Enes ibn-i Mâlik -radiyallahu anh-ten, Ömer -radiyallahu anh-İn şöyle dediği rivayet olunmuştur:
"Üç şey (hakkındaki muradım), Allah'ın (vahyine) tesadüf etti. Yâhut Rabb'imin (vahyi) benim (dileğime) muvâfık oldu.
1) Yâ Resulullah Makâm-ı İbrahim'i namazgâh ittihâz etseniz, dedim. Bunun üzerine;
"Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin." (Bakara: 125) Âyeti nâzil oldu.
2) "Yine ben; "Yâ Resulullah huzurunuza (maslahat icâbı) sâlih, fâsık kimseler giriyor. Müminlerin annelerine örtünmelerini emretseniz." dedim.
Bunun üzerine de Allah hicâb âyetini gönderdi.
"Resul'üm! Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle. (Zaruri bir ihtiyaçları olup dışarı çıkmak istedikleri zaman), dış elbiselerini üzerlerine giysinler. Bu onların ahlâksız kadınlardan olmadıklarının bilinmesi ve incitilmemesi için daha elverişlidir." (Ahzâb: 59)
3) Ömer -radiyallahu anh-der ki:
"Bir kere de Resulullah'ın (kıskançlık gösteren) bazı hanımlarına darıldığını duymuştum. Bunun üzerine onların yanına giderek;
'Yâ (bu hırçınlığa) nihayet verirsiniz, yâhut iyi biliniz ki Allah, sizin yerinize Peyamber'ine sizden daha hayırlı kadınlar verir.' dedim."
Nihâyet Peygamber'in hanımlarından birinin (Ümm-i Seleme -radiyallahu anhâ-nın) yanına varmıştım. Bana;
"Ey Ömer! Resulullah Aleyhisselâm kadınlarına öğüt veremez mi ki, sen onlara nasihat etmeye kalkışıyorsun?" demişti.
Bunun üzerine de Aziz ve Celil olan Allah;
"Eğer o sizi boşarsa, Rabb'i ona sizden daha iyi, kendini Allah'a veren, inanan, gönülden itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bâkire eşler verir." (Tahrim: 5)
Âyet-i kerime'lerini gönderdi." (Buhâri, 1678)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in elini tutarak;
"Burası Makâm-ı İbrahim'dir." buyurunca;
"Burasını namazgâh ittihâz etseniz olmaz mı?" demişti. Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-;
"Öyle bir şey ile emrolunmadım." buyurdu.
Fakat gün batmadan Bakara Sûre-i şerif'inin 125. Âyet-i kerime'si nâzil olmuştur.
Örtünme emri ise Hicret'in beşinci yılında Hazret-i Zeyneb -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in düğünü ile gelmiştir.
Hazret-i Zeyneb -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in düğün yemeğinde dâvetliler geliyor, yemeğini yiyor, çıkıp gidiyordu. Herkes dağıldıktan sonra bir topluluk konuşmaya daldılar ve oturup kaldılar. Hayâ ve edebinin üstünlüğünden ötürü zamansız oturuşlarının kendisine ağırlık verdiğini söylemekten çekiniyordu. Tekrar gitti geldi. Üçüncü defa gittiğinde çıktılar.
Hâne-i saâdet'lerine geldiğinde Âyet-i kerime'ler nâzil oldu:
"Ey müminler! Bundan sonra Peygamber'inizin evlerine yemeğe dâvet olunmadıkça vakitli-vakitsiz girmeyin. Dâvet edildiğiniz zaman girin. Yemeği yiyince de hemen dağılın, söze sohbete dalıp kalmayın. Çünkü bu haliniz Peygamber'i üzüyor, o da size bir şey söylemekten utanıyor. Allah ise gerçeği açıklamaktan çekinmez. Peygamber'in zevcelerine herhangi bir şey soracağınız vakit perde arkasından sorun. Böyle yapmakla hem sizin gönülleriniz hem de onların gönülleri daha temiz kalır." (Ahzâb: 53)
Yine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile eşleri arasında yaşanan sıkıntılı zamanda Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- müminlerin annelerine nasihat ederek onları ikaz etmişti.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-ın Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e gelerek şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Ey Allah'ın Resul'ü! Kadınlarınızın hallerinden sana ağır gelen nedir? Eğer onları boşadıysan şüphesiz Allah, melekleri Cebrâil, Mikâil, ben ve Ebu Bekir ve müminler seninle birlikteyiz." (Müslim)
Bunun üzerine; "Eğer tevbe ederseniz, kaymış olan kalpleriniz düzelmiş olur. Şayet onun aleyhinde birbirinize arka çıkarsanız, hiç şüphesiz ki Allah onun Mevlâ'sıdır. Cebrail de, müminlerin sâlih olanları da, bunun ardından bütün melekler de ona yardımcıdırlar." (Tahrîm: 4) Âyeti nâzil olmuştur.