Asıl adı Muhammed bin Muhammed olan ve daha çok "Zeyneddîn" lâkabı ile tanınan Zeyneddîn el-Hâfî -kuddise sırruh- Hazretleri, 1356 (H. 757) yılında Horasan'a bağlı olan Hâf beldesinde dünyaya geldi. Halvetiyye tarikatının "Zeyniyye" adı ile anılan kolunun kurucusudur.
Zeyneddîn el-Hâfî -kuddise sırruh- Hazretleri çok küçük yaşlardan itibaren, önce doğup büyüdüğü yer olan Horasan'da ve ardından Mâverâünnehr, Irak, Azerbaycan, Şam, Mısır, Hicaz ve daha pek çok şehirde ilim tahsil edip, zamanının büyük âlimlerinden geniş ölçüde istifâde etti. Seyyid Şerîf Cürcânî, Celâleddîn Ebu Tâhir Ahmed el-Hocendî, İbnü'l-Cezerî, Zeyneddîn el-Irâkî, Ebu'l-Berekât Ahmed el-Kazvînî ve Kahire'de ikamet eden Zeyneddîn Abdurrahmân eş-Şebrîsî gibi meşhur âlimlerin ilim meclislerinde bulundu.
Zâhirî ilimlerde büyük bir mesafe kateden Hazret, nihayet tasavvuf yoluna sülûk edip zâhirî bâtınla cem ederek, Nureddîn Abdurrahman el-Mısrî -kuddise sırruh- Hazretleri'ne intisab etti. Çok kısa bir zaman zarfında halifeliğe yükselen Hazret'e, Nureddîn el-Mısrî -kuddise sırruh- Hazretleri bizzat kendi eliyle bir icâzet yazıp vererek, diğer talebelerinden farklı bir biçimde onu taltif etti. Kendisini takvâ sâhiplerine seçkin bir imam kılması için Allah-u Teâlâ'ya duâ ve tazarrûda bulunup, insanları irşad ve ıslâh maksadıyla tekrar doğduğu yer olan Horasan'a gönderdi.
Zâhirî ilimlerle bâtınî ilimleri pak ve temiz zâtında birleştiren Zeyneddîn el-Hâfî -kuddise sırruh- Hazretleri, yalnız kendi zamanındaki değil, kendisinden sonra gelen çok büyük velileri dahi etkilemiş; nitekim büyük veli Hâce Muhammed Pârisâ -kuddise sırruh- Hazretleri kendisinden daima övgü ile sözetmiştir.
Resulullah Aleyhisselâm'ın tavsiye ve tâlimi ile, Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn-i İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Fusûsu'l-Hikem" kitabını okuyan ve içindeki gizli sırlara vâkıf olan Hazret; "Dervişâbâd şehrinde ikâmet ederken, rüyâmda Resulullah Aleyhisselâm'ı gördüm. Bana 'Fusûsu'l-Hikem kitabı'nı okumamı işaret buyurdular; bundan sonra Fusûs kitabındaki birçok meseleyi sordum, lütfedip izah buyurdular." diyerek, bu hususa bizzat kendisi de işaret etmiştir.
Hayatını Tasavvuf yolundan nasipdâr olanların nefislerini tezkiye, ruhlarını tâlim ve terbiye ile geçiren Hazret, 1435 (H. 838) yılında Herat'ta vefat etmiştir.
Zeyneddîn el-Hâfî -kuddise sırruh- Hazretleri, Şeyhü'l-ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Fusûsu'l-Hikem" kitabındaki gizli mânâları yazdığı eserlerin birçoğuna aksettirmiş, hususiyetle "Risâletü'l-Kudsiyye" adlı eserinde, Hâtemü'l-enbiyâ olan Muhammed Aleyhisselâm ve Hâtemü'l-evliyâ olan zâtla ilgili, daha önce hiç duyulmamış ve hiçbir veli tarafından ortaya konmamış gizli cevherleri açığa çıkarmıştır.
Hazret bu eserinde, gayenin kemâline ererek Tevhîd'in nihayetine erişen Hâtemü'l-enbiyâ ve Hâtemü'l-evliyâ'nın beşerî akılla idrâk edilemeyeceğini ortaya koymuş;
"Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol tâyin ettik"
Âyet-i kerime'sinin bu iki Hâtemiyet'e işaret ettiğini ifşâ ederek, görünen âlemleri ihâta edenin bu iki Hâtem olduğunu beyan buyurmuştur:
"Kemâlin gâyesine ulaşıp O'nu Tevhîd eden, kâinât mertebesinde O'nun vahdâniyyet'ini müşâhade eden; isimlerin ve sıfatların bilinmesiyle ilgili ilimlere sâhip olup Tevhîd'in nihayetine eren kimse düşünceye sığmaz!
Hayır!.. O kendi mârifetiyle ilgili olarak O'nu müşâhade edip, O'nu tenzîh etmiş olarak, bunun daha ötesindekini de bilir.
Zira Âyet-i kerîme'de;
'Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik.' buyurulmuştur. (Mâide: 48)
Ki; 'Ben Hâtemü'l-velâye'yim!' diyen kişi seni dâvet etsin, sen de onu taklid edesin! Zira gözle görülen âlemlerin etrafını kuşatan; Hâtemü'n-nübüvve olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- ve Hâtemü'l-velâye'dir." ("Risâletü'l-Kudsiyye", vr. 78b)
Dikkat ederseniz Zeyneddîn el-Hâfî -kuddise sırruh- Hazretleri arzettiğimiz beyanlarında, gayenin kemâline ererek Tevhîd'in nihayetine erişen Hâtemü'l-enbiyâ ve Hâtemü'l-evliyâ'nın beşerî akılla idrâk edilemeyeceğini ortaya koymakta ve;
"Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol tâyin ettik"
Âyet-i kerime'sinin bu iki Hâtemiyet'e işaret ettiğini ifşâ etmektedir.
Şeriat Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in İslâm dinini tebliğ vazifesidir. Yol ise; şeriatı yayarken, vazifesinden ötürü velâyetini kullanmadı, velâyeti şimdi dünyaya yayılıyor.
Hülâsa olarak arzetmek gerekirse; risaletini kullanıp velâyetini bıraktığı için, bu velâyet dünyaya şimdi yayılıyor. Yol şimdi açılmış oldu.
Bu durum Resulullah Aleyhisselâm'ın velâyetini kullanmadığından ötürüdür. "O velâyet intikal etiği için, o yolu o açacak!" demek istiyor.
Nübüvvetini ve risâletini kullandı, velâyetini kullanmadı. Velâyetini kullanma günü bugünmüş.
O zaman o lâzımdı onu gönderdi, bu zamanda bu lâzımdı bunu gönderdi.
Onu da O gönderdi, onu da O gönderdi. Evvel onu gönderdi, sonra onu gönderdi. Onu da Âdem Aleyhisselâm'dan evvel yarattı, onu da Âdem Aleyhisselâm'dan evvel yarattı. Onu da Hatem yaptı, onu da Hatem yaptı. İkisi de nur, ikisi de kandil, ikisi de hâtem...
Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri, Allah-u Teâlâ'nın onun irşadını yayacağını beyan buyuruyor ve yaydı.
Nitekim İmam-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri:
"Kararmış olan âlem onun zuhur nuruyla aydınlanır. Onun hidayet ve irşad nurları bütün âleme yayılır." buyurmuşlardır. ("Mektûbât"; 260. Mektûb)
Hiçbir kimsenin irşadı dünyaya sirayet etmemişti. Fakat bu irşâd dünyaya sirayet etti. Hem zâhirî hem bâtınî birleşince bu şekilde dünyaya sirayet etmiş oldu. Allah-u Teâlâ öyle murad etmiş.
Allah-u Teâlâ bir Âyet kerime'sinde buyurur ki:
"Rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah büyük lütuf ve kerem sahibidir." (Âl-i imrân: 74)
Ezelden bu kandilleri halketmiş, koymuş, öyle murad etmiş. Mahlûka âit hiçbir şey yok.
Allah-u Teâlâ Yahya Aleyhisselâm'a, son Peygamber'in ümmetinden olan bu büyük zâtı müjdeleyerek nebilerin ve resullerin dahi gıpta edeceği bir kemâlatla göndereceğini vahyetmiş ve beyanlarının bir noktasında şöyle buyurmuştur:
"İzzet ve Celâl'ime yemin ederim; ben onu öyle bir gönderişle göndereceğim ki, Nebi'ler ve Resul'ler dahi ona gıpta edecekler!"
Gıbta etmelerinin sebebi ve hikmeti; onu Allah-u Teâlâ gönderdiği için, irşadını O yaydığı için, bu nuru bütün dünyaya O sirayet ettirdiği içindir.
Zira Allah-u Teâlâ diğer nebileri ve resulleri yakınlarına, yahut kendi kavimlerine, kendi muhitlerine, kendi mıntıkalarına gönderdi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i ise umuma gönderdi. Bu ise Rahmeten lil-âlemîn olan Hâtem-i nebi'nin vekili olduğu için, onun irşadını hem dünyaya sirayet ettirdi, hem âlemlere sirayet ettirdi. Onun vazifesi olduğu gibi nakledildiği için, umumî bir irşad var.
Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fütûhü'l-Gayb" adlı eserinde buyurur ki:
"O resul ve nebilerin vekilidir, peygamberler bunu vekil etmişlerdir." (33. Makale)