Âlimler üç taifedirler: Bir taifesi zâhirî ilmi bilirler. İkincisi bâtınî ilmi bilirler. Üçüncüsü hem zâhirî ilmi bilirler hem de bâtınî ilmi bilirler. Bu üçüncüsünden çok azdır.
Fakir onları tarif ederken; "Sehm-i nübüvvete vâris olanlar", "Sehm-i velâyete vâris olanlar", "Hem sehm-i nübüvvete hem de sehm-i velâyete vâris olanlar" olarak belirtmişizdir.
Adı üstünde vâris, çalışmakla elde edilen bir şey değil. Allah-u Teâlâ doğrudan doğruya nûru kalbine yazmış, kudsî ruh ile desteklemiş, Resulullah Aleyhisselâm'ın emanetini ona boşaltmış. Bütün esrar bu noktada.
Allah-u Teâlâ'yı canlarından, gözlerinden, eli ve ayağından hülâsa ihsan ettiği, ikram ettiği her şeyden fazla severler. Zira her şeyi O'nun yarattığını ve O'nun verdiğini onlar bilir. Hepsi O'nundur ve O'ndandır. Verdiği her şeyden fazla Allah-u Teâlâ'yı severler. O'nu görür, O'ndan olduğunu da görür. Bu hâlî şükürdür.
Onlarda irade yaşamaz. İradelerini Allah-u Teâlâ'nın iradesine bağlamışlardır. Hükme bağlıdırlar, çıkacak ilâhi hükme göre hareket ederler.
Sabaha kadar ibadet eder eder, sabahleyin de yaptığı ibadete gözyaşı ile istiğfar eder; af olması için, ibadet ve taatlarının kabul olunması için duâ ve niyazda bulunur. Çünkü o Allah-u Teâlâ'yı biliyor, yapamadığını da çok iyi biliyor. Aşk ateşi ile yanar, Allah-u Teâlâ ile beraber olmayı her şeyden fazla tercih eder.
Bir Hadis-i kudsî'de şöyle buyuruluyor:
"Kulum beni zikrettiği zaman ben onunlayım." (Buhârî)
•
Fakat anlaşılıyor ki Allah-u Teâlâ dilediğini dilediğine duyuruyor.
Ve dikkat ederseniz, ben hiç ilim okumadım. Bu arzettiğimiz ilim "İlmullah"tır. Allah-u Teâlâ bana ne öğretirse onu biliyorum, ne söyletirse onu söylüyorum. Ben bu ilmi bilmiyordum ki, kitap da hiç okumam, kitapta da bu ilim yok. Onun için deriz ki; "Ben bilmiyordum ki söyleyeyim, kitaplarda yok ki okuyayım."
Bunlar bana ait değil. Ben kendimi takdim ederken diyorum ki; "Değersiz bir mahlukum, hüküm ve değer Hazret-i Allah ve Resul'e âittir."
Rabb'im ne öğrettiyse, ne döktüyse, kalbime ne yazdıysa size olduğu gibi açıyorum.
Hiç şüphe yok ki çok büyük zâtlar gelmiştir, bunları biliyorlardı, fakat onlara müsaade etmemiş de fakire etmiş, siz de bunlardan istifade ediyorsunuz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım." buyuruyor. (İbrahim: 7)
Bu nimet hem dünya hem de ahirete ait olup akıl ve havsala almaz.
Nitekim Âyet-i kerime'sinde:
"Allah'ın nimetlerini birer birer saymaya kalksanız (icmâlen bile) sayamazsınız." buyurmaktadır. (İbrahim: 34 - Nahl: 18)
Binaenaleyh; Allah-u Teâlâ müminlerin cennetteki durumlarından şöyle bahsetmektedir:
"Oradaki duâları; Sübhaneke'llahümme'dir. (Seni tespih ve tenzih ederiz Allah'ım!)
Aralarındaki temennileri; 'Selâm'dır.
Duâlarının sonu ise Elhamdülillâhi Rabbil-âlemin'dir. (Hamd âlemlerin Rabb'i olan Allah'a mahsustur.)" (Yunus: 10)
Müminler dünyada sahip oldukları yüksek iman şahikasına orada da sahip olacaklar; her tesbihin, her duânın, her dileğin ve her sevincin sonunda "Elhamdülillâhi Rabbil-âlemin" diyerek sözlerini bitirecekler.