Ayşe Hanım pazar sabahı okulun önündeydi. Bugün yılsonu okul pikniği için veli ve öğrencileri ile İstanbul'un çok eski ve güzel mekânı olan Emirgan Korusu'na pikniğe gidiyorlardı.
Öğrenciler ayrı, veliler ayrı servislere binerken Ayşe Hanım yıllardır öğrenciler ile aynı servise binmeyi tercih ederdi. Zira seyahat esnasında çocukların sohbetlerinden onların eğitimi ve gelişimi ile ilgili oldukça önemli bilgiler elde ediyordu. Bu duygular ile öğrencilerin servisine bindi ve oturdu. Dua, sevinç çığlıkları ile öndeki annelerinin servislerini takip etme heyecanı ile seyahat başladı. Beş-on dakika sonra serviste büyük bir sessizlik hâkim oldu. Bu sessizlik Ayşe Hanım'ın oldukça dikkatini çekti. Kendi çocukluğunu hatırladı birden. Servisle bir okul seyahatine giderken öğretmenlerin kendilerine sürekli sessiz olma çağrısı yaptıklarını, defalarca öğretmeni tarafından uyarıldığını ve seyahat ederken bir arkadaşla konuşmanın aslında okuldaki sıradan sohbetten çok daha keyifli olduğunu ve uyarılara rağmen fısıltılar ile sohbete devam ettikleri günleri hatırladı. Daha sonra youtuber bir genç kızın kendisine daha geçen hafta anlattıkları geldi aklına. Genç kız şöyle demişti: "Ayşe Teyze, emin ol kanalıma bağlanan birçok çocuk orta okul öğrencisi ve evde kendini çok yalnız hissediyor. Bu nedenle ekranın başında benimle bir oyunu izlemek ve yorumlarımı dinlemek ve yazışarak sohbete katılmak onların hoşuna gidiyor." Kendi kendine "Dijital çağın acı gerçekleri" diye mırıldandı.
Daha geçen gün yuvaya konuşmasını bilmeyen ve bir ekran bağımlısı olan Mete gelmişti. Yuvanın camından babası ve annesininin kendisini bırakıp gittiğini görmüş ve ağlamaya başlamıştı. Tam 2 ay boyunca o cama tıkladı. Sınıf öğretmeni Ayşe Hanım'a sormuştu "Neden böyle yapıyor hocam?" diye. Ayşe Hanım da "Cama tıklayınca anne ve babasının geri geleceğini düşünüyor. Zaman 'tıkla gelsin, tıkla gitsin, tıkla hareket etsin' çağı öğretmenim." demişti. Ve akabinde iki sene önce bir parkta şahit olduğu olayı anlatmıştı: Parkta bir bankta oturan küçük bir kız parmağını havada kaydırarak uzaktaki salıncağı sallamaya çalışmış, salıncağı hareket ettiremediği için akabinde sinirlenerek "Benim parmağım bozuldu!" diye ağlamaya başlamıştı. Ayşe Hanım şöyle devam etmişti: "Çok üzücü öğretmenim gelen ve bizi kuşatan tehlikenin farkında değiliz. Geçen seansa gelen 9 yaşında bir kız girdiği ortamda hoşuna gitmeyen haz etmediği annesinin arkadaşlarından birini görünce o kişinin ortamı terk etmesini söylüyormuş, başarılı olamadığı taktirde de kendisi ortamı terk ediyormuş. Sanal ile gerçeği birbirine karıştıran egoist çocuk sayısı da artmakta."
Dijital çağda yapay zekâ hiçbir şeyi yasaklamıyor, çocukların doğum gününü dahi ebeveynlerinden önce hatırlıyor, hiçbir sorumluluk da yüklemiyor. Böylece dijital çağın tehlikeleri her geçen gün küçük yaşlara kadar inerek kökleşiyor.
Aileler yemek saatlerinde geçmişte günün rutinini anlatarak sohbet ediyorlardı. Şimdi yemek masasında birlikte oturanların sayısı her geçen gün daha da azalıyor. Çocuklar ya ekranın başında yemek yemeyi, gençler de yemeğini odasına götürmeyi tercih ediyor. Birlikte oturanların birçoğunun ise cep telefonları yemek tabağının yanında yer alıyor. Aile bireyleri yüz yüze bakmak yerine ekrana bakmayı, oradan sessizce, saatlerce kımıldamadan izlemede kalmayı tercih ediyor.
Peki günümüzde sadece gençler mi ebeveynlerinin yüzlerine bakmıyor. Hayır tabi ki! Maalesef birçok ebeveynler de birbirlerinin yüzlerine ve gözlerine bakmayı unuttular. Zira onların da elbette birer ekranı var ve onlar da kendi meraklarını, ilgi alanlarını kısaca kendi bireysel dünyalarını yaşamaktadırlar. Maalesef günümüzde işte tam da birbirini görmeyen ve sadece sessizce başkalarını gözetleyen eşler nedeni ile yuvalar bir bir dağılmaktadır.
Kısacası herkes birbirinden uzaklaşıyor ve bireyselleşiyor kendi sessiz dünyasını inşa ediyor. O sanal dünyadan bir an olsun uzak durmak ve gerçek hayata adapte olmak ızdırap gibi geliyor.
Ayşe Hanım, servis içerisindeki sessizlik ile bu düşüncelere dalıp giderken piknik yolu da yarıya gelmişi.
"Mağara'ya geldik!" bağırışı ile düşüncelerinden koptu bir an "Hayır burası mağara değil, tünel" dedi Ayşe Hanım. "Evet tünel" diye tasdik etti birkaç öğrenci. "Korkunç ve karanlık" dedi küçük sınıftan biri. Ayşe Hanım ise içinden şöyle seslendi: "Asıl korkunç olan bu dijital çağda, bilinçli bir şekilde; 'kımıldamadan, sessizce, izlemede kalmasını sağlayarak' adeta 'taşlaşmış insanlar'ın oluşumunun sağlanmasıdır."
Ve Bakara Suresi 74. Âyet-i kerime geldi aklına:
"Sonra bunun arkasından kalpleriniz yine katılaştı. Şimdi o kalpler taş gibidir, hatta daha da katıdır. Nitekim taşın öylesi vardır ki, içinden ırmaklar fışkırır. Öylesi de vardır ki, yarılıp ondan çeşme gibi su akar. Öylesi de vardır ki, Allah korkusundan yuvarlanır düşer. Allah yaptıklarınızı bilmez değildir."
Hazret-i Allah'tan haberdar olan kullarından olabilmek duası ile …