Irkçı bir Fransızın Paris'te terör örgütü PKK'nın binasını basarak katliam yapması üzerine çıkan olaylar terör örgütüne verilen uluslararası desteği ve PKK yandaşlarının terör zihniyetini meydana çıkartan bir gelişme oldu. Bu olayın arka planını Avrupa-ABD rekabeti ve ABD'nin Suriye ve Irak'ta son aylarda yapmaya çalıştığı faaliyetlerle birlikte değerlendirmek lâzımdır.
Türkiye PKK'nın belini büktükçe ABD el yükseltiyor, güneyimizde Peşmerge güçlerini birleştirmeye, Peşmergelerle terör örgütü PKK'yı bir araya getirmeye, Türkiye'ye karşı büyük bir ordu hazırlamaya çalışıyor. Zaten Yunanistan'ı bayağı bir kıvama getirdiler. Tâbi bu düşmanlıkta silah sanayiimizdeki müthiş gelişmenin de etkisi olduğunu tahmin edebiliriz.
ABD'nin Suriye ve Irak'ta birleşik bir ordu hazırlama planlarını Uluslararası Koalisyon Güçleri Komutanı General McFarlane yürütüyor. Eylül ayında Peşmerge Bakanlığı ile ABD Savunma Bakanlığı arasında bir Mutabakat Zaptı imzaladı, imzadan sonra Neçirvan Barzani "Herkesi temin ederim ki, tüm zorluklara ve sorunlara rağmen, Kürdistan Bölgesi Hükumeti olarak bizler Peşmerge'yi yeniden birleştirme ve süreci başarılı kılma konusunda ciddi ve kararlıyız." dedi. Bilindiği üzere Barzanilerin KDP'si ile Talabanilerin KYB'si arasında öteden beri bir ayrılık ve rekabet var. 16 Ekim'de de Neçirvan Barzani ile General McFarlane Peşmerge Güçleri'nin birleştirilmesi ve yeniden yapılandırılması konularının konuşulduğu yeni bir görüşme yaptı. Alarm zillerinin çalmasını gerektiren esas olay ise Aralık ayının başlarında Celal Talabani'nin oğlu, Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) lideri Bafel Talabani'nin Amerikan askeri uçağı ile Suriye'ye getirilmesi ve General McFarlane gözetiminde Mazlum Abdi ile görüştürülmesi oldu.
Düşmanlığın ve planın büyüklüğü görülüyor.
Bu büyük düşmanlığa karşı teyakkuzda olmamız, bizim de el yükseltmemiz lâzım. Terörle mücadeleyi, siyasi, psikolojik, istihbari her alana yaymamız, her türlü adımı atmamız lâzım. Bu hususta içerde çatlak ses çıkarttırmamamız lâzım. Zira üzerimize taşeronlarını salmak için gerek içeride gerek dışarıda büyük bir hazırlık yapmaya çalışıyorlar.
Türkiye terörle büyük bir silahlı mücadele yapıyor. PKK'yı gerek ülke içinde gerek Kuzey Irak'ın zorlu coğrafyalarında bitirme noktasına geldik. Suriye'de ise yapılan dört farklı operasyonla sınır boylarımızdaki birçok alan terör unsurlarından temizlendi ve küffarın terör koridoru planı hayal oldu. Ancak ABD'nin açık siyasi ve askeri desteği sayesinde Suriye'de TSK'nın kontrolü altında olmayan bölgelerde PKK bir devlet gibi hareket ediyor, varlığını değişik ve daha tehlikeli bir formatta devam ettiriyor.
Sarp dağların, girilmez denilen mağaraların bulunduğu yerlerde PKK'yı yok eden TSK, Suriye'nin düz ovalarında ABD (ve Batı) denilen terör destekçisi şer cephesi yüzünden nihai darbeyi indirmekte zorlanıyor. ABD Suriye'de operasyon yapmamızı engellemek için Yunanistan'ı, Ermenistan'ı kışkırtmak dahil elinden geleni ardına koymuyor.
Son yıllardaki gelişmeler tetkik edildiğinde görülür ki PKK devleti kurmak ABD'nin bölgede çok önem verdiği, büyük yatırımlar yaptığı bir stratejik önceliği ve hedefidir.
Hatırlarsanız Suriye'de PKK'nın devletleştirilme süreci başladığında buna paralel olarak Türkiye'de de PKK'nın hendek siyaseti zirveye çıkmış, kurtarılmış şehirler kurulmaya çalışılıyordu. Türkiye büyük bedeller ödeyerek, çok sayıda asker ve polisini şehit vererek şehirlerdeki PKK işgalini yok etti. Ağustos 2015'te başlayan operasyonlar Mart 2016'da sona erdi. PKK hendeklere gömülür gömülmez, tam o tarihlerde FETÖ'nün darbecileri harekete geçti. Adil Öksüz, Hakan Çiçek, Kemal Batmaz, Nurettin Oruç gibi FETÖ'nün TSK imamları 2016'nın Mart ayından itibaren Pensilvanya'ya gidip gelmeye başladı. Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz aylarında defalarca gidip geldiler. Ve arkasından FETÖ darbe teşübbüsü yaşandı.
15 Temmuz'daki FETÖ darbe teşebbüsü esnasında PKK'nın ve ABD'nin Suriye'den Türkiye'ye girmek için hazırda bekledikleri, TSK'nın her yerine sızan FETÖ'nün özellikle Suriye sınırından sorumlu 2. Ordu'da kadrolaşmaya çok daha büyük önem verdiği ortaya çıktı. 2. Ordu'nun komutanı bile FETÖ'den tutuklandı ve ceza aldı. Şehid Ömer Halisdemir'in öldürdüğü FETÖ'cü Semih Terzi TSK'nın Suriye'deki operasyonlarını yöneten Özel Kuvvetler generali idi ve Özel Kuvvetlerin başına kurulmak için Ankara'ya gelmişti.
Bu arka plana bakıldığında ABD'nin (ve tabi İsrail'in) FETÖ darbesini desteklerken amaçladığı stratejik hedeflerin başında PKK Devleti kurmak ve Türkiye topraklarından bir kısmını kopartarak bu devlete katmak, bu mümkün olmazsa Türkiye'yi bu devlete itiraz edemez duruma getirmek olduğu görülecektir.
Binaenaleyh ABD'nin planı büyük. Bu yüzden tehdit ve tehlike kesinlikle küçümsenmemelidir. Özellikle Ortadoğu merkezli ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı'nın faaliyetlerine bakıldığında ABD bu plandan hâlâ vazgeçmiş değildir. Başka yöntemler deniyor, yeni planlar çeviriyor; Türkiye'yi PKK devletine itiraz etmeyen, edemeyen bir ülke durumuna düşürmeye çalışıyor.
Binaenaleyh Türkiye çok doğru ve yerinde bir mücadele ile Irak'ta Suriye'de PKK'ya karşı askerî operasyonlar düzenliyor, girdiği yerlere yerleşerek terör örgütünün tekrar buralara girmesini engelliyor. Bu operasyonlar ABD ve İsrail'in canını çok yakıyor.
Bu yeni konsept sayesinde büyük bir yol alındı. Ancak terörün siyasi ayağı, terör zihniyeti ABD, İsrail, Avrupa'nın desteği ile hâlâ ayakta, teröre müzahir geniş kitleler var. Amerikan desteğinden, oy gelsin diye verilen siyasi tavizlerden, devletin bunlara meşru zemin bırakmış olmasından aldıkları cesaretle iyice azgınlaştılar. Güvenlik güçlerimizi "Başa gelince siz görürsünüz" diye tehdit ediyorlar, Libya'ya gidip Hafter'le görüşmek gibi Türkiye'ye aleni düşmanlık içeren icraatlar sergiliyorlar, Avrupa'ya, Amerika'ya gidip Türkiye aleyhinde çalışıyorlar, FETÖ ile işbirliği yapıyorlar, PKK'yı desteklediklerini açıkça beyan ediyorlar.
Bu durumun çaresi var mı? Neler yapılmalı? Terörün siyasi ayağına oy veren geniş kitleleri terörist mi ilan edeceğiz? Nerelerde hata yapıyoruz?
Birincisi; her alanda olduğu gibi bu konuda da Batı'dan ithal kavramlar kullanıyoruz. Kavram ithal olunca içini dolduran ve bizi yönlendiren de Batı oluyor.
İkincisi; Terör örgütünün siyasi ayağına geniş kitlelerin destek vermesinden yola çıkarak bu zihniyete bir meşruiyet atfediyor, silahlı eyleme bulaşmayan istediğini yapabilir diye demokrasi güzellemeleri yapıyoruz.
Üçüncüsü; fitne ve terörün devletleşme amacına ulaştığı, bu sayede halkları ideolojileri etrafında şekillendirmeye muvaffak olduğu pek çok tarihi örneği atlıyoruz; fitne ve teröre karşı gereken kararlılığı göstermekte, başını gösterdiği her alanda yapılması gereken müdahaleleri yapmakta zaafiyet yaşıyoruz.
Dördüncüsü; yine hemen her işimizde olduğu gibi Batı'ya karşı özellikle söylem ve fikir olarak -son zamanlarda biraz değişmekle birlikte- taarruz değil, savunma pozisyonunda hareket ediyoruz. Zihnimizin derinliklerine işleyen bu zihniyetten tam kurtulabilmiş değiliz.
Eğer askeri olarak elde edilen başarı ve zaferlerin rehavetine kapılır, yapılması gerekenleri ihmal edersek; arkasında dünyanın en büyük devletinin ve Batılı hempalarının desteği olan bir fitne ve terörün, devletin zaafa düştüğü bir gelecekte, belki birgün toprak kopartıp devlet ilan ettiğini görebiliriz. Tarih bu gibi durumların örnekleriyle doludur.
Birinci olarak; "Terör", "Terörizm", "Demokrasi" gibi kavramları Batı'dan almakla yetinmiyor, Batı'nın bu kavramları bize özel yorumlama şekillerini içselleştiriyoruz. Halbuki Batı kendi düzenine, devletine zarar gördüğü an anında 180 dereceye kadar çarklar yaparken, biz onların bize dayattığı tanımların dışına çıkmak için çok büyük fikir ve toplumsal mücadele yapmak zorunda kalıyoruz. Sonuç: Dağa çıkan teröristle mücadele için milyar milyar para harcayıp, ordular sevkediyoruz, kahraman mehmetçiğimiz canını feda ediyor, ancak teröristi dağa çıkartan zihniyet mecliste kendisine meşru bir alan buluyor. Oysa fitne çıkarmak adam öldürmekten daha büyük bir suçtur:
"Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür." (Bakara: 191)
"Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır." (Bakara: 217)
İkinci olarak terör örgütünün siyasi ayağına geniş bir kesimin destek vermesinden yola çıkarak yapılan propagandaların tesirinde kalıyoruz ve ne yaparsa yapsın eline silah almayan kimse her türlü özgürlükten yararlanmalı ilizyonuna kapılıyoruz. Ve bize "demokrasi budur" diye bir garabet dayatılıyor. Bunun ne kadar tehlikeli bir düşünce olduğu aşağıda izah edeceğimiz tarihsel örneklerden daha iyi anlaşılacaktır.
Üçüncü olarak her fitne ve terör temelde devletleşme gayesi güder ve içinde bulunduğu devleti yıkarak kendi zihniyetini iktidara taşımak ve bu yolla muhalif gördüğü her şeyi, hak ve hakikati yok etmek ister. Devlet gücünü ele geçirince de geniş halk kitlelerine yayılır. Bunun tarihte çok örneği vardır. Abbasiler devrinde ortaya çıkan Karmatiler ve şii devletler o kadar güçlendiler ki Abbasi hilafeti Türklerin yardımı sayesinde ayakta kalabildi ve ehl-i sünnet itikadı Türklerin sayesinde bugünkü duruma geldi. Arabistan'ın doğusunda Karmatiler, İran'da Büveyhiler, Mısır'da, Kuzey Afrika'dan Suriye'ye kadar Fatimiler 150-200 yıl boyunca İslâm dünyasını adeta tahakküm altına aldılar. Selçuklular İran, Suriye, Irak, hatta Arabistan topraklarında, Eyyübiler Mısır'da bu tahakkümü yıktı ve fitnelerini söndürdü. Uzun yıllar İslâm yurdu olan İran'daki bugünkü fitne devletini kuran ise maalesef yine bir Türk olan Şah İsmail oldu. Denilebilir ki Türkler gerek Haçlılara gerek şiilik gibi fitnelere karşı verdikleri mücadele ile İslâm'ın ve müslümanların koruyucusu ve kahramanı, İslâm'ın bugünkü geniş coğrafyalarda yaşamasının vesilesi olmuşlardır.
Devletleşen bir fitne-terör hareketine başka bir örnek Vehhâbilerdir. Osmanlı devrinde teröre başlayan Vehhabiler kökü kazınamadığı için Osmanlı yıkılırken İngilizlerin desteği ile devlet haline gelmişlerdir. Bugünkü Suud bunların devamıdır. Yine bir örnek de bugünkü Ermenistan'dır. Batılı devletlerin desteğindeki Ermeni terör örgütleri sebebiyle bugünkü şiddet, savaş ve katliamdan başka şey düşünemeyen ucube devlet ortaya çıkmıştır. Bir başka örnek 20. yüzyılda terör yöntemleri ile iktidarı ele geçiren komünist rejimlerdir. Çoğu yerde inanç olarak halkın %10'unu bile temsil etmeyen komünistler bazen emperyalist işgal, bazen adaletsiz yönetimler gibi vesilelerin de katkısıyla terör ve iç savaşla iktidara gelmişler ve büyük bir istibdat ve katliam yaparak halkı kendi inançlarına tabi olmaya zorlamışlardır. PKK da daha çok Kürtleri katleden böyle bir örgüttür. Suriye'deki PKK'yı istemeyen birçok Kürt Türkiye'ye göç etmiştir. Binaenaleyh PKK asla küçümsenmemesi gereken çok büyük bir tehdit ve tehlikedir.
Dördüncü olarak; terörü ve fitneyi destekleyen Batı'ya karşı savunma değil taarruz dili geliştirmemiz lâzımdır. Bugün Türk devlet yöneticileri Batılı muhataplarına birçok defa hadlerini bildiriyor. Daha fazla ne yapılabilir? Meselâ bunlara kendi silahları ile mukabele edilebilir, "Terörü destekleyen ülke" statüsü kurumsal hale getirilip, birgün bunun hesabının sorulacağı deklare edilebilir. Batı'ya Türk düşmanlığı sebebiyle kendi halkına karşı algı ve istihbarat operasyonu yaptığı, bu sebeple PKK'lıları bütün Kürtleri temsil eden demokrasi havarisi bir örgüt gibi zannettikleri, bu durumun hem Kürtlere hem de bizzat kendilerine zarar verdiği, Avrupa'daki uyuşturucu ticaretinin bu örgütün elinde olduğu ve buna mümasil gerçeklerle taarruz zihniyeti ile bunların üzerine gidilmelidir.
Binaenaleyh bu fitne ve teröre sadece askeri alanda değil, her alanda göz açtırılmaması gerekmektedir. En önemlisi parti vs. kesinlikle kendilerine meşru bir zemin bulamamaları gerekir. Selahaddin Eyyübi'nin Mısır'da yaptığı gibi fitnenin kökünü kazımak lâzımdır. Bu fitne ve teröre göz yumanlar, iktidara gelmek için terörün siyasi ayağına taviz verenler nasıl büyük bir tehdit ve tehlikeye sebep olduklarının farkında değildir, büyük bir vebal altındadır.