Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm - NÛR-Î MUHAMMEDÎ -sallallahu aleyhi ve sellem- (5) - Ömer Öngüt
NÛR-Î MUHAMMEDÎ -sallallahu aleyhi ve sellem- (5)
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
Dizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri
1 Ekim 2023

 

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

NÛR-Î MUHAMMEDÎ -sallallahu aleyhi ve sellem- (5)

 

Muhammed Aleyhisselâm ve Allah Katındaki Yüce Mertebesi (1)

Allah-u Teâlâ bütün insanlık âlemine hitap ederek, onlara kendi katından Hak bir peygamber, ilâhî bir burhan, büyük bir delil gönderdiğini haber vermektedir:

"Ey insanlar! Size Rabbinizden HAK gelmiştir." (Yunus: 108)

Resulullah Aleyhisselâm gerek yüksek şahsiyeti, gerekse tebliğ ettiği esaslar ve prensipler, onun Hak bir peygamber olduğunu göstermektedir.

"Ey insanlar! Size Rabbinizden kesin bir DELİL geldi." (Nisâ: 174)

Öyle bir Delil ki, karşı tarafa herhangi bir mazeret bırakmayacak, her türlü şek ve şüpheyi ortadan kaldıracak kadar kesin bir Delil'dir.

Onun "Delil" olması şânına tâzim olduğu gibi, kendisine indirilen Kur'an-ı kerim'in Nûr-u mübin olması da şânına tâzimdir.

"Ve size apaçık bir NÛR, Kur'an indirdik." (Nisâ: 174)

Her meseleyi açıklayarak, akılların ve gönüllerin önünde ortadan kaldırmadık bir karanlık bırakmaz.

"Allah kendisine inanıp da O'na sımsıkı sarılanları kendi katından bir rahmete ve lütufa kavuşturacak, onları kendisine götüren doğru bir yola eriştirecektir." (Nisâ: 175)

Onun kavuşturacağı bir yolda herhangi bir eğrilik olmaz. Dosdoğru yola eriştirmek ise Allah-u Teâlâ'ya imanın, O'nun Kitab-ı kerim'ine sımsıkı sarılmanın mükâfâtıdır.

 

Milâdi 6. Asırda İnsanlığın Durumu:

Efendiler Efendisi'nin âlemlere rahmet olarak geldiği milâdi altıncı asırda, dünyanın üzerini kara bulutlar kaplamıştı. İnsanlık âlemi; zulüm, istibdat, cehalet ve sefalet içinde inliyordu.

Cehalet karanlığı, ilim ve faziletin aydınlığını alabildiğince bastırmıştı. İnsanlar ne okuma yazma ile ilgileniyorlar, ne de başkalarından bir şey öğrenmeye gayret ediyorlardı. Okuma yazma bilenlerin sayısı parmakla sayılacak kadar azdı.

Şirk ve putperestlik almış yürümüştü. Dinsiz milletler; taştan ve ağaçtan, altın ve gümüşten veya diğer maddelerden yaptıkları, çeşitli yüz ve vücut hatlarına sahip heykellere tapıyorlardı. Her tip ve her boyda putlar vardı. Mekke putperestliğin merkezi haline gelmişti. Kâbe'nin içinde 360 kadar put vardı.

Ayrıca Taif'de Lât, Nahle vâdisinde Uzza, Mekke ile Medine arasında Kudeyt mevkiinde Menat putları vardı. Kâbe'nin içindeki putlardan en önemlisi Hübel'di.

Hıristiyanlık dini bozulmuş, tek Allah'a inandıklarını söyleyen hıristiyanlar; tanrının bir de oğlu olduğunu, üçüncü tanrının da Ruhül-kuds olduğunu iddia ediyorlardı. Yahudiler ise Allah'a insanî sıfatlar yakıştırıyorlar, icabında insan kılığına girdiğini, Üzeyir adında bir oğlu olduğunu söylüyorlardı. Ayrıca ateşe tapan Mecusiler, yıldızlara tapan Sâbiiler de vardı. Kısacası tek Allah'a inanmanın dışında, ne kadar çok inanç ve ibadet şekli varsa, hepsi o çağın insanlarında mevcuttu.

Sosyal durum ise yürekler acısı idi. Arabistan halkı çok çeşitli kabilelere ayrılmış bulunuyordu. Bir hükümdara baş eğip itaat ederek toplu bir millet haline gelememişler, esaslı bir devlet kuramamışlardı. Devlet anlayışı kabile gelenekleri arasında kaybolup gitmişti. Durumlarını düzeltecek, geleceklerini emniyet altına alacak kanunları da yoktu. Kabileler arasında kan dâvâları yüzünden iç harplerin ardı arkası kesilmek bilmezdi. Birbirleri ile uğraşmaktan başka işleri yoktu.

Nesilleri tüketen kan dâvâları itiyat halinde idi. Savaşlarda, baskınlarda esir edilen insanların diri diri yakıldığı olurdu. Hasımlar birbirini ele geçirdikleri takdirde kafa taslarını kadeh gibi kullanarak içki içeceklerine yemin ederlerdi. İnsanları işkence ile öldürmekten zevk alınırdı.

Mülk bir kaç zengin arasında dağıtılmıştı. Halkın geri kalan kısmı, hiç bir şeye sahip olmamaları yüzünden sefalet içinde kıvranıp duruyorlardı. Açlıktan hurma çekirdeklerini yerlerdi. Hayvan leşlerini bile yemek mecburiyetinde kalırlardı.

Kim daha güçlüyse başkasının hakkına tecavüz eder, malına ve mülküne konardı.

Evliliğin sınırı yoktu, bir kişi on veya daha fazla nikâh yapabilirdi. Üvey anne ile evlenmekten çekinmezlerdi. Bunun yanında boşanma ise çok yaygındı. Fahişeliğin her çeşidi almış yürümüştü.

Kadın erkeğin malı durumunda idi. Önce babasının, evlendikten sonra kocasının, kocası ölünce de oğlunun esiri idi. Ölen bir adamın kadınları, vârisler arasında hayvanlar gibi taksim olunurdu.

Çıplaklık ayıp değildi. Ulu orta çıplak dolaşırlar, açıkta çıplak yıkanırlar, kadın-erkek Kâbe'yi çıplak tavaf ederlerdi.

Kız çocuklarını diri diri gömecek kadar vahşet gösteren ve bundan acı bile duymayan aileler vardı. Kimisi başkalarına gelin gitmesinler diye, harplerde esir düşüp câriye olmasınlar diye, aileye yük olmasınlar diye öldürür; kimisi de çocuklarını putlara kurban ederdi.

Ölenin mirasından kadın ve çocuklara pay verilmezdi. Ayrıca âilede en güçlü kişi, ölenin bütün mirasına el koyardı.

Yalnız Araplar değil, insanlık âlemi maddi mânevi ıstıraplar içinde idi. Arabistan'ın iki büyük komşusu olan Bizans ve İran, korkunç bir uçuruma doğru sürükleniyordu. Hülâsa olarak bu devirde ne tarafa bakılsa, cihanın her yeri herc-ü merç içinde idi. Islahı için ancak bir kurtarıcının zuhuru gerekiyordu. Bu hakiki mürşid, olsa olsa Allah-u Teâlâ tarafından vazifelendirilen bir peygamber olabilirdi ve geleceği dört gözle bekleniyordu.

Günümüzde ise bambaşka bir cahiliyet hüküm sürüyor. Çeşit çeşit bölücüler türedi ve İslâm dinini parçaladılar.

Herbiri bir isimle türediği için İslâm dinini parçaladılar. Her ne kadar Hazret-i Allah'ın kelamı bunların önüne sürülüyorsa da dinlemediler ve dinden çıktılar.

Bunların hayvan gibi ve daha da aşağı olduklarını Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde haber veriyorlar:

"Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden bir zümre gelecektir. Onlar Kur'an okuyacaklar, fakat Kur'an'ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, bir daha da ona dönemeyeceklerdir. İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır." (Müslim: 1067)

Bunca hakikatları açık açık beyan ettiğimiz halde hiç bir tanesi Hazret-i Allah'ta ve Resulullah Aleyhisselâm'da birleşmeye yanaşmadığı gibi, bütün güç ve kuvvetleriyle Nûr-u ilâhinin yayılmamasına çalışıyorlar.

Fakat Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyuruyor ki:

"Onlar Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Halbuki kâfirler istemeseler de, Allah nûrunu tamamlayacaktır." (Saf: 8)

İslâm dini kıyamete kadar payidar olacaktır, Allah-u Teâlâ dinine yardımını değişik tezahürlerle sürdürecektir.

Ve bu Kur'an-ı Âzimüşan'ı duymak istemeyenlerin hakkında Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor ve onların iç yüzünü duyuruyor:

"İnkâr edenler: 'Bu Kur'an'ı dinlemeyin! Okunurken gürültü patırtı yapın! Belki üstünlük sağlar onu bastırırsınız.' dediler." (Fussilet: 26)

Tabiidir ki onların bu azgınlıklarının cezası da elbette ağır olacaktır.

"İnkâr edenlere çetin bir azap tattıracağız. İşledikleri en kötü işlere karşılık onların cezasını vereceğiz." (Fussilet: 27)

En kötü ceza olan şiddetli azap Allah-u Teâlâ'ya ve Peygamber'ine muhalefet etmenin cezası olan cehennem ateşidir.

"İşte böyle... Allah'ın düşmanlarının cezası ateştir. Âyetlerimizi bile bile inkâr etmeleri karşılığı, orası onların temelli kalacakları yerdir." (Fussilet: 28)

Bu ceza, Kur'an-ı kerim Âyetlerini inkâr etmelerine ve hafife almalarına karşılık olarak onlara verilmiştir.

"İnkâr edenler 'Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan, bizi saptıranları göster. Onları ayaklarımız altına alalım da en altta kalanlardan olsunlar.' derler." (Fussilet: 29)

Onlar böyle söyleyecekler amma, iş işten geçmiş olacak. Halbuki şimdi başa çıkardılar.


  Önceki Sonraki  

Diğer Yazıları
TÜM YAZILAR