Allah-u Teâlâ küllî tecelliyâtı Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine koymuş ki; o Sebeb-i mevcûdât ve Ebu'l-ervah'tır. Fakat bu küllî tecelliyâtın bir tecelliyâtını daha halketmiş ki, onu da Hâtem-i veli'nin velâyetine koymuş. Aslında Hâtem-i veli'nin velâyeti Hâtem-i rusül'ün velâyeti olduğu için ayrı bir intikal var. Binaenaleyh Resulullah Aleyhisselâm'a bahşedilen lütuflar ona da bahşedilmiş.
Allah-u Teâlâ oraya koymuş, lüzumlu olanlara: "Oradan alın!" buyurmuş.
Çünkü onların Allah-u Teâlâ'dan doğrudan doğruya alması mümkün değildir. Yani: "Oraya koydum, oradan alın!" mânâsına geliyor.
Çünkü herşey mahlûktur, O'na muhtaçtır, bu ise O'nun dilemesi ile O'nunla yapılan irtibattır.
Onu ayrı yarattığı için burada çok gizli bir incelik var. Ayrı yarattığı için o nurdan yaratmamış. Ona ayrı nur vermiş, çünkü ona ayrı bir hilâfet vermiş. Fakat kendi nurunun nuru, onun vekili. Niçin? Onun velâyetini doğrudan doğruya ona intikal ettirdiği için.
Diğer bir husus; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz o velâyeti kullanmamış, bugün izhar etmiş. Fakat o da mevcut olduğu için, iki kuvvet birden yürüyor. O zamanki durum ona göre idi, bugünkü durum ise bütün dünyaya şâmil oldu. İki nur birleşince, bir kandilde olunca; vazifede hem risâlet, hem nübüvvet, hem de velâyet var. O kandil o kandile geçti. Bütün vazife bu anda yürütülüyor.
•
Molla Câmî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü'l-evliyâ'nın, Hâtemü'l-enbiyâ'nın şeriatına tâbî olarak kavuştuğu bu velâyetle diğer nebi ve resullere de istimdâd ettiğine dikkati çekmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Hâtemü'l-evliyâ, unsurî neş'eti icâbı, ilâhî hükümde Hâtemü'r-rusül'ün kendisine teşrî'den getirdiği şeye tâbî olur. Unsurî terkibi gereğince ona, hakikati gereği onunla arasındaki metbuiyyetin muktezâsı bulunan bu tâbî oluşu ise, ona makâmı hususunda herhangi bir noksanlık getirmez; resullerin bu ilmi Hâtemü'l-evliyâ mişkâtı dışında göremedikleri hakkında, bizim tâkip ettiğimiz yola ters de düşmez. Şu hâle göre, hakikati itibariyle Resûlü'l-Hâtem'in bâtın ciheti olması bakımından; unsurî neş'eti mucibince, risâleti yönünden ona tâbî bir veli olarak onun mertebesi, Hâtemü'r-rusül'ünkinden sadece bir yönden geride olur." (Şerhü'l-Fusûs li'l-Câmî; Ayasofya: B-4208, 351a yaprağı)
Allah-u Teâlâ Âdem Aleyhisselâm'ı yaratmadan evvel iki nur halketmiş. Hâtem-i enbiyâ'nın nuru, Hâtem-i evliyâ'nın nuru. Hâtem-i enbiyâ biliniyor, diğerini halketmiş amma onun iç durumu ve aslı yine bilinmiyor. Bunu böyle yaratmasının hikmetini ancak O bilir. İkisini bir yarattı, fakat azameti Hâtem-i enbiyâ'ya verdi. O azametin aynısı Hâtem-i evliyâ'ya intikal etti. Ayrı yaratmadı, nurlar bir yaratıldı. Bu husus o kadar ince ve o kadar mühimdir ki; bu iki nuru, bu iki kandili yaratmış, fakat Resulullah Aleyhisselâm'a bütünüyle bu nuru vermiş. Resulullah Aleyhisselâm'ın nuru bu kandile de intikal ettiği için, o kandil de o olmuş oluyor. Oradan oraya geçmiş, o orada olduğu için o demektir. Cenâb-ı Hakk bugün böyle tecellî etmiş. Bu nur sayesinde bu cihadlar yapılıyor, onun içindir ki bu cihada cihad-ı ekber deniliyor.
Zaman-ı saâdetlerinde, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz üzerine düşen vazifeyi hakkıyla yaptı. Fakat bin dört yüz seneden sonra ortalık karardı, iman nuru kayboldu, şimdi o kandilden bu kandile geçmiş oluyor. Bu kandil ile işini yürütüyor. İşi yürüten yine o. O da bir kandil, o da bir kandil. O aynı kandilden öteki kandile aynısı akmış.
Bu bakımdan bir ruh iki bedende gizli. Onda da aynısı, ona intikal ettiği için onda da aynısı. Bir ruhun iki bedende tecellî edişinin sebebi budur. Tam vâris olduğu için ona verilen, akıntı hâlinde ona da verilmiş. Yani Allah-u Teâlâ ona ihsan ettiğinin olduğu gibisini ona akıtmış. Ruh bir beden iki. Niçin? Çünkü Âdem Aleyhisselâm'dan evvel o iki kandili yaratmış. Onun bütün meziyeti oradan geliyor. Mustafa yine geldiği için, o vazifeyi yeniden aldı. Yani onun vekili onun işini yeniden yürütüyor. Mustafa yine geldi. O onun vazifesi ile geldi. Onun yaptığını o yapıyor.
Onun risaleti de velâyeti de her tarafı ihata etmiş durumda.
Muhyiddin-i İbnü'l-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri çok ince ve hassas bir noktayı şu şekilde ifşâ ediyor:
"İnsanların çoğu aynı zamanda onun, mutlak bir biçimde 'Hâtemü'n-nübüvve' olduğunu da bilmez." (Fütûhâtü'l-Mekkiyye an Esrâri Memleketi'l-Mâlikiyye ve'l-Mülkiyye; c. 3, s. 88)
Bunun sebebi, kaynağın bir olmasıdır. Olduğu gibi ondan intikal etmiştir ve onun vekili olmuştur. Kaynak birdir. O nübüvvet o kandile geçmiş oluyor. Şimdi hem velâyeti kullanılıyor, hem risâleti kullanılıyor. İşte bu sebeble "Hâtemü'n-nübüvve" oluyor.
Onun bütün vazifesi de icraatı da artık o ikinci kandildedir. Zira Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine ihsan ettiği emanet olduğu gibi buraya intikal etmiştir. Dolayısıyla velâyet de nübüvvet de, risalet de o kandile geçmiş oluyor.
Bu zât-ı muhterem çok mühim bir noktaya parmak basmış. Halkın bunu bilemeyeceğini söylüyor. Burası çok sırlı. Hâtemü'n-nübüvve nasıl olur? Çünkü Hâtem-i enbiyâ bir tane geldi. Bir daha gelmesi mümkün değil. Resulullah Aleyhisselâm Hâtem-i enbiyâ'dır, Allah-u Teâlâ'nın nuru, âlemlerin gurur ve sürûrudur. Lâkin Hâtemü'n-nübüvve'nin velâyeti ona intikal ettiği için, Hâtemü'n-nübüvve'nin emanetini taşıdığı için, Hâtem-i veli'nin nuru ayrı yaratıldığı için bir nevi Hâtemü'n-nübüvve olmuş oluyor. Hâtem'in asıl mânâsı budur. Bu şahsa âit bir iş değildir, bu O'na âittir.
Dâvud el-Kayserî -kuddise sırruh- Hazretleri "el-Matlâu alâ Husûsu'l-Kelim" adlı eserinin mukaddimesinde nübüvvet ve velâyet mevzularını ele alırken, Hâtemü'l-evliyâ'nın Hâtemü'l-enbiyâ Aleyhisselâm'la bitiştiği ve onun velâyetiyle tahakkuk ettiği noktaya işaret ederek şöyle buyurmuştur:
"Hâtemü'l-evliyâ, hakikatte Hâtemü'l-enbiyâ'dan başka bir şey değildir." ("el-Matlâu Husûsu'l-Kilem")
Niçin? Ondan ona intikâl ettiği için. Daha önce o idi, ona intikal edince o oldu. O vazifesini hakkıyla yaptığı gibi, hakkıyla vazife yapmak şimdi ona düştü, o vazifeyi yapması gerekiyor.
Allah-u Teâlâ Hâtem-i enbiyâ'ya ne ki lütfetmişse velâyetinde lütfetmiş. Velâyet bâtındır. Verilen ona veriliyor. Ona verilen aynen ona intikal edince, zaten onundu, oraya intikal ediyor. Biraz evvel onundu, biraz sonra onun oldu. Yani biraz evvel bu ev babanındı, biraz sonra evlâda geçti, o kadar.
Şu kadar var ki baba çok itibarlı olduğu için kalan şey de çok itibarlıdır.