Nitekim Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretlerine:
"Allah Âdem'i kendi suretinde yarattı." (Buhârî)
Hadis-i şerif'i sorulduğunda, bunun sırrını fakirin açacağını ifade etmişti, bunu o zaman biliyordu.
Bu Hadis-i şerif'in sırrı 57. Sohbet'te açılmıştır.
Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri bin küsür sene önce fakire bildireceğini bildirmiş, biz de bin küsür sene sonra onun durumunu müşâhede ettik ve ortaya koyduk. Fakat burada şaşılacak ne var?
İmam-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
"Allah'a ne zorluğu olur,
Âlemi bir şahsa doldurur." (260. Mektup)
Ve size bunları anlatırken Allah-u Teâlâ bir nohut kabuğu kadar bana bir varlık vermiyor, her türlü varlıktan ve değerden uzaklaştırmış. Onun içindir ki çok rahat konuşuyorum. Niçin? O'nun varlığını gördüğüm için, O'ndan gayrı hiçbir varlığın hükmünün olmadığını da bildiğim için... Bunun sırrı budur. Rabb'ime sonsuz şükürler olsun.
Her zaman şöyle deriz:
"Rabb'im! Beni bir damla nutfeden yarattın, hükümsüz ve değersizim. Ya Rabb'i! Beni o nutfede bırakma, onu kurut, üfle, zerresi dahi kalmasın, senin varlığına gölge olmasın."
O zerreden dahi korkuyorum, o zerre dahi varlıktır. Rabb'im kurtarsın!
Bir kabuk kadar bir değerim olmadığını hem biliyorum hem görüyorum. Allah-u Teâlâ lütfetmiş, bu O'nun lütfundan başka hiçbir şey değil...
•
"Tabâkâtüs's-Sûfiyye" isimli eserin yazarı Ebu Abdurrahman es-Sülemi -kuddise sırruh- Hazretleri'nden nakledildiğine göre şöyle buyurmuştur:
"Hakîm'i, Tirmiz'den sürdüler. Onu küfürle damgalayıp oradan çıkardılar. Bunun sebebi de 'Hatm'ül-Velâye' kitabını ve 'İlelü'ş-Şeria' kitabını tasnif etmesidir.
Ona: 'Peygamberlerin hâtemi olduğu gibi velilerin de bir hâtemi bulunduğunu, Peygamber Aleyhisselâm'ın:
'Allah'ın öyle kulları vardır ki, ne peygamber ne de şehid olmadıkları hâlde, peygamberler ve şehidler o kimselerin Allah katındaki derecelerine gıpta edecekler.' (Ebu Dâvud)
Buyurduğunu delil gösterip, velâyetin nübüvvetten üstün olduğunu söylüyormuşsun!' dediler.
O da:
'Onlarda bir üstünlük bulunmasaydı gıpta etmezlerdi.' dedi. Belh'e giderek, ancak oradakilerin kendisine muvafakati sebebiyle kabul gördü." (Tabâkâtü's-Sûfiyye, c. 2, s. 245)