Ebû Abdullah (Muhammed bin Alî el-Hakîm et-Tirmizî) buyurdu ki:
İşte Allah için amel edip hareket edenlerin durumu budur. Onlar sevabı talep edip ilâhi azaptan kaçarak amel ve harekette bulunurlar.
Onların hevâ ve hevese karşılık yapıp ettiklerini tavsif etmek mümkün değildir; çünkü onlar kaçınmanın ve talep etmenin her ikisinde de arzu ve heveslerinden sıyrılıp çıkarlar.
Allah Azze ve Celle, halk arasından bir kimseyi Allah'ın dilemesine uygun bir şekilde ayırıp seçer. Her cinsin safvet ve temizliğini ona verir.
Arş'ın saflık ve temizliği meleklerdendir.
Cennetlerin saflığı ve temizliği Adn cennetindendir.
Beyt (ev)lerin saflığı ve temizliği Kabe'dendir.
Meleklerin saflık ve temizliği eminlerdendir.
Velilerin saflık ve temizliği peygamberlerdendir.
Zâhidlerin saflık ve temizliği velilerdendir.
Amel sahiplerinin saflık ve temizliği zâhidlerdendir.
Umum insanların safvet ve temizliği ise rağbet ettiklerindendir.
Sonra onların arasında akıl taksim olunup paylaştırılmıştır. Onların göğüsleri İslâm için açılmış; O'nun marifetinin, O'nu tanıyıp bilmenin nuruyla hidâyete erdirilip O'na yönelmişlerdir.
Onların hepsi de müminlerdendir, her biri kendine tahsis edilen derecesinin üzerinde dururlar.
Sonra Allah, ilâhi minnetiyle onlardan bir topluluğun kalplerini nuru ile ışıldatıp parlatır. Onları hükümsüz hâle getirir ve gönüllerini açar.
Onları uyandırarak, dağılıp çözülmeksizin kötülüklerden sıyırıp çıkarır. Tavsîfi çok derindir; azameti ve şânı büyük olan Hâlıku'l-Bârî onu çürütüp darmadağın eder.
Onun kalbini, büyüklerin en büyüğü kılacak bir ayrılık ve farklılıkla doldurur.
Çözülmesi gereken şeyleri onunla çözer.
İzzet ve ululuğunu büyütüp yüceltir.
İşte onun kalbinden hevânın ayrılarak fakirleştirilmesi bundan ibarettir. Öyle ki; ilâhi emir ve nehiy hususundaki tüm gayret ve çabasından dahi azl olup çıkar.
Sonra O'nun uyandırmasıyla daha başka bir dereceye yükselir; nefsinin hevâ ve hevesini içinde mevcut bulur. Geri kalan her hareketinden şehvet ve arzuyu da izâle edip giderir.
Kibriyâ ve hükümranlık sahibi olan Melîk'i Gayb bilgisini kendisine gösterdiği zaman ona meyleder.
Daha sonra başka bir dereceye yükselir, yine nefsinin hevâ ve hevesini içinde mevcut bulur. Katettiği merhalelerin bıraktığı şehvet ve arzusunu da temizleyip tasfiye eder.
O, O'nun "Ferdâniyyet"inin mülkü gayb bilgisiyle kendisine gösterildiği vakit artık ona tutunur.
İşte burada, artık onun kalbinde ilâhi müşahede de vâki olur.