Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Başyazı - Kur'an'ı Biz İndirdik Ve Onun Koruyucusu da Elbette Biziz-(Hicr-9) - Ömer Öngüt
Kur'an'ı Biz İndirdik Ve Onun Koruyucusu da Elbette Biziz-(Hicr-9)
Başyazı
İsmail Yavuz
1 Mayıs 2023

 

"Bununla Beraber Biz Biliyoruz ki, İçinizde Onu (Kur'an'ı) Yalanlayanlar Vardır. Muhakkak ki O, Kâfirler İçin Bir Üzüntüdür (Bir İç Yarasıdır)."
(Hâkka: 49-50)

"Allah Onlara Şiddetli Bir Azap Hazırlamıştır. Gerçekten Onların Yaptıkları Şey Ne Kötüdür!"
(Mücâdele: 15)

"Doğrusu Biz Kâfirler İçin Zincirler, Demir Halkalar ve Alevli Bir Ateş Hazırladık."
(İnsan: 4)

"Cehennem Neredeyse Öfkesinden Çatlayacak!"
(Mülk: 8)

"Sapık ve Maksatlı Kişiler Onu (Kur'an-ı Kerim'i) Bozamaz (Zarar Veremez)."
(Hadis-i Şerif)

"Amma Sapanların, Sapıtanların Hali Ne Kadar Acı ve Ne Korkunçtur! Onların İlk Ziyafeti Kaynar Suya Atılmak ve Orada Gezdirilmektir. Oradaki Azap Müddeti Bitince Cehenneme Götürülüp Yanmaktır."
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)

"KUR'AN'I BİZ İNDİRDİK VE ONUN KORUYUCUSU DA ELBETTE BİZİZ."
(Hicr: 9)

 

"Küfür ehli İslâm'ı ve müslümanları kabul etmemiş, her zaman İslâm'ın ve müslümanların karşısında olmuş, hep tuzak kurmuş, dost olmamış, bilâkis düşmanlık yapmıştır. En büyük düşmanlığı yüzyıllar boyu İslâm'ın sancaktarlığını yapan bu necip millete yapmışlardır. Zamanında Osmanlı'yı yıkmak, yutmak için çevirdikleri entrikaların bir benzerini bugün de çevirmek istiyorlar. Dinimizi, vatanımızı paymal etmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar. Zira küffâr İslâm'a ve müslümanlara karşı düşmanlıktan hiçbir zaman vazgeçmez. Vazgeçmemişlerdir, vazgeçmeyeceklerdir.

Çünkü Allah-u Teâlâ inananlarla inanmayanları birbirinden ayırmış, küffarın İslâm'ın ve müslümanların hasmı olduğunu iman ehline duyurmuştur. Nasıl ki küffar İslâm'ın hasmı ise, iman ehli de küfrün hasmıdır. İlâhi hüküm budur.

"Birbirine hasım iki zümre." (Hacc: 19)

"Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." (Bakara: 217)"

(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)

 

Allah-u Teâlâ iman ile küfrü ayırmış, iman ehli ile küfür ehlini "Birbirine hasım iki zümre" olarak vasıflandırmıştır:

"Birbirine hasım iki zümre." (Hacc: 19)

İlâhî hüküm budur, iman budur. Bu ilâhî beyanın icabı yerine getirildiği takdirde hakiki iman olur.

Biz müslümanlar olarak bu iman üzere olsak da olmasak da kâfir kâfirliğini, hasım hasımlığını yapıyor. Bu İslâm milleti'ne düşmanlığını ve kinini izhar etmek için Türk Büyükelçilikleri önünde Kur'an-ı kerim ve Türk bayrağı yakıyor. Türk milleti'nin kutsallarına; dinine, imanına, bayrağına hakaret ediyor.

Bunu göstere göstere devlet bazında kabullenerek yapıyorlar. Her türlü izni verip bir de polis koruması tahsis ediyorlar. Mahkemeler kabulleniyor, devleti yönetenler kabulleniyor.

Bu cesareti İslâm dünyasının içine düşmüş olduğu zaaftan alıyorlar. Müslümanlar olarak bu ayrımı, iman-küfür ayrımını yapmayı bıraktığımız, küffarın yanında bir şeref ve kudret aradığımız için bugünkü zaaf durumuna düştük. Her şey iman zaafına düşmekle başladı.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah'a âittir." (Nisa: 139)

Eğer müslümanlar Allah katındaki şeref ve kudrete tâlip olsalar küffar bu hakaretlerinin hiçbirisini yapamazdı. Bütün İslâm devletleri bir araya gelse, bugün Kur'an-ı kerim'e, daha önce Resulullah Aleyhisselâm'a karşı yapılan hakaretlere karşı dursa, buna izin veren devletlerle bütün ilişkilerin kesileceğini ilân etse; küffar mutlaka geri adım atardı.

Oysa defaatle yapmaya devam ediyor. Karşısında büyük bir güç görmeyince de azgınlığı artıyor.

Zerre gücümüz yok yani.

Çeşitli sebeplerden o devletler nezdinde gücümüzü kullanmaya çekiniyoruz.

Bu kadar düşmanlık var, basında, televizyonlarda ilk yaptıklarında bir gün haber oldu. Sonra aynı alçaklıkları yapmaya devam ettiler, hemen hemen hiçbir yerde haber olmadı. Bazı devlet yetkilileri bu alçaklıkları, lânetlediğini söylemese, "Kudurmuş mahluklar" demese hiçbir haber çıkmayacak.

Oysa Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Sizden bir kimse çirkin bir iş görürse onu eliyle derhal değiştirsin. Eğer buna gücü yetmezse dili ile değiştirsin. Buna da gücü yetmezse bari kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir." (Müslim)

Hazret-i Allah'ın kitabı yakılıyor ve ses yok. İslâm'ın sembollerini üzerinde taşıyan, bağımsızlığımızın ve devletin en güzel nişanesi olan bayrağımız yakılıyor, ona da ses yok. Bu, müslümanların ne durumda olduğunu gösteren bir işaret.

Bizim imanımızın sağlam olması lâzım. Bunu kaybetmememiz lâzım. Allah'tan korkmamız lâzım.

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır." (Haşr: 18)

Bu Allah kelâmı.

Şu anda tamamen Batı medyasının empozesi sebebiyle bu iman tavrı unutuluyor, unutturuluyor. Hoşgörü, demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü vs. adı altında her türlü ahlaksızlık, her türlü dinsizlik, her türlü küfrün önü alabildiğince açılıyor. Toplumun, ailenin yıkımına sebep olacak her şeyin önü alabildiğince açılmaya, müslümanın iman tavrı sergilemesi engellenmeye çalışılıyor. Bize Allah kelâmı, Kur'an-ı kerim unutturuluyor. O yüzden bizim tepkimiz zayıflıyor, imanımız zayıflıyor.

Halbuki bizim o yaktıkları, düşmanlık besledikleri Hazret-i Kur'an'a sarılmamız lâzım. Onlara en güzel cevabı Hazret-i Kur'an'ın izinden giderek, ona sarılarak, ona sahip çıkarak verebiliriz. O zaman da bizi Allah ve Resul'ü destekler.

"Kim Allah'a sımsıkı sarılırsa, muhakkak ki o doğru bir yola iletilmiştir." (Âl-i imran: 101)

Küffarın tıyneti bugün olduğu gibi öteden beri böyledir. Asr-ı saadette de, Osmanlı devrinde de böyleydi.

1889 yılında Fransa'da bir tiyatroda "Mahomet" adı altında asılsız iftirâlar ve çirkin ithamlarla dolu bir tiyatro oyunu hazırlanmış; bu oyunu sergilemek için hazırlıklara başlanmıştı. Bunu haber alan Sultan İkinci Abdülhamid Hân âdeta ültimatom gibi bir irade yayınlamış, oyun engellenmezse Fransa ile tüm ilişkilerin kesileceğini ilan etmişti. Bunun üzerine Fransa devleti hemen oyunu yasaklamıştı. Oyunun yasaklandığını haber veren bir İtalyan gazetesi Sultan Abdülhamid Han'ın nezdinde Osmanlı'nın tavrını şu cümlelerle tasvir etmişti: "Bu dramın sahneleneceği haberi üzerine Sultan, sanki kendisine bir Rus filosunun Boğaziçi'ne doğru hareket ettiği bildirilmiş gibi heyecâna kapıldı!.."

Kâfir öteden beri aynı tıynette, öteden beri düşman, öteden beri hasım.

Ancak son zamanlarda küffarın düşmanlığı her yerde karşımıza çıkıyor.

Allah-u Teâlâ kâfirlerin müslümanlara karşı gönüllerinde besledikleri hınç ve nefretin büyüklüğüne dikkati çekerek Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmuştur:

"Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür." (Âl-i imran: 118)

Allah-u Teâlâ kalplerinde gizlediklerinin söyledikleri ve yaptıklarından daha büyük olduğunu haber veriyor. O kadar zulümler, o kadar hakaretler, o kadar düşmanlıklar yapıyorlar. Ve fakat anlaşılıyor ki kalplerinde olan ve gizledikleri çok daha büyük şeyler var.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de Hadis-i şerif'lerinde "Küfür tek millettir." buyurarak, küfür milletlerinin her ne kadar kendi aralarında ihtilaflar olsa da İslâm'a ve müslümanlara karşı kalplerinin aynı olduğunu, düşmanlıkta bir ve beraber olduklarını haber vermiştir. Türkler bin yıldır süregelen Haçlı seferleri sebebiyle bunu en iyi tecrübe etmiş bir millettir.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu hakikatleri duyurmak, müslüman milletimizi uyandırmak, küffarın vatanımız üzerindeki emellerine engel olmak için birçok eserler neşretti, dergilerimizde makaleler yayınladı. Talebelerini misyonerlik faaliyetlerinin yapıldığı yerlere ve FETÖ'nün küfrü hoş görü toplantılarına, bütün Türkiye'de ve bütün küffar memleketlerinde sevkederek bu hakikatleri bizzat muhataplarına ulaştırdı. Çok büyük bir mücadele verdiler. Bu mücadeleyi değişik vesilelerle dergilerimizde dikkat nazarlarınıza arzettik.

Kendileri bir beyanlarında:

"Küffarın gayesi İslâm'ı yıkmaktır." buyurmuşlardı. ("Biz Küfrü Hoş Görenlerden Değiliz", s.149)

İslâm'ı yıkmak için önce Türkiye'yi yıkmaya çalışıyorlar. Çünkü Türkiye yıkılırsa İslâm ülkelerinin en büyük dayanak noktası yıkılmış olur. Zira Türkiye hem bin yıldır İslâm'ın bayraktarlığını yapmış bir milletin, İslâm'ın vatanı olduğu gibi, aynı zamanda İslâm dünyasının en güçlü bir devletidir. Burası merkezdir. Bu merkezi yıkarlar veyahut FETÖ gibi taşeronları vasıtasıyla ele geçirirlerse büyük bir muvaffakiyet elde etmiş olacaklar.

Binaenaleyh bu düşmanlıklar, bu Haçlı seferleri, küffarın fitneleri geçmişte olup bitmiş şeyler değil. Hâlen devam ediyor. Hatta içinde bulunduğumuz an itibariyle hayli nazik durumlar var. Tehlikeli bir gidişat var.

Küfrün ve azgınlığın ayyuka çıktığı; küffar milletlerinin kin ve düşmanlıklarının, sinsilik ve kötü niyetlerinin zirveye ulaştığı bir zamandayız.

İmanımızı, vatanımızı korumak için teyakkuzda, büyük bir gayret içinde olmamız gereken bir devirden geçiyoruz.

Yakın zamanda tehlikeli harplerin yaşanma ihtimali var.

Nitekim dikkat ederseniz son zamanlarda yaşanan hadiselerde küffarın artan bu kin ve düşmanlığının birçok emarelerini görüyoruz. Âdeta bütün bu kötü niyetlerini zahir etmiş durumdalar.

Bir yandan sürekli kutsalımıza, maneviyâtımıza taarruz ediyor, Kur'an-ı kerim'e, bayrağımıza hakaret ediyor, yakıyorlar; diğer yandan Türkiye'yi bölmek istediğini gizlemeyen terör örgütlerini açıktan destekliyor, silahlandırıyor, devletleştirmeye çalışıyorlar; öbür yandan etrafımızdaki taşeron devletleri bize karşı körüklüyor, her türlü silah ve teçhizatı veriyor, sınırlarımızı askerî üslerle çevirmeye, bizi kuşatmaya çalışıyorlar; bununla da yetinmiyorlar bize silah ambargosu uyguluyorlar. Başkanları, senatörleri açıktan âdeta bir Yunan milletvekili gibi Türkiye düşmanlığı yapıyor.

Allah-u Teâlâ asırlar önce bu kâfirleri bize tanıtmıştır:

"Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık bir düşmanınızdır." (Nisâ: 101)

Bu düşmanlığın yakın zamandaki en bariz örneklerinden birisi yukarıda bahsi geçen; İsveç'te, Danimarka'da Türk büyükelçilikleri önünde Allah-u Teâlâ'nın kitabı Kur'an-ı kerim'in ve Türk bayrağının, devletin izniyle, polis koruması altında üstelik defaatle yakılması hadisesidir. Türk ve İslâm düşmanı sapık grupların aşağılık eylemlerini yapmaları için her türlü izni ve korumayı veriyorlar. Bu alçak eylemler açık bir nefret suçu olduğu halde; savcılar bu suçları soruşturmaya bile gerek görmüyor. NATO'ya girme sevdası sebebiyle, Türkiye'ye hoş görünmek için getirilen yasakları da mahkemeleri kaldırıyor, eylem yapma özgürlüğü var diyor.

Binaenaleyh bu alçaklıklar münferit olaylar değil. Arkasında bizzat küffarın kendisi var, devleti var, istihbaratı var.

Bu sapıklığı, bu hakaret ve saldırıları Türk Büyükelçiliği önünde yapmakla, yaptırmakla; bir yandan Türkiye'ye, Türk devletine, Türk milletine, diğer yandan bu aziz milletin inancına, medeniyetine, temsil ettiği değerlere, bin yıldır bayraktarlığını yaptığı İslâm dini'ne hakaret ve düşmanlık yapıyorlar. Seçtikleri yer, yaktıkları Kur'an ve bayrağın çok büyük bir sembolik değeri olduğunu biliyorlar ve bilerek bu alçaklığı yaptırıyorlar.

Onlar Hazret-i Allah'ın kelâmını yakıyorlar, Hazret-i Allah onları nasıl yakacak?

"Allah Azîz'dir, intikam sahibidir." (Âl-i imran: 4)

Yanlarına bırakmaz.

"Allah düşmanlarınızı sizden çok daha iyi bilir." (Nisâ: 45)

Ey müslüman kardeş!

Küffar demek istiyor ki;

"Benim niyetim kötü, ben sana düşmanım, seni hedefime koydum."

Bizim de küffara, küffarın bu kötü niyetine karşı tedbir almamız, bir ve beraber olmamız gerekmez mi?

Bu küfre dur demek için azami gayreti göstermemiz gerekmez mi?

Allah-u Teâlâ bize bunları tanıtmış;

"Düşmandır" buyurmuş (Nisâ: 101);

"Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır." buyurmuş (Âl-i imran: 118);

"Dost edinmeyin" buyurmuş (Mâide: 51);

Bizim bu ilâhî hükümlere tam bir teslimiyetle iman etmemiz gerekmez mi?

Görüyorsunuz küffar her türlü düşmanlığını, her türlü kinini ortaya sermiş. Allah-u Teâlâ'nın hükmü gün gibi ortaya çıkmış; bu düşmanlara karşı ona göre tedbir almamız gerekmez mi?

İçimizde hâlâ küffardan medet uman; küffarın beslediği, büyüttüğü terör örgütlerini masum göstermeye çalışanlar var. Bir ve beraberler.

İmanı ve vicdanı olan bir kimse bunu yapar mı?

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin;

"İmansız vatan, vatansız iman muhafaza edilmez."

Beyanının ne kadar büyük bir hakikati ifade ettiğini her geçen gün daha çok müşahede ediyoruz.

Eğer aklımızı başımıza almazsak, küffarın bu kötü niyetine zemin hazırlamaya devam edersek, büyük bir musibet gelebilir. Allah'ım bizi muhafaza etsin.

O hâlde bize düşen nedir?

"Allah'a ve Resul'üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider. Sabredin! Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir." (Enfal: 46)

Küffarı düşman bellemez, dost bilirsek, yaranmaya çalışırsak, küffarın verdiği akıldan medet beklersek; Allah ve Resul'üne itaat etmemiş, kendi kendimizi düşmanın insafına teslim etmiş oluruz.

Allah-u Teâlâ bize "Sabredin!" diye emir buyurduğu hâlde; küffardan gelen eziyet ve düşmanlıklara karşı sabırla, topyekün, hep birlikte cevap vermez, birbirimizle çekişirsek bizim halimiz ne olur?

Cevabını Allah-u Teâlâ veriyor; "Sonra korku ile zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider." buyuruyor.

Cenâb-ı Hakk diğer bir Âyet-i kerime'sinde kâfirleri bize tanıtıyor ve şöyle emir buyuruyor:

"Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır. Şüphesiz ki Allah zâlimler gürûhunu hidayete erdirmez." (Maide: 51)

 

"İki Hasım Zümre"

Allah-u Teâlâ müminlerle kâfirlerin arasındaki berzahı açık ve kesin olarak ilân etmekte;

"Birbirine hasım iki zümre." (Hacc: 19)

Âyet-i kerime'si ile inananlarla inanmayanları birbirinden ayırmaktadır.

Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime'sinde İslâm ile küfrü ayırmış, ayrı ayrı iki zümre olduğunu beyan buyurmuştur.

Âdem Aleyhisselâm'dan beri gelip geçen bütün insanlar iki zümreye ayrılmışlar; Hakk'tan yana olanlar Hakk'ı savunmuşlar, bâtıldan yana olanlar Hakk'ı ve hakikati reddedip kendi kurdukları dinlerini savunmuşlardır. Zira bu iki zümrenin biri diğerine hasımdır.

Allah-u Teâlâ hakikat ile dalâleti kesin ve açık olarak ayırıyor, iman edenlere duyuruyor:

"İman ile küfür birbirinden kesin olarak ayrılmıştır." (Bakara: 256)

İman ile küfrün, mümin ile kâfirin ayrılması ve bilinmesi lâzımdır. Bu ise ancak Allah-u Teâlâ'nın emri ile ayrılır ve bilinir. Temiz ile pisin ayrıldığı gibi.

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"(Mümin ve kâfir) iki zümrenin durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir.

Bunların hâli hiç eşit olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?" (Hûd: 24)

Hakikati gören ve hidayet nûrları ile nûrlanan kimsenin durumu, dalâlet karanlıklarında bocalayan ve yolunu bulamayan kimsenin durumuna elbette benzemez.

"De ki: Hiç körle gören (kâfirle mümin) bir olur mu? Hiç tefekkür etmiyor musunuz?" (En'âm: 50)

Allah-u Teâlâ'nın hükümlerini görüp kabul edenler ile inkâr edenler elbette beraber olamazlar.

O'nun yüce peygamberi Muhammed Aleyhisselâm'ın sünnet-i seniyye'sine ittiba edenlerle etmeyenler şüphe yok ki aslâ bir seviyede bulunamazlar.

"Rabb'inden sana indirilenin hak olduğunu bilen (mümin) bir kimse, kör gibi olur mu?" (Ra'd: 19)

Buradaki körlükten maksat kalp gözü körlüğüdür. Bu dünyadaki durumları birbirinden farklı olduğu gibi, ahiretteki âkıbetleri de aynı şekilde farklı olacaktır.

Allah için sevgi, Allah için buğz imanın en sağlam kulpudur. İmanın tekâmülünde en büyük âmildir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Amellerin en üstünü Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir." (Ebu Dâvud)

İnsan bunu ayırdedemezse, ne kadar ibadet ederse etsin dalâlettedir, sapıklıktadır. Allah-u Teâlâ ile arasında çok büyük bir uzaklık meydana gelir, rahmet-i ilâhiden kovulur.

Kitabullah'ın hükmüne rızâ göstermeyenleri dost edinmenin insanı İslâm hudutları haricine çıkaracağı kesinlikle bilinmelidir. Bir müminin her şeyden önce dininde ve imanında samimi olması gerekir. Küfre rızâ küfürdür.

Daha sonra Allah-u Teâlâ onların müminleri hiçbir zaman sevmediklerini ve sevmeyeceklerini açıklayarak şöyle buyurmaktadır:

"İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz." (Âl-i imrân: 119)

Allah'ın düşmanlarına sevgi beslemenin ne derece yanlış ve çirkin olduğu bu Âyet-i kerime'den de anlaşılmaktadır. Onlar hiçbir zaman dost tutulmaya lâyık değillerdir.

"Allah onlara lânet etmiştir." (Nisâ: 46)

Bu lânet onlar için dünyada da ahirette de geçerlidir.

"Allah onlara gazap etmiştir." (Mâide: 80)

Lânet üstüne lânete, gazap üstüne gazaba uğramışlardır.

"Allah kâfirleri sevmez." (Âl-i imrân: 32)

Sen de kâfirleri sevme, sen de onlara meyletme!

"O halde sakın kâfirlere arka çıkma!" (Kasas: 86)

Onlara muhalefet et, isteklerine uyma!

"Kim onlarla dost olursa işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir." (Mümtehine: 9)

Düşmanlık yerine dostluğu koyarak adaletin hakkına tecavüz edenler ve neticede kendilerine zulmetmiş olanlardır.

"Allah'ın lâneti kâfirlerin üzerine olsun!" (Bakara: 89)

 

Küffar Öteden Beri İslâm'ı Yıkmak,

Müslümanları Yok Etmek Niyetindedir:

Ehl-i küfür öteden beri İslâm'ı yıkmak, müslümanları yok etmek gayesi ile her fırsatta ordularıyla saldırmıştır. İslâm'a, müslümanlara zarar vermek, yok etmek için elinden geleni, her türlü düşmanlığı yapmıştır. Bunların Haçlı zihniyeti asla değişmemiştir, İslâm'a dün de bugün de düşmandır, intikam hissi ile doludur. Tarih boyu bu böyledir.

Küffar hiçbir zaman İslâm'ın ve müslümanların yükselmesini istemez, istememiştir.

Hiçbir zaman müslümanlara olan düşmanlıklarından vazgeçmemişlerdir:

"Onlar size fenalık etmekten aslâ geri kalmazlar." (Âl-i imran: 118)

Kâfirlerin içinde öyle bir kin, öyle bir düşmanlık vardır ki; müslümanları madden yıkmak, hatta soykırım yapmak niyetiyle sürekli saldırılar tertip etmişlerdir. Haçlı Seferlerinde, müslüman milletlerin olduğu her yerde; Kudüs'te, Antakya'da, Endülüs'te, Mora'da, Balkanlar'da, Anadolu'da, Kafkaslar'da, Kıbrıs'ta, Bosna'da ve daha birçok yerde kadın, çocuk ayırmadan tarih boyu yaptıkları katliamların, soykırımların sebebi bu kin ve düşmanlıktır.

Şüphesiz ki karşılarında bir güç görmemiş olsalardı; bu niyetlerini icra etmek, bütün müslümanları yok etmek için bir an bile geri durmazlardı.

Onlar İslâm'ın ve müslümanların düşmanıdırlar.

"Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." (Bakara: 217)

İspanya'da, Balkanlar'da yaptıklarının aynısını güçleri yetmiş olsa Anadolu'da da yapmak istediklerinden hiçbir şüpheniz olmasın. 100 yıl önce bunu denemediler mi? Tekrar denemek istemediklerini mi sanıyorsunuz?

Binaenaleyh kâfirlerin düşmanlığı her devirde olmuştur, ve fakat içinde bulunduğumuz şu zamanda bu düşmanlıkları, pervasızlıkları, kötü niyetleri son raddeye ulaşmıştır. Bu niyetlerini değişik usullerle taşeronları vasıtasıyla sahaya sürüyorlar. Çok daha büyüklerini planlıyorlar.

"Onlar düşmandır, onun için (kendilerine emniyet etme) onlardan sakın! Allah onları kahretsin!" (Münâfikûn: 4)

Onun için; bunlardan sakınmak lâzımdır. Kesinlikle bunlara emniyet edilmez. Çok dikkatli olmamız, her türlü hazırlığı yapmamız lâzım.

 

Küffar Hem Madden Hem Mânen Yıkmaya Çalışıyor:

Küffarın yaptığı, yapmaya çalıştığı, daha da yapmak istediği tehdit ve tehlikeler hem maddî hem de mânevîdir. İki cihetten de saldırıyor ve daha da saldırmak istiyor.

Birinci ve en büyük manevî tehlike; müslümanın imanının tehlikeye düşmesidir.

İkinci ve en büyük maddî tehlike kâfirlerin vatanımıza yaptıkları düşmanlıktır. Gerek harple, gerek terörle, gerek Yunanistan gibi taşeronları ile bu düşmanlığı yürütmeye devam etmektedirler.

Küffar bu iki cihetten müslümanlara zarar vermek için yeri gelmiş haçlı orduları, yeri gelmiş fitne orduları sevk etmiştir.

İslam'a, Hazret-i Kur'an'a saldırmaları, Resulullah Aleyhisselâm'a iftiralar atmaları, karikatürlerle, her türlü yöntemle hakaret kampanyaları tertip etmeleri; İslâm'ı ve müslümanları karalamak için kara propagandanın her türünü kullanmaları, DAEŞ gibi terör örgütlerini el altından desteklemeleri, bu amaçla milyarlarca dolar kaynakla özel gizli teşkilatlar kurmaları... bütün bunlar manevî cihetten yıkmak için yaptıkları saldırılardır. Bu saldırıların arkasında bilinçli bir şekilde istihbarat vs. her türlü kurumuyla, organize bir şekilde hareket eden devletler var. Batılı devletler olsun, Vatikan olsun, İsrail olsun hepsi var.

Onun içindir ki; İslâm dini'nin temellerine, iki can damarına; Hazret-i Kur'an'a ve Resulullah Aleyhisselâm'a, onun manevî şahsiyetine, sünnetine mütemadiyen, öteden beri saldırmaktadırlar.

Bunun tezahürlerini daha evvel Hollanda'da, Fransa'da görmüştük, şimdi aynı kepazelik ve rezillikleri İsveç'te, Danimarka'da görüyoruz.

Görülüyor ki; bunlar münferit saldırılar değildir, Haçlı Batı devletlerince destekleniyor, bilinçli, plânlı yapılıyor.

"Bu 'Haçlı niyeti' hiçbir zaman kaybolmamıştır." ("Biz Küfrü Hoş Görenlerden Değiliz", s.166)

Bunlar kendi içlerinde olan küfrü, yaptıkları bu alçaklıklarla ortaya dökerek; bir taraftan müslümanların inançlarını sarsarak kendilerine benzetmeye, diğer yandan kendi insanlarının hak ve hakikate meyletmesini, hidayete ermesini engellemeye, İslâm'a ve müslümanlara karşı kin ve nefretle doldurmaya çalışıyorlar.

Bir gayeleri de müslümanları hem rencide etmek, hem kışkırtmak ve bahane ile Avrupa'dan kovmaktır. İsveç'te ve birçok Avrupa ülkesinde müslüman okullarının kapatıldığına, müslüman ailelerin çocuklarının sudan sebeplerle ellerinden alınarak hıristiyan hatta eşcinsel aile(!)lere verildiğine dair haberler var.

Müslümanların başına dâima bir gâile çıkarmaktan ve kötülük etmekten başka bir şey düşünmezler. İslâm'ı terkedip kendilerine tâbi olmadıkça, hiçbir müslümandan da asla memnun olmazlar.

"Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar." (Bakara: 120)

İslâm'ı yıkmak, müslümanları kararsızlığa düşürmek gibi bir gayede şeytanla iş birliği içindedirler ve nereye saldıracaklarını çok iyi bilmektedirler.

Müslümanlar, İslâm dünyası ise küffarın bu küfrüne, bu düşmanlığına karşı âdeta balık otu yutmuş gibi duyarsız ve paramparça.

Bu sebeple Allah-u Teâlâ küffara ruhsat veriyor. Küffar yapacağını yapmaya çalışıyor.

Bugün küffarın elinde gerek silah, gerek ekonomi, gerek propaganda araçları açısından büyük bir güç bulunmaktadır.

Ve maalesef İslâm ülkelerinin üzerine çullanmak için fırsat kollamaktadırlar.

Bu zaafın sebebi nedir?

Sevban -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Size çullanmak üzere yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya çağrışan yiyiciler gibi birbirini çağıracakları zaman yakındır." buyurdu.

Orada bulunanlardan biri:

"O gün sayıca azlığımızdan mı?" diye sordu.

"Hayır! Bilâkis siz o gün çoksunuz. Fakat sizler bir selin getirdiği çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığı olmayan çer-çöp durumunda olacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!" cevabını verdi.

"Zaaf nedir yâ Resulellah?" denildiğinde:

"Dünya sevgisi ve ölüm korkusu!" buyurdu. (Ebu Dâvud: 4297)

Resulullah Aleyhisselâm aynı bugünleri tarif buyuruyorlar. Müslümanların sayısı çok fazla ancak "Çer-çöp" misali, eski şevketleri, eski ahlâk ve adaletleri, eski iman ve cihad azimleri kalmamış.

Bununla beraber Allah-u Teâlâ dilediği zaman küffarı birbirine düşürmekle, yahut dilediği bir şekilde İslâm'a ve müslümanlara yardım ediyor.

Nitekim Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Eğer Allah, insanların bir kısmı ile diğerlerini savmasaydı, yeryüzünün düzeni bozulurdu." (Bakara: 251)

Bugün küffar İslâm'ı ve müslümanları ve hususiyetle bu milleti tamamen yok etmek için fırsat kolluyor.

Ancak Allah-u Teâlâ her ne kadar bunlara ruhsat vermiş olsa da fırsat vermeyecek, onların gayelerini tamam etmeyecek. Bize zarar verecekler, eziyet verecekler, ancak nihayetinde zafer İslâm'ın olacak.

Zira bu mülkün bir sahibi var:

"Şüphesiz ki Allah mülkünü dilediğine verir." (Bakara: 247)

Bu mülkün sahibi küffarı perişan edecek, tekrar hakimiyeti İslâm'a verecek.

"Bütün kuvvet Allah'a âittir" (Bakara: 165)

Müslümanlar kabahatlerinin cezasını çekiyor ve fakat devran dönecek, ceza çekme sırası küffara gelecek.

 

İsveç ve Danimarka'da Kur'an-ı Kerim'in Türk Bayrağının Yakılması:

Bilindiği üzere İsveç ve Finlandiya NATO'ya üye yapılmak istendiğinde, Türkiye bu ülkelerin önce teröre, PKK'ya olan desteklerini kesmelerini talep etti ve üyeliklerini hemen onaylamadı.

Birer kibir abidesi haline gelmiş Batılı devletler Türkiye tarafından reddedilmeyi hazmedemediler.

İslâm'a ve Türkiye'ye olan kinlerini dışa vuruyorlar.

Türkiye'nin itirazı ile terör örgütlerine, PKK'ya verdikleri destekle yüzleşmek zorunda kalan Batı, özellikle Amerika çok rahatsız oldu. Zira Amerika Rusya'nın da gaddar katkıları ile neredeyse bütün Avrupa'yı NATO'ya, kendisine bağlamış durumda. İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği ile halka tamamlanmış olacak. Türkiye'nin itirazı Amerika'nın amacına ulaştırmasını geciktiriyor.

Bu sebeple Türkiye ile uzlaşmak istiyor görüntüsü vermeye çalışsalar da bir yandan da aparatlarını sahaya sürerek aba altından sopa gösteriyorlar.

İsveç'te, devletin zımmî desteği ile başlayan Kur'an-ı kerim'e saldırı eylemi, Danimarka'da da yapıldı. Bu şeni eylem hususiyetle Türk Büyükelçilikleri önünde icra edildi. Tahriklerin boyutunu artırmak için bu eylemlerin öncülüğünü yapan Paludan isimli Danimarka'lı azgın kâfir mart ayında bu sefer Kur'an-ı kerim'in yanında Türk bayrağı da yaktı. İsveç savcısı o azılı kâfir hakkında dava açmaya bile gerek görmedi.

Bu eylemleri yapan Paludan ve onun gibi azılı kâfirler İsveç'te, Danimarka'da kimin adına ve hangi gaye ve sebeple bu eylemlere cüret ediyor? Kimden güç alıyor, destek buluyor?

"Şüphesiz ki suçlular bir sapıklık ve çılgın ateşler içindedirler." (Kamer: 47)

Küffar icraatını, asliyetinin icabını yapıyor. Her yerden saldırıyor, İslâm'a karşı birleşiyorlar.

"Allah'ın saptırdığını yola getirecek yoktur, onları azgınlıkları içinde şaşkın olarak bocalayıp dururken bırakır." (A'râf: 186)

Kâfir boş durmuyor.

Ama Cenâb-ı Hakk'ın vaad-i Sübhânî'si var:

"Allah kâfirleri mutlaka perişan edecektir." (Tevbe: 2)

"Şüphesiz ki Allah kâfirlere lânet etmiş ve onlar için çılgın bir ateş hazırlamıştır." (Ahzab: 64)

Kâfir, kâfirdir, kâfirliğini yapıyor.

Biz ne yapıyoruz?

 

Küffarın İslâm'a ve Müslümanlara Olan Düşmanlığı

Bugün her yerde müslümanlar aleyhinde plânlar yapmaya, tuzaklar kurmaya, müslümanları terörist göstermeye, her şekilde düşmanlık etmeye devam ediyorlar.

Küffar, elinden gelen her kötülüğü yapmaya çalışıyor. İslâm ülkelerini bombaları ile tarumar etmekle kalmıyor, aynı zamanda tekrar ayağa kalkamamaları, parçalanmaları için her türlü fitne ve alçaklığı icra ediyor.

Türkiye başta olmak üzere bütün İslâm ülkeleri hedeftedir.

İslâm âleminin kutsallarına hiç bu kadar saldırı olmamıştı. Bunlar topyekûn İslâm'a ve müslümanlara saldırmak için zemin hazırlamaya, kendi halkını da müslümanlara karşı kışkırtmaya çalışıyorlar.

Böylece bütün dünyayı ateşe atmak istiyorlar.

Ancak bu ateş kendilerine dönecek, en çok kendilerini yakacak.

"Kötü tuzaklar kuranlar, Allah'ın kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden veya kendilerine hiç ummadıkları bir yerden azabın gelmeyeceğinden emin mi oldular?" (Nahl: 45)

"Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çok şiddetli bir azap vardır ve onların kurdukları tuzaklar da mutlaka boşa çıkacaktır." (Fâtır: 10)

"Onlara mühlet veririm. Çünkü benim tuzağım çetindir." (A'raf: 183)

"Allah tuzak kuranlara karşılık vermekte en güçlü olandır." (Âl-i imran: 54)

Küfür mahfillerinin, Batı devletlerinin bu yönlendirmesi sebebiyle bugün Batı'da hıristiyan halkın büyük çoğunluğu "İslâm=terör", "Türk=barbar", "PKK=Özgürlük savaşçısı Kürt" gibi yalan, sahte algıların, propagandaların tesiri altındadır. İslâm'ın güzelliklerinden, Türklerin medeniyete hizmetlerinden, PKK'nın teröründen, Kürtlere yaptığı eziyetlerden bîhaberdirler.

İşin acı kısmı bu milletin içinde azımsanmayacak bir kitlenin aynı algı ve propagandanın tesirinde kalmış olmasıdır.

Bu maksatla hıristiyan haçlılar soğuk savaşın ardından, özellikle 11 Eylül 2001 hadisesinden sonra müteaddit defalar İslâm'a ve müslümanların değerlerine saldırdılar.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Şüphesiz ki Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü kâfir olanlardır. Artık onlar iman etmezler." (Enfâl: 55)

AB, küffar birliği olmasa bu İslâm'ın kutsallarına, Resulullah Aleyhisselâm'a ve Hazret-i Kur'an'a yapılan hakaret ve saldırıları engellerdi. Yunan'a, Rum'a sınırsız destek vermezdi. Hıristiyan Birliği olduğundan İslâm'a, Resulullah'a, Kur'an'a olan saldırıları, Türkiye'ye yapılan düşmanlıkları desteklediler.

"Bu Avrupa Birliği adı altında toplanma aslında hıristiyan birliğidir ve hıristiyan olmadıkça bu birliğe dahil etmezler. Nitekim şimdiye kadar verilen tavizler küfre yaklaşmak içindir. Oysa İslâm dini bunu aslâ kabul etmez, reddeder. Bizim için en büyük sermaye imandır, bize Hazret-i Allah, Kitabullah ve Resulullah gerek. Bunlar İslâm'la tamamen zıddır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Birbirine hasım iki zümre!" buyuruyor. (Hacc: 19)

Hülasâ-i kelâm; sen küfrü hoş görmedikçe küffâr senden hoşnut olmaz." ("Biz Küfrü Hoş Görenlerden Değiliz", s.135)

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri, hıristiyan haçlı papalarının Resulullah Aleyhisselâm'a yaptıkları hakaretlere karşı hayat-ı saadetlerinde birçok defa onlara en ağır şekilde cevaplarını vermiş, küfrün ve kâfirlerin içyüzünü beyan etmiş, Avrupa Birliği'nin küffar birliği olduğunu söylemiş ve buna karşı çıkmıştı. Aynı zamanda din ve vatan hainleriyle ve onlarla işbirliği yapan, küfrü ve kâfirleri hoş gören FETÖ ile de büyük mücadele yapmışlardı.

Bugün de onun cihadı devam ediyor ve bu kâfirlerin bu yaptıkları yanında kâr kalmıyor.

Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın;

"Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et." (Tevbe: 73)

Emr-i şerif'i tecelli ediyor.

Bütün küfür memleketlerinde Hinduizm'i, Budizm'i benimsemiş ülkelerde de bu tür saldırılar olmakla beraber özellikle Batı'da bu saldırı ve hakaretler mütemadiyen yapılıyor. 11 Eylül hadisesinden sonra, FETÖ'nün küfrü hoşgörü fitnesinden aldıkları destekle misyonerler bir taraftan sinsice çalışırken, Hıristiyan papası olsun, Batılı siyasetçiler olsun açıklamalarıyla, yayınlanan karikatür vs. ile mütemadiyen içlerindeki küfürlerini kustular ve kusmaya devam ediyorlar. "Kur'an-ı kerim'in değiştirilmesi, bazı âyetlerin çıkartılması gerektiği" gibi hadlerini aşan açıklamalar yapıyorlar.

Bu saldırılara karşı dergilerimizde her fırsatta cevaplar veriliyor; İslâm'ı, Hazret-i Kur'an'ı, Resulullah Aleyhisselâm'ı anlatan, hak ve hakikati ortaya seren yayınlar yapılıyor.

2005 yılında başlayan, 2006'da devam eden Resulullah Aleyhisselâm'a hakaret ve saldırılar üzerine yayınlanan Mart 2006 tarihli 150 sayılı dergimiz;

Hıristiyan papasının Resulullah Aleyhisselâm hakkında "Şerden başka bir şey bırakmamıştır." diye alçakça iftira ve hakaret etmesinden sonra yayınlanan Ekim 2006 tarihli 157 sayılı dergimiz;

Amerika'da seviyesiz hakâretler içeren, yalan, dolan ve iftirâlarla dolu bir film yapılması sebebiyle yayınlanan Ekim 2012 tarihli 229 sayılı dergimiz;

Fransa'da düzenlenen bir terör eyleminden sonra hakaret içerikli yayınların tekrarlanması üzerine yayınlanan Şubat 2015 tarihli 257 sayılı dergimiz;

Bir sonraki hıristiyan papasının "Kur'an-ı kerim üzerine eleştirel çalışma yapmak iyi olur" sözü ve bazı siyasetçilerin hakaretleri üzerine yayınlanan Ekim 2017 tarihli 289 sayılı dergimiz;

Aralarında Sarkozy'nin de olduğu 300 Fransız yazar ve siyasetçinin "Antisemitizme karşı yeni manifesto" adı altında Kur'an-ı kerim'e yaptıkları saldırı ve bazı âyetlerin çıkartılması gerekir demeleri üzerine yayınlanan Haziran 2018 tarihli 297 sayılı dergimiz;

Hindistan'da iktidardaki faşist zihniyetli hindu partisinin bir yetkilisinin Resulullah Aleyhisselâm'a hakareti ve devamında çıkan olaylar üzerine yayınlanan Temmuz 2022 tarihli 346 sayılı dergimiz bunlardan birkaçıdır.

Ve bugün İslâm dinine bu saldırılar bilinçli, plânlı, teşkilatlı şekilde devam ediyor. Hıristiyan ve yahudi işbirliği ile saldırıyor, hakaret ediyorlar.

Cenâb-ı Hakk bu kâfirleri bize "pistir, murdardır, necistir." diye tanıtıyor.

"Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir necis (pislik)tir." (Tevbe: 28)

"Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır." (Tevbe: 95)

İçlerindeki necaseti dışarıya atıyorlar, murdarlıklarını ortaya döküyorlar.

Ne hazindir ki İslâm devletlerinden âdeta hiçbir tepki yok.

Müslümanlar bunu kanıksadılar. Resulullah Aleyhisselâm'a, Hazret-i Kur'an'a hakaret sıradanlaştırıldı.

Halbuki İslâm devletleri bir araya gelse, ciddi bir tepki ortaya koysa, bunlar bu alçaklıkları bu kadar pervasız yapamazlardı.

Nasıl bu hale geldik?

Küfre meyletmenin sonucu bu haldeyiz.

Ama Cenâb-ı Hakk:

"Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Allah'ın aleyhinize apaçık ferman vermesini mi istersiniz?" (Nisa: 144)

Buyurduğu hâlde hiç dinlenilmedi.

Yine bugün müslümanların çektiği sıkıntıların sebebi İslâm âlemi'nin bölük-pörçük olmasındandır.

Çıkar, makam, menfaat, kavmiyetçilik ön planda. Din, iman, Kur'an arka planda. Kardeşlik hukukuna göre hareket edilmiyor.

Kutsallarımıza bu derece galiz saldırılar oluyor, ve fakat İslâm dünyasından yekvücut gür bir seda çıkmıyor.

 

Küffarın En Büyük Düşmanlığı Türkleredir;

Bunların Bu Kini Nereden Geliyor?

Kâfirin bu kini, bu nefreti nereden geliyor?

İslâm'a ve müslümanlara olan düşmanlıklarından.

Müslümanlar, hususiyetle bu millet, Allah ve Resulullah için canlarını verdiler. Kâfirler de Allah ve Resul'üne her türlü düşmanlığı ve kötülüğü yaptılar.

Bu böyle devam ediyor.

İsveç'te, Danimarka'da Kur'an-ı kerim'i ve Türk bayrağını yakanların bu alçaklığı Türk büyükelçiliği önünde yapmalarında bir maksat var. Büyük bir provokasyon var.

Türkiye'yi tahkir etmek için yapıyorlar, İslâm ile Türkiye'yi özdeşleştiriyorlar. Çünkü tarihten bugüne İslâm deyince Osmanlı akla gelmiştir.

Bu hususta Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyuruyor:

"Bu necip millet yüzyıllar boyu İslâm için cihad etmiş, küffârı zelil etmiş, haçlı seferlerine karşı İslâm dünyasına kalkan olmuştur. Küfür ve zulüm beldelerine İslâm dininin nurunu, adalet ve huzurunu taşıyarak hiçbir zorlama yapmadan birçok hıristiyanın İslâm dini ile müşerref olmasına vesile olmuştur.

Bu hakikatlere gözlerini kapatan, zulüm ve küfründe ısrar eden küffâr milletleri ise çok defa birleşerek bu milleti ve dini yıkmak için her türlü yolu denemişlerdir.

Nitekim küffârın maksadını Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde bize şöyle tanıtıyor:

"Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." (Bakara: 217)" ("Biz Küfrü Hoş Görenlerden Değiliz", s. 133)

İslâm'a ve müslümanlara düşmanlık söz konusu olunca bütün kâfirler ittifak ederler. Güçleri yetmiş olsa, niyetleri; bizi dinimizden döndürünceye, yahut yok edinceye kadar bizimle savaşmaktır. Tarihte böyleydi, bugün de böyledir.

"Bu necip İslâm milleti, İslâm dinine çok büyük hizmetlerde bulunmuş; İslâm'ın yayılması, küfrün ortadan kalkması, fitnenin söndürülmesi ve adaletsizliğin bitmesi için azimle mücadele ve mücahede etmiş, İslâm'ı yok etmek isteyen Haçlı küfür sürülerini yüzyıllar boyu defalarca tepeleyerek defetmişti.

Selçuklular olsun, Osmanlılar olsun bu uğurda büyük fedâkârlıklar göstermiş ve Cenâb-ı Allah'ın yardımıyla muazzam muvaffakiyetlere mazhar olmuşlardı." ("Hâinlerin İçyüzü", s. 168)

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:

"Sizin dostunuz ancak Allah'tır, onun Peygamber'idir ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazlarını kılan, zekâtlarını veren müminlerdir.

Kim Allah'ı, onun Peygamber'ini ve müminleri dost edinirse, bilsin ki galip gelecek olanlar Allah'tan yana olanlardır." (Maide: 55-56)

Eğer tarihte olduğu gibi bugün de Hazret-i Kur'an'ın, Resulullah Aleyhisselâm'ın, din-i İslâm'ın müdafii olursak;

Kur'an-ı kerim'i koruyacağını vadeden Allah-u Teâlâ elbet bizi de korur, küffara fırsat vermez.

Bin yıldır olduğu gibi.

"Ey Peygamber! Allah sana da sana tâbi olan müminlere de yeter." (Enfâl: 64)

Küffarın düşmanlığı büyük ama Hazret-i Allah'tan büyük değil.

Ama bu davadan dönecek olursak o zaman bize kim yardım eder?

 

Kâfirler, Müslümanlara Bir Hayır İnmesini İstemezler:

Depremde hemen bütün dünya ülkelerinden yardım geldi. Bu vaziyet karşısında bazıları hemen küffarla dostluk teranesine başladı.

Bir defa Türkiye büyük oranda yıllardır gösterdiği insanlığının, yaptığı yardımlarının karşılığını görmüştür.

İkinci olarak İnsanlık ayrı bir şey, iman ayrı bir şeydir. Unutmamak lâzım ki Türkiye zarar gördü diye küffar milletlerinin çoğu içten içe sevindiler. Türkiye'de deprem oldu diye, Türkiye'ye birkaç yardım ekibi göndermekle bunların bu düşmanlıkları bitmiş değildir.

Ancak belki şöyle denilebilir:

Gördüğümüz bu büyük zarar; bunların içlerindeki büyük nefret alevinin bir miktar sönmesine, düşmanlıklarının ertelenmesine vesile olmuş olabilir.

Şunu unutmayalım ki; küffar düşmanlığından hiçbir zaman geri adım atmaz.

Türkiye'nin yıkılmasından memnun oldular. Çabucak ayağa kalkması ise hoşlarına gitmedi.

Zira kâfir, müslümana iyilik dokunmasını istemez; içindeki kin çok büyüktür.

Allah-u Teâlâ kâfirlerin durumlarını açıklayarak şöyle buyurmuştur:

"Size bir iyilik dokunursa bu onları üzer. Başınıza bir musibet gelse buna da sevinirler." (Âl-i imrân: 120)

Müslümanlar Allah-u Teâlâ'nın yardımıyla güçlenirler, zaferler kazanırlarsa onlar bundan hoşlanmazlar. Bir bozgun ile karşılaşırlarsa, bundan dolayı da son derece sevinç duyarlar. Bu ise düşmanlığın en ileri derecesidir.

Allah-u Teâlâ gayr-i müslimlerin müslümanlara karşı takındıkları tavrı Âyet-i kerime'sinde haber vermektedir:

"Kitap ehlinden olan kâfirler de müşrikler de size Rabb'inizden bir hayır inmesini istemezler." (Bakara: 105)

Yahudi, hıristiyan ve putperest kâfirler iman ehlini kıskandıkları ve kin kustukları için Allah tarafından onlara bir iyilik dokunmasını, öne geçmelerini, yükselmelerini istemezler.

 

Kâfirler İstemese de, Allah Nurunu Tamamlayacaktır:

İslâm dini en şümullü, en mükemmel, en son dindir.

Allah-u Teâlâ'nın râzı olduğu ve ondan başkasını kabul etmediği bir dindir. Çağlar boyunca insanlığın maddi-mânevi bütün ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir özelliğe sahiptir.

Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadim'inde:

"Bugün size dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı beğendim." buyuruyor. (Mâide: 3)

Bu böyledir, bu Allah-u Teâlâ'nın apaçık fermanıdır. Allah-u Teâlâ kendi dinini bizzat ilân etmiş, kurtuluşun sadece bu dinde olduğunu ferman buyurmuştur.

Artık kıyamete kadar yeni bir din gelmeyecektir. İslâm'ı ortadan kaldırmak ve yeni bir din icad etmek isteyenler hüsrana uğrayacaklardır.

İslâm dini nâzil olduğu zaman nasıl taptaze idiyse, kıyamete kadar da bu tazeliğini ve ciddiliğini koruyacaktır. O Allah'ın dinidir ve dimdik ayakta kalacaktır, nihayetinde zaferi er veya geç İslâm'a bahşedecektir.

Küffar İslâm dini'ne düşmanlık yapmak, ortadan kaldırmak istiyor. Ancak amaçlarına ulaşamayacaklar.

Gayeleri İslâm'ı esasından çıkarmak, müslümanları Hazret-i Kur'an'dan uzaklaştırmak.

"Onlar Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler." (Saff: 8)

Bütün gaye ve gayretleri, bütün çabaları O'nun ilâhî nurunu söndürmektir. Onlar hiçbir yerde, hiçbir tarihte müslümanlara dost olmamışlardır. Müslümanlarla savaşmakta her zaman için birbirine dost olmuşlardır. İnkâr ve sapıklıkta birleştikleri için, müslümanlara karşı bir el gibidirler.

Bu küfür ehli ne kadar uğraşırsa uğraşsın. İslâm dini kıyamete kadar payidar olacaktır, Allah-u Teâlâ dinine yardımını değişik tezahürlerle sürdürecektir.

Kâfirler istemese de Cenâb-ı Hakk'ın vaad-i Sübhâni'si var:

"Halbuki kâfirler istemese de, Allah nurunu tamamlayacaktır." (Sâff: 8)

O zaman tamamladığı gibi bugün de nurunu tamamlayacak ve onu kıyamete kadar muhafaza edecek, pâyidar kılacaktır. Bu nur kıyamete kadar aslâ söndürülemeyecektir.

"Dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamber'ini hidayet ve hak din ile gönderen O'dur. İsterse müşrikler hoşlanmasınlar!" (Sâff: 9 - Tevbe: 33) (Bakınız, Fetih: 28)

Hak dini bütün dinlere üstündür ve bütün dinlere hâkimdir.

 

Kur'an-ı Kerim'in Koruyucusu Bizzat Allah-u Teâlâ'dır:

Bu ulvî ve yüce dinin kutsal kitabı olan Kur'an-ı kerim, Allah-u Teâlâ'nın en son ve en büyük kitabıdır. Cebrâil Aleyhisselâm vasıtası ile son peygamber Muhammed Aleyhisselâm'a indirilmiştir. Ondan bize kadar tevâtür yoluyla, hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir kesinlikle ulaştırılmıştır. Bütün insanlığa gönderildiği için, bozulmadan muhafaza edileceği de garanti altına alınmıştır.

Nitekim Allah-u Teâlâ indirdiği kitabı Kur'an-ı kerim'ini bizzat koruyacağını beyan buyuruyor:

"Bir zikir olan Kuran'ı biz indirdik ve onun koruyucusu da elbette biziz." (Hicr: 9)

Bu hitab-ı ilâhî, Kur'an-ı kerim'in kıyamete kadar bâki ve dâim olacağına en büyük delildir.

Bu yüzdendir ki yüzlerce yıldır, harcadıkları onca emek ve paraya rağmen amaçlarına ulaşamamışlardır.

Kur'an-ı kerim ilk günkü gibi hiçbir harfi dahi değişmeden bütün ihtişamı ile nur saçmaya devam ediyor ve kıyamete kadar da devam edecek.

1400 küsur sene evvel indirilmiş olan Kur'an-ı kerim'in hiçbir harfi, harekesi değişmemiştir. Hükümleri de aynen geçerlidir. Çünkü Kur'an-ı kerim'in hükümleri bütün zamanlara hitap eder ve cihanşümuldür.

Küffar Allah-u Teâlâ'nın kelâmını değiştirmek ister. Ancak yüzyıllar boyunca bir harfi dahi değişmeden günümüze kadar gelen ve kıyamete kadar da duracak olan Kur'an-ı kerim'i tahrif etmekte muvaffak olamamışlardır, olamayacaklardır da.

"Kâfirlerin sözünü alçalttıkça alçaltmıştı. Allah'ın sözü ise en yüce olandır." (Tevbe: 40)

Kur'an-ı kerim öyle büyük bir mucizedir ki, onun benzerini meydana getirmek insan gücünün ötesindedir.

"Muhakkak ki o, elbette çok şerefli bir Kur'an'dır." (Vâkıa: 77)

Hoşnut olunmuş olan bu yüce Kitab-ı kerim'in ismi bizzat Allah-u Teâlâ tarafından verilmiştir. İlimlerin özü ve kaynağıdır. İyilikler ve bereketler menbaıdır. Allah katındaki değeri tasavvur bile edilemez.

"Koruma altında olan bir kitaptadır." (Vâkıa: 78)

Onun âyetleri Allah-u Teâlâ'nın hıfz-u himayesindedir, bâtıl hiçbir surette ona ulaşamaz.

Bin dört yüz yıldan bu yana bir benzeri ortaya konmamıştır, kıyamete kadar da beşer bundan âciz kalacak, hiç kimse lâfzını ve hükmünü değiştiremeyecektir.

"Temizlenmiş olanlardan başkası ona el süremez." (Vâkıa: 79)

Mushaf-ı şerif''in kendisine abdestsiz dokunulamadığı gibi, ahlâk-ı zemimeden, hayvânî sıfatlardan arınmamış, hürmet ve tazîm nuru ile parlamamış olan kalpler de Allah kelâmının hakikatini anlayamaz, hakiki mânâsına da nüfuz edemez.

Çünkü o;

"Âlemlerin Rabb'inden indirilmiştir." (Vâkıa: 80)

Gerçek bu olunca, O'nun Kitab-ı kerim'ini küçümsemek, değil bir Âyet-i kerime'sini, bir tek harfini bile kabul etmemek, kişiyi küfre ve nankörlüğe götürür.

Kur'an-ı kerim'in harflerinin hakiki mânâlarını Allah-u Teâlâ eğer açığa vurmuş olsaydı, yedi kat gökler ve yer hatta Arş dahi bu tecellîye dayanamazdı.

Bunun içindir ki Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, muhakkak ki onun Allah'ın korkusundan baş eğdiğini ve parça parça olduğunu görürdün." (Haşr: 21)

Binaenaleyh Allah-u Teâlâ'nın kelâmına bir mahlûk tâkat getiremez, hakikatini bilemez, aslına vâkıf olamaz. Onu yalnız ve yalnız Allah-u Teâlâ bilir ve dilediğine dilediği kadar bildirir. Çünkü o Allah kelâmıdır, kul ise mahlûkudur. Değil kulun tâkat getirmesi; ne yer, ne gök, ne Arş hiçbir şeyin ona tâkat getirmesi mümkün değildir.

İnsanların bundan daha çok etkilenmesi gerekirken, çok zâlim ve çok câhil insanlar Allah-u Teâlâ'ya saygı duymuyorlar, saâdet ve selâmet yollarını aramayı düşünmüyorlar.

Allah-u Teâlâ beşeriyete hitap ederek şöyle buyurmaktadır:

"Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arzettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, endişeye düştüler. İnsan ise o emaneti yüklendi. Çünkü insan çok zâlim ve çok câhildir." (Ahzâb: 72)

Çünkü emanete sahip çıkmamış, hakkını gözetmemiştir.

Küffar kâfirliğinin icabını yapıyor, biz de imtihan oluyoruz. Bize düşen bu gibi küfür icraatları ile mücadele etmek, hak ve hakikati tebliğ etmektir. Bu fitneleri söndürmek için gayret etmektir.

 

Küffarın En Büyük Kini Resulullah Aleyhisselâm'adır:

Aslında küffarın en büyük kini Resulullah Aleyhisselâm'adır. Bu yüzden onu küçük düşürmek, ona hakaret etmek isterler. O yüzden onun getirdiği ilâhi kitaba Allah kelâmına saldırırlar.

Cenâb-ı Hakk ise sevgili peygamberini hıfz-u himaye ettiğini beyan ediyor:

"Şüphesiz ki sen bizim hıfz-u himayemizde, gözetimimiz altındasın." (Tûr: 48)

"Allah seni insanlardan koruyacaktır." (Mâide: 67)

Elhamdülillâhi Rabb'il âlemin! Allah-u Teâlâ onlara yine fırsat vermeyecek. Murdarlıklarında kalacaklar.

Binaenaleyh Allah-u Teâlâ Resul'ü Muhammed Aleyhisselâm'ı kabul etmeyen hiçbir kimsenin imanını kabul etmeyecektir. Bu çok açık bir İslâm düsturu ve akaididir.

Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bu ümmetten yahudi olsun hıristiyan olsun, kim benim peygamberliğimi duyar da benim getirdiğime iman etmeden ölürse, mutlaka cehennemliklerden olur." (Müslim)

Allah-u Teâlâ peygamberi Muhammed Aleyhisselâm'ı övmüş, onun hakkında Âyet-i kerime'de şöyle buyurmuştur:

"Allah'ın Peygamber'ini incitip üzenlere acıklı bir azap vardır." (Tevbe: 61)

Allah-u Teâlâ'nın onun incitilmesine asla tahammülü yoktur. Onu hem Habib'i, hem Resul'ü yapmıştır.

Resulullah Aleyhisselâm hakkında bir başka Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Allah'a çağıran (Muhammed'e) uyun ve ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi can yakıcı azaptan korusun." (Ahkâf: 31)

Resulullah Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ'nın nûrudur. Nûraniyeti ile ruhaniyeti ile hayattadır. Tasarrufu ümmeti üzerinde devam etmektedir. Onun varlığı, sevgisi ve bereketi ile imanlar gönüllerde neşv-ü nema bulmaktadır.

Müslümanların imanları, İslâm'a bağlılıkları, her şeyleri ona olan sevgi, sadakat ve teslimiyetlerinden gelir.

"Sizin dostunuz ancak Allah'tır, onun Peygamber'idir." (Maide: 55)

Âyet-i kerime'sine iman eden Ashâb-ı kiram Resulullah Aleyhisselâm için canını veriyordu. Ona sevgi, saygı, itaat, teslimiyet, iman ile mücehhez idiler. Onların izinden giden ecdadımız da aynı iman ve cihad ruhuyla yüzlerce yıl bu uğurda canlarını feda ettiler.

Biz de onu canımızdan fazla sevmedikçe iman etmiş olmuyoruz.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Hiçbir kimse ben kendisine babasından, evladından ve bütün insanlardan daha sevgili oluncaya kadar kâmil mümin olamaz." buyuruyorlar. (Buharî)

İman budur. İman bu kadar hassastır. Gerçek iman Hazret-i Allah ve O'nun Resul'ünü tercih etmektir.

Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'sinde Resulullah Aleyhisselâm'a olan hakiki imanı tarif ediyor:

"O Peygamber müminlere öz nefislerinden evlâdır, canlarından da ileridir. Zevceleri ise müminlerin anneleridir." (Ahzab: 6)

Bunu böyle bilip iman edenin imanı kemâle ermiştir. Bu halde olmayanlar her ne kadar iman etmiş görünüyor iseler de kâmil imandan mahrumdurlar, imanları surette kalmıştır.

Hazret-i Allah'a, Hazret-i Resulullah'a gönülden iman edip teslim olanlar şu Âyet-i kerime'leri düstur edinmişlerdir:

"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah'a ve Peygamber'ine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin." (Mücâdele: 22)

"İşte o Peygamber'e inanan, saygı gösterip aziz tutan, ona yardım eden, onunla gönderilen nura uyanlar yok mu? İşte onlar kurtuluşa ve saâdete erenlerdir." (A'raf: 157)

Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hâzerâtı Resulullah Aleyhisselâm'a böyle değer vermişler, onu canlardan da cananlardan da aziz tutmuşlar, ona gönülden teslim olmuşlardır. Ümmeti de aynı izi takip etmiş, o nûra candan tâbi olmuş, Allah-u Teâlâ'nın Habib'ini canlardan da cananlardan da aziz tutmuşlardır.

Hususiyetle Ashab-ı kiram'dan sonra Osmanlılar zamanında adeta ikinci bir asr-ı saadet devri yaşanmış, o nûrun, o nûra can-ı gönülden bağlı olmanın bereketi ile Allah-u Teâlâ büyük yardımlar ve fütuhatlar nasip etmiştir. Ashâb-ı kiram o nurun bereketi ile nasıl ki kısa zamanda bir cihan devleti kurup, ilimde ve adalette bütün dünyaya numune bir medeniyete sahip olmuşlarsa; aynı muvaffakiyet Osmanlı devrinde de yaşanmıştır.

Küffar bunu bildiği ve hissettiği için hem Resulullah Aleyhisselâm'ın Zât-ı âlilerine düşmanlığa, onu karalamaya devam etmeye çalışıyor, hem de bu sayede Türklerin eski ihtişamına kavuşmasını engellemek istiyor.

Küffar İslâm dininden ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in manevî varlığından Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hayatta imiş gibi çekiniyor. Bu sebeple müslümanları yıkmak için ona olan sarsılmaz sevgi ve muhabbeti yıkmakla muvaffak olacağını hesap ediyor. Hem kininin icabı olarak hem de müslümanları yıkmak için ona hakaret etmekten, onun âli mertebesini ve emsalsiz hususiyetlerini karalamak için iftira atmaktan çekinmiyor. Gizli mahfillerde bu iş için büyük planlar çeviriyor, büyük paralar harcıyor.

Dinimize ve peygamberimize yaptıkları bu aşağılık alçaklıklar bu yüzdendir.

Allah-u Teâlâ küfür ehlini bize necis-murdar olarak tanıtıyor.

"De ki: 'Murdarla temiz bir olmaz, murdarın çokluğu hoşuna gitse de bu böyledir.' Öyleyse ey akl-ı selîm sahipleri! Allah'tan korkun ki kurtuluşa eresiniz!" (Mâide: 100)

Küffar Resulullah Aleyhisselâm'a daima düşmanlık beslemiştir. Onu karalamak istemiştir. Vatikan yıllar yılı bu uğurda büyük paralar harcamış, onu müslümanların gönüllerinden silmeye çalışmıştır.

Deizm gibi fitneleri desteklemeleri ve yaymaya çalışmaları bundandır.

Resulullah Aleyhisselâm'a düşmanlık bunların iliklerine işlemiştir.

Bu gibi aleni ve öteden beri devam eden sinsi karalama kampanyaları sanılmasın ki tesadüfen ortaya çıkıyor.

"İşte bundan dolayı Allah'ın lâneti kâfirlerin üzerinedir." (Bakara: 89)

Büyük bir azap da bunlar içindir:

"Kim de Allah'a Peygamber'ine isyân eder, O'nun koyduğu sınırları çiğneyip aşarsa, onu da içinde ebedî kalacağı ateşe koyar.

Onun için hor ve hakir edici bir azap vardır." (Nisâ: 14)

O'nun verdiği hükme muhalefet etmek, değiştirmeye kalkmak; O'na ve Peygamber'ine isyan etmek demektir. İşte bu gibi kimseleri Allah-u Teâlâ yakıcı ve devamlı olan azabı ile alçaltmak suretiyle cezalandıracaktır.

"Kim Allah'a ve Resul'üne iman etmezse, bilsin ki biz kâfirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır." (Fetih: 13)

 

Ehl-İ Küfürün Müslümanlara Olan Düşmanlıklarındaki Süreklilik ve Azimleri:

Küfür ehli İslâm'ı ve müslümanları kabul etmemiş, her zaman İslâm'ın ve müslümanların karşısında olmuş, hep tuzak kurmuş, dost olmamış, bilakis düşmanlık yapmıştır.

Kâfirlerin düşmanlıkta ne kadar azimli ve sürekli oldukları, bâtıl inançlarında ne kadar katı davrandıkları, müslümanları dinlerinden çeviremedikleri sürece bu düşmanlığa ve savaşlara ara vermeyecekleri bize haber veriliyor.

"Kâfir olanlar ise; hakkı, bâtıla dayanarak ortadan kaldırmak için mücadele verirler." (Kehf: 56)

Bunun içindir ki zâhirde gösterdikleri sevgi ve ünsiyete katiyyen itibar edilmemesi gerekir, zira sahtedir. İçleri dışlarına uygun değildir.

"En büyük düşmanlığı yüzyıllar boyu İslâm'ın sancaktarlığını yapan bu necip millete yapmışlardır. Zamanında Osmanlı'yı yıkmak, yutmak için çevirdikleri entrikaların bir benzerini bugün de çevirmek istiyorlar. Dinimizi, vatanımızı paymal etmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar. Zira küffar İslâm'a ve müslümanlara karşı düşmanlıktan hiçbir zaman vazgeçmez. Vazgeçmemişlerdir, vazgeçmeyeceklerdir.

Çünkü Allah-u Teâlâ inananlarla inanmayanları birbirinden ayırmış, küffarın İslâm'ın ve müslümanların hasmı olduğunu iman ehline duyurmuştur. Nasıl ki küffar İslâm'ın hasmı ise, iman ehli de küfrün hasmıdır. İlâhi hüküm budur.

İslâm ayrıdır, küfür ayrıdır.

Cenâb-ı Hakk, hak ile bâtılın, iman ile küfrün birbirine hasım olduğunu beyan ediyor. Ve araya bir berzah, perde koyuyor.

Bu hususta Cenâb-ı Hakk:

"Hakkı bâtıl ile karıştırmayın." (Bakara: 42)

Buyurarak, iman ile küfrü, müminle kâfirin arasını kesin olarak ayırıyor ve ayırmayı da emrediyor."

"Allah'a ve Peygamber'ine muhalefette bulunanlar, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Hâlbuki biz apaçık âyetler indirmişizdir. Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır." (Mücâdele: 5)

Kâfirlere güvenilmez:

"Sen kendileriyle antlaşma yaptığın halde, onlar her defasında hiç çekinmeden antlaşmalarını bozarlar." (Enfâl: 56)

Bu onların tıynetlerinde vardır. İşlerine gelince anlaşmaya sadık kalırlar, işlerine gelmediği zaman kitabına uydurup kaldırırlar, işlerine geldiği şekilde kendi menfaatlerine uygun olanı yürürlüğe koyarlar.

"Sen onları derli-toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır." (Haşr: 14)

Oysa ki onlar son derece ihtilâf içindedirler. Bir fikir etrafında toplanıp da gönül birliği ile hareket edemezler. Her biri başka arzu peşindedir. Böyle bir ordu dışarıdan ne kadar toplu ve kuvvetli görünürse görünsün, gerçekte o bir ordu değildir, bir kül yığını gibi hafif rüzgârla savrulacak kuru bir kalabalıktan ibarettir.

"Onlar yeryüzünde durmadan fesat çıkarmaya koşarlar." (Mâide: 64)

Onların bu vasıfları tarih boyunca devamlı olarak sergilenmiş, bir ibret numunesi olarak kalmıştır. Her devirde her mekânda onlar kargaşalık çıkarmışlardır.

Onlar küfür ve nifaklarını devam ettiren kimselerdir.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"İnsanlar içerisinde, müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri bulursun." (Mâide: 82)

 

Küfür Tek Millettir:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde: "Küfrün tek millet olduğunu" haber vermişlerdir.

Küfür, İslâm'a göre tek bir millettir. Tarih boyunca İslâm ülkelerine ve müslümanlara karşı küfür dâima birlikte hareket etmiştir. Hep düşmanlık beslemiş hiç dost olmamışlardır. Menfaatleri icabı dost göründükleri anlarda dahi içten içe kalplerinde derin bir düşmanlık beslemişlerdir.

İslâm ve müslümanlar, yahudilerin ve hıristiyanların ortak düşmanıdır. Küfür ve düşmanlık hususunda tek millettirler.

Allah-u Teâlâ yahudi ve hıristiyanlarla dost olmayı, onlarla aynı safta bulunmayı, onlarla haşır-neşir olmayı yasaklamıştır.

"Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır. Şüphesiz ki Allah zâlimler gürûhunu hidayete erdirmez." (Mâide: 51)

Bu ilâhî hitap, İslâmiyet'in ilk yıllarından itibaren kıyamete kadar gelip geçecek olan bütün müslümanlaradır. Bu emir inananlara verilmiştir. Allah-u Teâlâ'nın emrini, Allah-u Teâlâ'ya inanan bir mümin iman eder ve tatbik eder.

Nitekim diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdır." (Enfâl: 73)

Onlar küfür ve sapıklık hususunda bir tek millettir.

Allah-u Teâlâ küfrün birbirleriyle dost olduğunu, inananların onlarla dostluk kuramayacağını beyan buyuruyor.

Âyet-i kerime'nin devamında şöyle buyuruluyor:

"Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad (kargaşalık) olur." (Enfâl: 73)

Kâfirlerin arasındaki dostluk, kâfirlik bağından ileri gelmektedir. Müminlerin arasındaki dostluk da iman bağından kaynaklanmaktadır. Bunların birisi ışıktır, diğeri ise karanlıktır. Kâfir Allah'ın düşmanıdır, mümin ise dostudur. Öyleyse arayı iyice ayırmak gerekir. Eğer kâfirlerle bağlar koparılmazsa, yeryüzünde çok büyük bir fitne meydana gelir, o da imanın elden gitmesi ve küfrün açığa vurmasıdır.

Gerek ehl-i kitap olan yahudi ve hıristiyanlar, gerek müşrikler ve gerekse müslüman gibi görünerek müslümanlar arasında fitne çıkaran içteki düşman münafıklar hep aynı tıynette ve vasıftadırlar. İslâm dininin ezelî ve ebedî düşmanıdırlar.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık bir düşmanınızdır." (Nisâ: 101)

Bu Âyet-i kerime'ler İslâm'a ve müslümanlara karşı küfrün tek millet olduğuna delildir.

Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Ey iman edenler! Küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin.

Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerdir." (Tevbe: 23)

Gerçek iman budur.

Bunu, bu düşmanları bize bildiren Allah-u Teâlâ'dır.

"Bunlar güya Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değillerdir." (Bakara: 9)

 

Allah-u Teâlâ Müslümanları Kâfirleri Dost Edinmekten Menetmiştir:

Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah'a âittir." (Nisa: 139)

Kitabullah'ın hükmüne rızâ göstermeyenleri dost edinmenin insanı İslâm hudutları haricine çıkaracağı kesinlikle bilinmelidir. Bir müminin her şeyden önce dininde ve imanında samimi olması gerekir. Küfre rızâ küfürdür.

"Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, Allah ile bir dostluğu kalmaz." (Âl-i imran: 28)

Bunu yapanların Allah-u Teâlâ ile hiçbir ilgileri kalmadığı gibi, Allah-u Teâlâ'nın dininde onların hiçbir yeri yoktur. Aradaki bütün bağlar tamamen kesilmiştir.

İmanın alâmetlerinden birisi de hiç şüphesiz ki Allah-u Teâlâ'nın düşmanlarından nefret etmektir. Allah-u Teâlâ onlara düşman olmayı emretmiş ve onları dost edinmeyi yasaklamıştır.

Âyet-i kerime'sinde müminlerin düşmanının kendi düşmanı, kendi düşmanının da müminlerin düşmanı olduğunu beyan buyurmaktadır:

"Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin." (Mümtehine: 1)

Onları dost edinmek şöyle dursun, onlardan gayet uzak durmak lâzımdır. Allah-u Teâlâ'nın lütfettiği İslâm nimeti unutulmamalıdır.

Bir müslüman bir münâfığa veya bir kâfire muhabbet edip onunla dostluk kurarsa onlardan olur. Hemen oraya atılıyor. Allah-u Teâlâ hiç bakmıyor. O'nun gadabı âni olur. Onun için sen sen ol haddini bil!

Eğer onlar gerçekten iman etmiş olsalardı, kâfirleri dost edinmezler; Allah-u Teâlâ'ya, Peygamber'ine ve Kur'an-ı kerim'e düşmanlık gibi ağır bir suçu işlemeye cüret etmezlerdi.

Nitekim Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:

"Onlardan birçoğunu, kâfirleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendileri için öne sürdüğü şey ne kötüdür! Allah onlara gazap etmiştir ve onlar azap içinde ebedî kalacaklardır." (Mâide: 80)

"Eğer onlar Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilen Kur'an'a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi.

Fakat onların çoğu yoldan çıkmışlardır." (Mâide: 81)

 

Bu Düşmanlarla Hakkıyla Mücadele ve Cihad Etmek Müslümanın Vazifesidir:

Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'lerinde kâfirlerle cihadı emrediyor:

"Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!" (Tevbe: 73)

"Allah yolunda savaşın ve bilin ki, Allah işitendir, bilendir." (Bakara: 244)

Hakkını vermek için insan canını, malını, her şeyini ortaya koyacak öyle çıkacak. Ben yatağımda yatayım, param da cebimde olsun, canım da cennette olsun, bu olmaz. Osmanlı'ya bak, canını, malını fedâ etti, bu galibiyetleri elde etti. Bugün de bu iman kalesini muhafaza etmek için insan da canını, malını feda edecek, lâf işi değil.

"Müminler o kimselerdir ki, Allah'a ve Resul'üne iman etmişlerdir. Sonra şüpheye düşmemişler, Allah yolunda canları ve malları ile cihad etmişlerdir. İşte onlar sâdıklardır." (Hucurât: 15)

Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm'ın ve ona tabi olan bahtiyar müminlerin Allah yolunda yaptıkları cihad sebebiyle ne kadar büyük, ulvî ve ebedî mükâfatlara nâil olduklarını Âyet-i kerime'lerinde beyan buyurmaktadır:

"Hiç şüphesiz ki, Allah yolunda savaşıp düşmanları öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Allah, cennet kendilerinin olmak karşılığında satın almıştır. Onlara vaad olunan cennet haktır ki, Tevrat'ta da İncil'de de ve Kur'an'da da sâbittir. Allah'tan ziyade ahdine vefa gösteren kimdir? O halde yaptığınız bu hayırlı alışverişten dolayı sevinin. İşte bu çok büyük bir saâdettir." (Tevbe: 111)

Selçuklu ve Osmanlılar kâfirlerle büyük bir cihad yaparak İslâm'ı ve müslümanları korumuştur.

Selçuklu ve Osmanlı ecdadımız bu Âyet-i kerime'lere iman etmişti. Küffarla, haçlı sürüleriyle amansız bir mücadele verdiler. Küffar devletleri defaatle bir araya gelip bize saldırdılar. Selçuklular Anadolu'yu, Osmanlılar Balkanlar'ı bu haçlı sürülerine mezar etti. İslâm Türkler sayesinde ayakta kaldı. Araplar'dan sonra İslâm sancağını bu necip millet taşıdı. Onların sayesinde bu necip millet şu Âyet-i kerime'nin tecelliyatına mazhar oldu:

"Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse, Allah onun yerine ileride öyle bir millet getirir ki; Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler. Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı başları dik ve güçlüdürler. Allah yolunda cihad ederler. Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah'ın öyle bir lütfu ihsanıdır ki, onu dilediğine verir. Allah'ın lütfu geniştir, her şeyi bilendir." (Maide: 54)

Ecdadımız birleşmiş hıristiyan devletlerinin haçlı orduları ile büyük bir azimle cihad ettiler.

Şu Âyet-i kerime'yi düstur edindiler:

"Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın!" (Bakara: 193)

Hazret-i Allah da onları: "Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler." Âyet-i kerime'sinin tecelliyatına mazhar etti. (Mâide: 54)

Bugün bile hayırla yadedilen tarihte eşi görülmemiş bir cihan imparatorluğu verdi.

 

İmanımızı Korumamız, Hazret-i Kur'an'a Sahip Çıkmamız Lâzım:

Müminler içinde bu hakikatlere iman etmiş olan, küffarın fitnesini söndürmek için Allah yolunda azimle mücadelelerine devam eden ve bu uğurda canını feda etmek şerefine nail olmak için bekleyenler de vardır:

"Müminler içinde öyle erler vardır ki, Allah'a vermiş oldukları ahde sadâkat gösterirler. Onlardan kimi bu uğurda canını fedâ etti, kimi de bu şerefi beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir." (Ahzâb: 23)

Bugün de bu necip millet küffar ile savaşıyor, hem imanını hem vatanını muhafaza etmek için. Eğer bu savaşı yapmaz isek, küffar elimizdeki her şeyi almaya niyetli. Hem imanımızı, hem vatanımızı, her şeyimizi.

Binaenaleyh bize düşen küffarın karşısında Allah ve Resul'üne dayanarak sebat etmektir.

"Ey iman edenler! Düşman topluluğu ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok zikredin ki umduğunuza kavuşabilesiniz." (Enfal: 45)

Atalarımız hem sebat ettiler, hem de Allah-u Teâlâ'nın adını her daim dillerinden düşürmediler. Bugün bize de düşen budur.

Eğer müslümanlar Allah-u Teâlâ'ya itaat etmekte sabreder, yasaklarından iyice korunurlarsa, o kâfirlerin ve münafıkların hile ve entrikalarının hiçbir zararını görmezler.

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:

"Eğer sabreder Allah'tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zaman zarar veremez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır." (Âl-i imran: 120)

Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Müminler yalnız Allah'a güvenip bağlansınlar." (Tevbe: 51)

Nitekim Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri değişik vesilelerle bu hakikati bizlere duyurmaya çalışmışlardı:

"Osmanlı padişahları harbe giderken "Ya Rabb'i! Bu memleket sana emanet." dediler.

Evet ve hâlâ O'nun bereketi ile ayakta duruyor. Elhamdülillah! Çünkü onları Hazret-i Allah'a emanet ede ede, ede ede... Ee O'na emanet etmekten daha emniyetli bir yer olmaz.

"İşte onlar Rabb'leri yolunda olanlardır." (Bakara: 5)

İlâhi lütfa mazhar olan emr-i ilahi'ye riayet ederlerdi. Harbe çıkarken niyetleri halis idi. Gayeleri küffarı silip nuru yaymak idi. Allah-u Teâlâ'ya niyazla, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e Salat-ü selâm'la, zamanın velileri ile istişare yapmakla müminlerin dualarını alırlardı.

Şerefli tarihimize bakıldığında Sultan Alparslan'dan tutun, daha birçok güzide komutan ve idareci nasıl hareket etti, Hazret-i Allah'a nasıl sığındı? Bunları unutmamak lâzımdır.

Osmanlı padişahlarına, kumandanlarına dikkat edin; Allah-u Teâlâ'ya nasıl yalvardılar, nasıl secdeye kapandılar? Az bir kuvvetle çok büyük kuvvetleri nasıl yok ettiler?

Bütün bunlar Allah-u Teâlâ'nın lütuf desteği ile oldu.

Hazret-i Allah Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler! Eğer Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz (sarılırsanız), Allah da sizi muvaffak eder ve ayaklarınızı sâbit kılar." (Muhammed: 7)"

 

Küfrün ve Kâfirin Necâseti:

Allah-u Teâlâ hak ile bâtılı, iman ile küfrü kesin olarak ayırdığı gibi küfür ve bâtılı; "Kerih" "Murdar" ve "Pis" olarak vasıflandırmıştır.

Küfür necâsettir, pisliktir, murdarlıktır.

Küfür karanlıktır, zulümdür, şiddettir.

Küfür üzüntüdür, sıkıntıdır, perişanlıktır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde buyurur ki:

"Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir necis (pislik)tir." (Tevbe: 28)

Çünkü abdest almaz, gusül etmez.

"Onlar murdardır." (Tevbe: 95)

Murdardır; murdar yer, haram yer, domuz yer.

"Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır." (Tevbe: 95)

Onlardan kaçınmak, uzak durmak ve onlarla olan dostluğu kaldırmak gerekir.

Tıpkı kendisinden kaçınılması gereken pis koku gibidir.

"O murdarlığı aklını kullanmayanlara verir." (Yunus: 100)

Niçin pis, niçin necis, niçin murdardırlar?

Onlar Allah-u Teâlâ'nın nazargâhı olan kalplerini şirk, küfür ve isyan murdarlığıyla kirletmişlerdir. Rabb'lerinden tertemiz gelen ruhlarını küfür karanlığına itip tanınmaz bir hâle sokmuşlardır.

"Allah kime hidayet etmek isterse, onun göğsünü İslâm'a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe yükseliyormuş gibi iyice daraltır.

Allah inanmayanların üzerine işte böyle murdarlık indirir." (En'âm: 125)

Yine Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde kâfirleri yürüyen canlıların en kötüsü olarak vasıflandırıyor ve haklarında şöyle buyuruyor:

"Şüphesiz ki Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü kâfir olanlardır. Artık onlar iman etmezler." (Enfâl: 55)

Kâfirler karikatürlerle, filmlerle, yazılarla içlerindeki necasetlerini ortaya koyuyorlar. Kur'an-ı kerim'i yakıyorlar.

 

Allah-u Teâlâ kâfirleri "En şerli!" diye vasıflandırıyor ve şöyle buyuruyor:

"Şüphesiz ki ehl-i kitaptan olsun, müşriklerden olsun inkâr edenler cehennem ateşindedirler. Orada ebedî kalacaklardır. Onlar yaratıkların en şerlileridirler." (Beyyine: 6)

Bunlar en aşağılık olanlardır.

Bu imansızlıktan bu pislikten ötürü hepsinin cehennemde olduğunu Allah-u Teâlâ buyuruyor. Bunlar bizim sözümüz değil.

Şirk mânevi pisliklerin en fenâsıdır. Onlarda mânevî murdarlık vardır. İçleri pis olduğu için onlar pisliğin bizzat kendisidirler. Gözle görülen cismani pisliklerden nasıl sakınmak gerekiyorsa, bulaşması daha çabuk, zararı daha fazla olan ruhânî ve ahlâkî pisliklerden de daha öncelikli olarak sakınmak ve uzak durmak gerekir. Dışarıdan görünmese bile içleri kesinlikle pistir, niyetleri ve ruhları habistir.

Ahiretteki ayırım ise çok korkunçtur.

"Bu, Allah'ın murdarı temizden (kâfiri müminden) ayırıp, bütün murdarları üstüste koyarak, topunu bir araya yığması ve cehenneme atması içindir. İşte onlar mahvolanlardır." (Enfâl: 37)

Binaenaleyh küffar kinini, kendi içindeki pespayeliğini, murdarlığını bu gibi pis ve necis icraatlarıyla ortaya koyuyor.

Gördüğünüz gibi tarihten bugüne İslâm'a ve Peygamberimiz'e dil uzatmışlar hep düşmanlık beslemişlerdir.

Allah-u Teâlâ onların necis olduklarını bildirdi ki küfürde inat eden kâfirleri ıslaha çalışmak beyhudedir. Hiçbir öğüdün onlara faydası yoktur, hiçbir şey onları ıslah etmez. Çünkü onlar tıynetlerinde bulunan habâset ve necâset sebebiyle temizlenmeleri mümkün olmayan pisliklerdir.

"Kâfirlere gelince, onları ikaz etsen de etmesen de onlar için birdir, onlar iman etmezler.

Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerine perde inmiştir. Onlar için büyük bir azap vardır." (Bakara: 6-7)

Onlar tıpkı kendisinden kaçılması gereken pis koku gibi ruhları ve amelleriyle murdardırlar. Daima pislik içinde olan kimsenin her tarafı pislikle mülevves olduğu gibi, kâfirler de daima şirk içinde bulunmaları sebebiyle necistirler. Allah-u Teâlâ onlardan aslâ hoşnut değildir.

İnsanlar arasına atılan kokmuş bir ceset nasıl ki insanları rahatsız ederse, bunlar da inanmış insanları öyle rahatsız ederler. Bütün varlıkları ve bütün hakikatleriyle pistirler. Temiz insanlar onlardan temizlenmek ihtiyacı hissederler.

Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyuruluyor:

"Nihayet murdarı temizden ayıracaktır." (Âl-i imrân: 179)

Allah-u Teâlâ müminlerin kâfirlerle karışık halde bulunmasından hoşlanmaz, aslâ öyle karışık halde bırakmaz. İki grup birbirinden apayrı şekilde kendini belli eder. Allah-u Teâlâ bütün açıklığı ile âleme teşhir eder.

Bakara sûre-i şerif'inin 257. Âyet-i kerime'sinde iman "Nûr" ile ifade edildiği gibi, aynı Âyet-i kerime'nin devamında imanın zıddı olan küfür de "Zulümat" ile ifade edilmiştir.

Allah-u Teâlâ buyurur ki:

"İnkâr edip kâfir olanların dostları ise Tağut'tur. Onları nurdan alıp karanlıklara götürür. İşte onlar cehennemliklerdir, orada ebedî kalacaklardır." (Bakara: 257)

Bu ilâhî beyandan gerçeği anlayın. İman ne büyük nezâfet, küfür nasıl bir necâsettir!

"Âyetlerimizi yalanlayanlar, cehâlet ve küfür karanlığında kalmış birtakım sağırlar ve dilsizlerdir." (En'âm: 39)

Allah-u Teâlâ iman ehline bir iç temizliği lütfeder. Küfür ehlinin içleri ise büyük bir pislik deryasıdır.

Hakk'ın yolundan başka bütün yollar hiç şüphe yok ki zulümâtın tâ kendisidir. Küfrün ve şirkin müdafileri kendilerine tutunanları küfre kaydırarak Hakk'tan ve hakikatten uzaklaştırırlar, nuru zulmete, imanın nezâfetini küfrün murdarlığına değişirler, sapmışlık içinde bocalar dururlar.

"Onlar insanları Allah'ın yolundan alıkoyarlar, Allah'ın yolunu eğriltmeye çalışırlar. İşte onlar uzak bir dalâlet içindedirler." (İbrahim: 3)

Allah-u Teâlâ Kâfirûn sûre-i şerif'inde kıyamete kadar gelecek müslümanlara, onların dinlerinden bütünüyle uzak durmalarını emir buyurmuştur.

Birinci Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Resul'üm! De ki: Ey kâfirler!" (Kâfirûn: 1)

"Ey kâfirler!" hitabı sadece Kureyşliler veya Arabistan'daki kâfir ve müşrik Araplar değil, Muhammed Aleyhisselâm'ın risaletini reddeden bütün yahudiler, hıristiyanlar ve diğer kâfirlerdir.

"Ey kâfirler!" diye hitap etmek, bu gibi kimselere: "Ey düşmanlar!", "Ey İslâm'a muhalefet edenler!" diye hitap etmek gibidir.

"Ben sizin taptıklarınıza tapmam.

Benim taptığıma da siz tapmazsınız.

Ben de sizin taptığınıza aslâ tapacak değilim.

Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz.

Sizin dininiz size, benim dinim banadır." (Kâfirûn: 2-6)

 

"Allah'ın Düşmanları O Gün Toplanır Cehenneme Sürülürler. Hepsi Bir Aradadırlar." (Fussilet: 19)

Allah-u Teâlâ kâfirlere lânet etmiş, onları rahmetinden tardetmiş, onlar için içinde ebedi kalacakları çılgın ateşli cehennem azabı hazırlamıştır.

"Şüphesiz ki Allah kâfirlere lânet etmiş ve onlar için çılgın bir ateş hazırlamıştır." (Ahzâb: 64)

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Suçluları suya götürür gibi cehenneme süreriz." buyuruyor. (Meryem: 86)

Ateşin önlerinde yanmakta olduğunu ve içine muhakkak düşeceklerini gördüklerinde, artık kaçıp kurtulacakları bir yer bulunmaz.

Cehennemlikler sevkolunup ateşe atılmak üzere hazırlandıklarında gayet hakir ve perişan bir halde, alabildiğine küçülmüş olarak, gizlice ateşe doğru bakarlar.

"Aşağılıktan başları öne eğilmiş, göz ucuyla etrafa gizli gizli bakışırlarken sunulduklarını görürsün." (Şûrâ: 45)

Onların bu bakışı, asılmak için getirilen bir kimsenin göz ucuyla gizlice ipe ve darağacına bakmasına benzer. Korkusundan bakmak istemez ve bakamaz ise de, göz ucuyla bakmaktan yine de geri kalmaz.

Onların korktukları ve zihinlerinde tasarladıklarından çok daha büyüğü hiç şüphesiz ki başlarına gelecektir.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Yaptıkları şeyler başlarına gelirken zâlimlerin korkudan titrediklerini görürsün!" (Şûrâ: 22)

Allah-u Teâlâ'nın tehdidinin hak olduğuna inanmayanlar, tekrar dünyaya geri dönmek temennisinde bulunurlar, fakat ne mümkün?

"Zâlimleri görürsün ki, azabı gördükleri zaman 'Geri dönecek bir yol var mı?' derler." (Şûrâ: 44)

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Suçlular simalarından tanınır, alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar." (Rahman: 41)

Gerçekten de azgınlıklarının eseri olarak yüzlerini siyahlık, gözlerini çirkinlik kaplar. Üzüntü ve sıkıntıları son dereceye varır.

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:

"Kötülükle gelen kimseler yüzükoyun ateşe atılırlar." (Neml: 90)

"Yüzükoyun cehennemde toplanacak olanlar var ya, işte onlar, yerleri en kötü, yolları en sapık olanlardır." (Furkan: 34)

Cehennem kafirleri son derece bir öfke ile ve uğultulu sesler çıkararak karşılar:

"Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı korkunç uğultusunu işitirler." (Mülk: 7)

Eşeğin arpayı görünce anırması gibi, cehennem de onları gördüğünde öyle bir ses çıkarır ki, korkmayan kimse kalmaz.

Çünkü kafirlere son derece kızmakta ve nefret etmektedir. Şiddetli öfkesinden ötürü çatlayacak dereceye gelir:

"Cehennem neredeyse öfkesinden çatlayacak!" (Mülk: 8)

Cehennem sakinleri ateş deryası içinde boğulurlar. Yedikleri ateş, içtikleri ateş, giydikleri ateş, yatacak yerleri ateştir. Ateş orada ıstırap kaynağı olarak her yerdedir.

Âyet-i kerime'de:

"İnkar edenlere cehennem ateşi vardır." buyuruluyor. (Fâtır: 36)

Vücutlarına ateşten çiviler batırılır, ateşten makaslarla dudakları kesilir. Ölmemelerine rağmen, zebaniler onları ateşten tabutlara koyarlar.

"O gün azap onları üstlerinden, ayaklarının altından saracak." (Ankebut: 55)

Halbuki onlar üstten ve alttan kendilerini yakalayıp yakacak böyle bir ateş görmüş değildiler.

Bu azap bedenlerine aittir. Fakat yalnız bununla da kalmayacak ruhani azapla da azap görecekler ve taraf-ı ilâhi'den onlara:

"Cehennemin dokunuşunu tadın!" (Kamer: 48)

"Tadın yaptıklarınızın azabını!" denilecektir. (Ankebut: 55)

Artık dünyada iken ne kadar yanlış yollarda, ne kadar sapık kanaatlerde bulunmuş olduklarını o zaman anlayacaklar.

"İşte kazandıkları işlerden ötürü onların varacakları yer ateştir." (Yunus: 8)

Ne kötü bir yer, ne kötü bir âkıbet!..

 

KUR'AN-I KERİM BOZULMAMIŞ ve KIYAMETE KADAR ASLA BOZULMAYACAKTIR

"O (Kur'an) âlemlerin Rabb'inden indirilmedir. Eğer o (Peygamber), bize karşı bazı sözleri kendiliğinden uydurmuş olsaydı, elbette biz onu kuvvetle yakalardık. Sonra da kalp damarını koparırdık. Sizden hiç kimse onu koruyamazdı. Doğrusu o (Kur'an) takvâ sahipleri için bir öğüttür. Bununla beraber biz biliyoruz ki, içinizde onu yalanlayanlar vardır. Muhakkak ki o, kâfirler için bir üzüntüdür (bir iç yarasıdır). Ve kesinlikle o, şüphe olmayan bir gerçektir. Öyleyse yüce Rabb'inin adını tesbih et." (Hâkka: 43-52)

 

Mucize Oluşu:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e verilen mucizelerin en büyüğü ve devamlı olanı Kur'an-ı kerim'dir. Hem mânâsı, hem de lâfzı itibârı ile mucizedir. Semâvî kitapların hülâsasıdır.

Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Peygamberlerden hiçbiri yoktur ki, ona beşerin emsaline iman ettiği mucizelerin bir misli verilmiş olmasın. Bana verilen mucize ise ancak Allah'ın bana vahyettiği (Kur'an-ı kerim)dir.

Binaenaleyh kıyamet gününde ben peygamberlerin en çok tâbii bulunanı olmayı ümit ederim." (Müslim: 152)

Diğer Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz'in mucizeleri yaşadıkları zamanlarda tecellî etmiş, vefatları ile sona ermiş, o mucizeleri o zamanlarda hazır bulunanlardan başkaları görmemiştir. Getirdikleri ve tebliğ ettikleri dinler de kendilerinden sonra ümmetleri tarafından tamamen değiştirilmiştir.

Kur'an-ı kerim'in ise; Asr-ı saâdet'ten zamanımıza kadar hiçbir âyeti, hiçbir kelimesi, hiçbir harfi, hiçbir noktası bile değişmemiştir. Kıyamete kadar da asla değişmeyecektir.

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri onu muhafaza edeceğini ferman buyurmaktadır:

"Bir zikir olan Kur'an'ı biz indirdik ve onun koruyucusu da elbette biziz." (Hicr: 9)

Kur'an-ı azîmüşan kıyamete kadar bâki ve daimdir.

"Şüphesiz ki bu (Kur'an), çok şerefli bir elçinin (getirdiği) sözdür. O elçi güçlüdür, Arş'ın sahibi katında itibarlıdır. Orada kendisine uyulandır, güvenilen bir elçidir. Arkadaşınız aslâ deli değildir." (Tekvir: 19-22)

Kâfir ve münâfıklar her ne kadar bu ilâhî Kitab-ı kerim'i bozmaya çalışsalar da, Allah-u Teâlâ onun bizzat koruyucusu olduğunu beyan buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor.

"Hayır! O kâfirler yalanlayıp dururlar." (Bürûc: 19)

Bu, her asrın inatçı kâfirlerine şâmildir.

"Oysa Allah onları arkalarından kuşatmıştır." (Bürûc: 20)

Kaçıp kurtulabilecek bir yer bulamayacaklardır.

"Hayır! O şerefli bir Kur'an'dır." (Bürûc: 21)

Öyle kerim bir Kur'an ki, Allah-u Teâlâ'nın en son ve en büyük kitabıdır.

"Levh-i mahfuz'dadır." (Bürûc: 22)

Onun aslı ümmül-kitap olan Allah'ın ilmindedir. Bunun içindir ki tahrif ve tebdilden her bakımdan muhafaza olunmuştur.

"Resul'üm! Biz onu (Kur'an'ı) senin dilin ile kolaylaştırdık ki, düşünüp ibret alsınlar.

Öyle ise bekle, onlar da beklemektedirler." (Duhan: 58-59)

Çok yakında senin ümitlerin gerçekleşecek, onların ümitleri ise boşa çıkacaktır.

Kur'an-ı kerim; zâhir, bâtın, maddi ve mânevi keşfedilmiş, keşfedilmemiş her türlü bütün ilimlere hitap eder.

 

Allah Kelâmı:

Bin dört yüz yıldan bu yana Kur'an-ı kerim'in bir benzeri ortaya konmamıştır, kıyamete kadar da beşer bundan âciz kalacaktır.

"De ki: Yemin olsun eğer insanlar ve cinler bu Kur'an'ın bir benzerini meydana getirmek için bir araya gelseler, birbirine yardım da etseler, imkânı yok onun benzerini getiremezler." (İsrâ: 88)

Bu Kur'an-ı kerim ilâhî'dir, Allah kelâmıdır. Hükümleri Allah-u Teâlâ koymuştur. Bu hükümleri kaldırmak isteyen, bir tek Âyet-i kerime'sini değiştirmeye kalkışan kendi nefsini ilâh edinmiş, arzularını hüküm yerine koymaya çalışmış, bunun için de küfre kaymıştır. Kesinlikle bilin ki bunlar kâfirdirler.

"Yoksa Kur'an'ı kendisi mi uydurdu diyorlar? De ki, öyleyse haydi siz de onun benzeri on uydurulmuş sûre meydana getirin. İddiânızda samimi iseniz, Allah'tan başka çağırabildiklerinizi de yardıma çağırın." (Hûd: 13)

Bu fermân-ı ilâhî ile Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'in i'câzını belirterek onlara karşı delili ortaya koymuştur. Bu delil kıyamet gününe kadar geçerliliğini sürdürecek, hiç kimse Kur'an-ı kerim'in bir benzerini getiremeyecektir.

"Yok eğer yardıma çağırdığınız kimseler size cevap veremedilerse, artık bilin ki Kur'an ancak Allah'ın ilmi ile indirilmiştir. O'ndan başka ilâh yoktur. Artık siz müslüman olmuyor musunuz?" (Hûd: 14)

Allah-u Teâlâ'nın bu hitâbından sonra Kelâmullah'a iman eden müslümandır, iman etmeyen de kâfirdir.

"Bu Kur'an insanlara açık bir tebliğdir. Bununla hem korkutulsunlar, hem Allah'ın ancak bir tek ilâh olduğunu bilsinler, hem de akl-ı selim sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar." (İbrahim: 52)

Kur'an-ı kerim'i inkâr ve itirazlar, nâzil olduğu zamanlarda başlamış, müşrikler aleyhte söylemedik hiçbir söz bırakmamışlardı. Sonraki asırlardan günümüze kadar gelen inkârcılar ise, Asr-ı saâdet müşriklerinin sözlerini tekrar edip durmaktan başka hiçbir şey yapmamışlardır.

"Bu Kur'an öyle bir kitaptır ki; Rabb'lerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yegâne galip ve övülmeye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için onu sana indirdik." (İbrahim: 1)

 

Hüküm Allah'ındır:

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde kendisine inanan ve Resul'ünü tasdik eden kullarına; İslâm'ın bütün hükümlerini benimsemelerini, buyruklarını uygulamalarını, yasaklarını terk etmelerini emir buyuruyor:

"Ey iman edenler! Hep birden tam bir teslimiyetle İslâm'ın sulh ve selâmetine girin." (Bakara: 208)

Allah-u Teâlâ'ya gerçek mânâda teslim olun, hem dışınızla hem içinizle O'na itaat edin, İslâm'a bir başka şeyi karıştırmayın.

İslâm bir bütündür, hükümlerinden hiçbiri birbirinden ayrılmaz.

"Hüküm yücelerin yücesi Allah'ındır." (Mümin: 12)

Çünkü O, mülkünde yücedir, dilediğini yapar, dilediği hükmü verir. O'nun verdiği hükümler belirli bir zaman ve asır ile sınırlı değildir. Kıyamete kadar geçerlidir.

"Aranızda O hükmeder. Allah bilendir, hikmet sahibidir." (Mümtehine: 10)

Kullarına uygun olanı çok iyi bilendir ve bu husustaki hükümlerini koymakta Hakîm olandır.

Binaenaleyh bütün insanlar ve cinler birleşerek bir araya gelseler, bir Âyet-i kerime'yi inkâr etseler hepsi kâfir olurlar. Çünkü mahlûkun hükmü yoktur, O'nun hükmü esastır.

Söz O'nun sözü, hüküm O'nun hükmü, kitap O'nun kitabı, mülk O'nun mülküdür. O'nun sözlerini değiştirecek, temyiz edecek, tashih yapacak hiçbir kimse olamaz.

"Allah hüküm verenlerin en güzel hüküm vereni değil midir?" (Tin: 8)

Allah-u Teâlâ'nın dininden söz edebilmek için ancak O'nun indirdikleriyle hükmetmek gerekir. Çünkü O'nun hükümranlığının tecellisi budur.

Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:

"Kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse işte onlar kâfirlerdir." (Mâide: 44)

"Kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse işte onlar zâlimlerdir." (Mâide: 45)

"Kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse işte onlar fâsıklardır." (Mâide: 47)

Allah-u Teâlâ bu ilâhî beyanlarında kendi indirdiği ile hükmetmeyenlerin "Kâfir""Zâlim""Fâsık" olduklarını belirtmektedir. Bu ilâhi hükümleri bırakıp, kendisinin veya başkalarının ortaya koyduğu ile hükmeden bir kimse bu üç suçu da işlemiş olur.

Önce O'nun indirdiğini reddetmekle küfür suçu işlemiştir. İkinci olarak O'nun hükümlerini çiğnemekle zulüm suçu işlemiştir. Üçüncü olarak ise sapmakla fâsık olmuştur.

Hazret-i Kur'an'ı tahrip ve tahrif etmek isteyenlerle, reform adı altında İslâm dini'ni aslından çıkarmak, hurafeler koymak ve din-i İslâm'ı bozmak isteyenler, 1400 küsur seneden beri devam edegelen emr-i peygamberi'yi hiçe saymakla alenen müslüman olmadıklarını ilân etmiş oldular. Onlar müslümanmış gibi görünen münafıklardır.

Hazret-i Allah'ın hükmü esastır, mahlûkun hükmü yoktur. Emir ve yasak koyma hakkı yalnız O'na âittir. Hükmünü hiç kimse değiştiremez.

"Hüküm veren Allah'tır, O'nun hükmünü bozacak kimse yoktur." (Ra'd: 41)

O'nun verdiği hükmü değiştirecek, engelleyip ortadan kaldıracak hiçbir kuvvet, hiçbir makam ve merci yoktur.

"Yakîn bir bilgi ile inanan bir topluluk için, Allah'tan daha güzel hüküm veren kim vardır?" (Mâide: 50)

Allah'ın hükmünden daha güzel hangi hüküm olabilir, O'nun hükmünden başka bir hükümle daha güzel hüküm verecek kim olabilir?

Emr-i ilâhi'yi kenara itip bırakan, kendi arzu ve reyini ortaya koyan, kendi nefsini ilâh olarak ilân etti demektir. Bu gibi kimselerin sözü doğrudur diyenler de onu ilâh edinmiştir.

"Resul'üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)" (Furkan: 43)

Nefis putuna dayanmış olduğundan, bunlara uyan ve tâbi olan kimse bunları ilâh olarak kabul etmiştir.

Yahudilerin, hıristiyanların, İslâm'a, Kur'an'a ve Hazret-i Resulullah Aleyhisselâm'a olan düşmanlıklarının yanında İslâm görünen, küffara çalışan münafıklar da büyük zarar veriyorlar.

İslâm dininden saparak nifaka düşenler ve nifak çıkaranlar Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lere istinad ve itibar etmezler. Sadece kendi zanlarına ve çıkarlarına bakarlar.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"İşte böyle, çünkü onlar Allah'ın indirdiğinden tiksinip hoşlanmamışlardır." (Muhammed: 9)

Bunun içindir ki hak sözleri ve uyarıları kabul etmezler, takip ettikleri bâtıl yoldan geri dönmezler.

Hazret-i Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayıp tiksinenler İslâm gibi görünürler ve fakat küfre hizmet ederler ve onlarla ünsiyet kurarlar, onlarla birlik olurlar. Dünyaya taparlar. Gayeleri madde, menfaat ve şöhrettir. Şöhret ise bir âfâttır.

 

Söz O'nun Sözü, Hüküm O'nun Hükmü, Kitap O'nun Kitabıdır:

Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadim'inde Hazret-i Kur'an'ın hakikat ile dalâlet arasında berzah olduğunu beyan ediyor.

"O (Kur'an) elbette (hak ile bâtılı) ayırt edici bir sözdür." (Tarık: 13)

İslâm'ın hak din olduğu, imanın insanı aydınlığa çıkardığı, küfrün ise sapıklık olduğu, insanlığı karanlıkta bıraktığı apaçık ortadadır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"İman ile küfür kesin olarak birbirinden ayrılmıştır." buyuruyor. (Bakara: 256)

İman ile küfür, hak ile bâtıl, hidayet ile dalâlet, nur ile zulmet, saâdet ile felâket apaçık delillerle birbirinden ayırt edilir haldedir.

Allah-u Teâlâ iman ile küfrü, inananlarla inanmayanları birbirinden kesin olarak ayırmıştır.

"İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabb'i olan Allah'ın şânı ne yücedir." (A'raf: 54)

Mülk O'nundur. O'ndan başka hiç kimsenin hiçbir şeye müdahale etmeye hakkı ve salâhiyeti yoktur. Hükmünü hiç kimse değiştiremez, verdiği kararı hiç kimse bozamaz. Emir, yasak, tedbir ve irade, tam tasarruf O'na âittir.

"Rabb'inin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımından da tamamlanmıştır, tam kemâlindedir. O'nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur." (En'am: 115)

Tatbikini emir buyurduğu bütün hükümler kemâle ermiş, tamamlanmıştır. Hiçbirisinde noksanlık ve eksiklik tasavvur edilemez, hükmünde yanılması düşünülemez.

 

Kur'an-ı Kerim Karşısında Müminler:

Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:

"Allah sözün en güzeli olan Kur'an'ı; âyetleri birbirine benzer, uyumlu, ahenkli ve yer yer tekrar eden bir kitap olarak indirmiştir." (Zümer: 23)

Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'in, sözlerin en güzeli olduğunu beyan buyuruyor. Çünkü O indirdi.

Birbirine benzediği ve uyumlu olduğu için ezberlenip okunabiliyor, unutulmuyor.

Allah-u Teâlâ ona öyle bir fesahat ve belâğat vermiş ki, bir hafız onu birbirine ekleyerek okuyabiliyor. Akıp giden bir kitap.

Öyle bir ahenk, öyle bir üslûp var ki; insan mânâsını anlamasa bile, can kulağı ile dinlediği zaman haz duyuyor.

"Rabb'lerinden korkanların bu Kitap'tan derileri ürperir. Sonra hem derileri hem de kalpleri Allah'ın zikrine yumuşar ve yatışır. Bu kitap, Allah'ın hidayet rehberidir. Dilediğini onunla doğru yola iletir. Allah kimi saptırırsa artık ona yol gösteren bulunmaz." (Zümer: 23)

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri bu kitabın en büyük hidayet rehberi olduğunu bize buyuruyor ve duyuruyor. O kime hidayet ihsan ederse onu saâdet-i ebediyesine kavuşturur, cennet-i alâsına koyar. Murad ettiğini cemal-i bâkemali ile de müşerref eder. Bu lütuf, saâdetlerin en büyüğü değil midir?

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:

"Çünkü o (Kur'an) bir öğüttür. Dileyen ondan öğüt alır." (Abese: 11-12)

Çünkü yararı da zararı da kendisine âittir. Öğüt alan istifade eder, yola koyulur.

"Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve size öğüt vermek için indirdiği kitabı ve ondaki hikmeti düşünün." (Bakara: 231)

Allah-u Teâlâ'nın sonsuz nimetlerinin en büyüğü hiç şüphesiz ki Kur'an-ı Azîmüşân'dır. Hakk ve hakikati bulmak için bir vesile ve en güzel bir rehberdir. İnsanları kötülüklerden çıkarıp hidayet nuruna kavuşturur.

Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'in değerinin büyüklüğünü bildirmek üzere şöyle buyurmaktadır:

"O, çok şerefli sayfalardadır. Yüceltilmiş ve tertemiz kılınmıştır. Kâtip (melek)lerin elleriyle (yazılmıştır). Ki o kâtipler kıymetli ve güvenilirdirler." (Abese: 13-16)

Onun içindir ki dileyen öğüt alsın, dileyen düşünsün, istikamet bulsun.

"Elif. Lâm. Mim. Bu Kur'an doğruluğu şüphe götürmeyen, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren bir kitaptır." (Bakara: 1-2)

 

Müminlere Rehber:

Öyle bir kitap ki; Allah-u Teâlâ'nın emirlerine sarılmak, nehiylerinden sakınmak suretiyle O'nun gazabından korunan ve itaat etmek suretiyle de azabından kurtulan müminler için yol göstericidir.

"Gerçekten bu Kur'an insanları en doğru yola götürür ve sâlih amellerde bulunan müminlere de kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler." (İsrâ: 9)

Bu ilâhi düstura riayet edip ahlâkî fermanlara uygun hareket edenler; ahlâkın yüksek pâyesine vasıl olarak hürmete lâyık bir millet olmuşlar, allâmeler ve en yüksek medeniyetin yetiştirebileceği en büyük insanlar vücuda getirmişlerdir.

Bu ise Kur'an-ı azimüşan'ın alelâde bir kitap olmadığını, insanları gaflet ve cehalet uykusundan kurtaracak, ahlâksızlık ve fenalığı kökünden kazıyıp, sevgi, doğruluk, merhamet ve cesaret, çalışma ve gayret gibi en kıymetli bilgileri öğreten Rabbâni bir kitap, Rahmâni bir hitap olduğunu göstermeye kâfi bir delildir.

"Bu Kur'an kovulmuş şeytanın sözü değildir. O halde nereye gidiyorsunuz? O, âlemler için bir öğüttür. İçinizden dosdoğru bir yola gitmek isteyenler için." (Tekvir: 25-28)

Çünkü hatırlatmadan, ikaz ve irşaddan faydalanacak olanlar ancak onlardır.

"İşte onlar Rabb'lerinin yolunda olanlardır. İşte onlar saâdete erenlerdir." (Bakara: 5)

Kur'an-ı kerim'i dikkatle inceleyenler insanların kazanabileceği bütün şan ve şerefi, dünya ve ahirete ait bütün selâmet ve saâdeti bulacaklarına aslâ şüphe etmezler.

Allah-u Teâlâ onu hasta gönüllere bir şifa, bir hidayet rehberi ve bir rahmet olarak göndermiştir. Yaştan kurudan her ne varsa hepsi onda mevcuttur. Hiçbir şey eksik bırakılmamıştır.

"Ey insanlar! Size Rabb'inizden bir öğüt, hastalanmış gönüllere bir şifa ve müminler için hidayet rehberi ve rahmet gelmiştir." (Yunus: 57)

"İndirdiğimiz bu Kur'an, feyz kaynağı mübarek bir kitaptır." (En'âm: 155)

Şanı büyüktür, feyiz ve bereketine sınır yoktur.

"Ona uyun, emirlerine bağlanın ve Allah'tan korkun. Tâ ki merhamet olunasınız." (En'âm: 155)

Allah-u Teâlâ kullarına olan merhametinden ötürü Kur'an-ı Azimüşan'a nasıl teslim olmamız ve tâzim göstermemiz gerektiğini beyan ediyor. Bu hidayet rehberiyle Allah-u Teâlâ'ya ve Resul'üne varacak yolu göstermektedir.

Kitab-ı kerim'in şeref ve faziletine dair Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Haberiniz olsun ki, ilerde (karanlık gece kıtaları gibi) birtakım fitneler zuhur edecektir!

(Yâ Resulellah! O fitnelerden çıkıp, kurtuluş çaresi nedir? denildi.)

Allah-u Teâlâ'nın kitabı Kur'an'dır. Onda sizden öncekilerin ve sizden sonrakilerin haberleri vardır. Aranızdaki meseleleri halleden hükümlerle doludur.

O, hakk ile batılı birbirinden ayıran kesin bir hükümdür, şaka ve boş şey değildir. Onu cebbarlıkla zorbalıkla terkeden kimsenin, Allah boynunu kırar. Hidayeti ondan başkasında arayan kimseyi dalâlete düşürür.

O, Allah'ın en sağlam ve kopmaz ipidir. O, hikmetli bir zikir, Allah'a giden dosdoğru bir yoldur.

O, nefsin kötü arzularını uyarır. Sapık ve maksatlı kişiler onu bozamaz.

Onu okuyan diller zorluk çekmez. Âlimler ona doyamaz. Fazla tekrardan dolayı okunuşundaki haz kaybolmaz. Akılları hayrette bırakan incelik ve meziyetleri bitmez tükenmez.

O öyle hikmetle dolu bir kitaptır ki, cinlerden bir zümre onu dinledikleri zaman "Gerçekten biz, hayranlık veren çok hoş bir Kur'an dinledik. O hakka ve doğru yola götürüyor. Bundan dolayı biz de ona inandık iman ettik." (Cin: 1-2) demişlerdir.

Ona dayanarak konuşan kişi doğru söylemiştir. Onunla âmel eden er-geç mükâfatlandırılır.

Onunla hükmeden, hükmünde adalet eder.

İnsanları ona dâvet eden, doğruya ve doğru yola dâvet etmiş olur." (Tirmizi)

 

Şerefli Bir Peygamber:

Kur'an-ı kerim Muhammed Aleyhisselâm'ın getirdiği kesin bir sözdür. Bu söz âlemlerin Rabb'inden indirildiği hâlde, Muhammed Aleyhisselâm'a izafe edilmiştir.

"Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki, Kur'an elbette şerefli bir peygamberin sözüdür." (Hâkka: 38-39-40)

Allah-u Teâlâ onun ne kadar şerefli ve Azîz olduğunu yemin ederek bize duyuruyor. Onun meth-ü senâsını bizzat Allah-u Teâlâ yapıyor. Bu yemin "Dikkat edin!" mânâsına geliyor. Gerçekten onu seven şereflidir, amma onu sevmeyen şerefsizdir. Çünkü ona o şeref ve izzet Hakk'tan geldi, halktan gelmedi. Onu seven ona iman etmiştir, onu sevmeyen ona küfretmiştir. İman ile küfür bir olur mu, seven ile sevmeyen bir olur mu?

Sevenin şerefini artırır, onu şerefli ile beraber yapar. Onları peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle, sâlihlerle beraber haşreder. İnkâr edeni ise şeytanlarla, din kurucu bölücülerle, türemelerle haşreder. Sevdiğini ebedî saâdetine ve selâmetine eriştirdiği gibi, ötekileri de kahreder. Kahrından ötürü de ona çok şiddetli bir azap ile azap eder.

Ona bizzat o şerefi Hakk Celle ve Alâ Hazretleri bahşetmiş, beşeriyete Hakk ve hakikatı duyurmak için Hazret-i Kur'an'ı ihsan buyurmuştur.

"O bir şâir sözü değildir." (Hâkka: 41)

Onu bir şiir gibi dinleyip geçmeyin, hükümlerine kulak verin. O ne şiirdir ne de nesirdir. Hiçbir şiirin ve nesirin Kur'an-ı kerim'deki fesâhat ve belâğata erişmesi mümkün değildir.

"Ne de az inanıyorsunuz!" (Hâkka: 41)

İlâhî beyanlarını tasdik etmiyorsunuz, böylece de iman şerefinden mahrum oluyorsunuz..

"Bir kâhin sözü de değildir." (Hâkka: 42)

Kâhinlerin sözleri tutarsızdır, gerçekten uzaktır, zandan ibarettir.

"Ne de az düşünüyorsunuz!" (Hâkka: 42)

Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin Kur'an-ı kerim'i neşretmek için, emirlerini tebliğ etmek için seçtiği, sevdiği bir peygamber olduğunu beyan buyuruyor.

"Kur'an âlemlerin Rabb'inden indirilmedir." (Hâkka: 43)

Muhammed Aleyhisselâm onu olduğu gibi bildirmekle vazifeli ve çok şerefli bir peygamberdir. İşte Kur'an-ı kerim'in hakikati budur.

Bu sözleri kendinden uydurup katsaydı, Allah-u Teâlâ onu muhakkak yok edeceğini beyan ediyor.

"Eğer o Peygamber, bize karşı bazı sözleri kendiliğinden uydurmuş olsaydı; elbette biz onu kuvvetle yakalardık, sonra da kalp damarını koparırdık. Sizden hiç kimse onu koruyamazdı." (Hâkka: 44-47)

Böyle bir durumda hiçbiriniz onunla bizim aramıza giremez, azabımı ondan savamazdı. Fakat o böyle bir şeyi hayalinden bile geçirmedi, ilâhî hükmü olduğu gibi tebliğ etti. Doğruluk ve güvenirliliği gün gibi ortadadır.

"Doğrusu o (Kur'an) takvâ sahipleri için bir öğüttür." (Hakkâ: 48)

Her şeyden önce Hazret-i Allah'tan korkan, Âyet-i kerime'ler okunduğu zaman imanları artan müminler ondan faydalanırlar. Onun hidayeti ile yollarını bulurlar, dünyâ saâdetine âhiret selâmetine ererler.

"Şüphesiz ki bu Kur'an (hak ile bâtılı) ayıran bir sözdür." (Târık: 13)

Bir müslümana düşen; hüküm ve irşadlarından öğüt almak, nûru ile aydınlanmaktır.

Allah'tan korkmayanlara gelince, onların kalpleri katılaşmış, kararmış, o nûru göremez olmuş, gaflet içinde kalmışlardır.

"Bununla beraber biz biliyoruz ki, içinizde onu yalanlayanlar vardır. Muhakkak ki o, kâfirler için bir üzüntüdür (bir iç yarasıdır)." (Hâkka: 49-50)

Kur'an nûrunun etrafa yayıldığını, beşeriyetin nurlanmaya başladığını gördükçe içleri yandığı gibi; âhirette Kur'an nûruyla münevver olanların aldıkları mükâfâtı görünce, ebedi bir pişmanlık içinde kalırlar.

"Ve kesinlikle o, şüphe olmayan bir gerçektir." (Hâkka: 51)

Yalanlayanların yalanlamalarına, hükümlerini çürütmeye çalışmalarına rağmen hakk'al-yâkîn bir kitaptır. Kendisinde aslâ kuşku ve tereddüt bulunmayan doğru ve gerçek haberdir.

"Öyleyse yüce Rabb'inin adını tesbih et!" (Hâkka: 52)

O'nu şânına lâyık olmayan vasıflardan tenzih et.

 

"Ben ve Peygamberlerim Elbette Galip Geleceğiz!" (Mücadele: 21):

Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'lerinde Allah ve Resul'ünün, Allah'tan yana olanların galip geleceğini haber veriyor:

"Gönderilen peygamber kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti:

Mutlaka kendilerine yardım edilecektir.

Şüphesiz ki bizim ordumuz galip gelecektir." (Sâffât: 171-173)

"Allah: "Ben ve peygamberlerim elbette galip geleceğiz!" diye yazmıştır. Şüphesiz ki Allah kuvvetlidir, yegâne galiptir." (Mücadele: 21)

"Kim Allah'ı, O'nun Peygamber'ini ve müminleri dost edinirse, bilsin ki galip gelecek olanlar Allah'tan yana olanlardır." (Mâide: 56)

Bu Cenâb-ı Hakk'ın vaad-i Sübhanisi'dir. O'nun vaadi haktır ve gerçektir. Tarih boyunca bu böyle olmuştur ve böyle de olacaktır.

"Resul'üm! Allah'ın yardımı ve zafer günü geldiğinde,

Ve insanların akın akın dalga dalga Allah'ın dinine girdiklerini gördüğünde,

Hemen Rabb'ine hamdederek O'nu tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri daima kabul edendir." (Nasr: 1-3)

O gün zafer verdi, yine zafer verecek.

Küffara bırakmayacak. Yaptıklarını da yanlarına bırakmayacak. Ama bu dünyada ama ahirette.


  Önceki Sonraki  

Diğer Yazıları
TÜM YAZILAR