (Buhari. Tecrid-i Sarih: 1472)
Halk onları imam zannediyor. Hocadır, âlimdir zannediyor. Ahkâma mugayir hareketlerine dikkat etmiyor. Ve bunlarla beraber cehennemi boyluyor.
"Müctehid'im!" diyenler Allah-u Teâlâ'nın kelâmını hükümsüz saydı, kendi arzusunu hüküm yerine koydu. Kendi nefsini ilâh edinmiş olanlar onların bu ifsâdına irşad diyor, onlar ise kendilerini müctehid sayıyorlar.
Kötü âlimler Allah-u Teâlâ'nın dinini bıraktıkları, şeytanın adımlarına uydukları için bu hâle düşmüşlerdir.
Âlim olduklarını sandılar, ulemâ sıfatı altında cehâletlerini ve küfürlerini yaydılar.
Onlar Allah-u Teâlâ ile ilgilerini kesmişler, halk ile ilgilerini kurmuşlar. Onların alış-verişi halk iledir. Yalnız ve yalnız nam, şöhret, gösteriş, riyaset ve mevki düşünürler.
Allah-u Teâlâ onları "İlmi ile dünyalık elde edenler" diye vasıflandırarak şöyle buyurmuştur:
"Onlar ise bunu arkalarına attılar ve az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kötü!" (Âl-i imran: 187)
Allah-u Teâlâ ilmi aziz kıldığı hâlde, kötü âlimler ilmi mal ve mevki elde etmeye âlet ederler.
"Dinlerini oyun ve eğlenceye alanları, dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak." (En'am: 70)
Allah-u Teâlâ başka bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Onlar hem insanları Kur'an'dan menederler, hem de kendileri ondan uzak dururlar.
Böylece ancak kendilerini helâke atarlar da farkına varmazlar." (En'am: 26)
Kendileri Hazret-i Kur'an'ın nûr ışığından faydalanamadıkları gibi, başkalarının da faydalanmasına engel oluyorlar.
İşte Allah-u Teâlâ bu gibiler hakkında Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür." (Zümer: 72)
Bunlar cennet-i âlâ'yı sol cebine koymuş, talip olanlara yüksek para ile satarlar.
Aldıklarını da sağ cebe atarlar. Bunlar dünyayı ahirete tercih edenlerdir, ahirette hiç nasipleri yoktur.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Onlar ahiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir." (Bakara: 86)
Çünkü o ilim ile her şeyi bildiğini zannediyor, kendisini bir allâme gibi görüyor, kendisinin haklı olduğunu ve Hakk yolda olduğunu zannediyor, amma câhil olduğunu bilemiyor, hakikatten haberdar olmadığını göremiyor. Bunun için de kurtulmayı hiçbir zaman düşünmez. Çünkü onun muallimi Hazret-i Allah değil.
Bu âlim gibi görünen câhiller, câhil olduklarını da bilmezler. Onlar akıl ile ve nefis ile konuşurlar. Nefsi, nefs-i emmâre'de kalmış; aklı, akl-ı meaş'ta kalmış. Oysa akıl beştir, hangi akılla hareket ettiğinden de haberi olmaz. Nefs-i emmare üç kısma ayrılır, ondan da haberi olmaz. Onu bilmez bunu bilmez, kendisini de bilmez, Yaratan'ını da bilmez. O hâlâ kendisinin allâme olduğunu zanneder, ilâhî hudutları çiğneye çiğneye gider.
Ne biliyorsun, nereye gidiyorsun?
Allah ehli Hazret-i Allah'ı tarif etmeye çalışırken sen kendini bile bilemiyorsun!
Bu âlim gibi görünen câhillerin durumu işte budur. O kendisine âlim sıfatı vermiştir.
Bunlara âlim denmez, nakilci denir. Kitaplarda bir şeyler görür, oradan alır, nakleder, okuduğunu halka bildirir. Halk da onun câhil olduğunu bilmez, halkı rahat sapıtır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyurur ki:
"Kim ki ben âlimim derse, bilin ki o câhildir." (Münâvî)
Çünkü hakiki âlim, ilim iddiâsında bulunmaz. İlim iddiâ eden kişi ise âlim olmaz.
Neden?
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri buyuruyor ki:
"Size ilimden pek az bir şey verilmiştir." (İsrâ: 85)
Âyet-i kerime'de insanlara "Az ilim" verildiği beyan buyurulmaktadır. Amma insan "Ene kabuğu"ndan çıkamadığı için bunu bilemedi.
Onların bu hareketleri bu hakikatlere ters düşüyor. Hakikatten haberleri olmadığı için kendi zanlarını hakikat diye satmak istiyorlar ve kendilerini allâme zannediyorlar. Çünkü nefisleri kendilerini kendilerine çok büyük göstermiş. Oysa hakikatte cahildirler, amma bilmezler.
Bir de şu var ki, halka âlim olduğu zannını verdirmek için konuşuyorsa, halkı başına toplamak gibi bir gaye güdüyorsa gizli şirktir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Gizli şirk, insanların methini ve ihsanını veya tazimini kazanmak maksadıyla amel ve ibadet eylemektir." (Câmiu's-sağîr)
Aslında bütün iyilikler Allah-u Teâlâ'dan gelir. Fakat insan O'nun bu lütfunu ve ihsanını bilmediği için kendi nefsine mâlediyor.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Sana gelen her iyilik Allah'tandır, bütün kötülükler de kendi nefsindendir." (Nisâ: 79)
Buna rağmen birçok kimseler o ilmi kendine âitmiş gibi halka göstermeye çalışırlar. Bu ise vereni bir nevi inkâr demektir. Çünkü onun nefsi Allah-u Teâlâ'nın lütuf ve ihsanını kendisine mâletmiş, dolayısı ile dalâlete gitmiştir.
Kendisinde varlık gördüğü için "Ene kabuğu"ndan çıkamaz. Hakikatten haberi olmadığı için de kendi zannını hakikat diye satmak ister.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Kendinde varlık görmen, diğer günahlarla kıyaslanmayacak kadar büyük bir günahtır." buyururlar.
•
Bir de hususiyetle yetiştirilen İslâm düşmanları vardır, çeşitli yönlerden.
Aslında tahripçi olanların hepsi nasipsizdir.
Bakıyorsun profesör olmuş, dekan olmuş ve fakat hidayetten mahrum, mânen yoksun olduğu için, imanı boğazından aşağıya inmemiştir.
Her şeyi kendisinin bildiğini sanır, nefis putuna dayanır, yorumları yapar. Fakat kendi kendinden bîhaber, kendisini dahi öğrenmemiş.
İşte iç yüzlerini ortaya koymaya çalıştığımız kötü âlimlerin durumu budur. Kendilerine âlim süsü veren bu gibi kimseler, hem İslâm'ın ön safında görünmek isterler, hem de Din-i mübin'i kendi arzu ve heveslerine uydurmaya çalışırlar.
Bu ise apaçık bir küfürdür. Bu küfre rıza göstermek de küfürdür. Zira bir tek Âyet-i kerime'yi inkâr etmek küfre mucip olduğu gibi, bir küfrü hoş gören de aynı küfre ortakdır, o da küfre kayar.
Bazıları da hidayetten uzak kimseleri İslâm'a ısındırmak için din adına bazı tavizler vermekte bir mahzur görmezler. Böylece akıllarınca bir münkiri veya bir münafığı dine ısındıracağız derken hem kendileri dinden çıkıp uzaklaşırlar hem de etraflarını dinden çıkarırlar.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor.
"Rabb'inin dosdoğru yolu işte budur. Biz öğüt alacak bir topluluk için âyetleri uzun uzadıya açıkladık." (En'âm: 126)
Buna göre hareket edenler ebedî saâdete kavuşurlar."
Meydan Hadis-i şerif'leri kabul etmeyen, arkasına yaslanıp "Bana göre şöyle, bana göre böyle" diyenlerle dolu.
Oysa Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Sakın sizden birinizi emrettiğim veya nehyettiğim hususlardan biri kendisine ulaşınca, koltuğuna yaslanıp 'Bilemiyorum! Biz Allah'ın kitabında ne buluyorsak ona uyarız.' derken bulmayayım." (Tirmizi)
İşte bugünkü türemeler Kur'an Âyetlerini inkâr ediyor, Hadis-i şerif'leri hafife alıyor. "Kur'an'da bu yok, şu yok" diyor.
Oysa Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Resulullah size ne verdiyse onu alın, neyi yasak ettiyse ondan sakının!" (Haşr: 7)
"Peygamber'e itaat edin ki rahmete erdirilesiniz." (Nûr: 56)
"Allah'ın Peygamber'ini incitip üzenlere acıklı bir azap vardır." (Tevbe: 61)
Hadis-i şerif'lerde ise şöyle buyuruyorlar:
"– Ümmetimin tamamı cennete girecekler. Girmek istemeyene sözüm yok.
– Yâ Resulellah! Kim cennete girmekten kaçınır?
– Kim bana itaat ederse cennete girer, isyan eden cenneti istememiş demektir." (Buhârî. Tecrîd-i sârih: 2171)
"Sünnetimi terkeden kimse, Allah katında hâsirun (ziyana uğrayanlar) güruhundan olur." (Münâvî)
Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh- Hazretleri:
"Resulullah Aleyhisselâm'ın hiçbir sünnetini terk etmedim. Eğer terk edersem, hak ve hidayetten sapıtmadan korkarım." buyurdular. (Buhârî)
Ashâb-ı kiram Efendilerimiz Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e şöyle söylemişlerdi:
"Yâ Resulellah! Biz sana iman ettik, seni tasdik eyledik. Bize getirdiğin şeyin hak olduğuna şehâdet ettik. Bu hususta dinlemek ve itaat etmek üzere sana söz verdik.
Yâ Resulellah! Allah sana ne emrettiyse yerine getir. Seni hak Peygamber gönderen Allah'a yemin ederiz ki, bize denizi geçelim desen, seninle birlikte geçeriz. Dünyanın öbür ucuna gidelim desen seninle beraber gideriz. Bizden bir kişi bile geri kalmaz...!"
Bunlara ne oluyor?
Bunlar mı âlim?
Bunlar mı müslüman?
Ahiretteki pişmanlık ise fayda vermeyecektir:
"Ne olurdu, ben de o Peygamber'in maiyetinde bir yol edineydim." (Furkan: 27)
En tehlikelileri de dinde bölücülük yapan, bir isimle bir din kuran "Saptırıcı imamlar (saptırıcı din önderleri)"dir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Ümmetim için saptırıcı imamlardan korkarım." (Müslim)
Şia'yı, Vehhabiliği, Hizbülvahşeti, FETÖ'yü, DAEŞ'İ ve buna mümasil dinde ve vatanda bölücülük yapan grupları çıkartanlar "Deccal'den daha tehlikeli" olan bu saptırıcı önderlerdir. Bu zamanda ortalığı istila edenlerin başında bu türemeler gelir. Bunlar kötü âlimlerin en tehlikelileridir.
Zira bu saptırıcılara kapılan binlerce, milyonlarca müslüman imandan soyuluyor. Bu sapıtıcılar hem madden hem mânen büyük bir soygun yapıyorlar. Hem ceplerindeki paraları alıyorlar, hem de imanlarını çalıyorlar. Allah'ım muhafaza etsin.
"Biz onları ateşe çağıran önderler yaptık. Kıyamet günü aslâ yardım görmezler." (Kasas: 41)
Bu zamanda insanların hak ve hakikati, hidayet ve gerçek kurtuluşu bulmaları çok müşkil bir hâle düşmüşken bir de bu âlim kisvesindeki ifsadçılar bir taraftan İslâm'a meyledenlerin önünü kesiyor, diğer taraftan müslümanların imanlarına kastediyor.
"Ve her yolun başına oturup da tehdit ederek inananları yolundan alıkoymaya ve o Allah yolunu eğriltmeye çalışmayın." (A'râf: 86)
Gerçekten âlimdir diye zannettiğin kimseler bir mevki elde etmiş, yolun başına oturmuş alenen küfrünü izhar ediyor, Allah yolundan alıkoyuyor ve sapıttırıyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Bir koyun sürüsüne salıverilmiş iki aç kurdun yaptığı zarar, servet ve mevki düşkünü bir adamın dinine yaptığı zarardan daha büyük değildir." (Tirmizî)
İşte bunların bu küfrüne rızâ gösterip de: "Bu doğrudur!" dediği anda o onu Allah olarak kabul etmiştir. Çünkü Allah-u Teâlâ'nın hükmünü hiçe sayarak kendi arzusunu hüküm yerine koyduğu için, küfre saptığı gibi, ona tabi olanlar da küfre kaymıştır. Neden? İlâhi hükmü nazar-ı itibara almayıp, onun bâtıl sözüne uyduğu için.
Âlim geçinen bu gibi kimselerin bu cehâletleri, din adına işlenen bir cinayettir. Dinimizin maruz kaldığı en büyük tehlikedir.
Allah-u Teâlâ bu gibi kimseleri Âyet-i kerime'sinde bize tanıtıyor ve şöyle buyuruyor:
"Bunlar güya Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değildirler." (Bakara: 9)
Allah-u Teâlâ'nın en çok buğzettiği kimseler bunlardır. Onun içindir ki sapmışlık ve kötülüklerini açıklamakta, cahilliklerini tescil etmektedir.
Şöhretin afât, riyânın ise imanı götürdüğünü bile bilmezler. Kendilerine Allah-u Teâlâ'nın hükmü hatırlatıldığı zaman iman etmezler.
"Kendisine Rabb'inin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir?" (Secde: 22)
İşte Allah-u Teâlâ bu zâlimlerden nasıl öç alacağını, onları nasıl bir azap ile cezalandıracağını haber veriyor:
"Muhakkak ki biz suçlulardan öç alacağız!" (Secde: 22)
Gerek fetvâcılar, gerek din kurucular ve gerekse âhir zaman ulemâsı, bunların hepsi bu kapsamın içindedir. Şu kadar var ki bu yaptıkları yanlarına kalmayacak. Bu fitneleri, bu fesatları çıkardılar ve fakat yine onlara dönecek ve bunun zararını onlar çekecekler.
Kimi profesör sıfatı taşır, ancak Hadis-i şerif'i, Sünnet-i seniyye'yi kabul etmez. Zannına göre hüküm verir. Bakarsınız ki ne sakal var, ne bıyık var, ne de İslâm'a yakışır bir hâlleri var. Meselâ bunlardan bir kısmı "Kur'an'da başörtüsü yoktur" diye fetva verir. Sünnet-i seniyye'yi yaşamadıkları gibi Resulullah Aleyhisselâm'ın sünnetini ve Hadis-i şerif'leri, Ashâb-ı kiram'ın sözlerini ve yaşayışını yok sayarlar. Böylece dinden çıktıkları gibi, kendilerine inananların da dinden çıkmasına sebep olurlar.
İlâhî hükümleri değiştirmek ya da aslından uzaklaştırmak suretiyle birtakım çözümler ortaya koyarlar. Zamanın değişmesiyle ahkâmın da değişebileceğini, günün şartlarına göre hükümlerin ayarlanabileceğini ileri sürerler.
Allah-u Teâlâ'nın helâl kıldığı şey kıyamete kadar helâldir, haram kıldığı şey de ebediyyen haramdır. Zira İslâm'ın hükümleri zaman ve zeminle sınırlı değildir. Mevki ve rütbesi ne olursa olsun; İslâm'ın helâl kıldığına haram, haram kıldığına da helâl demeye hiç kimsenin hakkı ve salâhiyeti yoktur.
Zira yaratmak da emretmek de Allah-u Teâlâ'ya mahsustur, mahlûkun hükmü yoktur.
Âyet-i kerime'sinde:
"İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabb'i olan Allah'ın şanı ne yücedir." buyuruyor. (A'raf: 54)
Mülk O'nundur, O'ndan başka hiç kimsenin hiçbir şeye müdahale etmesine hakkı ve salahiyeti yoktur. Hükmünü hiç kimse değiştiremez, verdiği kararı hiç kimse bozamaz. Emir, yasak, tedbir ve idare, tam tasarruf O'na âittir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Hüküm yücelerin yücesi Allah'ındır." (Mümin: 12)
Âlim zannettiğiniz bu cahiller ve bu âhir zaman fesatçıları makam ve mevkileri için, dünya zevkleri için Allah-u Teâlâ'nın hudutlarını kaldırmak isterler. Kendilerine âlim süsü veren, âlim geçinen bu gibi ifsatçı kimseler, hem İslâm'ın ön safında görünmek isterler, hem de Din-i mübin'i kendi arzu ve heveslerine uydurmaya çalışırlar. Bunların bu ifsatları dinimizin maruz kaldığı en büyük tehlikedir.
Oysa Hazret-i Allah'ın emir ve yasaklarında zaman ve mekân yoktur. Kur'an-ı Azimüşşan belirli bir zamana, herhangi bir millete değil; bütün asırlara, bütün insanlara seslenir ve hükümleri kıyamete kadar bâkidir. Bir harfi bile değişmez, ilâve de edilmez.
Âyet-i kerime'de:
"O'nun sözlerini değiştirebilecek kimse yoktur." buyuruluyor. (Kehf: 27)
İslâmiyet son dindir, kıyamete kadar bâkidir. Her yönü ile ilâhîdir, günün şartlarına uymaz, o şartları değiştirip kendine uydurur. Zamanın değişmesiyle ilâhi hükümler değişmez ve değiştirilemez. İnsanların yeni bir dine ihtiyaçları yoktur. Fakat zamanla vesveselere dalıp arzu ve heveslere kapıldıkları için, hakikati hatırlatmaya, ruhları kuvvetlendirmeye ihtiyaçları vardır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Allah katında din İslâm'dır." (Âl-i imran: 19)
Artık İslâm'dan sonra kıyamete kadar yeni bir din, yeni bir peygamber gelmeyecektir.
"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, onunki aslâ kabul edilmeyecektir. Ahirette de ziyan edenlerden olacaktır." (Âl-i imran: 85)
Kur'an-ı kerim; çağlar boyunca insanlığın maddi-mânevî bütün ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir özelliğe sahiptir.
"Hakk'a yönelerek kendini Allah'ın insanlara yaratılıştan verdiği dine ver. Zira Allah'ın yaratışında değişme yoktur. Bu, dimdik ayakta duran bir dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Rûm: 30)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"İslâmiyet dâima âli ve galiptir, mağlup olmaz." (Münâvî)
En üstün bir varlık olarak yarattığı insanların, dünya saâdetine ahiret selâmetine kavuşabilmeleri için; hayatlarını düzen ve intizama koyacak prensipler, emir ve yasaklar koyma hakkı yalnız Hazret-i Allah'a âittir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Yolun doğrusunu göstermek Allah'a âittir." (Nahl: 9)
O'nun bütün hükümlerinde birer hikmet, emir ve yasaklarında insanlar için birer menfaat vardır. Ya bir zararı giderir veya bir menfaat sağlar.
Allah-u Teâlâ'nın emr-i ilâhisi olduğu bir şeyde, mahlûkun hükmü yoktur. Bu noktada akıl yürütmek yersizdir. Akıl büyük bir nimet olmasına rağmen; vahiy ışığı, peygamber nuru olmadan ne önünü görebilir, ne de doğru yolu bulabilir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"De ki: 'Hak geldi, bâtıl zâil oldu. Çünkü bâtıl yok olmaya mahkûmdur.'" (İsrâ: 81)
Kişi dine uymak zorundadır, din ona uymaz. Ya inanacak müslüman olacak veya inkâr edecek kâfir olacak. Başka bir tevil yolu yoktur. Bunların gayeleri tahrip ve tahriftir. Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyuruyor ki:
"Bir zikir olan Kur'an'ı biz indirdik ve onun koruyucusu da elbette biziz." (Hicr: 9)
Allah-u Teâlâ kitabının koruyucusudur.
Peki bize düşen nedir?
"Allah Kitap'ta size şunu indirmiştir: 'Allah'ın âyetlerine küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar başka bir söze geçmedikçe yanlarında oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz.' Şüphesiz ki Allah münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde bir araya toplayacaktır." (Nisâ: 140)
Binaenaleyh Kur'an ahkâmı ile oynamaya kalkanlara yol veren, herkesin kendi görüşüdür deyip programına çıkıp fesatlarını yaymasına sebep olan da onlar gibidir.
Ey müslüman kardeş!
Senin vazifen dinini yok etmek isteyenlere yol vermek değil, onlarla ve çıkarmış oldukları fitne ile mücadele etmektir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran." (Tahrîm: 9)
Kur'an-ı kerim'le çok oynuyorlar. Âyet-i kerime'ler üzerinde delilsiz ve mesnedsiz olarak tartışmaya girişiyorlar.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Kur'an âyetlerine kendi reyi ile mânâ veren kimse cehennemden kendisine yer hazırlasın." buyurmuştur. (Münâvî)
Allah-u Teâlâ bu gibi kimselerin durumlarını beşeriyete teşhir etmekte, ahirette de kat kat azaba uğratılacaklarını beyan buyurmaktadır:
"Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâlim kim olabilir?
Bu zâlimler Rabb'lerinin huzuruna arzedilecekler. Şahitler de 'Rabb'lerine karşı yalan uyduranlar işte bunlardır!' diyecekler.
İyi bilin ki, Allah'ın lâneti zâlimlerin üzerinedir.
O zâlimler ki, insanları Allah yolundan alıkorlar ve o yolu eğriltmeye çalışırlar. Onlar ahireti de inkâr ederler." (Hûd: 18-19)
Onun içindir ki Hazret-i Kur'an'ı tahrif etmeye cüret ederler. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inansalardı, O'nun Kitab-ı kerim'i ile oynamazlardı.
"Bil ki onlar sadece heveslerine uyuyorlar." (Kasas: 50)
Onlar hakkında Allah-u Teâlâ müminleri uyararak şöyle buyurmaktadır:
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah'a ve Peygamber'ine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin." (Mücâdele: 22)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Enes -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde ilmin ortadan kalkmasını kıyamet alâmeti olarak göstermiştir:
"İlmin kalkması, cehâletin yerleşmesi, çeşitli içkilerin içilmesi, zinânın aleni yapılması elbet kıyamet alâmetlerindendir." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 71)
Zaten ilmin kalkmasından sonra bu hâller türedi ve zuhur etti.
İlim nasıl ortadan kalkacak? Âlimlerin ahirete intikal etmesiyle kalkacak. Kıymetli zâtların hepsi vefat etti. Birinci yıkım ilmin kalkmasıyla oldu.
Nitekim Abdullah bin Amr -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilen diğer bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Allah-u Teâlâ ilmi size ihsan buyurduktan sonra (hafızanızdan) zorla çekip almaz. Lâkin âlimleri, ilimleri ile beraber cemiyet içinden alır, ruhlarını kabzeder. Artık kara cahil bir zümre kalır. Halk bunlardan dini ihtiyaçlarını sorarlar, onlar da (Âyet, Hadis gözetmeden) kendi düşünce ve arzularına göre fetvâ verip, hem kendileri saparlar hem de başkalarını saptırırlar." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 2174)
Bugün olduğu gibi.
Çünkü onlar kendileri câhildir, câhillere de babalık yapıyorlar, yani Ebu Cehil oluyorlar, ümmet-i Muhammed'i ifsat ediyorlar. Din-i mübin'i kökünden yıkmaya çalışıyorlar.
Günümüzde yetişen âlimler sırf dünyalık elde etmek için yetişti, hakiki âlim yetişmedi. Zamanımızda Allah için tahsil yapan yok. Mezuniyet alayım ve geçivereyim tahsili var.
Kendilerine âlim süsü verenlerin hiçbir esasa dayanmadan nefislerine göre fetvâlar verdikleri bir zamanda hakiki âlimlerin bildiklerini neşretmeleri, bunların ifsatlarına engel olmaları gerekmektedir.
Halbuki ilmin azalması ile hakiki âlimlerin yok olması sebebiyle bu vazifeyi yapanlar yok denecek kadar azaldı.
İlmin olmayışından dolayı, onların yerine cühelâ kişiler türedi. Böylece ikinci yıkım başladı.
Allah-u Teâlâ âlimleri alınca, onların yerine gökkubbe altında en şerli kimseler olan câhiller "Âlimim" diyerek "Âlim" sıfatıyla ortaya çıktılar.
Bilmeden veya kasten fetva verenler Allah-u Teâlâ'nın Âyet-i kerime'sini inkâr etmiş, kendi hükmünü âyet yerine koymuş olur.
İşte bunlar nefislerini ilâh edinenlerdir. Bunlara uyanlar da bunlara tapmış olur.
Çünkü yahudi ve hıristiyan ulemâsı bir delile isnad etmeksizin birçok mesele ihdas ederek; dinlerinde haram olan şeye helâl, helâl olan şeye haram demişler, avam tabakası da bunları kabul etmişlerdir, şimdiki bölücüler gibi.
Ulemânın kendi zanlarına göre, delilsiz olarak din adına dini aslından uzaklaştırmak için ortaya attıkları fikirleri kabul etmek, onları ilâh kabul etmektir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Oysa kendilerine, bir olan Allah'a ibadet etmeleri emredilmişti.
O'ndan başka ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir." (Tevbe: 31)
Bu Âyet-i kerime'nin manasını bizzat Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisi açıklamıştır. Şöyle ki:
Daha önceleri hıristiyan olan Adiy bin Hâtim, boynunda gümüşten bir haç olduğu hâlde, İslâm hakkında bilgi edinmek niyetiyle Medine'ye gelmişti. Şüphelerini gidermek için Resulullah Aleyhisselâm'a bazı sorular sordu.
"Bu âyet bizi âlimlerimizi, rahiplerimizi rabler edinmekle suçluyor. Halbuki biz onları rabler edinmeyiz. Bunun mânâsı nedir?" dedi.
Resulullah Aleyhisselâm: "Onlar helâli haram kıldılar, haramı helâl kıldılar. Siz bunu öylece kabul etmiyor muydunuz?" diye sorunca Adiy "Evet böyledir." diye tasdik etti.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"İşte bu sizin onları rabler edinmenizdir." buyurdu. (İbn-i Kesir)
Bu Hadis-i şerif, Allah-u Teâlâ'nın Kitab'ını kenara iterek; haramı helâl, helâli haram yapanların nefislerini ilâh ve rab ittihaz ettiklerini, onlara uyup peşinden gidenlerin de onları rabler edindiklerini göstermiş olmaktadır. Dolayısıyle bunları tasdik eden, bunlara iman etmiştir, Allah-u Teâlâ'ya iman etmemiştir.
Binaenaleyh bu âhir zaman âlimleri size hep Allah-u Teâlâ'nın yasak ettiği şeyleri mübah gösteriyor, helâl olarak kabul ettiriyorlar. Ve siz de onlara uymakla onlara tapmış oluyorsunuz. İlâhî hükmü bıraktığınızdan ötürü, onlara inanıyorsunuz. Allah-u Teâlâ'nın hükmünü arkaya atıyorsunuz ve böylece dinden imandan ayrılmış oluyorsunuz.
Haram ve helâl ahkâmını beyan etmek, ancak Allah-u Teâlâ'ya ve O'nun gönderdiği Peygamber'e mahsustur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde onları:
"Allah'ın ve Peygamber'inin haram kıldığını haram saymayanlar." (Tevbe: 29)
"Hak dini kendilerine din edinmeyenler." olarak vasıflandırmaktadır. (Tevbe: 29)
İlâhî hükümler üzerine onların batıl fikirlerini tercih edip benimsemekle, onları mabud edinmiş oldular ve şirke düştüler.
Nasıl ki onlar Allah-u Teâlâ'nın emirlerini ve hükümlerini bırakıp rahiplerini, hahamlarını ve İsâ Aleyhisselâm'ı ilâh edindilerse;
"Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı doğrulayan bir Peygamber gelince, ehl-i kitaptan bir grup Allah'ın kitabını sanki bilmiyorlarmış gibi sırtlarının arkasına attılar." (Bakara: 101)
Âyet-i kerime'si ile haber verildiği üzere yahudi âlimlerinin bir kısmı da Tevrat'ı terkedip ondan yüz çevirdiler.
Günümüzdeki bölücülerin durumu da böyledir. Allah-u Teâlâ'nın hükmünü bırakıp geri attılar, imamlarına uydular.
O imamlar ise kendi dinlerine ve kendi kitaplarına göre hüküm veriyorlar, onlara tâbi olanlar da onları rab kabul etmiş oluyorlar.
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini ortaya koyan ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi.
Şüphesiz ki kâfirlere can yakıcı bir azap vardır." (Şûrâ: 21)
Bu beyan kötü alimler için en büyük bir ihtar-ı ilâhîdir.
Hüküm koyucu tek makam O'dur, hükmünde asla kimseyi ortak kabul etmez. O'nun ortaya koyduğu ahkâmdan başka bir hükmü ortaya koymaya kimsenin hakkı yoktur.
Âyet-i kerime'de geçen "ortaklar", insanların kendilerine Allah ile beraber hüküm koymada ortak kabul ettiği kimseler demektir. Allah'tan başkasına kulluk yapmak nasıl şirkse, bu da onun gibi şirktir. Bunlar Din-i mübin'in ahkâmını kendi arzularına uydurmak suretiyle değiştirmek isterler. Çünkü şeytanları onlara bu yolda talimat verir ve yaptıklarını kendilerine güzel gösterir.
Allah-u Teâlâ'nın hüküm olarak koymuş olduğu dosdoğru dine uymayıp muhalefet etmeye kalkışmak, dünya hırsı adına yapılan fenalıkların ve şirklerin başında gelir.
Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Şirk koşanlar diyecekler ki:
Eğer Allah dileseydi, ne biz ne de atalarımız şirk koşmazdık, hiçbir şeyi de haram kılmazdık.
Onlardan öncekiler de aynı şekilde yalanladılar ve sonunda azabımızı tattılar." (En'am: 148)
Onların yalan söyledikleri şey "Allah bize böyle emretti." demeleridir. Bunu ancak kuvvetli deliller karşısında susmak zorunda kalan beyinsizler yapar. Kendilerini haklı çıkarmak, suçlarını kapatmak için Allah'a karşı yalan söylemekten çekinmezler.
Âyet-i kerime'nin devamında şöyle buyuruluyor:
"Onlara de ki:
Yanınızda bize karşı çıkarabileceğiniz bir bilginiz var mı? Siz sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz." (En'am: 148)
"De ki: Kesin delil Allah'ın delilidir." (En'am: 149)
Cühelâ gürûhu nefislerini ilâh edinmişler, Allah-u Teâlâ'ya hasım kesilmişler, İslâm'mış gibi görünüyorlar ve fakat küfre hizmet ediyorlar. Din-i İslâm'ı tahrif ve tahrip etmek için çalışıyorlar. Din-i İslâm'da olmayan şeyleri; hurafe, bid'at, yalan-yanlış olarak bütün güçleriyle yaymaya çalışıyorlar. Öyle ki Hazret-i Kur'an'ın üzerine münakaşa yapıp çekişerek bu yolla tahrip ve tahrif etmeye çalışıyorlar.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Onların çoğu zanna uyarlar. Gerçekte ise zan hakikat karşısında hiçbir şey ifade etmez.
Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını tamamen bilmektedir." (Yunus: 36)
Bunlar nefis putunu ilâh edinmişler, şeytanın yoluna girmişler, hem kendileri sapmışlar, hem de başkalarını sapıtmışlardır.
Abdullah bin Amr -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Şüphesiz ki Allah-u Teâlâ ilmi insanlardan çekip alıvermez. Lâkin ilmi, âlimleri almakla kaldırır. Nihayet hiçbir âlim bırakmadığı vakit, insanlar bir takım kara cahilleri baş edinirler. Onlara sual sorulur. İlimsiz fetvâ verirler. Bu suretle hem kendileri saparlar, hem de başkalarını saptırırlar." (Müslim: 2673)
Onların alış-verişi halk iledir. Yalnız ve yalnız nam, şöhret, gösteriş, riyaset ve mevki düşünürler. Şeytanın izindedirler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Onlar hem insanları Kur'an'dan menederler, hem de kendileri ondan uzak dururlar.
Böylece ancak kendilerini helâke atarlar da farkına varmazlar." (En'am: 26)
Kendileri Hazret-i Kur'an'ın nur ışığından faydalanamadıkları gibi, başkalarının da faydalanmasına engel oluyorlar. Din-i İslâm'a en büyük zararı bunlar veriyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Dinin felâketine yol açan üç sebep vardır: Günahkâr fakih, zâlim devlet başkanı ve cahil müctehid." (Feyz-ül Kadir)
Çünkü onlar hükm-ü ilâhîye değil de kendi zanlarına uymuşlar, kendi mesnetsiz iddiâlarını hüküm yerine koymuşlardır.
Dine uymak şöyle dursun, dini kendilerine uydurmaya çalışırlar. Dinde yenilik isterler. Asıl gayeleri ise dini aslından çıkarmak, bid'at ve küfrü yaymaktır. Bunlar din-i İslâm'ı eğlenceye alanlardır.
"Allah'a karşı yalan uydurandan veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kim olabilir? Zâlimler şüphesiz ki iflâh olmazlar." (En'am: 21)
Büyük bir lütfa ererek hidayete ermesine rağmen dünya menfaatlerine yönelen kimseleri Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde daimi bir şekilde dilini çıkartıp soluyan bir köpeğe benzeterek şöyle buyurmuştur:
"Onlara o kimsenin haberini anlat ki, kendisine âyetlerimizden vermiştik. Fakat o bunlardan sıyrılıp çıkmıştı. Derken şeytan onu arkasına takmış nihayet azgınlardan olmuştu.
Dileseydik elbette onu âyetlerle yükseltirdik. Fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü.
Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer. Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur.
İşte âyetlerimizi yalanlayan kimselerin hâli böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünüp ibret alırlar." (A'râf: 175-176)
İlmiyle âmil olmayıp dünyaya meyleden âlim için bu Âyet-i kerime'lerde büyük bir tehdit vardır.
Kendilerine Tevrat verilip ahkâmı ile amel etmeleri emredilen yahudiler onunla amel etmediler. Birçok hükümleri kendi arzularına göre değiştirdiler. Sorumluluklarını yerine getirmediler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde onların bu hâllerini, ne taşıdığını bilmeyen, sırtında kocaman kitaplar taşıyan merkebe benzetmiştir:
"Kendilerine tevrat yükletildiği hâlde, onu taşımayanların (onunla amel etmeyenlerin) durumu, koca koca kitaplar taşıyan merkebin durumu gibidir.
Allah'ın âyetlerini yalanlayanların durumu ne kötüdür! Allah zâlimler güruhunu hidayete erdirmez." (Cum'a: 5)
Âyet-i kerime her ne kadar Tevrat'la amel etmeyen yahudileri misal veriyorsa da, Kur'an-ı kerim'le amel etmeyen müslümanları ve âlimleri daha çok ikaz etmektedir. Yani "Siz de merkep gibi olmakta yahudilerden geri değilsiniz." mânâsına gelmektedir.
Bir merkeple temsil olunmaktan daha büyük rüsvaylık olamaz. Bunların durumu hamakat bakımından merkeplerin durumundan daha kötüdür. Çünkü merkebin anlayışı yoktur. Kendisine şuur verilmediği için mazurdur. İnsan ise sorumluluk yüklenmiştir.
Âyet-i kerime'lerde Allah-u Teâlâ yahudileri ve hıristiyanları köpeğe ve eşeğe benzetiyor. Hadis-i şerif'te ise Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu ümmetten sapanlara hitap ederek, onların bütün insanlardan ve hayvanlardan da aşağı olduğunu beyan buyurmaktadır.
Ebu Zerr-i Gıfârî -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden bir zümre gelecektir. Onlar Kur'an okuyacaklar, fakat Kur'an'ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, bir daha da ona dönemeyeceklerdir. İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır." (Müslim: 1067)
Allah-u Teâlâ bunlar hakkında Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor:
"Onlara (Allah'tan) mağfiret dilesen de dilemesen de onlar için birdir. Allah onları bağışlamayacaktır. Çünkü Allah yoldan çıkmış bir toplumu yola iletmez." (Münafikûn: 6)
"İnandıktan sonra yoldan çıkmış olmak ne kötü bir addır. Kim de tevbe etmezse işte onlar zâlimlerdir." (Hucurât: 11)
"O gün zâlimlere mazeretleri fayda vermez. Onlar için lânet ve yurtların en kötüsü vardır." (Mümin: 52)
Zâlimler güruhundan olmamamız için Hazret-i Allah'a yönelmemiz, O'nun dinine, ahkâmına tâbi olmamız, Resulullah Aleyhisselâm'ın izinde olmamız, sünnetine uymamız, Hazret-i Allah ve Resul'ünde birleşmemiz, yekvücud halinde olmamız icap ediyor.
Her kim ki bu emr-i ilâhîyi dinlemeyip yoldan saparsa, imamına taparsa, artık onun Hazret-i Allah ve Resul'ü ile ne ilgisi olur? Hiçbir ilgisi kalmaz.
"İşte böyle, inkâra sapanlar bâtıla uydular, iman edenler ise Rabb'lerinden gelen hakka uydular." (Muhammed: 3)
"Şüphesiz ki inkâr edip insanları Allah yolundan çevirenler, Hakk'tan çok uzak bir sapıklıkla saptılar." (Nisâ: 167)
İşte gerçekten ümmet-i Muhammed'i saptırmaya ve şaşkınlığa uğratmaya çalışanlar da bu sapkınlardır. Çünkü İslâm gibi görünüyorlar ve fakat kendi çıkarları uğruna İslâm'ı alet ediyorlar. İslâm'ı bilmeyenler Kur'an-ı kerim'in emir ve beyanlarından haberi olmayanlar bunları İslâm zannediyor ve din-i İslâm'ı yıksınlar diye onlara yardım ediyorlar.
Diğer bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Her şeyden haberdar olan Allah gibi sana hiç kimse haber veremez." (Fâtır: 14)
İşte buradan da anlaşılıyor ki; ancak Hazret-i Allah'ın duyurduğu, bildirdiği kimseler bu esrâr-ı ilâhiyi bilirler. Diğerleri ise kendi kuru zanlarıyla konuşurlar.
Bu gibi kimselerin cezasını Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde beyan buyurmaktadır:
"Allah'ın âyetleri üzerinde tartışanları görmez misin? Nasıl da döndürülüyorlar?
Onlar Kur'an'ı ve peygamberlerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlardır.
Pek yakında bilecekler!
Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu hâlde kaynar suda sürükleneceklerdir, sonra da ateşte yakılacaklardır.
Sonra da onlara denilecektir ki: Ortak koştuklarınız nerede?" (Mü'min: 69-73)