"Meşâriku'n-Nusûs el-Bâhis an Ğavâmizi'l-Fusûs"ta yeralan diğer bir beyanında ise Hazret, bütün velâyet mertebelerinin "Hâtemü'l-velâye"de toplandığını beyan ederek şöyle buyurmuşlardır:
"Hâtemü'l-evliyâ şefaat kapısını açmada Âdemoğlu'nun efendisi ve cemaatin rehberi kılınan, Hâtemü'r-rüsul olan Muhammed Aleyhisselâm'ın güzelliklerinden bir güzelliktir. Çünkü o velâyet mertebesindeki kâmil velilerin ruhlarını, en kâmil ve olgun 'Hatmiyyet' hususundaki verâsetinde biraraya toplamıştır. Nitekim Rusulullah Aleyhisselâm da, bu nübüvvet ve bu velâyet hakkında kâmiller cemaatinin rehberidir. Çünkü onların meşrebi de, menbâı da odur. O -aleyhisselâm- risâlet makâmında zâhiri idâme ettirip, isimlerin hepsini biraraya toplayan Zâtî Ehadiyyet'le ilgili velâyeti izhâr etmediği ve kendisinde gerçekleşen 'Hâdî' isminde göründüğü için bu güzellik ve bu hatmedici velâyet, tâ ki onun nübüvvetinin zâhirine ve velâyetinin bâtınına vâris olan, velâyetin 'Hâtem' mazharında zuhur edinceye dek bâkî kalmıştır. Zira o, peygamberler ve veliler cemaatinin rehberi olan bir mertebe ve ilkle ikinci arasındaki dönüşüm sayesinde, men olunanlara şefaatçi kılınan bir kimsedir.
Şu kadar var ki, efendilikte ise o, O'nun evvelle ilgili ilminin hazîrelerindeki farklı ilâhî hakikatlerin kendisinden yönlendirildiği bir Efendi'dir. O ise yokluk karanlığından bilinirlik fezâsına ulaşmasına göre, belâ (mahşer) ehlinin boyun eğdiği, mekân tutulan kâinatla ilgili hakikatlerdir. Bunun içindir ki; 'Velâyet ancak feleklerin yaratılışı iledir.' denilmiştir.
Bir de şu var ki, dönüşme hususunda onun -aleyhisselâm- şefaatçiliği mahşer ehli içindir ve bu ilk şefaatin bir eseridir. O, hâlen ve makâmen Peygamber Aleyhisselâm'ın yalnız kendisine tahsis edilen Allah'ın bir tayininden ibaret olup, umûma âit olmayan has bir hâlin tayinidir. Aynı zamanda o bir şefaat makâmıdır. Dolayısıyla hepsinin ve mislinin talebi hususunda, bunun tümüne birden bedel olup, umum için geçerli olmadığını söylemek gerekir." ("Meşâriku'n-Nusûs el-Bâhis an Ğavâmizi'l-Fusûs"; Es'ad Efendi, nr.: 1539, vr. 36b-37a)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde Resulullah Aleyhisselâm'a hitaben buyurur ki:
"Sana Rabb'in, sen râzı oluncaya kadar verecek." (Duhâ: 5)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e ilâhî lütufların tümü tecellî etmiş, Allah-u Teâlâ bu şefaat makamını yalnız ve yalnız ona tahsis etmiştir. O umum için şefaate mezundur ve fakat bu umumi tecelliyât Hâtem-i veli'ye de aktarıldığı için, ona verilen şefaat ona da düşmüştür, ona da verilmiştir.
Muînüddîn el-Buhârî -kuddise sırruh- Hazretleri "Meşâriku'n-Nusûs" adlı eserinde "Hatemiyyet"in zâhirî ve bâtınî yönünü inceden inceye tahkik ederek, "Hâtemü'n-nübüvve"nin bâtını olan ve ondan ayrı düşünülmesi mümkün olmayan "Hâtemü'l-velâye" mertebesinin, Muhammedî Hatmiyyet kemâlini üzerinde toplayan "İnsanlığın halîfesi"ne verileceğine dikkati çekerek şöyle buyurmuştur:
"İyi bil ki, bu ilim ayân-ı sâbite'si cüz'î bir hususiyete tahsis olunmayıp, bilâkis mazharların hepsinin hakikatlerini birarada tutan 'Ehadiyyet'in kuşattıklarını ihâtâ etmiş olan kimsenindir. İşte 'Hakikatü'l-hakâyık' denilen hakikatlerin hakikati onun hakikatindedir. O ilâhî kemâli toplayıp birleştiren Zâtî tecellî'nin aynası olur. Bu tecellîde de zâhiriyle Hakk'ın zâhir ve bâtınını, bâtınıyla Hakk'ın bâtın ve zâhirini müşâhade eder, zâhir ve bâtının temeli olan Kutbî toplayıcı Ehadiyyet'i cem eder. İşte bu tecellî bu makamda; ilmin, sükûtun ve hayret yokluğunun gâyesini kuşatan 'Hatmiyyet makâmı'nda ona verilir. Zira bu müşâhade, Muhammedî Hatmiyyet kemâlini elinde bulunduran 'İnsanlığın halifesi'nden başkası için söz konusu olamaz!" ("Meşâriku'n-Nusûs el-Bâhis an Ğavâmizi'l-Fusûs"; Es'ad Efendi, nr.: 1539, vr. 32a -33b)
Hazret burada; "Hakikatlerin hakikati onun hakikatindedir. O ilâhî kemâli toplayıp birleştiren Zâtî tecellî'nin aynası olur." buyuruyor.
Bunlar çok ince noktalardır. Bu Zâtî tecellî'nin Hatmiyyet makâmında verildiğini ifşa ediyor.
Çok mühim yerlere işaret etmiş ve bu müşahadenin insanlığın halifesi olan Hâtem-i veli'ye mahsus olduğunu haber vermiştir.
O Allah-u Teâlâ'nın himâyesinde yürüyor, onu O yürütüyor, O koruyor. Bütün bu icraatlar hep O'nun himâyesi, O'nun koruması altında oluyor. Daha doğrusu onu O idare ediyor. Ona dilediği bilgileri veriyor, gizli sırları sızdırıyor. O da o gizli sırlara bakıyor, gördüğü kadar yürüyor. Niçin? Onda gizlendiği için...
Bandırmalı-zâde Seyyid Hâşim Baba -kuddise sırruh- "Hazret'in izinde yürü ki, o İlâhî ilmin tasarrufuna kâdirdir ve İlâhî haberlerin kabul makâmıdır." buyurmaktadır. ("Vâridât-ı Mensûre", Millet Ktp. Ali Emîrî, Manzum, Mecmû'a, nr.: 737, vr. 160b-161a)
Nev'î Yahyâ Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri "Keşfü'l-Hicâb min Vechi'l-Kitâb" isimli eserinde, peygamberler arasında ancak Hâtemü'r-rusül'e, velîler arasında da yalnız Hâtemü'l-evliyâ'ya tahsis edilen "Sükût ilmi" hakkında şöyle buyurmuştur:
"Bu sükût ilmini elde edip acze düşmeyen âlim; Allah'ın zâtını, tecelliyât mertebelerini ve bunların türlerini bilen kimselerin en yücesidir. Bunu elinde bulunduran kimsede sükûtu ifâde ettiği tespit olunan ilim, ancak Hâtemü'r-rusül ve Hâtemü'l-evliyâ için sâbittir. Bunların dışındaki nebîlerden ve resullerden herhangi bir kimse, bu ilmi ve bu müşâhedeyi ancak Hâtemü'n-nübüvve kandilinden elde eder; velîlerden herhangi bir kimse de bu nûru ancak Hâtemü'l-evliyâ kandilinden elde eder. Hattâ resuller bile evliyâ olmaları yönünden, zikredilen nûru Hâtemü'l-evliyâ kandilinden almışlardır." ("Keşfü'l-Hicâb min Vechi'l-Kitâb", Hacı Mahmud Efendi, nr.: 2291, vr. 40a)