"Hakk Celle ve Alâ Hazretleri dilerse mahlûkunu büyültür dilerse küçültür. Dilerse var eder, dilerse yok eder. Gerçekten biz O'nun birer mahlûkçuğuyuz. Mahlûka gereken, mahlûkiyetini bilecek. Cidden O'ndan korkmak ve O'na itaat etmek lâzım.
Size hayatın tadından haber verelim mi?
Hayatın en tatlısı, Hazret-i Allah kime ki kendisine ibadet etme aşkını, kulluk lütfunu vermişse, o hayatta en bahtiyar insandır.
Zevk, safa, rahat istiyorsak, Allah'ımıza çok ibadet edelim. İbadetin hedefi, maksadı olmayacak. Dünya için olmadığı gibi, cennet arzusu ile de olmayacak. Yalnız O'nun için olacak. O isterse yerin dibinde, isterse gökte bulundurur.
Allah'ımız yalnız kendisi için ibadet etmek ve Cemâl-i Bâ-kemâli ile müşerref olma devletini, kendisi ile beraber olmak şerefini cümlemize ihsan buyursun.
Mahlûk, mahlûk olduğunu her zaman bilmelidir."
"Hakk Celle ve Alâ Hazretleri'miz öyle nimetler ihsan buyurmuştur ki, size anlatmamız gerçekten imkânsızdır. Çünkü biz de bildirdikleri kadarını biliyoruz. Bildiğimizi size bildirmemize imkân yok.
Bunu anlatmak için o kalp o kafa lâzımdır. Bu ise Hazret-i Allah'ın ihsanı ile olur. "Anladım" demekle değildir. Şöyle arz edelim ki; Efendi Hazretleri'nin huzur-u saadetlerinde iken bir ifşaat verdiler. Huzurlarında iken havsalamız almadı. Tahminen üç yüz-dört yüz metre ayrılmıştık ki, baktık havsalamızı açtılar, buyurdukları şeyi içeri koydular.
Onun için, "Bildim, aldım!" bunlar boş şeyler... Verdikleri kadarı anlaşılır.
Meselâ; Uludağ'da çok mühim gizli bir esrar geçti. Ağzımızdan bir kelime kaçırdık. "Sizin o anda bulunma devleti size ölünceye kadar ve öldükten sonra da yeter." dedik.
Meğer o kıvılcımın bir tanesi sıçramış, bir tanesinin bir noktası gösterilmiş. Biz hayatta iken hiç kimseye bu sırrı söylemeyin dedik. Zira hiç kimsenin havsalası bunu almaz.
Bir defa daha gösterilmişti buna benzer bir hâl, fakat o kardeşimizdeki hâl hiç kimsede vukû bulmadı. Evet, o diyecek ki, ben bir noktasını gördüm. Hayır onun sözüne de itimat olmaz. Çünkü onu almak için akıl yetmez.
Şimdi sorduğunuz için, bu kadarı işaret edildi. Bunu açmanın imkânı yoktur. Hakk Celle ve Alâ Hazretleri'nin buldurduğu noktayı kimsenin havsalası almaz. İnkâr vartasına düşülür. Her şey ancak âhirette açılacak. O zamana kadar birçok işler kapalı geçer. İhvanın dahi çoğunun bu noktaları havsalası almaz.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz;
"İnsanlara anlayabilecekleri mertebede söz söyleyiniz. İnkârlarını mucib olacak sözlerden sakınınız." buyuruyorlar. (Münâvi)
Bize bildirileni değil, onlara bildirileni ifşa etmemelerini istiyoruz. Yani halk her şeyini meydana vermeye çalışırken, biz meydandakini dahi gizlemeye memur olmalıyız."
"Allah'ımız cümlemizi kazalardan, belâlardan, felâketlerden muhafaza buyursun."
Diye duâ buyurdular ve sözlerine şöyle devam ettiler:
"Kazalar; mübrem ve muallâk olmak üzere iki türlüdür. Bazı kazalar vardır muallâktır, herhangi bir tasaddukla gider, mübrem olanlar isabet eder.
Tedbir için sadakayı ihmal etmeyelim ki Rabb'imiz bizi muhafaza buyursun.
Muallâk olan duâ ile sadaka ile önlenebilir. Bunun için ihlâs, samimi niyet gerekir. Mübrem olanı ise hiçbir şey geri çeviremez.
Hadis-i şerif'lerde şöyle buyuruluyor:
"Zekâtı vermek suretiyle malınızı muhafaza ediniz. Fakirlere sadaka vererek hastaları tedavi ediniz. Duâ ve tazarru ile belâ ve musibetleri reddediniz." (Münâvi)
"Müslüman kimsenin sadakası ömrün artmasını gerektirdiği gibi kötü sondan da muhafaza eder." (Tirmizi)
İkinci husus, böyle zamanlarda her birinin başında Eûzü Besmele çekmek şartıyla, beş yüz "Allahümme Sâlli" ve beş yüz "Allahümme Bârik" duâlarını muhakkak okumalıyız. Buna birkaç defa devam edelim inşallah."
"O kervanın hali bambaşka. Hazret-i Allah'ın bir lütuf deryası. Görünüşte toz-toprak, zahmet, mihnet... Fakat her nefes alış-verişte mânevi bir hayat var. Hazret-i Allah'ın sonsuz rahmet deryasının bulunduğu bir merkezdir orası.
Bunlara vâkıf olmamız için şartlar vardır. Evvelâ niyet-i hâlisa olacak, para helâl olacak, Hakk'tan gayrı hiçbir düşünce olmayacak.
Orada insan kendi âleminde başbaşa kalacak. Mekke-i Mükerreme'de ise hep Kâbe-i Muazzama'da bulunacak. Medine-i Münevvere'de ise hep Ravza-i Mutahhara'da oturacak. Yemek içmek dahi olmayacak. Sabah yiyecek oturacak, akşam çıkacak yiyecek. Hep istiğfarla, Salât-ü selam'la, Lafzâ-i celâl ve Kelime-i tevhid'le meşgul olacak.
O zaman Hazret-i Allah murad ederse onu o lütuf deryasında bulundurur. O lütuf deryasında bulunma sırrı ile imanı tekamül eder.
Bu anlattıklarımızda açık edilemeyecek gizli sırlar var. Fakat yine de size açık anlatılıyor.
Onun için o kervana dahil olmak, cidden büyük bir nimettir. Fırsat bulursanız hemen gidin. Yalnız çok zahmetlidir. O zahmeti insan rahmet bilecek ve o yolculuğa dahil olacak. Her şeyi severek kabul edecek de gidecek."