"Küffar Birliği'nin kapısında her türlü aşağılanmaya razı olmanın İslâm'la hiçbir alakası yoktur. Bu durum İslâm'ın izzetine yakışmadığı gibi müslümanlara karşı söz ve andlaşmalarında durmayan küffarın hile ve desiselerine fırsat verilmiş olur. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Sen kendileriyle andlaşma yaptığın hâlde, onlar her defasında hiç çekinmeden andlaşmalarını bozarlar." (Enfâl: 56)"
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, Hâinlerin İçyüzü, 2006, s. 76)
"Binaenaleyh, hasmımızı tanımamız ve çok uyanık olmamız icabediyor. Zira Amerika olsun, Batı olsun bu İslâm milletini silâh ile yıkamayacağına kani olduktan sonra yaklaşık 300 yıldır Haçlı seferlerinin şeklini değiştirmiş, öncelikle iç bünyemizi ve manevî değerlerimizi bozmak ve yıkmak için sinsice çok büyük bir gayret içerisine girmiştir. Bu veçhesiyle Haçlı seferleri büyük bir kin ve vahşetle devam etmektedir."
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, Hâinlerin İçyüzü, s. 330)
Şu bir hakikattir ki; bugün dünyada küfrün merkezi ve öncüsü Batı'dır. Bu sebeple İslâm'a, İslâm'ın kutsallarına, İslâm dünyasına ve Türkiye'ye maddî-manevî en büyük düşmanlık Batı'dan gelmektedir.
Bu düşmanlık hıristiyan Batı devletleri tarafından gizli-açık her türlü yöntemle icra edilmektedir. Hemen her gün bu düşmanlığın bir tezahürünü görürüz. İşgal eder, katlederler; karikatürle, Kur'an-ı kerim yakmakla hakaret ederler; terör ve fitneyi kullanmakla, müslümanları birbirine düşürmekle saldırırlar; bölücüleri kullanarak İslâm ümmetini bölmek isterler; kara propaganda ile, yalan ve dolanla İslâm'ı ve müslümanları, bütün müslüman milletleri, hususiyetle Türkiye'yi ve Türkleri karalamaya, küçük düşürmeye çalışırlar.
"Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık bir düşmanınızdır." (Nisâ: 101)
Kâfirler müslümanların "Apaçık bir düşmanı"dır ve her bir kâfirin gerçek niyeti İslâm'ı ve müslümanları yok etmektir.
"Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." (Bakara: 217)
Bu Allah kelâmı olduğu hâlde, bunun böyle olduğu bilindiği hâlde, küffar bize karşı düşmanlığını her gün aşikâr bir şekilde ortaya serdiği halde; ülkemizde bir Batıcılık, "Medeniyet" adı altında "Batının küfrünü hoş görme fitnesi" hâlen varlığını sürdürüyor. Bu durum bir iman zafiyetine yol açıyor. FETÖ'nün en büyük zararlarının başında da bu fitnenin, "Küfrü hoşgörü fitnesi"nin müslüman halkın arasında yayılmasına sebep olması vardır. Bu iman zafiyeti, en büyük düşmanı dost bilme fitnesi vatanda da büyük zararlara yol açtı, açmaya devam ediyor.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu zararları bertaraf etmek, müslümanları uyandırmak için, "İman ve Vatan"ın selâmeti için; FETÖ bu fitnesini yaymaya başladığı ilk günden itibaren bunların içyüzünü ilân ve ifşâ etti. Bunlar hakkında ilk yayını Mart 1995 tarihli dergimizde yaptı, kitaplar neşretti. Küfrü hoş görmenin İslâm'da olmadığını, bunu yapanların küfre kaydığını, FETÖ'nün hâin olduğunu, Amerikan ajanı olduğunu o zaman ilân etmişlerdi. "Küfrü hoş görmek din-i İslâm'ı inkârdır." buyurmuşlardı. (Hâinlerin İçyüzü, s. 528)
15 Temmuz'dan sonra FETÖ'ye büyük darbe vuruldu, epey temizlik yapıldı, ancak FETÖ'nün ektiği küfür, ihanet ve nifak tohumları, "Küfrü hoşgörü fitnesi" kaybolmadı. Bir taraftan FETÖ ile mücadele ediliyor, diğer taraftan FETÖ'yü destekleyen, besleyen, kullanan küfür ehli ile dostluk ve birlik kurmaya çalışıyoruz. Bu durum FETÖ'yü ümitlendiriyor. Nitekim kripto FETÖ'cülerin hâlâ aktif olduklarına, yeniden ortaya çıkmaya çalıştıklarına dair; bunlarla mücadele etmiş önemli şahsiyetler mühim ikazlar yapıyorlar.
Görülüyor ki FETÖ'nün fiziki varlığı ile bir mücadele yürütülüyor olsa da ektiği küfür tohumlarına karşı mücadelede büyük eksiklik var. Bir iman mücadelesi şart. Bu durum ilerde vatanda büyük zafiyete sebep olabilir.
Bu mücadeleyi, bu "İman ve vatan mücadelesi"ni sadece Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri yaptı.
Gerek FETÖ, gerekse kâfirler hakkında;
2000 yılında;"Yahudilerin, Hıristiyanların ve Münafıkların İçyüzü"
2005 yılında; "Biz Küfrü Hoş Görenlerden Değiliz"
2006 yılında; "Hâinlerin İçyüzü" kitaplarını yayınladılar, müslümanları tenvir ettiler.
Eserleriyle bu mücadelesi devam ediyor.
Amerika ve Batı, İslâm ve Türk düşmanlığında ortaktır. Senelerce İslâm'a, İslâm dünyasına, İslâm'ın iki kutsalına saldırdılar. Hâlen de saldırmaya devam ediyorlar.
Özgürlük adı altında Resulullah Aleyhisselâm'a en alçak hakaretleri içeren karikatürler yayınladılar, kutsal kitabımız Kur'an-ı kerim'i Türk büyükelçilikleri önünde, polis koruması, devlet desteği altında yaktılar. Hiçbirisi de buna karşı durmadı, hepsi destekledi. Bir Batı ülkesi kınamadı.
Her türlü zulmü, hakareti yapan bu kâfirlerle değil birlik olmak, onlara meyletmek bile çok tehlikelidir:
"Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur. Sonra yardım da görmezsiniz." (Hud: 113)
Amerika ve Avrupa PKK, FETÖ başta olmak üzere Türkiye aleyhindeki bütün oluşumları, terör örgütlerini alenen destekliyorlar. Din ve vatan haini FETÖ'cüleri koruyorlar, aleyhimizdeki her türlü faaliyeti yapmalarına izin veriyorlar, hatta işbirliği yapıyorlar. Kaç yıl oldu hâlâ bu teröristleri kullanarak Türkiye'yi yıkmanın planlarını yapıyorlar.
Bir müslüman Kur'an'ı yakan, Resulullah Aleyhisselâm Efendimiz'e hakaret eden, dinimize ve vatanımıza kasteden, terörü ve teröristleri destekleyen ehl-i küfrü iyi tanımalıdır.
"İmanın alâmetlerinden birisi de hiç şüphesiz ki Allah-u Teâlâ'nın düşmanlarından nefret etmektir. Allah-u Teâlâ onlara düşman olmayı emretmiş ve onları dost edinmeyi yasaklamıştır.
Âyet-i kerime'sinde müminlerin düşmanının kendi düşmanı, kendi düşmanının da müminlerin düşmanı olduğunu beyan buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin." (Mümtehine: 1)
Onları dost edinmek şöyle dursun, onlardan gayet uzak durmak lâzımdır. Allah-u Teâlâ'nın lütfettiği İslâm nimeti unutulmamalıdır." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HÂİNLERİN İÇYÜZÜ", s. 528-529)
Bu sebeple Batı ile Avrupa Birliği ile olan ilişkilerde bu hususlara, özellikle kullanılan üsluba çok dikkat edilmesi gerekir. İmana taalluk eden, İslâm'ın izzetine, satvetine zarar veren söz ve hareketlerden sakınmak gerekir.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri FETÖ fitnesi ile mücadele ettikleri gibi, "Avrupa Birliği küffar birliğidir." ("Hâinlerin İçyüzü, s. 583) buyurmuşlar, müslümanları uyandırmak için, imanlarını muhafaza için bu hususlarda, defaatle, Batı'nın gerçek yüzünü, küfrünü, düşmanlığını ortaya seren dergiler çıkarmışlardı;
"Yine; Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri seneler senesi neşrettikleri eserlerinde ve dergilerimizde Haçlı Batı'nın dost olmadığını, düşman olduğunu, gerek sinsi gerek aleni bu düşmanlığını sürdürmek istediğini, bu küffarı dost edinmenin İslâm dini'ne aykırı olduğunu neşretmişlerdi.
Bütün beyanları Allah-u Teâlâ'nın hükmünü hatırlatmaktan, müslümanları ikaz etmekten ibaretti.
Nitekim Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad (kargaşalık) olur." (Enfâl: 73)
"Onlardan birçoğunu, kâfirleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendileri için öne sürdüğü şey ne kötüdür! Allah onlara gazap etmiştir ve onlar azap içinde ebedî kalacaklardır.
Eğer onlar Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilene (Kur'an'a) inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu yoldan çıkmış fâsıklardır."(Mâide: 80-81)
"Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır. Şüphesiz ki Allah zâlimler gürûhunu hidayete erdirmez."(Mâide: 51)" (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Ey Müslüman Kardeş Dikkat Et! Düşmanını Tanı, Dinini ve Vatanını Muhafaza Et!", s. 160-161)
İslâm küfrü ve küfür ehlini hoş görmez. Allah-u Teâlâ küfrü hoş görmeyi, küfür ehlini dost edinmeyi menetmiştir. Kâfirleri dost edinenler hakkında Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmuştur:
"Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah'a âittir." (Nisa: 139)
Küfrü hoş görmek kişiyi küfre düşürür. Bugün için denilebilir ki imana ve İslâm'a en büyük zarar bu noktadan gelmektedir.
Zira Allah-u Teâlâ Kitab-ı kerim'inde iman ile küfrün, iman ehli ile küfür ehlinin ayrı olduğunu, küfür ehlinin hasım olduğunu kesin olarak emir buyurmuştur.
Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:
"Birbirine hasım iki zümre."(Hacc: 19)
İslâm ile küfür birbirine zıttır. İkisinin anlaşması, birleşmesi mümkün değildir.
Allah-u Teâlâ iman ile küfrü, inananlarla inanmayanları birbirinden kesin olarak ayırmıştır.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"İman ile küfür kesin olarak birbirinden ayrılmıştır." (Bakara: 256)
İman ile küfür, hak ile bâtıl, hidayet ile dalâlet, nur ile zulmet, saâdet ile felâket apaçık delillerle birbirinden ayırt edilir haldedir.
"Müminle Kâfir, İmanla Küfür Hiçbir Zaman Birleşemez:
İman ile küfrün, mümin ile kâfirin ayrılması ve bilinmesi lâzımdır. Bu ise ancak Allah-u Teâlâ'nın emri ile ayrılır ve bilinir. Temiz ile pisin ayrıldığı gibi.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"(Mümin ve kâfir) iki zümrenin durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir.
Bunların hâli hiç eşit olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?" (Hûd: 24)" (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HÂİNLERİN İÇYÜZÜ", s. 78)
Hâl böyle olunca bir müminin kâfirleri ve münafıkları dost edinmesi yasaklanmıştır.
"Nur ile nar ayrıdır.
Temiz ile pis ayrıdır.
Bunu karıştırmak isteyenlerin asıl gayesi nedir?" (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HÂİNLERİN İÇYÜZÜ", s. 579)
Dikkat ederseniz Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecinin hızlandığı yıllar ile FETÖ'nün etkin olduğu yıllar birbirine paralel ilerlemiş, 2000'li yıllarda Türkiye'deki misyonerlik faaliyetleri de almış başını gitmişti. Her yerde kilise evler açılıyor, Avrupa'ya her taviz veriliyordu. İstedikleri kanunların çıkması için baskı yapıyorlardı. Zina serbest oldu, livata öyle. Kimliklerden din hanesi kalktı.
Bu yıllarda Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Batı'nın içyüzünü, küffarın dost değil düşman olduğunu, bunların gerçek niyetini ortaya seren yayınlarla büyük bir mücadele yürüttü. Gerek FETÖ'nün "Küfrü hoşgörü fitnesi"ne karşı, gerek misyonerlik faaliyetlerine karşı; bu fitneleri söndürmek için cihad etti. Bugün bu dergilerin, bu yayınların ne kadar lüzumlu olduğu gün gibi ortaya çıktı.
O zaman küffar devletlerinin misyonerlik faaliyetleri, PKK'yı desteklemeleri, Türkiye aleyhinde aldıkları kararlar vardı. Bugün daha büyük düşmanlıkları var. Artık alenen İslâm'ın kutsallarına saldırma alçaklığını yaptıkları gibi Türkiye aleyhindeki terör örgütlerini alenen destekliyorlar. Hıristiyan Haçlı zihniyeti ile "Ben buyum, İslâm'ı böyle görüyorum, Türkiye'nin düşmanıyım." diyorlar.
Bunların "Düşman" olduğunu Allah-u Teâlâ haber vermiş, başka bir delile gerek var mı?
"Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin." (Mümtehine: 1)
Bunların "gülen" yüzüne itimat olur mu?
Bunca delile, bunca ilâhî hükme rağmen onlarla birlik olmaya çalışmak kâfirleri daha da azdırmaktadır. Nitekim bizi AB'ye alın dedikten, NATO toplantısında İsveç'e yeşil ışık yaktıktan bir hafta sonra daha mürekkep kurumadan İsveç'te polis koruması altında yine Kur'an-ı kerim'e saldırı ve hakaret yapıldı. Hemen ardından yine Danimarka'da polis koruması altında Kur'an'ı kerim'i yakıp çiğnediler. Bu alçaklar, bu gibi aşağılık kâfirler hakkında Allah-u Teâlâ "Necistir (pisliktir)" (Tevbe: 28), "Onlar murdardır" (Tevbe: 95), "Yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü kâfir olanlardır." (Enfal: 55) buyuruyor.
Bunlarda medeniyet, hukuk maskesi altında, kalplerinin derininde büyük bir kin, düşmanlık ve kibir var.
Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurmuşlardı:
"İslâm ve müslümanlar adına küffâr Batı'ya taviz vermek, dinimize ve vatanımıza büyük bir zarardır!
"Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helâk eder misin Allah'ım!" (A'râf: 155)
Allah-u Teâlâ küfrü şiddetle menetmiş, en büyük zulüm saymıştır. Allah-u Teâlâ'nın dinini inkâr edenler kâfirdir. Müslümanlar küffârla ilişkilerinde Allah-u Teâlâ'nın bu hududunu muhafaza ile mükelleftirler. Küffârın küfrünü hoş göremezler. Onların topluluklarına iltihak edemezler.
İslâm'ın âli ve galip vasfını daima göstermekle yükümlüdürler." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HÂİNLERİN İÇYÜZÜ", s. 595)
İçimizde dolaşan, kalplerden hâlâ silinmeyen "Batıcılık", "Küfrü hoşgörü" gibi fitneler sebebiyle Batı ile ilişkilerimizde sağlıklı, vakur, istikametli bir müslüman tavrı göstermekte zorlanıyoruz. Bir anlaşma yaptığımızda hemen "Dostluk"tan dem vuruyoruz. Bizi aranıza alın diye talepte bulunuyoruz.
Türkiye'nin son yüz-yüzelli yılı adeta bir din haline gelen Batıcılık ideolojisinin tasallutu altındadır. Bu milletin yaşadığı sıkıntıların büyük çoğunluğu bu savrulmanın bir neticesidir. Bu fitne 150 yıldır bu milletin içinde dolaştığı için Batı hayranlığı, taklitçiliği ve ezikliği halen devam ediyor. FETÖ ve AB üyelik süreci bu fitnenin samimi müslüman halkımız arasında da yayılmasına sebep oldu, Batı'yı, Batı'nın küfrünü hoş görme fitnesi devam ediyor. Bu sebeple aynı zokayı defaatle yutuyoruz.
Diğer yandan "Batı'yı, Batı'nın küfrünü hoşgörü" fitnesi yüzünden FETÖ'nün artıkları ile de hakkıyla, topyekün bir mücadele yürütemiyoruz.
Hatta FETÖ bu durumdan istifade edip yeniden ümitleniyor, tekrar palazlanmaya çalışıyor. Öyle ki; 15 Temmuz darbe teşebbüsünü Fetullah Gülen'i dinlemeyen bir grup yaptı algısı oluşturmaya, böylece tekrar legalize olmaya, FETÖ elebaşını ve örgütünü aklamaya çalışıyorlar. Böyle bir ümitleri, böyle bir çalışmaları var. Bu ümit nereden geliyor?
Binaenaleyh Batı'nın içyüzünü, küfrün ve kâfirlerin durumunu, küfre ve kâfirlere karşı bir müslümanın göstermesi gereken iman tavrını, bu husustaki Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'leri defaatle yayınlarımızda beyan ettiğimiz hâlde, tekrar hatırlatmak bir vazife oldu.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri:
"Bizim iki gayemiz var; iman ve vatan" buyurmuşlardı. Bu beyanlarının ehemmiyeti ve önemi bugün daha iyi anlaşılıyor.
Bu mevzu her şeyin başında gelir. Önce iman... İman vidası gevşerse hiçbir hayır kalmaz.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Size bir iyilik dokunursa bu onları üzer. Başınıza bir musibet gelse buna da sevinirler. Eğer sabreder, Allah'tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır." (Âl-i imran: 120)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hıristiyan Haçlı Batı'yı şöyle tarif etmişlerdir:
"Batı'nın geçmişi; vahşet, katliam, soykırım -hemen tüm insanlık suçlarının- tarihidir. Bu vahşet sadece insanların canlarına, mallarına kastetmekle yetinmemiş, maneviyatlarına, ahlâklarına, insanlıklarına da yönelmiş büyük bir tecavüzdür. Nitekim son birkaç yüzyıldır insanlık âlemini kasıp kavuran büyük harplerin ve katliamların tamamına yakını Batı kaynaklıdır.
Batılı'nın "Medeniyet"i de kendisi içindir, "Refah"ı da kendisi içindir. Başka kimseyle paylaşmak gibi bir fikri yoktur. Zira böyle bir tarihi altyapısı, kültürü yoktur. Sömürmek istedikleri milletlerin hem nesillerini, hem de kültürel değerlerini; ahlâk, fazilet namına ne varsa yok etmeye çalışmışlardır. Özellikle müslümanlar üzerinde bu uğurda çok büyük emekler sarfetmişlerdir. Bu kültürel soykırım en az fiziksel soykırım kadar dehşetli ve gaddarca icra edilmiştir." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HÂİNLERİN İÇYÜZÜ", s. 172)
Bunlar;
"Dinsizliğin ismini değiştirdiler 'Medeniyet' dediler, vahşetin ismini değiştirdiler 'Demokrasi' dediler, iftiranın ismini değiştirdiler 'Fikir hürriyeti' dediler." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hainlerin İçyüzü, s.250)
Hıristiyan Batı tarih boyu küfrün merkezi olmuştur. Hak ve hakikati, İslâm'ı ve müslümanları yok etmek için, küfrü yaymak için; savaş, katliam, soykırım... her türlü vahşeti yapmakta zerre tereddüt göstermemişlerdir. Bu amaçla kara propaganda, yalan, iftira, hakaret... her türlü alçaklığı icra etmekten çekinmemişlerdir.
Mazlumların canını ve malını gasp ederken her türlü sahtekârlığı, mezalimi uyguladılar. Elde ettikleri gücü ve parayı hakimiyetlerini, dinsizliklerini, küfürlerini yaymak için kullandılar. Ellerindeki büyük silahlar ve paralar ile her bir milleti tehdit ediyorlar, ellerinden gelen zorbalığı arkalarına koymuyorlar.
Küfrün ve dinsizliğin, vahşet ve soykırımın merkezi Hıristiyan Batı'nın bu zorbalıklarının, bu alçaklıklarının, iftira ve hakaretlerinin en büyük şahidi bu millettir. Son birkaç yüzyıldır bu saldırıların birinci hedefi bu devlet, bu millet olmuştur. Güçlü olduğumuz zaman niyetlerini gizlemişler, ayağımız tökezlediği an hemen bize karşı kinlerini ve kötü niyetlerini icra etmeye çalışmışlardır.
"Bugün de değişik kisveler altında Haçlı seferleri devam etmektedir. Zira Batı'nın temel zihniyeti budur. Bush Irak'a asker gönderirken "Haçlı seferi yapıyoruz." demiştir. Bütün çıkar çatışmalarına rağmen Batı'nın Türkiye'nin parçalanması noktasındaki işbirliği dikkat çekmektedir. İşte bunların durumu budur." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HÂİNLERİN İÇYÜZÜ", s. 247)
Osmanlı devrinde olsun, Kurtuluş savaşı'nda olsun, Kıbrıs mevzuunda olsun, Bosna soykırımında, Ermenistan'ın işgalinde, PKK teröründe olsun; 11 Eylül'den sonra İslâm ülkelerine yaptıkları saldırılarda, DEAŞ gibi terör ve fitneleri kullanarak İslâm'a, Kur'an'a, Resulullah Aleyhisselâm'a yaptıkları hakaret ve kara propagandalarda, FETÖ'ye sahip çıkmalarında ... bunların bu kin ve kötü niyetleri gün gibi ortadadır. Yakın tarihimiz bunların alçaklık ve düşmanlıkları ile doludur.
Bunlardan asla dost olmaz, asla yaptıkları anlaşmalara güven olmaz. Ele geçirdikleri ilk fırsatta ihanet etmekten çekinmezler.
"Sen kendileriyle andlaşma yaptığın halde, onlar her defasında hiç çekinmeden andlaşmalarını bozarlar." (Enfal: 56)
Bu böyle olduğu halde, bu ülke yıllarca bunların peşinden koştu, ne olur bizi aranıza alın diye adeta yalvardı. Avrupa Birliği'ne üyelik sürecinde bizi kapılarında süründürdüler. Her türlü hakareti yaptılar, sonunda üyelik müzakerelerini durdurdular.
"AB dayatmalarının benzerini Osmanlı'nın son zamanlarında da yaşadık. Ve böylece Osmanlı İmparatorluğu'nun, koca bir devletin yıkımına şahit olduk. Aynı tavizleri şimdi bizden istiyorlar." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HÂİNLERİN İÇYÜZÜ", s. 172)
15 Temmuz'da FETÖ başarısız olup arzu ettiklerinin tam tersi bir manzara ile karşılaşınca açıkça niyetlerini ve düşmanlıklarını izhar ettiler. PKK'ya, FETÖ'ye aleni destek verdiler, ekonomik saldırılar, silah ambargoları ile bizi cezalandırmaya, sindirmeye çalıştılar. PKK'ya tırlarla her türlü silahı gönderdiler, göndermeye devam ediyorlar. Fetullah Gülen başta bütün FETÖ mensuplarını bağırlarına bastılar, Türkiye aleyhine yaptıkları faaliyetlere halen yol veriyorlar. Yunanistan'ın bütün çirkefliklerine ve hakkaniyetsiz taleplerine destek verdiler, Güney Kıbrıs'ı bütün adanın temsilcisi gibi Avrupa Birliği'ne üye yaptılar. Türkiye'yi F-35 projesinden çıkartmakla kalmadılar, parasını verdiğimiz, Amerika'da teslim aldığımız, artık bizim malımız haline gelmiş, üzerine Türk bayrağı işlenmiş 4 adet F-35 uçağımıza el koydular, göndermediler. F-16 istedik onda bile bütün kinlerini, düşmanlıklarını ortaya seriyorlar. Oysa Yunanistan'a F-35 dahil ne isterse veriyorlar. Mavi Vatan'ı savunduğumuz için Yunan'ı her türlü anlaşmayla, silahla, üsler kurmakla, uçak, gemi her türlü silahı vermekle desteklediler, Türkiye'ye karşı kışkırttılar. Suriye'ye düzenlediğimiz harekâtlar, topraklarını işgalden kurtaran Azerbaycan'a verdiğimiz destek sebebiyle bize silah ambargosu uyguladılar, aleyhimizde işbirliği yaptılar.
"Allah sizinle, ancak din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir." (Mümtehine: 9)
Küffar Batı tarih boyu Haçlı seferlerinden günümüze; Selçuklu'yu, Osmanlı'yı ve bugün de bu ülkeyi, Türkiye'yi ortadan kaldırma, bu milleti yok etme niyeti taşımakta ve bunun için yılmadan çalışmaktadır. Türklerin, bu İslâm milletinin bu coğrafyayı vatan edinmesini hazmedemişlerdir. Bu böyledir. Avrupa'nın hıristiyanları olsun, Amerika'nın Evanjelikleri olsun nihai hedefleri bu vatanı ele geçirmek, bu vatandaki Türk varlığını yok etmektir.
Zât-ı âlileri bunu seneler evvel görmüşler, şöyle buyurmuşlardı:
"Binaenaleyh, hasmımızı tanımamız ve çok uyanık olmamız icabediyor. Zira Amerika olsun, Batı olsun bu İslâm milletini silâh ile yıkamayacağına kani olduktan sonra yaklaşık 300 yıldır Haçlı seferlerinin şeklini değiştirmiş, öncelikle iç bünyemizi ve manevî değerlerimizi bozmak ve yıkmak için sinsice çok büyük bir gayret içerisine girmiştir. Bu veçhesiyle Haçlı seferleri büyük bir kin ve vahşetle devam etmektedir. Her türlü işkence vahşet yöntemini insan bedeni üzerinde pervasızca uygulayan Batı ülkeleri, benzer bir vahşet ve yok etme duygusuyla bizim dini ve manevî değerlerimizi, millî duygularımızı yıkmak, parçalamak için elinden gelen her yolu kullanmaktadır." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HÂİNLERİN İÇYÜZÜ", s. 330)
Ne kadar şayan-ı hayrettir ki; tarih boyunca ve bugün bize bu derece kötülük ve düşmanlık yapan, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i ve Kur'an-ı kerim'i aşağılamaya kalkan Batı medeniyeti ve topluluklarına, bizi kendi içlerine kabul etmeleri için çırpınıyoruz.
Amerika öncülüğündeki Batı Devletleri bize düşmandırlar. Bu düşmanlıklarının icaplarını her daim yapıyorlar. Fakat henüz bu düşmanlıklarını resmen ilan etmiş değiller. Bugün için Rusya, İran ve Çin'i resmî düşman olarak ilan ediyorlar. Son NATO zirvesinde bunun kararını da imzaladılar. Bu düşmanlıklarında kendi amaçları için Türkiye'yi kullanmak istiyorlar. Türkiye'yi yıllardır İran ile Rusya ile kapıştırmak, karşı karşıya getirmek için türlü entrikalar çevirdiler. Türkiye bu oyunlara gelmedi.
Türkiye Batı'nın taleplerine karşılık bazı pazarlıklar yapıyor. İsveç'in NATO üyeliğini onaylama karşılığında; silah ambargosunun kalkması, Avrupa'ya vize kısıtlamasının kaldırılması, teröre karşı ortak hareket edilmesi gibi konuları masaya koydu, pazarlıklar yaptı. Bu pazarlıklar esnasında -bizi aralarına almayacakları gün gibi ortada olmasına rağmen- tekrar Avrupa Birliği'ne girme niyetinin beyan edilmesi büyük bir şaşkınlığa sebep oldu.
Böyle bir şart dile getirilmesinin arka planında ne var bilemiyoruz, ancak unutulmaması gerekir ki; Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girme talebi devletler arası müzakere ve anlaşmalar yapılmasından, herhangi bir uluslararası topluluğa dahil olunmasından öte anlamlar taşıyan bir durumdur.
Avrupa Birliği "Küffar Birliği"dir. Türkiye'nin bu birliğe girmeye can atması İslâm'ın izzetine hâlel getiriyor; müslümanların gönüllerinde kararsızlık oluşturuyor, küffarı düşman bilmesine, küffarın küfrüne buğz etmesine mâni oluyor. İmanlara zarar veriyor, İslâm ülkelerine, dünya müslümanlarına yanlış istikamet çiziyor. Diğer yandan FETÖ'yü, PKK'yı ümitlendiriyor, çünkü Batı'nın en sinsi düşmanlıklarının başında demokrasi, hukuk adı altında terör örgütlerine destek vermesi gelir.
Türkiye dünya üzerindeki herhangi bir devlet değildir. Türkiye Osmanlı'nın devamı ve varisi, Türkler tarafından kurulan büyük devletler silsilesinin son halkası olarak İslâm dünyasının temsilcisi ve lideri konumunda bir ülkedir.
"Dünyada esaret altında bulunan bilcümle müslümanların yegâne ümit kaynağı olan İslâm diyârı olan Türkiye değil midir?" (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, Sözler ve Notlar 5", s. 478)
"Dikkat ederseniz, işgal altındaki müslümanların tek ümidi Türkiye'dir. En çok buraya gönül bağlarlar. Ümitleri ve gönülleri bu vatandadır." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Sözler ve Notlar 5", s. 494)
Bizi almayacakları çok aşikâr olan, akıbeti de pek parlak olmayan bu küfür birliğine bizi alın diye yalvarmak ne İslâm'ın izzetine, ne bu büyük milletin şevketine yakışmaz.
İngiltere bile hıristiyan bir devlet olduğu hâlde, kendi emperyal gayesi için bu birlikten çıktı. Biz ise hâlâ girmeye çalışıyoruz.
Binaenaleyh devletler arası ilişkilerde bir vakuriyet en çok Türkiye'ye yakışır. Avrupa Birliği'ne girme niyetinin beyan edilmesi bir oyundan mülhem taş verip taş almaya benzetilemez. Bu mevzu oyun değildir, İslâm'a, imana taalluk eden bir mevzudur.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah'a âittir." (Nisa: 139)
"Kim izzet ve şeref istiyorsa, bilsin ki izzet ve şeref bütünüyle Allah'ındır." (Fâtır: 10)
"Bugün memleketimiz ve dinimiz üzerinde en büyük çalışmayı Amerika yapıyor. İslâm'ı yıkmaya çalışıyor. Amerika'ya hizmet eden de İslâm'ın yıkılmasına hizmet etmiş oluyor. Bunların durumu budur. Maksatları İslâm'ı yıkmaktır. Bu güzelim vatanı bölmek için, küfrü yaymak için çok çalışıyorlar." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Biz Küfrü Hoş Görenlerden Değiliz", 2005, s. 149)
Osmanlı Birinci Dünya Savaşı'nda yenilip bitme noktasına geldiğinde bağımsızlığın mümkün olmadığını büyük bir devletin mandası altına girilmesi gerektiğini savunan bir zümre vardı. Ve fakat çok şükür Türkiye büyük bir mücadele verdi, Kurtuluş Savaşı ile bağımsızlığını kazandı. Ancak yukarıda bahsettiğimiz Batıcılık, "Küfrü hoşgörü" fitnelerinin ve kendini küçük görme hastalığının tesiri sebebiyle bu "Mandacı zihniyet" kaybolmadı. Osmanlı'nın son zamanlarında "Amerikan mandası"nı savunanlar 1940'lı yıllarda yönetimde söz sahibi oldu ve ikili anlaşmalarla bağımsız Türkiye'yi adetâ bir Amerikan mandası altına soktular. NATO'ya girişimiz bunun tuzu biberi oldu. Ülkenin Milli Eğitim, Milli İstihbarat gibi kurumları Amerika'dan alınan talimatlarla yürütülür hâle geldi. Amerika, NATO güdümlü darbelerde Amerikancı olmayan subaylar ordudan temizlendi, Amerika'da eğitim alan Türk subaylarından Amerikan hayranlığına kapılanlar öne çıkartıldı. En son FETÖ'nün kumpas davaları ve 15 Temmuz'da yapmaya çalıştığı gibi. Bu Amerikan etkisi devletin her yerinde kendisini gösterdi.
Bu etki sebebi ile kendi silah fabrikalarımızı soba fabrikası yaptık, uçak fabrikalarımızı kapattık. Kendi otomobilimizi yapamadık.
Türkiye'nin eğitim sistemi Batı karşısında ezik, biz bir şey yapamayız diyen nesiller yetiştirdi.
Denilebilir ki Türkiye Amerika ve NATO'dan faydadan çok daha fazla zararını görmüştür.
Zira bütün bu bağımlılığa, müttefik olmamıza rağmen iki yüzlü bir maskenin altından en büyük düşmanlıkları bunlar yaptı.
Kıbrıs'ta soykırım yapılırken 1964 yılında Türkiye müdahale kararı aldığında Amerikan başkanı Johnson kaba ve küçük düşürücü ifadeler ve verdiğimiz silahları kullanamazsınız gibi tehditler içeren bir mektup gönderdi. Bu mektup suratımıza inen büyük bir şamar oldu. Kıbrıs'a müdahale edebilmek için 10 yıl bekledik. Haklı davamızda Kıbrıs harekâtından sonra konulan silah ambargosu ikinci büyük tokat oldu. Ve bugün Türkiye kendi silahını yapıyor diye gizli bir ambargo uyguluyorlar. Atak helikopterini Pakistan'a satmak istedik motor vermeyiz dediler, Fırtına obüsünü, motor yerli olmadığı için Azerbaycan ve diğer ülkelere sattırmadılar.
Bizim sanayileşmemizi engellemek istediler. Savunma sanayiinde olduğu gibi sivil sanayiide de yapılanlar bunlara rağmen yapıldı. Sümerbank'ın Kayseri tekstil fabrikası, İskenderun Demir-Çelik, Seydişehir Alüminyum, Aliağa Petrol Rafinerisi gibi büyük sanayi tesislerini ogünki Rusya'nın desteği ile kurduk. Yıllar yılı nükleer santral kurmamıza engel oldular. Yine Rusya ile anlaşarak kuruyoruz. Zira bizimle iş yapmak isteyen ülkelere de engel oldular. Denizlerimizde petrol ve gaz aramak için gemiler aldık. Bu gemilerde çalışması için gelen yapancı mühendislere bile başka yerde çalışamazsınız diye ambargo koydular. Birçok yabancı mühendis Türk vatandaşlığına geçmek zorunda kaldı. Bunun gibi her alanda Türkiye'nin bir adım ileri gitmesini istemediler, engellediler, ve hâlen istemiyorlar, engellemeye çalışıyorlar.
Türk basınında, zihinlerde öyle bir tasallut vardı ki; Amerika'nın PKK terörüne verdiği destek 1990'lı yıllarda söylenti gibi dolaşıyor, Amerikan helikopterlerinin PKK'lı teröristlere yardım atması gibi haberler gizli bilgi kabilinden ortada geziyordu. Bu haklı davamızda da Almanya olsun, Avrupa olsun düşmanlıklarını esirgemedi, verdiğimiz silahları PKK'ya karşı kullanamazsın dediler.
Bugün öyle bir noktaya geldi ki; artık bu düşmanlık aleni yapılıyor. PKK'ya devlet kuruluyor, tırlarla silah veriliyor, her türlü askeri eğitim ve destek veriliyor. Ermenistan mevzuunda öyle, Yunan, Kıbrıs mevzuunda öyle. Saymakla bitmeyecek düşmanlıklarla karşı karşıyayız. S-400'ü bahane ederek yaptıkları ortada.
Zihinlerde öyle bir Batı prangası oluşmuş ki, Batı'nın küfrüne karşı hoşgörü fitnesi öyle bir yerleşmiş ki, bütün bu düşmanlıklara rağmen topyekün milli bir duruş ve bakış açısı, bir vakuriyet ortaya koyamıyoruz.
Ey necip millet!
Ey bin yıldır kahramanlık destanları yazmış gazi ataların torunları!
Bize düşen atalarımızın o kutlu yolundan yürümek ve onlara yakışan bir duruşa sahip olmaktır.
Devlet olarak silah olsun, ekonomi olsun, eksiklerimiz olduğundan bazı anlaşmalar yapılıyor. Ancak bütün bunlar İslâm'ın ve imanın izzet ve âliliğine hâlel getirmeden yapılmalıdır.
Bizi aralarına almadıkları topluluklarına girmek için kapılarına gidiyoruz, her seferinde kapı yüzümüze kapandığı hâlde defaatle ayaklarına varıyoruz.
Halbuki bizi almak isteseler bile "Hayır, biz istemiyoruz, bizim öncülük yapabileceğimiz, birlik olabileceğimiz, çok büyük bir dünya var. Siz çöküyorsunuz, size payanda olacağımıza İslâm ülkelerine lokomotif oluruz" diyebilmemiz lâzım. "Biz Hazret-i Kur'an'ı yakan, Resulullah Aleyhisselâm'a hakaret eden, bağnaz, yobaz, kutsallarımıza saygı duymayan, düşmanlık niyeti taşıyan Batı zihniyetini reddediyoruz. Sizi bu çirkin niyetinizi değiştirmeye, bize, inancımıza, kutsal değerlerimize saygı duymaya davet ediyoruz." diyebilmemiz lâzım.
Bu sözler millet olarak hepimize.
"Avrupa Birliği'ne girmek istiyoruz." denilince büyük bir koro "İstikametimiz tekrar rayına girdi" diye memnuniyet ifade ediyor. Müslümanım diyen de böyle, herkes böyle. Küffar kendi çıkarı için bize taviz verdiğinde hemen "Dost" muhabbetleri başlatıyoruz.
Yani iş devletlerarası ilişkinin ötesinde; bir zihniyet, iman noktasında bir zaafiyet meselesidir.
"Bir müslüman bir münâfığa veya bir kâfire muhabbet edip onunla dostluk kurarsa onlardan olur. Hemen oraya atılıyor. Allah-u Teâlâ hiç bakmıyor. O'nun gadabı âni olur. Onun için sen sen ol haddini bil!" (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HÂİNLERİN İÇYÜZÜ", s. 25)
Görüldüğü üzere bizim yaşadığımız badirelerin en büyük sebebi gönüllerimizdeki işgaldir. Yıllardır PKK'ya, terör zihniyetine verilen tavizlerin sebebi budur. Batı öyle istediği içindir.
15 Temmuz tarihinde görevde bulunan eski Özel Kuvvetler Komutanı, Emekli Korgeneral Zekâi Aksakallı M5 Savunma Strateji dergisine verdiği mülâkatta bu hususta şu değerlendirmelerde bulunmaktadır:
"NATO, genelde ABD çıkarlarına göre hareket eden bir örgüttür. Tarihsel süreç içerisinde NATO'nun Türkiye'ye olan fayda ve zararları çok iyi incelenmesi gereken bir konudur. Kanaatimce NATO, Türk ordusunun çağın gerekliliklerine göre gelişimini geciktirmiş ve engellemiştir. NATO, Amerikan stratejisi ve çıkarlarına göre hareket ettiğinden darbelerdeki etkisi de yadsınamaz."
NATO'dan, Amerika'dan gelen düşmanlıklara dair diğer bazı beyanları da şöyledir:
"15 Temmuz ihanet girişiminden 40 gün sonra başlayan Fırat Kalkanı Harekatı'nda ABD'nin çirkin yüzünü bir kez daha gördük. 11 Kasım 2016 tarihinde harekatın son safhası olan EL-BAB bölgesine yöneldiğimizde ABD, harekat alanında PKK, PYD, DEAŞ dahil bütün terör örgütlerini destekleyerek karşımıza çıkarmıştır. Rusya ve rejim de aynı hedefte birleşerek karşımıza çıktılar."
"Bu tecrübeler bize şunu gösteriyor; üzerinde bulunduğumuz coğrafyada tam bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti istenmiyor ve istenmeyecektir."
"FETÖ; CIA, PENTAGON, CENTCOM ve ülkemizi hedef alan devletler ve istihbarat servisleri tarafından desteklenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni parçalamaya yönelik girişimdir. Eğer başarılı olunsaydı kukla bir yönetimle ülkenin adım adım parçalanma sürecine gireceğini değerlendiriyorum."
ABD'yi "sözde müttefik" ve 15 Temmuz'u da ABD'nin Türkiye'nin bekasına yönelik bir faaliyeti olarak tanımlayan Aksakallı şöyle söylüyor:
"Yakın tarihimizde sözde müttefikimiz ABD'nin kendi çıkarlarına ve stratejik hedeflerine göre PKK, PYD, DEAŞ, FETÖ ve içimizdeki diğer gayri milli unsurlar vasıtasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin bekasına yönelik faaliyetlerini yakından biliyoruz. 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimi de bunlardan biridir. 15 Temmuz'a gelmeden önce sahada bizlerin iyi niyet ve samimi iş birliklerimize rağmen her zaman bir şekilde ihanete uğradığımızı gördük. 2011 yılında Uludere olayı bir istihbarat tuzağıydı. CIA tarafından içimizdeki FETÖ ve PKK iş birliği ile planlanmıştır. 2015 yılı eylül ayından sonra Ağrı, Tendürek, 40 gün süren Doski Vadisi-İkiyaka Operasyonlarında FETÖ mensubu askerlerin operasyonları engelleme ve ihanetleri devleti zaafa uğratma süreçleri yaşandı."
Bir başka generalimiz Emekli Tümamiral Cihad Yaycı da bir konuşmasında şöyle söylemektedir:
"Çok önemli bir hususu söyleyeceğim şimdi. Devleti yönetenlere sesleniyorum. Çok büyük bir tehlike ile karşı karşıyayız. FETÖ yeniden güçlendi. Ben bunu epeydir söylüyorum. Dün izledim, Zekâi Paşam da onu söyledi. Çok net şunu söyleyeyim. Örneği biziz. FETÖ ile mücadele eden kim varsa tasfiye oldu. ... Devlette FETÖ'nün %80'i duruyor." (Cihad Yaycı, Habertürk TV, 16.07.2023)
Bunların Türkiye'de, güzel vatanımız üzerinde gözleri ve emelleri var. Zira bu vatan çok güzel ve çok kıymetli.
Muhterem Ömer -Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurmuşlardı:
"Bugün Türkiye'nin etrafında ateş çemberi vardır. ABD müttefik göründüğü günlerde dahi dâima düşmanca niyetler ve gayeler taşımıştır. Bilimde ilerlememizi engellemiş, kültürel değerlerimizi yozlaştırmak istemiştir. Bugün de aynı maksatlarla hareket ettiği gibi, vatanımıza kastetmek, milletimize nifak sokmak, ülkeyi parçalamak, hatta İslâm'ı bozarak kendi gayesine uygun bir din ihdas etmek istemektedir. AB de benzer maksatlarla maddî manevî değerlerimizi elimizden almak istiyor. Zira bunların tarihten gelen Haçlı zihniyeti hiç sönmemiştir. Tepki çekmemek için öz niyetlerini gizlerler. 1000 yıldır İslâm'ın bayraktarlığını yapan Türk milletini sevmezler. Mümkünse soyunu kurutmak ya da Anadolu'dan kovmak isterler. Mümkün değilse cihad ruhunu ve savaşçı hasletini köreltmek için çalışırlar. Zira hâlâ "Türk"ten korkarlar. Korkarlar çünkü bunların zihninde ve siyasetinde harp, katliam önemli bir mevki işgal eder. Bu zihniyetin önünde yüzlerce yıl bir dağ gibi duran, küfür saldırılarını göğsünde parçalayan bu millet bu zihniyetin ve sömürgeci akbabaların önündeki en büyük engeldir.
Bu sebeple bu milletin din ve vatan duygularını yok etmek, halkımızı dinden uzaklaştırmak ve birbirine düşürmek istiyorlar." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HÂİNLERİN İÇYÜZÜ", s. 596-597)
ABD'nin oyunlarına, gizli planlarına, tezgâhına gelmemek lâzımdır.
40 yıldır Türkiye'ye saldıran PKK terör örgütünün en büyük destekçisi Avrupa ve Amerika'dır. Amerika silah, teçhizat, para, eğitim ile destekledi. Ne zaman sınır ötesi operasyon yapacak olsak engellemeye çalıştılar. Güneş harekâtında olduğu gibi, Suriye sınırındaki harekâtlarımızda olduğu gibi bazı operasyonları tamamlamamıza engel oldular. Bugün de ABD ve NATO ve AB üyesi Avrupalı devletler PKK'yı desteklemeye devam ediyorlar.
FETÖ'yü destekleyen koruyup kollayan da Avrupa ve Amerika'dır.
Amerika Fetullah Gülen'i Türkiye'ye İslâm'a karşı kullandı, sonra darbe yaptırdılar. Hâlâ koruyor, besliyor, vermiyor, hiçbir şekilde hukuk önüne çıkmasına müsade etmiyor.
Avrupa da bütün FETÖ'cülerin icraatlarına devam etmesine, ülkelerinde barınmasına izin veriyor.
Bugün İsveç meselesinde Türkiye İsveç'i, NATO'yu teröre karşı hareket etmesi, terör desteğini kesmesi için zorluyor. Göstermelik bir şeyler yapıyorlar, ancak terör örgütleri faaliyetlerine devam ediyor. Türkiye bastırırsa İsveç'ten alırlar, başka ülkeye kaydırırlar. Çünkü küffar ülkeleri paralel çalışıyor.
İsveç'te mütemadiyen Kur'an-ı kerim yakma eylemleri yapılıyor. Hangisi yapma diyor. Resulullah Aleyhisselâm'a yapılan hakaret ve saldırılar ilk Danimarka'da yayınlanınca İslâm âlemi tepki göstermişti. Özür dileyecekleri yerde Fransa, Hollanda gibi ülkeler destek verdiler, hatta daha da azgınlaştılar.
Hadis-i şerif'te buyurulduğu üzere;
"Küfür tek millettir."
NATO'ya İsveç'in girmesini istiyorlar, bu kadar baskı yapıyorlar. Oysa NATO ülkesi ve Karadeniz'den Rusya ile komşu olan Türkiye'nin güvenlik endişelerini hiçe sayıyorlar; F-35 vermiyor, F-16 vermemek için ayak diriyor, örtülü bir silah amborgosuna devam ediyorlar.
Onun için burada büyük oyun, kötü niyet aramak lâzım.
İktisadi, mali meseleler beka meselesi olmamalıdır. Beka meselemiz iman-vatan olmalıdır. Çünkü bu necip millet en son 15 Temmuz'da olduğu gibi yeri geldiğinde dini, imanı, vatanı, devleti için canını hiçe saydı. Yine gerekli desteği verir ancak topyekün bir mücadele, ekonomik seferberlik olması lazım. Sadece fakire, orta direğe yüklenmekle bu desteği beklemek boştur.
Vergi adaleti herkesin dilinde, ancak en az vergiyi verenler milyonlarca, hatta milyarlarca lirayı fâize yatırıp devletin, milletin sırtından para kazananlar.
Bir insan yahut bir millet gayesinin ulviyeti derecesinde, ihlâsı, niyetinin halisliği nispetinde Allah katında değer kazanır. Atalarımız, hususiyetle Osmanlı atamız yüzyıllarca küffarla cihad ruhuyla mücadele etti, padişahları gazilik ünvanını her rütbenin üstünde gördü. "İlâ-yı Kelimetullah", Allah'ın adının ve dininin yücelmesi için can verdi, can aldı. Cihan hakimiyeti mefkûresini "Nizâm-ı âlem" olarak vasıflandırdı. Mazlumlara, bütün milletlere adaleti, hak ve hakikati götürmeye çalıştı. Daima ulvî bir gayeyi yüreğinde taşıdı.
Bu sebeple Allah-u Teâlâ'nın sevgisine; Mâide Sure-i şerif'inin 54. Âyet-i kerime'sinin tecellisine mazhar oldular:
"Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse, Allah onun yerine ileride öyle bir millet getirir ki; Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler. Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı başları dik ve güçlüdürler. Allah yolunda cihad ederler. Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah'ın öyle bir lütfu ihsanıdır ki, onu dilediğine verir. Allah'ın lütfu geniştir, her şeyi bilendir." (Mâide: 54)
Resulullah Aleyhisselâm onlar hakkında "Ne güzeldirler." buyurdu:
"Kostantiniyye muhakkak fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır, onu fetheden askerler ne güzel askerlerdir!" (Ahmed bin Hanbel; Müsned, c. 4, s. 335)
Hadis-i şerif'i ile şerefyap oldular.
Dünyevî ihtiras ve kuru bir saltanat peşinde koşmadılar. Târih boyunca iman ve adâlet bakımından eşine-benzerine rastlanmayan bir devletin kurucusu ve bu devletin şanlı hükümdarlarının atası olan Osman Gâzî, oğlu Orhan Gâzî'ye şöyle vasiyette bulunmuştu:
"Allah'ın buyruğundan gayrı iş işlemeyesin. Bilmediğini şeriat ulemâsından sorup anlayasın. İyice bilmeyince bir işe başlamayasın. Sana itaat edenleri hoş tutasın. Askerine in'am ve ihsanı eksik etmeyesin ki, ihsanın kulcağızadır. Zâlim olma! Âlemi adaletle şenlendir. Cihadı terk etmeyerek beni şâd et. Ulemâya riâyet eyle ki, şeriat işleri nizam bulsun. Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbal ve hilm göster. Askerine ve malına gurur getirip şeriat ehlinden uzaklaşma!
Bizim maksadımız kuru bir kavga ve cihangirlik davası değildir. Yolumuz Allah yoludur. Maksadımız Allah'ın dinini yaymaktır."
Demek ki bir müslümanın gayesi Hazret-i Allah, Hazret-i Resulullah olmalı, İslâm'ı yaymaya çalışmalıdır.
Tarih-i Cevdet'te rivayet edilen bir vasiyeti de şöyleydi:
"Benden sonra saltanat makamına geçeceksin! Bu makâmın rükün ve gereklerinden olan 'et-Ta'zîm li-emri'llâh ve'ş-şefkatü 'alâ halkı'llâh': 'Allah'ın emirlerine tâzim ve mahlûkâtına şefkat göster!' rehberini başının üstünde tutacak ve İ'lâ-yı Kelimetullâh hayırlı netîcesini taleb ve tahkîk ederek Allah yolunda cihâd ve gazâya çokça gayret edeceksin!" (Ahmed Cevdet Paşa, "Târîh-i Cevdet", c. 3, s. 307, bas.:İstanbul, 1273.)
Onun bu öğüdünü kendilerine rehber edinen Osmanlı pâdişahları "İ'lâ-yı Kelimetullah" uğrunda asırlar boyu at sırtında cihad bayrağını taşımışlar; saltanatları süresince kendilerine emânet edilen halka dâimâ şefkat, merhamet ve adâletle muâmele ettikleri gibi; dünyanın her tarafındaki müslümanları ve müslim-gayr-i müslim bütün mazlumları ellerinden geldiğince koruyup kollamaya çalışmışlardı.
Nitekim Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri değişik vesilelerle bu hakikati bizlere duyurmaya çalışmışlardı:
"Osmanlı padişahları harbe giderken "Ya Rabb'i! Bu memleket sana emanet." dediler.
Evet ve hâlâ O'nun bereketi ile ayakta duruyor. Elhamdülillah! Çünkü onları Hazret-i Allah'a emanet ede ede, ede ede... Ee O'na emanet etmekten daha emniyetli bir yer olmaz.
"İşte onlar Rabb'leri yolunda olanlardır." (Bakara: 5)
İlâhi lütfa mazhar olan emr-i ilahi'ye riayet ederlerdi. Harbe çıkarken niyetleri halis idi. Gayeleri küffarı silip nuru yaymak idi. Allah-u Teâlâ'ya niyazla, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e Salat-ü selâm'la, zamanın velileri ile istişare yapmakla müminlerin dualarını alırlardı.
Şerefli tarihimize bakıldığında Sultan Alparslan'dan tutun, daha birçok güzide komutan ve idareci nasıl hareket etti, Hazret-i Allah'a nasıl sığındı? Bunları unutmamak lâzımdır.
Osmanlı padişahlarına, kumandanlarına dikkat edin; Allah-u Teâlâ'ya nasıl yalvardılar, nasıl secdeye kapandılar? Az bir kuvvetle çok büyük kuvvetleri nasıl yok ettiler?
Bütün bunlar Allah-u Teâlâ'nın lütuf desteği ile oldu.
Hazret-i Allah Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Eğer Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz (sarılırsanız), Allah da sizi muvaffak eder ve ayaklarınızı sâbit kılar." (Muhammed: 7)"
"Hakiki İslâm kumandanları İslâm'ın şerefini temsil ettiler, şeref ve kudret sahibi Hazret-i Allah'a teslim oldular. Küfre ve küffara zerre iltifat etmediler. Küfrü ortadan kaldırmak için cihad ettiler. Küfür kalelerini birer birer yıktılar, dünyayı küffara dar ettiler.
Zira onlar Allah ve Resul'üne imanlarının bir tezahürü olarak yalnız Allah-u Teâlâ'ya dayanır, yalnız O'na güvenirlerdi.
"Allah öyle bir Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. Müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler." (Teğâbün: 13)
Âyet-i kerime'sinin tecelliyatına mazhar olmuşlardı." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HÂİNLERİN İÇYÜZÜ", s. 259)
Bizlere çok büyük bir miras bıraktılar. Bu miras sebebiyle bugün müslümanlar bizden tekrar eski şevketimize kavuşmamızı bekliyor. Dünyayı zorbalıkla esir eden küresel hegemonyacılar karşısında kazandığımız her mevziyi büyük bir sevinçle karşılıyor.
Binaenaleyh böyle bir mirasın sahibi olan bu büyük devlete Avrupa Birliği'nin, Küffar Birliği'nin peşinden koşmak, onların bir parçası olmaya çalışmak asla yakışmaz, büyük bir zuldür.
Zira başta Amerika ve küffar Batı yeryüzünün en büyük bozguncularıdır ve Allah bunları sevmez:
"Allah bozguncuları sevmez." (Kasas: 77)
İman nurdur, ışıktır, aydınlıktır.
İman nezafettir, nezâkettir, saâdettir, doğruluktur.
İnsan denilen hazinenin cevheri imandır. İnsan vücudu o cevherle nurlanır, gönüller o nurla aydınlanır.
Dünyanın hakikati imanla bilinir. Dünyaya geliş maksadının sermayesi imandır.
Ahiret yurdu imanla kazanılır, azaplardan imanla kurtulunur.
Hakiki dostluklar iman sebebiyle kurulur, gerçek sevgiler iman sayesinde tezâhür ederler. Her türlü düşmanlıklar iman nuru ile dostluğa dönüşür.
İman dünya saâdetini ahiret selâmetini kazanmanın anahtarıdır. O anahtarla, açılmayan kapılar açılır, zorluklar kolaylaşır, güçlükler hafifler, uzunlar kısalır, üzüntünün adı sevinç olur.
İman karanlıklardan kurtulup aydınlığa kavuşmanın sebebi olduğu gibi, iman eden topluluklar da aydınlığın temsilcisi, insanlığın öğretmeni, medeniyetin önderi olmuşlardır.
"Allah iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan kurtarıp nura çıkarır." (Bakara: 257)
İmanın "Nur" ile ifade edilmesinden daha derin ve şümullü bir tâbir bulunamaz.
Allah-u Teâlâ iman edenlerin hâl ve ahvâllerini bizzat kendisinin düzelteceğini, onları karanlıklardan kurtarıp, nûra, aydınlığa çıkartacağını vaad ediyor. İnsanı yaratan Cenâb-ı Allah olduğu gibi, onu karanlıklardan aydınlığa çıkartacak olan da Cenâb-ı Allah'tır.
İman etmeyen kimsenin bu aydınlıktan, nurdan nasip alması mümkün değildir.
Ahiret yurdu imanla kazanılır.
"İman edip Allah'tan korkanları ise kurtardık." (Neml: 53)
Gerçek sevgi iman sayesinde tezâhür eder.
"İman edip sâlih ameller işleyenler için Rahman bir sevgi peyda edecektir." (Meryem: 96)
İslâm düşmanlıkları dostluğa dönüştürür.
İman, dünya saâdetini ahiret selâmetini kazanmanın anahtarıdır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Kim de Tağut'u inkâr edip Allah'a inanırsa muhakkak ki o, kopması mümkün olmayan en sağlam bir kulpa sımsıkı yapışmış olur." (Bakara: 256)
İman, aslâ kopmak bilmeyen sağlam bir kulp gibidir. O kulpa sarılan kişi kurtuluş yolunu aslâ kaybetmez, şaşkınlık içinde bocalamaz. İman ile küfür, hak ile bâtıl, hidayet ile dalâlet, nur ile zulmet, saâdet ile felâket apaçık delillerle birbirinden ayırt edilir haldedir.
Temizlik ancak iman etmekle mümkündür.
"De ki: Murdarla temiz bir olmaz, murdarın çokluğu hoşuna gitse de bu böyledir." (Mâide: 100)
Kötü, pis olan ne ki varsa, çok olsa da fayda vermez, hiç değeri yoktur, sonu güzel olmaz.
Küfür necâsettir, pisliktir, murdarlıktır.
Küfür karanlıktır, zulümdür, şiddettir.
Küfür üzüntüdür, sıkıntıdır, perişanlıktır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde buyurur ki:
"Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir necis (pislik)tir." (Tevbe: 28)
Çünkü abdest almaz, gusül etmez.
"Siz onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır." (Tevbe: 95)
Murdardır; murdar yer, haram yer, domuz yer.
Onlardan kaçınmak, uzak durmak ve onlarla olan dostluğu kaldırmak gerekir.
Tıpkı kendisinden kaçınılması gereken pis koku gibidir.
"O murdarlığı aklını kullanmayanlara verir." (Yunus: 100)
Niçin pis, niçin necis, niçin murdardırlar?
Onlar Allah-u Teâlâ'nın nazargâhı olan kalplerini şirk, küfür ve isyan murdarlığıyla kirletmişlerdir. Rabb'lerinden tertemiz gelen ruhlarını küfür karanlığına itip tanınmaz bir hâle sokmuşlardır.
Şirk mânevi pisliklerin en fenâsıdır. Onlarda mânevî murdarlık vardır. İçleri pis olduğu için onlar pisliğin bizzat kendisidirler. Gözle görülen cismani pisliklerden nasıl sakınmak gerekiyorsa, buluşması daha çabuk, zararı daha fazla olan ruhânî ve ahlâkî pisliklerden de daha öncelikli olarak sakınmak ve uzak durmak gerekir. Dışarıdan görünmese bile içleri kesinlikle pistir, niyetleri ve ruhları habistir.
Allah-u Teâlâ onların necis olduklarını bildirdi ki küfürde inad eden kâfirleri ıslaha çalışmak beyhudedir. Hiçbir öğüdün onlara faydası yoktur, hiçbir şey onları ıslah etmez. Çünkü onlar tıynetlerinde bulunan habâset ve necâset sebebiyle temizlenmeleri mümkün olmayan pisliklerdir.
"Kâfirlere gelince, onları ikaz etsen de etmesen de onlar için birdir, onlar iman etmezler.
Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerine perde inmiştir. Onlar için büyük bir azap vardır." (Bakara: 6-7)
Onlar tıpkı kendisinden kaçılması gereken pis koku gibi ruhları ve amelleriyle murdardırlar. Daima pislik içinde olan kimsenin her tarafı pislikle mülevves olduğu gibi, kâfirler de daima şirk içinde bulunmaları sebebiyle necistirler. Allah-u Teâlâ onlardan aslâ hoşnut değildir.
İnsanlar arasına atılan kokmuş bir ceset nasıl ki insanları rahatsız ederse, bunlar da inanmış insanları öyle rahatsız ederler. Bütün varlıkları ve bütün hakikatleriyle pistirler. Temiz insanlar onlardan temizlenmek ihtiyacı hissederler.
Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyuruluyor:
"Nihayet murdarı temizden ayıracaktır." (Âl-i imrân: 179)
Allah-u Teâlâ müminlerin kâfirlerle karışık halde bulunmasından hoşlanmaz, aslâ öyle karışık halde bırakmaz. İki grup birbirinden apayrı şekilde kendini belli eder. Allah-u Teâlâ bütün açıklığı ile âleme teşhir eder.
Bakara sûre-i şerif'inin 257. Âyet-i kerime'sinde iman "Nûr" ile ifade edildiği gibi, aynı Âyet-i kerime'nin devamında imanın zıddı olan küfür de "Zulümat" ile ifade edilmiştir.
Allah-u Teâlâ buyurur ki:
"İnkâr edip kâfir olanların dostları ise Tağut'tur. Onları nurdan alıp karanlıklara götürür. İşte onlar cehennemliklerdir, orada ebedî kalacaklardır." (Bakara: 257)
Bu ilâhî beyandan gerçeği anlayın. İman ne büyük nezâfet, küfür nasıl bir necâsettir!
"Allah kime hidayet etmek isterse, onun göğsünü İslâm'a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe yükseliyormuş gibi iyice daraltır.
Allah inanmayanların üzerine işte böyle murdarlık indirir." (En'âm: 125)
Hakk'ın yolundan başka bütün yollar hiç şüphe yok ki zulümâtın tâ kendisidir. Küfrün ve şirkin müdafileri kendilerine tutananları küfre kaydırarak Hakk'tan ve hakikatten uzaklaştırırlar, nuru zulmete, imanın nezâfetini küfrün murdarlığına değişirler, sapmışlık içinde bocalar dururlar.
"Onlar insanları Allah'ın yolundan alıkoyarlar, Allah'ın yolunu eğriltmeye çalışırlar. İşte onlar uzak bir dalâlet içindedirler." (İbrahim: 3)
Küffar milletleri İslâm'ın ve müslümanların düşmanıdırlar, müslümanların başına daima bir gaile çıkarmaktan ve kötülük etmekten başka bir şey düşünmezler. Dinini terkedip kendilerine tâbi olmadıkça, hiçbir müslümandan memnun olmazlar.
Müslümanlarla savaşmak hususunda tarih boyunca daima dinsizlerden yana olmuşlardır. İki yüzyıl boyunca haçlı seferleriyle İslâm beldelerine saldıranlar onlardır.
"Küfür tek millettir. Onlara fırsat vermeyelim. Nitekim bunların hedefi imanı kaldırmak, vatanımızı yağmalamaktır. Bu küfür ehline ve küfür ehline tâzim edenlere itimat etmeyelim.
Zira imansız vatan, vatansız iman müdafaa edilmez. Biri giderse diğeri de gider.
Bunları hoş göreni sen hoş görme ve itimat etme!
"Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur. Sonra yardım da görmezsiniz." (Hûd: 113)" (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HÂİNLERİN İÇYÜZÜ", s. 13)
Allah-u Teâlâ yahudi ve hıristiyanlarla dost olmayı, onlarla aynı safta bulunmayı, onlarla haşır-neşir olmayı yasaklamış, onlara gösterilecek bir dostluğun kötü neticesini Âyet-i kerime'sinde ihtar buyurmuştur:
"Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır. Şüphesiz ki Allah, zâlimler güruhunu hidayete erdirmez." (Mâide: 51)
Yahudi ve hıristiyanlar hiçbir yerde, hiçbir tarihte müslümanlara dost olmamışlardır. Müslümanlarla savaşmakta her zaman için birbirine dost olmuşlardır. İnkâr ve düşmanlıkta birleştikleri için, müslümanlara karşı bir el gibidirler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin! Allah'ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz?" buyuruyor. (Nisâ: 144)
Allah-u Teâlâ'nın emri ve hükmü budur. Bu ilâhi hüküm Allah'ın inanan kullarına kati beyanıdır. Onları dost edinen Cenâb-ı Allah'ın gadabını celbeder.
Bu sert ve şiddetli hüküm, müslümanların onlardan uzak durmalarını ve sakınmalarını ihtar içindir. Bu ilâhî hüküm kesindir, bu böyledir, bunu böyle bilin ve onları öylece tanıyın.
Dikkat ederseniz bütün oyunlar ve plânlar İslâm dini'nin asliyetini, nezafetini bozmak ve müslümanları birbirine düşürüp kuvvetlerini ellerinden almak üzerinedir. Küffar İslâm'ın düşmanıdır. Ve intikam almak ister.
"Onlar düşmandırlar, onun için (kendilerine emniyet etme) onlardan sakın." (Münâfikun: 4)
Tarih bunun örnekleri ile doludur. Hususiyetle bu millete, bu ülkeye karşı ayrı bir kin ve garazları vardır. Zira tarih boyu devam eden iman-küfür mücadelesinde; son bin yıldır İslâm'ın bayraktarlığını bu millet yapmıştır. İslâm'ın bayraktarlığını yapmakla kalmamış, küffarı İslâm'ın çizmeleri altında yaşamaya mahkûm etmiştir.
Kâfirlerin dostluğundan şeref beklemek ne büyük bir dalâlettir.
"Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah'a âittir." (Nisâ: 139)
Allah-u Teâlâ'nın şeref vermediği kimseler hiçbir şekilde şeref sahibi olamazlar.
Allah-u Teâlâ birçok Âyet-i kerime'sinde müslümanlara yahudi ve hıristiyanları tanıtmış, onların fitne ve fesadına karşı emir ve nehiyler koymuştur.
"Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar." (Bakara: 120)
Nitekim Avrupa 50 yıldır Türkiye'yi oyalamaktadır. Avrupa tarihten gelen haçlı kini ile hareket ediyor, intikam almaya çalışıyor.
Ehl-i küfür hiçbir zaman müslümanlara olan düşmanlıklarından vazgeçmez. Avrupa'sı olsun, Amerika'sı olsun, Rus'u olsun 150 yıldır Ermeni'yi, Rum'u kullanıyor. Son yıllarda müslümanlar arasında fitne ve terörü yaymaya çalışıyor. Çok dikkat edilmesi lâzım. Hiçbir ehl-i İslâm'ın bu oyuna gelmemesi gerekir. Küffarla işbirliği yapan, küffarın ekmeğine yağ süren kim olursa olsun İslâm'la ilgisi yoktur.
Allah-u Teâlâ müminlere kâfirleri dost edinmemelerini muhakkak emrettikten sonra, bu emr-i şerif'e uymayanların ise Allah'ın dostluğunu kaybetmekle cezalandırılacağını bildirmektedir.
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Müminler müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, Allah ile bir dostluğu kalmaz." (Âl-i imrân: 28)
Allah-u Teâlâ ile hiçbir ilgileri kalmadığı gibi, Allah-u Teâlâ'nın dininde onların hiçbir yeri yoktur. Aradaki bütün bağlar tamamen kesilmiştir.
Gerçekten de onlar kâfirlerle birliktedirler. Hem onları severler, hem de sevgilerini gizlerler.
Bu ilâhî ferman, Allah-u Teâlâ'nın onların haklarında verdiği hükümdür.
Onları dost edinmek şöyle dursun, onlardan gayet uzak durmak lâzımdır. Allah-u Teâlâ'nın lütfettiği İslâm nimeti unutulmamalıdır.
Allah-u Teâlâ değil onlarla dost olmayı, onlarla oturup kalkmayı bile yasaklamaktadır:
"Allah'ın âyetlerine küfredildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, onlar başka bir söze geçmedikçe yanlarında oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz.
Doğrusu Allah münâfıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır." (Nisâ: 140)
Ahirette de onlarla haşreder. Zira onların safına giren onlardandır.
Avrupa Birliği küfür birliğidir. Bunun en bariz örneklerini gerek Kur'an-ı kerim yakma eylemlerinde, gerek Resulullah Aleyhisselâm'a yapılan hakaret karikatürlerinde, gerek Türkiye'ye karşı tavırlarında defaatle gördük. Kimi Avrupa ülkesi bu düşmanlığın bizzat içinde olduğu gibi diğerleri de sesini çıkartmayarak, el altından destekleyerek bu küfre hepsi ortak oldular.
Biz ne yaparsak yapalım kâfir kâfirliğini, hasım hasımlığını yapıyor. Bu İslâm milleti'ne düşmanlığını ve kinini izhar etmek için Türk Büyükelçilikleri önünde Kur'an-ı kerim ve Türk bayrağı yakıyor. Türk milleti'nin kutsallarına; dinine, imanına, bayrağına hakaret ediyor.
"Eski ölen Papa 2. John Paul "Avrupa Birliği anayasasına AB'nin dini Hıristiyanlıktır" yazılmalı diyordu. Şimdiki Papa 16. Benedikt "Avrupa'nın kökleri hıristiyandır. Türkiye AB'ne alınmamalıdır. Türkiye AB'ne değil, Araplara katılması gerekir. Nüfusunun çoğunluğu müslüman olan Türkiye'nin geleceğini, hıristiyan kökenli AB yerine bir İslâm ülkeleri örgütünde araması daha doğru olur." demişti. En son Danimarka'da bir gazetenin yayınladığı Hazret-i Peygamber'imize hakaret eden karikatürlerin Avrupa ülkelerinde ayrı ayrı yayınlanması hatta hakaret içeren yine yeni karikatürlerin ortaya çıkartılması İslâm aleminin bunca tepkisine rağmen Avrupa Birliği'nin komisyon başkanı Jose Manuel Barroso "İfade özgürlüğü Avrupa'daki temel değerlerden biridir. Avrupa komisyonu Danimarka'ya tam destek vermektedir. Hiçbir şey şiddeti haklı gösteremez. Karikatürlerden hoşlanmayanlara İfade özgürlüğünün tartışma konusu olmadığını söylemeliyiz. Bu açık Avrupa toplumunda temel bir değerdir." demiştir. Avrupa komisyonu Türkiye temsilcisi Krechmer "Eleştiriye izin vermeli, karikütüre izin vermeli, Avrupa'daki standartlara alışık olmadığı için bunlar Türkiye'de kabul edilemez görülebilir. Sözü edilen karikatürleri görmedim. Ama yine de bunun sansürlenmesi gereken bir konu olduğunu sanmıyorum." dedi.
Görüyorsunuz küffâr nerede, bunlar nerede? Bu küfre ve küfrün gayesine destek vermenin neticesinde müslümanlar çok büyük zararlar görüyorlar. En büyük zararı da müslümanlar adına yapılan bu icraatlara müslümanların ses çıkartmaması. Çünkü bunları kendilerinden görüyorlar.
Ey müslüman! Uyan!
Çok büyük zararlar var! Çok büyük tehlikeler var!
Bunlara fırsat verme!" (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HÂİNLERİN İÇYÜZÜ", 2006, s. 598-599)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri AB sevdası yaşadığımız tarihlerde AB'nin "Küffar Birliği" olduğunu beyan buyurmuşlardı:
"AB hıristiyan birliğidir.
Fransa eski Cumhurbaşkanı D'estaing: "AB bir hıristiyan kulübüdür." demiştir.
Papa konuşmasında Avrupa Birliği'nin anayasasına "AB'nin dini hıristiyandır yazılmalı." diyordu.
Almanya eski başbakanı Helmut Kohl:
"Hıristiyan dünya görüşü ve hıristiyanlık değerlerinin olmadığı bir Avrupa benim Avrupam değildir." diyordu.
Vatikan Dışişleri Bakanı Jean-Louis Tavran İtalyan gazetesindeki açıklamasında:
"AB, Avrupa değerlerinin mirasına sahip çıkmalı. Bu mirasın kökünde hıristiyanlık vardır." diyordu. (Corriere della Sera)
Yine Kardinal Lamilla Ruini de, "Büyük çoğunluğu müslüman ve dindar olan Türkiye'nin AB adaylığı ortaya çok ciddi bir sorun olarak çıkmaktadır. Ayrıca Türkiye çok hızla artan bir nüfusa sahiptir." şeklinde açıklama yapıyordu.
Şu kadar var ki AB Selânik zirvesinde kabul edilen ve dine gönderme yapmayan anayasa taslağı hakkında Papa II. Jean Paul bir bildiri yayınlayarak, AB birliğinin hıristiyanlığa atıfta bulunmamasını eleştirmiş, hıristiyan geleneğinin vurgulanması çağrısında bulunmuştur. Ve halen daha AB birliği anayasasına hıristiyan kimliği girmesi için çaba sarfetmektedir.
Diğer taraftan Avrupa Birliği'nde olan Yunanistan'ın İstanbul Fener Patrikhanesi'ne bağlı Ortodoks Kilisesi dini lideri Atina Başpiskoposu Hrıstodulos: "AB'de barbar Türklere yer yoktur." diye beyanat vermiştir. (20 Ocak 2003)
Rus Ortodoks Kilisesi de, hıristiyanların baskı altında olduğu bahanesiyle Türkiye'nin AB'ne girmesinin mümkün olmadığını ilân etmiştir. (13.07.2001)
Binaenaleyh küffar onların dinine girmedikçe bizi kendi birliğine almayacaktır. Bu böyle bilinmelidir.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle beyan buyuruyor:
"Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad (kargaşalık) olur." (Enfâl: 73)
"Birbirine hasım iki zümre." (Hac: 19)"
("Biz Küfrü Hoş Görenlerden Değiliz.", s. 162-163)
Diğer bazı beyanları da şöyledir:
"Bu Avrupa Birliği adı altında toplanma aslında hıristiyan birliğidir ve hıristiyan olmadıkça bu birliğe dahil etmezler. Nitekim şimdiye kadar verilen tavizler küfre yaklaşmak içindir. Oysa İslâm dini bunu aslâ kabul etmez, reddeder. Bizim için en büyük sermaye imandır, bize Hazret-i Allah, Kitabullah ve Resulullah gerek. Bunlar İslâm'la tamamen zıddır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Birbirine hasım iki zümre!" buyuruyor. (Hacc: 19)
Hülasâ-i kelâm; sen küfrü hoş görmedikçe küffâr senden hoşnut olmaz.
Ve bu husustaki kayıpları arzedeyim:
Bunlar dinde, imanda, şeref ve haysiyette olan kayıplardır. Dünya kayıplarına gelince; Almanya çöktü, çocuk parasını veremez oldu, ilâç parasını kaldırdı, işsizlik parasını ve buna mümasil sosyal yardımları hep yarıya indirdi. Bu bugün içindir, yarın ise hepsini kaldırmak zorundadır. Fransa öyle... Bu devletler çökerse sen mi kalkınacaksın?" ("Biz Küfrü Hoş Görenlerden Değiliz." s. 135)
"Hiçbir Avrupalı Türkiye'nin Avrupa birliğine dahil olmasını istemez. Zira Türkiye onların bütünlüğünü bozacak. Bunun için Türkiye'yi rahat oyalıyorlar. Bir nevi eğleniyorlar. Türkiye ne kadar taviz verirse o kadar memnun oluyorlar.
Ve bu tavizlerle beraber aslında her şey kayboluyor. Şeref, haysiyet, din, iman, vatan, bu uğurda gidiyor. Hâlâ ciğeri tutacağım diyor." ("Biz Küfrü Hoş Görenlerden Değiliz." s. 198)
"Küffar Birliği'nin kapısında her türlü aşağılanmaya razı olmanın İslâm'la hiçbir alakası yoktur. Bu durum İslâm'ın izzetine yakışmadığı gibi müslümanlara karşı söz ve andlaşmalarında durmayan küffarın hile ve desiselerine fırsat verilmiş olur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Sen kendileriyle andlaşma yaptığın hâlde, onlar her defasında hiç çekinmeden andlaşmalarını bozarlar." (Enfâl: 56)
Nitekim öyle olmadı mı? Önünüze koymayacağız diye söz verdikleri her şeyi bir bir önümüze koymadılar mı? Hâlâ uyanmayacak mısınız? Bize yolunacak bir kaz, sömürülecek bir düşman gözüyle baktıklarını ne zaman anlayacaksınız? Yoksa bildiğiniz ve anladığınız halde mi devam ediyorsunuz?
Şu Âyet-i kerime'lere dikkat edin, Allah-u Teâlâ İslâm düşmanlarını ne kadar güzel tanıtıyor, iç durumlarını ortaya koyuyor:
"Onların nasıl andlaşmaları olabilir? Onlar size galip gelselerdi (sizin aleyhinize ellerine bir fırsat geçseydi), hakkınızda ne yemin ne de andlaşma gözetirlerdi. Onlar ağızlarıyla (dil ucuyla) sizi hoşnut etmeye çalışırlar, hâlbuki kalpleri istemez. Onların çokları yoldan çıkmış fâsıktırlar." (Tevbe: 8)
"Allah'ın âyetlerini az bir dünya menfaati karşılığında sattılar da insanları O'nun yolundan alıkoydular. Onların yaptıkları gerçekten ne kötüdür!" (Tevbe: 9)
"Onlar bir mümin hakkında ne bir yemin gözetirler ne de bir andlaşma gözetirler. Çünkü onlar saldırganların tâ kendileridir." (Tevbe: 10)
"Bununla beraber kâfirlikten vazgeçip tevbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir. Biz bilen bir kavme âyetlerimizi böyle açıklıyoruz." (Tevbe: 11)
"Eğer andlaşma yaptıktan sonra yeminlerini bozarlar ve dininize dil uzatırlarsa, küfrün önderlerine karşı savaşın. Çünkü onlar yeminleri olmayan kimselerdir. Umulur ki vazgeçerler (küfre son verirler)." (Tevbe: 12)" (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HÂİNLERİN İÇYÜZÜ", 2006, s. 76)
Allah-u Teâlâ bu küffarı bize tanıtıyor.
Her türlü anlaşmayı bozmuyorlar mı? Her türlü düşmanlığı yapmıyorlar mı? Güya savunma ittifakı içindeyiz her türlü silah ambargosunu uygulamıyorlar mı? Resmen ortak olduğumuz projeden sorgusuz sualsiz bizi çıkartmadılar mı?
"Ecdadımız bu son ve ulvî dini -İslâm'ı- yaymak için canını malını feda etmiş iken, "Davamız kuru kavga değil, Allah'ın dinini yaymaktır." derken, onca hıristiyan ve diğer beldeleri İslâm'a dâvet adına fethederken, onların bu emanetini küffâra mı teslim edeceğiz. Onlar lânet okumazlar mı bize? Bunca şehit, bunca çaba bugünler için miydi? Bize sorsalar onların yüzüne nasıl bakacağız? Hülâsa hıristiyanlar var güçleriyle çalışıyorken, biz İslâm için, din için, vatan için ne yapıyoruz? Nasıl çalışmamız icabediyor? Düşünmeli değil miyiz?" ("Biz Küfrü Hoş Görenlerden Değiliz." s. 123-124)
Batı dediğimiz ülkeler medeniyetlerini inşa ederken şeytanla işbirliği yaptılar. Nefsanî ihtirasları için her türlü zulmü ve vahşeti, her türlü yalan ve karalamayı yaptılar. Hak ve hakikatin yerine yalanı, şeytanî icraatlarını koydular.
Şeytan yolunda battıkça battılar, iyice sapkınlığa düştüler. Lut kavminden sonra yeni bir Lut kavmi haline geldiler. Her türlü sapkınlığı icra ettikleri yetmiyormuş gibi türlü sapkınlıklarını medeniyet adı altında bütün dünyaya dayatmaya çalışıyorlar.
"Şüphesiz ki Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü kâfir olanlardır. Artık onlar iman etmezler." (Enfal: 55)
"Lut'u da gönderdik. O kavmine şöyle demişti: 'Doğrusu siz, daha önce âlemlerden hiç kimsenin yapmadığı bir hayâsızlığı yapıyorsunuz. Erkeklere yaklaşıyor, yol kesiyor ve toplantılarınızda edepsizce şeyler yapmıyor musunuz?' Kavminin cevabı: 'Doğru sözlü isen, bize Allah'ın azabını getir.' demek oldu." (Ankebût: 28-29)
"Tanyeri ağarırken o korkunç çığlık onları yakalayıverdi. Şehirlerinin üstünü altına getirdik. Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık." (Hicr: 73-74)
İnsanlık tarihi aynı zamanda iman-küfür mücadelesinin tarihidir. İman ve küfür birbirinin zıddı olduğu içindir ki inananlar ile küfür ehli arasında daima bir mücadele olagelmiştir.
Allah-u Teâlâ iman ile küfrü ayırdığı gibi, iman ehli ile küfür ehlini "Birbirine hasım iki zümre" olarak vasıflandırmıştır. (Hacc: 19)
Halbuki bunlar Amerika'daki yerli halklara soykırım yaparken onların lutilik yaptığı iftirasını atıyorlar, katliamlarına bunu gerekçe yapıyorlardı.
Bugün ise lutiliği kabul etmeyen ülkelere baskı uyguluyorlar. Papalık da bu sapkınlığa cevaz veriyor.
Bunların durumu budur. Battıkça batıyorlar. Her türlü sapkınlığı meşrulaştırıyorlar. Bunların akıbeti yakındır. Bunlara isabet edecek olan azaptan sakınmak lâzımdır.
Kendimize gelelim, bu küfür ehlinden uzak duralım. Bunların arasına girmeye çalışmaktan bize bir fayda gelir mi?
"Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur. Sonra yardım da görmezsiniz." (Hud: 113)
Yüce kitabımız Kur'an-ı kerim'in birçok Âyet-i kerime'sinde Allah-u Teâlâ küfür ehline hitap etmiş, akıbetlerinin ebedî cehnennem azabı olduğunu beyan etmiş, hak ve hakikate dönmelerini, iman etmelerini ikaz ve nasihat etmiştir.
"İnsanları uyar ve iman edenleri müjdele." (Yunus: 2)
"Ey kâfirler! Bugün özür dilemeyin. Çünkü siz ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz." (Tahrim: 7)
"Şiddetli azaptan dolayı vay o kâfirlerin hâline! Onlar dünya hayatını ahirete tercih ederler, insanları Allah'ın yolundan alıkoyarlar, Allah'ın yolunu eğriltmeye çalışırlar. İşte onlar uzak bir sapıklık içindedirler." (İbrahim: 2-3)
BM, AB, G-20 gibi kurumlarda hıristiyan, yahudi, putperest bütün küffar bir ve beraber hareket ediyor. Hatta arka planda devletler üstü bir küfür düzeni kurma gayreti olanlar var.
Meselâ G-20'nin 2023 yılı Dönem Başkanlığı Hindistan'da ve Hindistan Dönem Başkanlığının teması "Tek Dünya, Tek Aile, Tek Gelecek" olarak belirlenmiş durumda. Önümüzdeki Eylül ayında bu tema altında liderler zirvesi yapılacak.
Hindistan Başbakanı Narendra Modi dönem başkanlığını devraldıkları Aralık ayında yayınlanan bir yazısında şöyle söylemişti:
"Hindistan'ın G20 Dönem Başkanlığı, bu evrensel 'Bir'lik duygusunu teşvik etmek için çalışacak. Dolayısıyla temamız - 'Tek Bir Dünya, Tek Bir Aile, Tek Bir Gelecek'." (Hürriyet, 1 Aralık 2022)
Hindistan'da Hindu milliyetçisi, İslâm ve müslüman düşmanı bir iktidar var. Kendi ideolojisini G-20 kurucularının ideolojisi ile birleştirirek "Evrensel birlik" adı altında formüle ediyorlar. Hıristiyanlar AB, NATO vs. altında bunlarla birlikte hareket ediyor. Yahudiler ona keza. Ancak dikkat ederseniz hepsi İslâm düşmanlığında bir ve beraber. Dünyevi gayelerine ulaşmak için bu birliğe girmekte, kendi küfür inançlarından taviz vermekte, değiştirmekte beis görmüyorlar. Ancak Allah-u Teâlâ'nın gönderdiği İslâm'ı, hak ve hakikati değiştiremeyeceklerini bildikleri için FETÖ vs. ile "Küfrü hoşgörü" fitneleri ile, PKK gibi terör örgütleri ile imanı, İslâm'ı ortadan kaldırmak için çalışıyorlar.
Hadis-i şerif'te "Küfür tek millettir." buyuruluyor.
Bunların hepsi İslâm'ın müdafii Türk milletini bölüp parçalamak ve mümkünse yok etmek için bir ve beraberler.
"Kitap ehlinden olan kâfirler de müşrikler de size Rabb'inizden bir hayır inmesini istemezler." (Bakara: 105)
"Daha evvel denilmişti ki: "Kâfirden dost, domuzdan post olmaz."
Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri İslâm'a izzet, küffâra zillet vermiştir. Küffâr bu izzeti hissediyor ve yavaş yavaş bütün faziletleri elden çektiriyor. "Gerek dini gerek milli bütün faziletleri çekip aldıktan sonra defeder gidersin." diye hesap yapıyor.
Bu necip millete yakışmaz bu zillet. İslâm bunu aslâ kabul etmez ve reddeder. Bu zillet kendilerinin olsun!
"Kim imanı küfürle değişirse, şüphesiz ki dümdüz yoldan sapmış olur." (Bakara: 108)" (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HÂİNLERİN İÇYÜZÜ", s. 172)
"Allah-u Teâlâ birçok Âyet-i kerime'sinde küfrü ve kâfirleri bize tanıtmış, onların birbirleriyle dost olduklarını, müslümanların onları dost edinmesinin yasak olduğunu, küfür ehlinin müslümanlar için daima kötü fikirler beslediğini, onların müslümanlara düşman olduklarını, küfür ehlinin birer necis (pislik) olduklarını ve buna mümasil küffarın iç durumunu bize bildirmiştir." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HÂİNLERİN İÇYÜZÜ", Nisan 2006, s. 332)
Küfür ehli birbirinin dostudur, inananların onlardan uzak durması ilâhi bir emirdir.
Kâfirlerin arasındaki dostluk, kâfirlik bağından ileri gelmektedir. Müminlerin arasındaki dostluk da iman bağından kaynaklanmaktadır. Bunların birisi ışıktır, diğeri ise karanlıktır. Kâfir Allah'ın düşmanıdır, mümin ise dostudur. Öyleyse arayı iyice ayırmak gerekir. Eğer kâfirlerle bağlar koparılmazsa, yeryüzünde çok büyük bir fitne meydana gelir, o da imanın elden gitmesi ve küfrün açığa vurmasıdır.
Ehl-i küfür hiçbir zaman müslümanlara olan düşmanlıklarından vazgeçmezler.
"Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık bir düşmanınızdır." (Nisâ: 101)
Onların dostluklarına tutunmayın, hiçbir şeylerine heves edip yönelmeyin.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." (Bakara: 217)
İmanın alâmetlerinden birisi de hiç şüphesiz ki Allah-u Teâlâ'nın düşmanlarından nefret etmektir. Allah-u Teâlâ onlara düşman olmayı emretmiş ve onları dost edinmeyi yasaklamıştır.
Allah-u Teâlâ Kâfirûn sûre-i şerif'inde kıyamete kadar gelecek müslümanlara, onların dinlerinden bütünüyle uzak durmalarını emir buyurmuştur.
Birinci Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Resul'üm! De ki: Ey kâfirler!" (Kâfirûn: 1)
"Ey kâfirler!" hitabı sadece Kureyşliler veya Arabistan'daki kâfir ve müşrik Araplar değil, Muhammed Aleyhisselâm'ın risaletini reddeden bütün yahudiler, hıristiyanlar ve diğer kâfirlerdir.
"Ey kâfirler!" diye hitap etmek, bu gibi kimselere: "Ey düşmanlar!", "Ey İslâm'a muhalefet edenler!" diye hitap etmek gibidir.
Allah-u Teâlâ diğer Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"Âyetlerimizi yalanlayanlar, cehâlet ve küfür karanlığında kalmış birtakım sağırlar ve dilsizlerdir." (En'âm: 39)
Allah-u Teâlâ iman ehline bir iç temizliği lütfeder. Küfür ehlinin içleri ise büyük bir pislik deryasıdır.
Âyet-i kerime'sinde müminlerin düşmanının kendi düşmanı, kendi düşmanının da müminlerin düşmanı olduğunu beyan buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin." (Mümtehine: 1)
Onları dost edinmek şöyle dursun, onlardan gayet uzak durmak lâzımdır. Allah-u Teâlâ'nın lütfettiği İslâm nimeti unutulmamalıdır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"İnsanlar içerisinde, müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri bulursun." (Mâide: 82)
Onlar İslâm'ın ve müslümanların düşmanıdırlar, müslümanların başına daima bir gaile çıkarmaktan ve kötülük etmekten başka bir şey düşünmezler. Dinini terk edip kendilerine tâbi olmadıkça, hiçbir müslümandan memnun olmazlar.
İslâm Dini'ne ihânetin kaynağı "Küffarı, en büyük düşmanı dost bilmek"tir.
Müminleri bırakıp kâfirlerle dostluk yapmak münafıklığın açık bir delili olduğu gibi, münafıkların en bariz huy ve hususiyetidir.
"Ey inananlar! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Allah'ın aleyhinize apaçık ferman vermesini mi istersiniz?" (Nisâ: 144)
Cinsi ne olursa olsun küfür, İslâm'a göre tek bir millettir. Müminlerin dostu ise ancak müminlerdir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Sizin dostunuz ancak Allah'tır, O'nun Peygamber'idir. Bir de, Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazlarını kılan, zekatlarını veren müminlerdir." (Mâide: 55)
•
Hazret-i Allah iman ile küfür arasında açık ve kesin bir berzah koymuş iken kâfirlerle bir olmak, onların küfrünü hoş görmek hangi müslümana yakışır? Müslüman olan bu alçalmayı, İslâm'ın ve imanın yüksekliğine tercih eder mi?
"Allah'a ve Peygamber'ine muhalefette bulunanlar, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Hâlbuki biz apaçık âyetler indirmişizdir. Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır." (Mücâdele: 5)
Bu iman ve küfür berzahıdır, hakikat ile dalâlet berzahıdır. Tevhid ve şirk mücadelesidir.
Aslında bu Âyet-i kerime mümin ile kâfiri, iman ile küfrü ayırması bakımından kâfidir.
Küffarın öz niyetini ve bize karşı beslediği düşmanlığı bize bildiren Allah-u Teâlâ'dır. Allah-u Teâlâ bize bu düşmanların küfrünü ve fitnesini yok etmek gayesiyle cihadı emretmiştir.
Henüz AB adı altında küffar birliğine girmeye çalıştığımız, FETÖ'nün "Küfrü hoşgörü fitnesi" ortalığı istilâ etmiş olduğu senelerde:
Küffarın düşman olduğunu;
Hakkımızda büyük bir plan ve niyet beslediğini;
Küffardan dost olmayacağını;
Bunları dost edinen ve küfürlerini hoş görenlerin münafık olduğunu, hain olduğunu, küffarın ajanı olduğunu;
Bu düşmanlarla hakkıyla mücadele ve cihad etmek gerektiğini;
Selçuklu ve Osmanlı atalarımızın bu haçlı sürüleriyle yılmadan yıkılmadan, fasılasız büyük bir cihad yaparak İslâm'ı ve müslümanları koruduğunu;
Allah-u Teâlâ'nın Âyet-i kerime'leri ile iman ile küfrü ayırdığını;
Bizim de bu ayrıma göre imanımızı ve vatanımızı muhafaza ve müdafaa etmemiz gerektiğini;
Duyurmaya gayret ettik, ümmet-i Muhammed'i ihtar ve irşad etmeye çalıştık.
Zira bunlar Allah-u Teâlâ'nın hükümleridir, bizim beyanlarımız Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'ler iledir.
Nitekim tarih boyu küffar devletleri daima bizim aleyhimizde bir plan ve niyet beslemiştir. Bize düşmanlık yapmakta bir an bile geri kalmamışlardır.
"Size bir iyilik dokunursa bu onları üzer. Başınıza bir musibet gelse buna da sevinirler." (Âl-i imran: 120)
İçimizdeki münafıklar da onlar gibidir. Bize bir iyilik gelmesini istemezler, gelirse üzülürler. Bu onların düşmanlıklarının ve içlerinde gizledikleri küfür dolu öz niyetlerinin bir tezahürüdür.
Küffarın Hedefi; İslâm'ı ve Türkiye'yi Yıkmaktır:
Küfür ehli tek millet olmuş, elinden gelen düşmanlığı yapıyor. Türkiye'yi yıkmak için saldırıyor. Eskiden sinsi yaparlardı, şimdi alenî yapıyorlar. Şüphesiz kalplerinde bundan daha büyüğünü taşıyorlar.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu hususta şöyle buyuruyorlar:
"Allah-u Teâlâ küffârın, müslümanlara karşı gönüllerinde besledikleri kin ve nefretin büyüklüğüne dikkati çekerek Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmuştur:
"Onlar size fenalık etmekten aslâ geri kalmazlar, size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür!
Eğer düşünürseniz, âyetleri size açıklamış bulunuyoruz." (Âl-i imran: 118)
Bu Âyet-i kerime küfre ve kâfirlere meyledenler için bir ihtardır. Yâni size bu ilâhî hükümleri hatırlatıyoruz ki, onlardan her zaman uzak durun ve tehlikelerinden sakınmak için dâima uyanık bulunun. Onlara bu gözle bakma istidâdını kaybedenler, bu tehlikeyi idrakten de mahrum kalmışlardır. Bu ilâhî hüküm hatırdan çıkarılmamalı; bugün ellerine fırsat geçse yine aynı şeyleri yapacakları unutulmamalıdır." ("İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HÂİNLERİN İÇYÜZÜ", s. 320)
Dünya üzerinde hiç bu kadar içten ve dıştan kuşatılmış bir ülke yoktur. Çok uyanık olmalı, her türlü tedbiri almalıyız. Küffarın bizi kuşatmaya çalıştığı böyle bir zaman uzun zamandır yaşanmış değildi.
İslâm dünyasını dağıtmak istiyorlar. Bunun için elbirliği ile Türkiye'ye düşmanlık yapıyorlar. Çünkü burayı yıkarsa İslâm ülkelerinin tutunacak yeri kalmayacak. En büyük dayanakları çökmüş olacak.
•
Bu düşmanlarla hakkıyla mücadele ve cihad etmek müslümanın vazifesidir;
Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'lerinde kâfirlerle cihadı emrediyor:
"Allah yolunda savaşın ve bilin ki, Allah işitendir, bilendir." (Bakara: 244)
"Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!" (Tevbe: 73)
Hakkını vermek için insan canını, malını, her şeyini ortaya koyacak öyle çıkacak. Ben yatağımda yatayım, param da cebimde olsun, canım da cennette olsun, bu olmaz. Osmanlı'ya bak, canını, malını fedâ etti, bu galibiyetleri elde etti. Bugün de bu iman kalesini muhafaza etmek için insan da canını, malını feda edecek, lâf işi değil.
"Müminler o kimselerdir ki, Allah'a ve Resul'üne iman etmişlerdir. Sonra şüpheye düşmemişler, Allah yolunda canları ve malları ile cihad etmişlerdir. İşte onlar sâdıklardır." (Hucurât: 15)
Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm'ın ve ona tabi olan bahtiyar müminlerin Allah yolunda yaptıkları cihad sebebiyle ne kadar büyük, ulvî ve ebedî mükâfatlara nâil olduklarını Âyet-i kerime'lerinde beyan buyurmaktadır:
"Hiç şüphesiz ki, Allah yolunda savaşıp düşmanları öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Allah, cennet kendilerinin olmak karşılığında satın almıştır. Onlara vaad olunan cennet haktır ki, Tevrat'ta da İncil'de de ve Kur'an'da da sâbittir. Allah'tan ziyade ahdine vefa gösteren kimdir? O halde yaptığınız bu hayırlı alışverişten dolayı sevinin. İşte bu çok büyük bir saâdettir." (Tevbe: 111)
•
Selçuklu ve Osmanlı atalarımız bu haçlı sürüleriyle yılmadan yıkılmadan, fasılasız büyük bir cihad yaparak İslâm'ı ve müslümanları korumuştur;
Selçuklu ve Osmanlı atamız bu Âyet-i kerime'lere iman etmişti. Küffarla, haçlı sürüleriyle amansız bir mücadele verdiler. Küffar devletleri defaatle bir araya gelip bize saldırdılar. Selçuklular Anadolu'yu, Osmanlılar Balkanlar'ı bu haçlı sürülerine mezar etti. İslâm Türkler sayesinde ayakta kaldı. Araplar'dan sonra İslâm sancağını bu necip millet taşıdı.
Atalarımız birleşmiş hıristiyan devletlerinin haçlı orduları ile büyük bir azimle cihad ettiler.
Şu Âyet-i kerime'yi düstur edindiler:
"Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın!" (Bakara: 193)
Hazret-i Allah da onlara bugün bile hayırla yadedilen tarihte eşi görülmemiş bir cihan imparatorluğu verdi.
•
Bugünkü durumda bizim de imanımızı ve vatanımızı muhafaza ve müdafaa etmemiz gerekmektedir;
Müminler içinde bu hakikatlere iman etmiş olan, küffarın fitnesini söndürmek için Allah yolunda azimle mücadelelerine devam eden ve bu uğurda canını feda etmek şerefine nail olmak için bekleyenler de vardır:
"Müminler içinde öyle erler vardır ki, Allah'a vermiş oldukları ahde sadâkat gösterirler. Onlardan kimi bu uğurda canını fedâ etti, kimi de bu şerefi beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir." (Ahzâb: 23)
Bugün de bu necip millet küffar ile savaşıyor, hem imanını hem vatanını muhafaza etmek için. Eğer bu savaşı yapmaz isek, küffar elimizdeki her şeyi almaya niyetli. Hem imanımızı, hem vatanımızı, her şeyimizi.
Binaenaleyh bize düşen küffarın karşısında sebat etmektir.
"Ey iman edenler! Düşman topluluğu ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok zikredin ki umduğunuza kavuşabilesiniz." (Enfal: 45)
Atalarımız hem sebat ettiler, hem de Allah-u Teâlâ'nın adını her daim dillerinden düşürmediler. Bugün bize de düşen budur.
Bütün bunlara karşı müslümanların vazifesi sabır ve takvâdır.
Eğer müslümanlar Allah-u Teâlâ'ya itaat etmekte sabreder, yasaklarından iyice korunurlarsa, o kâfirlerin ve münafıkların hile ve entrikalarının hiçbir zararını görmezler.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Eğer sabreder Allah'tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zaman zarar veremez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır." (Âl-i imran: 120)
"Müminler yalnız Allah'a güvenip bağlansınlar." (Tevbe: 51)
Yahudi ve hıristiyanlar küfürde ve İslâm düşmanlığında ortak oldukları gibi; yahudilerin İslâm düşmanlığı bütün insanlar içerisinde en şiddetlisidir:
"İnsanlar içerisinde müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri bulursun." (Mâide: 82)
Batı'nın bu İslâm ve Türkiye düşmanlığına en büyük desteği el altından yahudiler vermektedir. Batı ile, özellikle Amerika ile yahudiler âdeta iç içe geçmiştir.
"Amerika demek yahudi demektir, yahudi demek Amerika demektir." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, 2004)
Nitekim bazı Batılı düşünür ve siyasetçiler açıkça kendi medeniyetlerini "Hıristiyan-Yahudi medeniyeti" olarak tanımlamaktadırlar.
Amerika'nın son yıllarda artan Türkiye düşmanlığının arkasında yahudi etkisi bariz bir durumdur.
Binaenaleyh bu düşmanlıklarda bunların bir ve beraber olduğunu ve buna göre tedbir almak gerektiğini de unutmamak lâzımdır.
Küffarın kin ve düşmanlığının, Türkiye üzerindeki niyetlerinin, haçlı zihniyetinin devam ettiğini Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle haber vermişlerdi:
"Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır." (Nisâ: 101)
Ehl-i küfür hiçbir zaman müslümanlara olan düşmanlıklarından vazgeçmezler. Onlar İslâm'ın ve müslümanların düşmanıdırlar.
AB'nin kuruluş gayesi ekonomik gibi görünse de gerçekte siyasidir. Hiçbir zaman yıllarca ezildikleri müslüman Türkler'den intikam alma heveslerini unutmamışlar ve unutmayacaklardır.
O zaman bize dost değillerdi, hep İslâm ile savaş hâlinde idiler, sık sık haçlı seferleri düzenliyor, İslâm memleketlerine saldırıyorlardı.
Kadın, çocuk demeden katlediyor, hak hukuk dinlemeden yağmalıyorlardı.
20. yüzyıl; Afrika'da, Amerika'da yapılan katliam ve soykırımların tarihidir. Daha yakın zamanda Kıbrıs'ta, Bosna'da benzerleri yaşanmıştır.
Onların bu sûretâ dostluğuna asla güvenilmez.
"Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." (Bakara: 217)
Bu ilâhî buyruk kâfirlerin müslümanlara kin ve düşmanlıkta ne kadar ileri gittiklerini, bâtıl inançlarında ne derece katı davrandıklarını, düşmanlıklarının sürekliliğini bildirmekte, müslümanları dinlerinden çeviremedikleri sürece bu savaşlara ara vermeyeceklerini beyan etmektedirler. Güçleri yetse bundan hiç de geri kalmazlar.
Hâl böyleyken Avrupa Hıristiyan Birliği'ne gireceğimizi söyleyenler küffârın gerçek niyetini sezememektedirler. Zira onlar bizi oyalamakta, almak gibi bir niyete sahip bulunmamaktadırlar. Bizi kovmaktan korkmalarının sebebi de yine İslâm'a olan düşmanlıkları ve korkularıdır. Çünkü Türkiye'nin İslâm dünyasına yaklaşıp bir kuvvet bulmasından korkmaktadırlar.
Bizi almak istemiyorlar zira onlar bizde bir kuvvet görüyorlar. Nüfusumuzdan çekiniyorlar. Bakın Kuzey Kıbrıs'ı Rumlar'la birlikte almak için ne kadar uğraştılar. Çünkü onların sayısı az. Küffârın siyaseti üzerinde söz sahibi olması çok zor, üstelik toprakları kıymetli. Yani o bir avuç müslüman Türk'ü yutması çok kolay. Ancak Türkiye'yi yutamayacağından korkuyor. O kadar büyük imkânlarına ve yüzlerce milyonluk nüfusuna rağmen bizden çekiniyor. Kesinlikle kendi devletleri üzerinde söz sahibi olmamızı istemiyorlar. Hatta onların gerçek niyetleri şudur: Türk toprakları tarihi hıristiyan topraklarıdır. Buralar hıristiyan memleketlerin elinde olmalıdır. Ya Türkler hıristiyanlaştırılmalı, ya da bu mümkün olmazsa bu topraklar istilâ edilmelidir.
Nitekim; Amerika'nın ünlü misyoner örgütü ABCFM'nin faaliyetlerini özetleyen 1880 tarihli Bartlett Raporu şöyle başlar:
"Misyonerlik faaliyetleri açısından Türkiye, Asya'nın anahtarıdır." (Samuel Calvart Bartlett. 1880 sh: 1 U. Kocabaşoğlu)
Daha o zaman misyonerlik faaliyetlerinin merkezi seçilmiş olan Türkiye, Osmanlı'dan günümüze hıristiyanların cirit attığı bir ülke olmuştur. Şimdi ise AB'ne girmek uğruna insanlarımızın hıristiyan olmasına göz yumuyoruz.
Topraklarımız -yıllar evvel Filistin'de yahudilerin para ile elde edip daha sonra Filistinliler'i yurtlarından çıkarmaları gibi- göz göre göre AB uyum yasaları çerçevesinde ecnebilerin, yabancıların eline geçmektedir.
Halbuki; aynı Amerikan misyoner örgütü ABCFM Osmanlı toprağına ayak basan ilk misyonerleri Fisk ve Parson'a 1883 tarihindeki talimat ile şu görevi veriyordu:
"Bu mukaddes ve vadedilmiş topraklar silahsız bir haçlı seferi ile geri alınacaktır." (U. Kocabaşoğlu "Kendi Belgeleriyle Anadolu'daki Amerika, 19. yy.da Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Amerikan Misyoner Okulları" sh: 29)
Bu "Haçlı niyeti" hiçbir zaman kaybolmamıştır. Bush 11 Eylül'den sonra "Bu bir Haçlı Seferi'dir" demiştir.
Küffârın niyeti budur. Memleketimizi istilâ etmektir. Bizi "Sizi aramıza alacağız" diye oyalayarak koparabildiği her tavizi koparmaya çalışmaktadır."
("Biz Küfrü Hoş Görenlerden Değiliz." s. 164-166)
Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime'sinde İslâm ile küfrü ayırmış, ayrı ayrı iki zümre olduğunu beyan buyurmuş, müminlerle kâfirlerin arasındaki berzahı açık ve kesin olarak ilân etmiştir.
Bu iman ve küfür berzahıdır, hakikat ile dalâlet berzahıdır. Tevhid ve şirk mücadelesidir.
Aslında bu Âyet-i kerime mümin ile kâfiri, iman ile küfrü ayırması bakımından kâfidir.
Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime'si ile inananlarla inanmayanları ayırmıştır. Hâl böyle olunca bir müminin kâfirleri ve münafıkları dost edinmesi kesinlikle yasaklanmıştır.
Allah için sevgi, Allah için buğz imanın en sağlam kulpudur. İmanın tekâmülünde en büyük âmildir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Amellerin en üstünü Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir." (Ebu Dâvud)
İnsan bunu ayırdedemezse, ne kadar ibadet ederse etsin dalâlettedir, sapıklıktadır. Allah-u Teâlâ ile arasında çok büyük bir uzaklık meydana gelir, rahmet-i ilâhiden kovulur.
Kitabullah'ın hükmüne rızâ göstermeyenleri dost edinmenin insanı İslâm hudutları haricine çıkaracağı kesinlikle bilinmelidir. Bir müminin her şeyden önce dininde ve imanında samimi olması gerekir. Küfre rızâ küfürdür.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde:
"Eğer onlara uyarsanız siz de müşrik olursunuz." buyuruyor. (En'âm: 121)
Burada da apaşikâr görülüyor ki onlara meyleden onlardandır. Allah-u Teâlâ onları hidayetten mahrum ettiğini beyan buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor.
Müminlerin dostlarını ise Âyet-i kerime'sinde beyan buyurmuştur:
"Kim Allah'ı, Peygamber'ini ve inananları dost edinirse bilsin ki şüphesiz Allah'tan yana olanlar üstün gelirler." (Mâide: 56)
•
"İman ile küfür birbirinden kesin olarak ayrılmıştır." (Bakara: 256)
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri iman ile küfrü, inananlarla inanmayanları birbirinden kesin olarak ayırmıştır. Dünyada ayırdığı gibi, ahirette de inananların saâdete, inanmayanların felâkete uğrayacaklarını haber vermiştir.
İman ile küfür, hak ile bâtıl, hidayet ile dalâlet, nûr ile zulmet, saâdet ile felâket apaçık delillerle birbirinden ayırt edilir haldedir.
İman nûru ile münevver olan "Hakikat ehli", iman yolunu seçtiği için dünya saâdetine ahiret selâmetine kavuşacak; küfür karanlığında kalan "Dalâlet ehli" ise dünyada ve ahirette cezasını çekecektir.
Âyet-i kerime'nin devamında şöyle buyuruluyor:
"Kim tağutu inkâr edip de Allah'a inanırsa muhakkak ki o, kopması mümkün olmayan en sağlam bir kulpa sımsıkı sarılmış olur. Allah işitendir, bilendir." (Bakara: 256)
İman, aslâ kopmak bilmeyen sağlam bir kulp gibidir. O kulpa sarılan kişi kurtuluş yolunu aslâ kaybetmez, şaşkınlıklar içinde bocalamaz.
İman ile küfrün bu derece açığa çıkmasından sonra, kendilerine tutunanları küfre kaydıracak olan tağutların, yoldan sapmış önderlerin çürük kulplarına yapışanlar ise Hakk'tan ve hakikatten uzaklaşırlar, hidayeti dalâlete değişirler, sapmışlık içinde bocalar dururlar.
Hazret-i Allah'ın dostluğu, yardımı, inayeti iman edip, Hakk yolda yürüyenler ve Hakk'ı savunanların üzerinedir.
"Allah iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan kurtarıp nûra çıkarır." (Bakara: 257)
Küfrün ve müdafilerinin dostları ise tağuttur. Onlar nûra değil, nâra götürürler.
"İnkâr edip kâfir olanların dostları ise Tağut'tur. Onları nûrdan alıp karanlıklara götürür. İşte onlar cehennemliklerdir, orada ebedî kalacaklardır." (Bakara: 257)
İmanın nûr ile ifade edilmesinden daha derin ve şümullü bir tabir bulunamaz. Küfrün ise zulümat ile ifade edilişi de aynıdır. Hakk'ın nûrundan başka bütün yollar hiç şüphe yok ki zulümatın tâ kendisidir.
•
"Hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bilerek hakkı gizlemeyin!" (Bakara: 42)
Bunlar hak ile bâtılı, hakikat ile dalâleti birbirine karıştırıyorlar ve bilerek hakkı gizliyorlar, bu fermân-ı ilâhîyi bütünüyle inkâr ediyorlar, Allah-u Teâlâ'nın hükmünü çiğniyorlar. Bu küfürdür.
Onlar makam ve mevkileri için bu emr-i ilâhiyi dinlemezler.
Günümüzde hak ile bâtılı birbirine karıştıranlar bulunduğu gibi, Asr-ı saadet'te de ehl-i kitap'tan aynı cürmü işleyen inkârcılar bulunmaktaydı.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Ey ehl-i kitap! Niçin hakkı bâtıla karıştırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?" (Âl-i imrân: 71)
Allah-u Teâlâ bu gibi kimseleri Âyet-i kerime'sinde bize tanıtıyor ve şöyle buyuruyor:
"Bunlar güya Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değildirler." (Bakara: 9)
Allah-u Teâlâ onların iddiâlarını reddetmektedir. Her ne kadar müslümanları aldatmaya çalışıyorlarsa da, aslında aldanan bizzat kendileridir, en büyük zararı yine kendileri görürler, yaptıklarının vebali kendilerine döner.
"Hidayet kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamber'e muhalefet edip inananların yolundan başkasına uyan kimseyi döndüğü o yolda bırakırız. Ahirette de kendisini cehenneme sokarız. Ne kötü bir dönüş yeridir orası!" (Nisâ: 115)
Allah-u Teâlâ'ya gerçek mânâda teslim olun, hem dışınızla hem içinizle O'na itaat edin, İslâm'a bir başka şeyi karıştırmayın.
•
"Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır. Şüphesiz ki Allah zâlimler gürûhunu hidayete erdirmez." (Mâide: 51)
Bu ilâhî hitap, İslâmiyet'in ilk yıllarından itibaren kıyamete kadar gelip geçecek olan bütün müslümanlaradır.
Onlar hakkındaki hüküm ne ise, onları dost edinen hakkındaki hüküm de odur. O artık onlardan bir kimse gibi olur ve Hakk'a değil, onların gayelerine hizmet eder. Ahirette de onlarla beraber haşrolur.
Allah-u Teâlâ müminlere kâfirleri dost edinmemelerini muhakkak emrettikten sonra, bu emr-i şerif'e uymayanların ise Allah'ın dostluğunu kaybetmekle cezalandırılacağını bildirmektedir:
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Müminler müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, Allah ile bir dostluğu kalmaz." (Âl-i imran: 28)
Allah-u Teâlâ ile hiçbir ilgileri kalmadığı gibi, Allah-u Teâlâ'nın dininde onların hiçbir yeri yoktur. Aradaki bütün bağlar tamamen kesilmiştir.
Onların zâhirde gösterdikleri sevgi ve ünsiyete katiyyen itibar edilmemesi gerekir, zira sahtedir. İçleri dışlarına uygun değildir.
Bu ilâhî ferman, Allah-u Teâlâ'nın onların haklarında verdiği hükümdür.
"Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah'a âittir." (Nisâ: 139)
Kâfirlerden ve kâfirlerin dostluğundan şeref beklemek ne büyük bir gaflettir!
•
"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, onunki aslâ kabul edilmeyecektir. Ahirette de ziyan edenlerden olacaktır." (Âl-i imrân: 85)
Bu kimseler bütün iyiliklerini kaybetmişler ve cezâya müstehak olmuşlardır. İslâm'dan yüz çevirip bir başka din arayan kimse, faydalıyı kaybedip büyük bir zarara düşmüştür.
İslâm dini Allah-u Teâlâ'nın emridir, hükmüdür.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı beğendim." buyuruyor. (Mâide: 3)
İslâmiyet son dindir, kıyamete kadar bâkidir. Her yönü ile ilâhidir, günün şartlarına uymaz, o şartları değiştirip kendine uydurur. Zamanın değişmesiyle ilâhi hükümler değişmez ve değiştirilemez.
"Allah katında din İslâm'dır." (Âl-i imrân: 19)
Allah-u Teâlâ'nın katında makbul olan din yalnız budur. Bu O'nun hükmüdür. Din olarak yalnız İslâm vardır.
Hüküm budur. İlâhî emirler budur.
Diğer bir Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Bu, dimdik ayakta duran bir dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Rûm: 30)
Dimdik ayakta durmak ne demektir? Allah-u Teâlâ indirdi, hükmü ile emri ile indirdi. Bu din O'nun dinidir, ancak bu din ile amel edilir. Bu din ile amel eden müslümandır, bu din ile amel etmeyenler; inkâr etmezse fâsıktır, inkâr ederse kâfirdir. Bu dini bozmaya ve yıkmaya çalışmak, hiç şüphesiz ki kâfirin küfür alâmetlerinden birisidir.
•
"Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar." (Bakara: 120)
Yahudi ve hıristiyanlar İslâm'ın en büyük düşmanıdırlar.
Onlar hiçbir yerde, hiçbir tarihte müslümanlara dost olmamışlardır. Müslümanlarla savaşmakta her zaman için birbirine dost olmuşlardır. İnkâr ve sapıklıkta birleştikleri için, müslümanlara karşı bir el gibidirler.
Bu sert ve şiddetli hüküm, müslümanların onlardan uzak durmalarını ve sakınmalarını ihtar içindir. Bu ilâhî hüküm kesindir, bu böyledir, bunu böyle bilin ve onları öylece tanıyın.
Onlar hakkındaki hüküm ne ise, onları dost edinen hakkındaki hüküm de odur. O artık onlardan bir kimse gibi olur ve Hakk'a değil, onların gayelerine hizmet eder. Ahirette de onlarla beraber haşrolur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." (Bakara: 217)
Bunun içindir ki zâhirde gösterdikleri sevgi ve ünsiyete katiyyen itibar edilmemesi gerekir, zira sahtedir. İçleri dışlarına uygun değildir.
"Ey iman edenler! Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinmeyin." (Mümtehine: 13)
Allah-u Teâlâ'nın emri ve hükmü: "Onları dost edinmeyin."dir.
"Size bir iyilik dokunursa bu onları üzer. Başınıza bir musibet gelse buna da sevinirler." (Âl-i imrân: 120)
Müslümanlar Allah-u Teâlâ'nın yardımıyla güçlenirler, zaferler kazanırlarsa onlar bundan hoşlanmazlar. Bir bozgun ile karşılaşırlarsa, bundan dolayı da son derece sevinç duyarlar. Bu ise düşmanlığın en ileri derecesidir.
•
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah'a ve Peygamber'ine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin. Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar Allah'ın hizbi (partisi)dir. İyi bilin ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah'ın hizbi (partisi)dir." (Mücâdele: 22)
Allah-u Teâlâ'ya ve Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine gerçek mânâda gönül verenlerin, onlara düşman olanlarla sevgi bağını kurduğunun görülmeyeceği bu Âyet-i kerime'de açıkça beyan buyurulmaktadır.
Bu vasıflar gerçek müminlere âittir.
Allah-u Teâlâ'ya ve Resulullah Aleyhisselâm'a düşmanlık etmek, küfrün ve şirkin en şiddetlisidir. Küfre ve kâfirlere muhabbet ise iman ile bir arada bulunmaz. Kim Allah'ı ve O'nun Peygamber'ini severse, onların düşmanlarına düşman olur.
Allah ve Peygamber sevgisinin bütün sevgilerin üzerinde tutulması, her türlü muhabbete tercih edilmesi gerekir.
Nuh Aleyhisselâm'ın oğlu inanmayanlarla beraber suda boğulmuştu. "Yâ Rabb'i! Oğlum benim ehlimdendir, sen benim ehlimi kurtarmayı vâdetmiştin!" diye münâcaatta bulunduğu zaman Allah-u Teâlâ:
"Ey Nuh! O senin ehlin değildir. Çünkü o kötü bir iş işlemişti." buyurdu. (Hud: 46)
İnsana kendi evlâdından daha yakın kimse olmadığına göre, Âyet-i kerime'den anlaşılıyor ki, hakiki yakınlık iman yakınlığıdır.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde:
"Ey iman edenler! Küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin.
Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerdir." buyuruyor. (Tevbe: 23)
İslâm bu imanı gerektirir. Bu Âyet-i kerime'ler kimlerin dost ve kardeş olacağını anlatıyor.
•
"Hayır! Biz hakkı bâtılın tepesine şiddetle indirip atarız da, onun beynini parçalar. Bir de görürsünüz ki bâtıl yok olup gitmiştir." (Enbiyâ: 18)
Bu kesin hükümdür. Hakk'ın zuhuru bâtılın kalıntılarını ortadan kaldırır.
"Fakat onların çoğu haktan hoşlanmamaktadırlar." (Müminûn: 70)
Allah-u Teâlâ'nın hakkın bâtıla, imanın küfre, hakikatin dalâlete galip geleceğine dair hem vaad-i sübhanî'si, hem müjde-i ilâhî'si bulunmaktadır.
"Allah bâtılı imhâ eder. Kelimeleriyle hakkı gerçekleştirir." (Şûrâ: 24)
Önlerine sürülen beyanlar hep Allah-u Teâlâ'nın kelâmı ve hakikatleridir.
"Şüphesiz ki bizim ordumuz galip gelecektir." (Sâffât: 173)
Onların çoğunlukla aldıkları netice zafer ve ilâhî yardımdır. Bazı zaman ve mekânlarda birtakım ibtilâ ve mihnetlerle karşılaşsalar dahi bu böyledir.
"Allah'ın nûrunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nûrunu mutlaka tamamlayacaktır." (Tevbe: 32)
"Günahkârlar istemese de Allah, sözleriyle hakkı ortaya çıkaracaktır." (Yunus: 82)
Allah-u Teâlâ hakkı ve hakikati açığa çıkarmak, Tevhid'in nûrunu parlatmak, İslâm'ı yüceltmek ve aziz etmek istiyor.
"De ki: Rabb'im hakkı ortaya koyar. O gaybları en iyi bilendir." (Sebe: 48)
•
"Kim imanı küfürle değişirse, şüphesiz ki dümdüz yoldan sapmış olur." (Bakara: 108)
Dosdoğru yoldan çıkıp sapıklığa düşmüş olur. İman bir bütündür, parçalanamaz. İman ile küfür arasında orta bir yol olmadığı gibi; iman ile küfür, hak ile bâtıl arasında bir mertebe de yoktur.
"Sizden her kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onlar cehennemliktirler ve orada ebedî kalırlar." (Bakara: 217)
Çünkü kâfir olarak ölmüşlerdir. İrtidat etmek suretiyle dünyada müslümanların sahip oldukları imkânlardan, ahirette de sevaptan mahrum kalırlar. Cehennemden aslâ çıkmayacaklardır.
Müslümanlardan herhangi biri, hangi sebepten olursa olsun dininden döner ve kâfir olarak ölürse, artık onun daha önce müslüman olarak işlediği bütün iyi ameller bâtıl olur. Tıpkı bütün ömürlerini küfür içinde geçiren öteki kâfirler gibi olurlar. Dininden dönenlerin ve hak yoldan yüz çevirenlerin âkıbeti budur.
Allah-u Teâlâ'nın halkettiği bütün mahlûkat hâinlere lânet eder. Niçin? Çünkü müslüman gibi görünüyor, fakat din-i İslâm'a ihanet ediyor. Bir taraftan dini, diğer taraftan devleti yıkmaya çalışıyor. Fakat onlar bunu bilmezler, gayeleri peşinde koşarlar.
"İman ettikten, peygamberin hak olduğuna şehâdet ettikten ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra inkâr eden bir topluluğu Allah nasıl hidayet eriştirir? Allah zâlimler topluluğunu hidayete eriştirmez." (Âl-i imrân: 86)
Allah-u Teâlâ kendilerine apaçık deliller geldikten sonra inanmayıp yüz çeviren, din-i İslâm'dan çıkan inkârcıların cezasının ne kadar korkunç olduğunu beyan ediyor.
Diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"İman edip inkâr edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkâr edenleri, sonra da inkârlarını artıranları Allah ne bağışlayacak ne de doğru yola iletecektir." (Nisâ: 137)
"Onlar iman ettiler, sonra inkâr ettiler. Bu yüzden kalpleri mühürlendi. Artık onlar anlamazlar." (Münâfikûn: 3)
•
"İşte böyle, inkâra sapanlar bâtıla uydular, iman edenler ise Rabb'lerinden gelen Hakk'a uydular." (Muhammed: 3)
Allah-u Teâlâ kâfirlerin sapıklık, müminlerin de doğru yolu bulmalarının sebeplerini açıklamak üzere Âyet-i kerime'sinde böyle buyurmaktadır.
Hakk'a uymak, Hakk ehline uymakla mümkün olur. Çünkü onlar hakkı gerçekleştirmekte ve ona yol göstermekte peygamberlerin vârisleridirler.
Hakk ehline uyan hakikati bulmuş ve hidayete ermiştir, bâtıl ehline uyan da sapıtmıştır.
"Allah insanlara misallerini işte böyle anlatır." (Muhammed: 3)
Allah-u Teâlâ her iki zümrenin durumunu bir berzah olarak apaçık beyan ediyor ki, insanlar ibret ve öğüt alsınlar.
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"(Hak ile bâtılın, hakikat ile dalâletin, doğru ile eğrinin) arasını ayırdıkça ayıranlara andolsun ki!" (Mürselât: 4)
Allah-u Teâlâ'nın emir ve nehiylerini ümmetlerine tebliğ eden peygamberler ve onların vekilleri de bu Âyet-i kerime'nin şümulüne girmektedir.
"Acı ve tatlı sulu iki denizi salıverdi, birbirine kavuşuyorlar. Fakat aralarında bir berzah (perde) vardır, birbirine geçip karışmazlar." (Rahmân: 19-20)
Bu karışmamanın bâtınî mânâsı; Allah-u Teâlâ hakikati de salmıştır, dalâleti de salmıştır. Fakat aralarında "Mürşid-i kâmil" vardır, birbirine karışmazlar.
"Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip, aralarına da karışmalarına engel olan bir perde koyan Allah'tır." (Furkân: 53)
O tatlı denizden murad; susuz olanları sular, onların gönüllerini yıkar, nasibini verir, mutmain eder, yol aldırır.
Diğeri ise tuzlu ve acıdır. Onlarınkisi fayda vermez. O berzahın ötesinde kalanlar dalâlet ehlidirler. Onlarda su var gibi görünür. Fakat ne susuzluğunu giderir, ne de suya kandırır.
Asıl perde O'nun emri ve hükmüdür. O'nun emri ve hükmü yürüyünce hakikat ile dalâlet birbirine karışmıyor.
"De ki: Hak geldi, bâtıl zâil oldu." (İsrâ: 81)
Âyet-i kerime'sinin tecelliyatına yalnız bunlar mazhardır. Bu vazifeyi yapanlar, Hakk'ı söyleyenler, Hakk'ı tebliğ edenler, Hakk'a dâvet edenler de bunlardır.
Bâtılı, bâtıl yolların iç yüzünü tarif ederler ve bâtıldan sakındırmaya çalışırlar.
"Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk'a iletirler ve Hakk ile hüküm verirler." (A'raf: 181)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde: "Küfrün tek millet olduğunu" haber vermişlerdir.
Nitekim Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdır." (Enfâl: 73)
Onlar küfür ve sapıklık hususunda bir tek millettir.
Gerek ehl-i kitap olan yahudi ve hıristiyanlar, gerek müşrikler ve gerekse müslüman gibi görünerek müslümanlar arasında fitne çıkaran içteki düşman münafıklar hep aynı tıynette ve vasıftadırlar. İslâm dininin ezelî ve ebedî düşmanıdırlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde buyurur ki:
"Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır." (Nisâ: 101)
Ehl-i küfür hiçbir zaman müslümanlara olan düşmanlıklarından vazgeçmezler.
"Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." (Bakara: 217)
Bu ilâhi buyruk, kâfirlerin müslümanlara düşmanlıkta ne kadar ileri gittiklerini, bâtıl inançlarında ne derece katı davrandıklarını, düşmanlıklarının sürekliliğini bildirmekte, müslümanları dinlerinden çeviremedikleri sürece bu savaşlara ara vermeyeceklerini beyan etmektedir. Güçleri yetse, bundan hiç de geri kalmazlar.
Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'in birçok Âyet-i kerime'lerinde yeri geldikçe onların vasıflarını bir bir beyan etmekte, inananların onlara karşı uyanık bulunmaları için uyarılarda bulunmaktadır:
"Onlar düşmandır, onun için (kendilerine emniyet etme) onlardan sakın!" (Münâfikûn: 4)
Onlar hem İslâm'a hem de müminlere düşmandırlar. O bakımdan düşmanların en tehlikelisidirler. Sizi aldatabilme ya da size zarar verebilme ihtimaline binaen her an dikkatli olun.
"Allah onları kahretsin!" (Münâfikûn: 4)
Onlar böyle bir bedduâya müstehaktırlar. Onlar cezalandırılmaktan aslâ kurtulmayacaklardır. Sen onları dost edinirsen, sen de bu kahra uğrarsın.
"Kitap ehli'nden olan kâfirler de müşrikler de size Rabb'inizden bir hayır inmesini istemezler." (Bakara: 105)
Yahudi, hıristiyan ve putperest kâfirler sizi kıskandıkları ve kin kustukları için Rabb'iniz tarafından size bir iyilik dokunmasını, öne geçmenizi, yükselmenizi istemezler.
"Size bir iyilik dokunursa bu onları üzer. Başınıza bir musibet gelse buna da sevinirler." (Âl-i imrân: 120)
Müslümanlar Allah-u Teâlâ'nın yardımıyla güçlenirler, zaferler kazanırlarsa onlar bundan hoşlanmazlar. Bir bozgun ile karşılaşırlarsa, bundan dolayı da son derece sevinç duyarlar. Bu ise düşmanlığın en ileri derecesidir.
"Eğer sabreder Allah'tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zaman zarar veremez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır." (Âl-i imrân: 120)
Bütün bunlara karşı müslümanların vazifesi sabır ve takvâdır.
Eğer müslümanlar Allah-u Teâlâ'ya itaat etmekte sabreder, yasaklarından iyice korunurlarsa, o kâfirlerin ve münafıkların hile ve entrikalarının hiçbir zararını görmezler.
"Sen kendileriyle antlaşma yaptığın halde, onlar her defasında hiç çekinmeden antlaşmalarını bozarlar." (Enfâl: 56)
Bu onların tıynetlerinde vardır. İşlerine gelince anlaşmaya sadık kalırlar, işlerine gelmediği zaman kitabına uydurup kaldırırlar, işlerine geldiği şekilde kendi menfaatlerine uygun olanı yürürlüğe koyarlar.
"Sen onları derli-toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır." (Haşr: 14)
Oysa ki onlar son derece ihtilâf içindedirler. Bir fikir etrafında toplanıp da gönül birliği ile hareket edemezler. Her biri başka arzu peşindedir. Böyle bir ordu dışarıdan ne kadar toplu ve kuvvetli görünürse görünsün, gerçekte o bir ordu değildir, bir kül yığını gibi hafif rüzgârla savrulacak kuru bir kalabalıktan ibarettir.
"Onlar yeryüzünde durmadan fesat çıkarmaya koşarlar." (Mâide: 64)
Onların bu vasıfları tarih boyunca devamlı olarak sergilenmiş, bir ibret numunesi olarak kalmıştır. Her devirde her mekânda onlar kargaşalık çıkarmışlardır.
"Kendilerine: 'Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!' denildiği zaman: 'Biz ancak ıslah edicileriz.' derler." (Bakara: 11)
Yeryüzünde fesat çıkarmak küfürdür. Kim Allah'a isyan ederse yeryüzünde fesat çıkarmış olur.
Kendilerinin ıslah edici kimseler olduklarını iddia ederlerken, yaptıkları anarşiyi örtmek isterler. Çünkü onlar doğruyu ve gerçeği seçemedikleri için, bozmayı düzeltmek sanırlar. Kalplerindeki hastalık sebebiyle fesadı ıslah şeklinde tasavvur ederler ve gizli gizli hâinlik yaparlar.
"Allah fesadı sevmez." (Bakara: 205)
Ne fesadı sever, ne de fesat çıkaranları.
Allah-u Teâlâ onların bu cevaplarını şiddetli bir şekilde reddederek Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"İyi bilin ki asıl ortalığı ifsat edenler kendileridir. Lâkin anlamazlar." (Bakara: 12)
Ne öğüt dinlerler, ne de dinlemek isterler.
"Onlardan birçoğunun, kâfirleri dost edindiklerini görürsün!" (Mâide: 80)
Bu Âyet-i kerime dahi onları tanımamız için yeterlidir.
"Allah'ın nurunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek isterler." (Tevbe: 32)
İçlerini ve dışlarını saran küfür, onlara bu cehaleti yaptırmaktadır.
"Onlar size fenalık etmekten aslâ geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür." (Âl-i imrân: 118)
Sinelerinde gizledikleri açıkladıklarından çok daha fazladır. Düşmanlıkları yüzlerinden okunur. İslâm'a ve müslümanlara karşı gizledikleri kini aklı başında herkes anlayabilir.
"Allah onlara lânet etmiştir." (Nisâ: 46)
Bu lânet onlar için dünyada da ahirette de geçerlidir.
"Allah onlara gazap etmiştir." (Mâide: 80)
Lânet üstüne lânete, gazap üstüne gazaba uğramışlardır.
"Allah kâfirleri sevmez." (Âl-i imrân: 32)
Sen de kâfirleri sevme, sen de onlara meyletme!
"O halde sakın kâfirlere arka çıkma!" (Kasas: 86)
Onlara muhalefet et, isteklerine uyma!
"Kim onlarla dost olursa işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir." (Mümtehine: 9)
Düşmanlık yerine dostluğu koyarak adaletin hakkına tecavüz edenler ve neticede kendilerine zulmetmiş olanlardır.
"Allah'ın lâneti kâfirlerin üzerine olsun!" (Bakara: 89)
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HÂİNLERİN İÇYÜZÜ", Nisan 2006, s. 345-352)
"Eğer düşünürseniz, âyetleri size açıklamış bulunuyoruz." (Âl-i imrân: 118)
Müminleri dost, kâfirleri düşman edinmenin önemini ve lüzumunu delilleri ile beraber size açıkladık.
Daha sonra Allah-u Teâlâ onların müminleri hiçbir zaman sevmediklerini ve sevmeyeceklerini açıklayarak şöyle buyurmaktadır:
"İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz." (Âl-i imrân: 119)
Allah'ın düşmanlarına sevgi beslemenin ne derece yanlış ve çirkin olduğu bu Âyet-i kerime'den de anlaşılmaktadır. Onlar hiçbir zaman dost tutulmaya lâyık değillerdir.
Bu Âyet-i kerime'lere bakarak kâfirleri dost edinenlerin durumunu siz kıyas edin. Bu Âyet-i kerime'lere inanıp iman ediyorsanız bunların İslâm'dan çıktıklarını, İslâm'la hiçbir ilgilerinin olmadığını bilin ve tanıyın artık. Bunlar bugün sizi dininizden ettikleri gibi, yarın da vatanınızdan etmek istiyorlar.
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HÂİNLERİN İÇYÜZÜ", Nisan 2006, s. 30-31)