Muhterem Okuyucularımız;
Her asırda iyi âlimler olduğu gibi kötü âlimler de olmuştur. Bu asırda, bu âhir zamanda ise ortalığı kötü âlimler, saptırıcı imamlar istilâ etmiştir. Bunlara “Âhir Zaman Âlimleri” de denilir. Sayıları, şerleri, fitneleri hiçbir asırda olmadığı kadar çoktur.
Bu âhir zaman âlimleri ile, bunların çıkartmış olduğu fitnelerle Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri çok büyük mücadele etmişler, bu âhir zaman âlimlerinin çıkarttığı fitneleri söndürmek, halkı uyandırmak, imanları kurtarmak için kitaplar yazmışlar, dergiler çıkartmışlardı. Âhir zaman âlimleri ile yapmış oldukları bu mücadeleleri hakkında şöyle buyurmuşlardı:
“Bir taraftan isyan ve zulüm karanlıklarında icraatlarını yürüten bu gibi putlaştırılmış yol kesicilerle amansız bir mücadele ederken, diğer taraftan da âhir zaman ulemâsının iç yüzlerini ortaya koyup verdikleri yanlış fetvâlardan çelişkiye düşen müslümanlara en kısa yoldan, az ve kesin sözlerle hakikati duyurup ihtilâfları bertaraf etmeye çalışıyoruz.”
Âhir zaman alimleri ile bu cihadı bu Zât-ı âli yaptı. Bu bayrağı o taşıdı. Çünkü bu vazife ile gönderilmişti. Vazifesini bihakkın yaptı. Bizlere din ve vatan bölücülerinin içyüzünü haber verdikleri gibi âhir zaman âlimlerinin de içyüzünü haber verdi.
Bugün onun niçin âhir zaman âlimlerinin üzerine gittiğini, bu cihadının ne kadar mühim olduğunu daha iyi anlıyoruz. Zira bunların fitnesi sosyal medya gibi kanalların artması ile iyice ayyuka çıktı. Büyük bir fitne var.
Kendilerine âlim süsü veren bu gibi kimseler, hem İslâm’ın ön safında görünmek isterler, hem de din-i mübini kendi arzu ve heveslerine uydurmaya çalışırlar.
“Onların çoğu zanna uyarlar. Gerçekte ise zan hakikat karşısında hiçbir şey ifade etmez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını tamamen bilmektedir.” (Yunus: 36)
Eskiden bir kötü âlim saptırıcı bir fetva verdiğinde 5-10 kişi okurdu, etkisi sınırlı olurdu. Bugün ise televizyonlarda, sosyal medya denilen mecralarda herkes sapkın fikirlerini, saptırıcı fetvalarını yayınlıyor, milyonlarca insan inanıyor ve duyuyor. Böylece bu fitneciler kendileri dinden, imandan çıktıkları gibi, başkalarını da dinden imandan çıkartmakta muvaffak oluyor.
Zira Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz “Gökkubbe altındakilerin en şerlileri” olanların bu “Âhir zaman âlimleri” olduğunu haber vermişlerdir:
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki, İslâm’ın yalnız ismi Kur’an’ın ise resmi kalacak. Mescidler dış görünüşleri ile mâmur, fakat içleri hidayetten mahrum olacak. Onların âlimleri gökkubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir.” (Beyhâki)
Niçin en şerlileri oldular? İslâm’a halel getirdikleri için.
Bunların fitnesi İslâm’a, müslümana, dine, vatana, millete, devlete çok büyük zararlar veriyor. Hem dinde hem vatanda büyük tahribata sebep oluyor. Çünkü fitne parçalayıcıdır, toplumu parçalar, insanların gönülleri parça parça olur.
Bu âhir zaman âlimlerinin fitnesi; içinde bulunduğumuz âhir zamanın fitneleriyle bir olunca adetâ bir çığ oluyor ve önünde duran her şeyi, milyonlarca insanın imanını, ahiretini çiğneyip geçiyor.
Binaenaleyh bugün bu gibi ifsatçılar o kadar çoktur ki, ne sayıları ne de isim ve sıfatları saymakla bitmez.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Onlar Allah’ın kelâmını değiştirmek isterler.” (Fetih: 15)
Bunca hakikatleri açık açık beyan ettiğimiz halde hiçbir tanesi Allah ve Resul’ünün hükmünü kabul etmeye yanaşmadığı gibi, bütün güç ve kuvvetleriyle Nûr-u ilâhî’nin yayılmasını engellemeye çalışıyorlar.
“Doğrusu birçokları bilmeden heva ve heveslerine uyarak halkı şaşırtıyorlar.” (En’âm: 119)
Ey müslüman kardeş!
Bu âhir zaman âlimlerine kanma, onların fetvalarına ve çıkarttıkları fitnelerine aldanma! Allah-u Teâlâ’nın hükümlerine, Resulullah Aleyhisselâm’ın Sünnet-i seniyye’sine; Hazret-i Kur’an’a ve Hadis-i şerif’lere sarıl, imanını kurtarmaya bak.
•
Baki esselâmü aleyküm, ve rahmetullah...
“Kendisinin en büyük âlim ve allâme olduğunu zanneder, cahil olduğunu bilmez. Kibrinden yanına sokulunmuyor, çünkü o kendisini beğenmiştir, kendisini büyük olarak zannediyor. Oysa biraz sonra Allah-u Teâlâ verdiği nimetleri alacak, çürüyecek. Pis kokusundan yanına kimse sokulamayacak. Bu hâl kibirlerindendir, kibir ise şeytandandır. Hayatımda bir defa dahi Hazret-i Allah’a kul oldum diyemedim. Allah’ım ne olur Zât’ına has bir kul, Habib’ine ümmet eyle diyorum. Kul oldum diyemedim, siz ise âlim oldunuz, halbuki kendinizi bilmezsiniz. Kendini bilmek ne demektir biliyor musunuz? Yaratılışın olan bir zerreyi tefekkür edeceksin ve sonra kabirdeki eriyişini de tefekkür edeceksin ki, o hiçlik arasında O’nu bulacaksın. Bunu kim yapabildi? Arasan tarasan kaç kişi çıkar? Âlim!.. Neyin âlimi? Kendini bilmeyen neyi bilebilir?
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Nefsini bilen Rabb’ini bilir." (Keşfü’l-hafâ)
Bütün sır bu Hadis-i şerif’in içinde saklı...”
Gerek Âyet-i kerime’lerde gerekse Hadis-i şerif’lerde âlimler iyi ve kötü diye iki kısma ayrılmışlardır.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kur’ân-ı kerim’de iyi âlimleri;
“İlim sahipleri...” (Âl-i imran: 18),
“Kendilerine ilim verilenler...” (Mücâdele: 11) diye bahsederek övmüş, ilmi ve ilim ehlini müteaddit defalar zikretmiş, fazilet ve meziyetlerini beyan buyurmuştur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde:
“Şerlilerin en şerlisi kötü âlimlerdir, iyilerin en iyisi de iyi âlimlerdir.” buyurmuşlardır. (Dârimi)
Kötü âlimleri “Şerlilerin en şerlisi” olarak vasıflandırdıkları gibi âhir zamanda ortaya çıkacak olan saptırıcı imamlar ile âhir zaman alimlerinin iç durumlarını da haber vermişler, onların da “Gökkubbe altındakilerin en şerlileri”, “Deccal’den daha tehlikeli” olduklarını beyan etmişlerdir.
Zira Deccal iman ehline nüfuz edemez, ancak bunlar sûret-i haktan göründükleri için İslâm’a ve imana kimsenin vuramayacağı darbeyi vururlar.
“Kendilerine ‘Yeryüzünde fesad çıkarmayın!’ denildiği zaman ‘Biz ancak ıslah edicileriz.’ derler. İyi bilin ki asıl ortalığı ifsad edenler kendileridir. Lâkin anlamazlar.” (Bakara: 11-12)
Her asırda iyi âlimler olduğu gibi kötü âlimler de olmuştur. Bu asırda, bu âhir zamanda ise ortalığı kötü âlimler, saptırıcı imamlar istilâ etmiştir. Bunlara “Âhir Zaman Âlimleri” de denilir. Sayıları, şerleri, fitneleri hiçbir asırda olmadığı kadar çoktur.
Bu âhir zaman âlimleri ile, bunların çıkartmış olduğu fitnelerle Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri çok büyük mücadele etmişler, bu âhir zaman âlimlerinin çıkarttığı fitneleri söndürmek, halkı uyandırmak, imanları kurtarmak için kitaplar yazmışlar, dergiler çıkartmışlardı. Âhir zaman âlimleri ile yapmış oldukları bu mücadeleleri hakkında şöyle buyurmuşlardı:
“Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri bu âciz, fakir, pür-taksiri bu zamanda şu üç husus için gönderse gerek:
Birincisi; bölücülerle mücadele.
Dinimizi ve vatanımızı paramparça yapmak isteyen bölücü gruplar birer imam tayin etmişler ve müslümanları kendilerine çekip çevirmeye çalışıyorlar. Bu konuda birçok kitap yazıldı.
İkincisi; âhir zaman ulemâsının iç yüzünü ortaya sermek.
Bir taraftan isyan ve zulüm karanlıklarında icraatlarını yürüten bu gibi putlaştırılmış yol kesicilerle amansız bir mücadele ederken, diğer taraftan da âhir zaman ulemâsının iç yüzlerini ortaya koyup verdikleri yanlış fetvâlardan çelişkiye düşen müslümanlara en kısa yoldan, az ve kesin sözlerle hakikati duyurup ihtilâfları bertaraf etmeye çalışıyoruz. Organ nakli ve vasiyetine verilen fetvâ da bunlardan biri idi. Asla caiz olmadığını Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle ispat ettik.
Üçüncüsü; Vahdet-i vücud mevzusundaki ihtilâfları ve çekişmeleri ortadan bertaraf etmek.
Vahdet-i vücud hakkındaki asırlardır bilinmeyerek yapılan münakaşalara çözüm getirmişizdir.” (“Hatmü’l-Evliyâ” Ömer Öngüt -Kuddise Sırruh-, s. 123)
Âhir zaman alimleri ile bu cihadı bu Zât-ı âli yaptı. Bu bayrağı o taşıdı. Çünkü bu vazife ile gönderilmişti. Vazifesini bihakkın yaptı. Bizlere din ve vatan bölücülerinin içyüzünü haber verdikleri gibi âhir zaman âlimlerinin de içyüzünü haber verdi.
Bu sebeple her bir din bölücüsü gibi âhir zaman âlimleri de bu Zât-ı âli’ye düşmanlık yapmaktan geri durmaz. Zira onun hatırlattığı hakikatler, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler bunların işlerine gelmez. Çünkü hak ve hakikati söyleyen, halkı uyandıran, rahatlarını bozan biri var.
Bugün onun niçin âhir zaman âlimlerinin üzerine gittiğini, bu cihadının ne kadar mühim olduğunu daha iyi anlıyoruz. Zira bunların fitnesi sosyal medya gibi kanalların artması ile iyice ayyuka çıktı. Büyük bir fitne var.
Âyet, hadis dinlemiyorlar, Allah’tan korkmuyorlar, fitne fesat çıkartmaya, ümmet-i Muhammed’i saptırmaya, halkın imanını çalmaya çalışıyorlar.
Bu sebeple bu Zât-ı âli’nin beyan ettiği bu hakikatleri hatırlatmaya ve müslümanların dikkat nazarlarına arzetmeye büyük ihtiyaç var.
Âhir zaman âlimleri ile, sapıtıcı türemeler ile büyük mücadele yapan Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu mücadelesi hakkında şöyle beyan buyurmuşlardı:
“Sapıtıcı imansız imamlarla, sahte şeyhlerle, sahte Mehdi, sahte İsa, sahte Debbe'tül-arz'larla, bu sahtekâr ve münâfıklarla mücadele edebilmem için Allah-u Teâlâ bu ilmi bugün indirdi.
Bu iman hırsızları bir taraftan milleti imandan ettiler, diğer taraftan dini ve vatanımızı böldüler, paramparça ettiler.
Bir nam, menfaat, liderlik, önderlik gayesi uğruna, gerek dinimizi gerek vatanımızı bu duruma düşürdüler.
Bu imansız imamların yaptığını, bu kâfirlerin gerek dinimize gerekse vatanımıza verdikleri büyük tahribatı, büyük darbeleri; değil bir din ve vatan düşmanı, değil bir papaz, Deccal bile yapamaz.” (Sözler ve Notlar 10, s. 80)
“Refahçılar refah dinini, narcılar küfrü hoş görme dinini, süleymancılar faiz başta olmak üzere bütün dinî hükümleri yok etme dinini kurdular, kaplancılar da dini dünyaya âlet ederek şöhret elde etmek ve para toplamakla kendi kendilerine küfür diyarında İslâm hilâfeti kurma sevdasına düştüler ve şimdi de şeytanın maskarası oldular.
Hülâsa sapıtıcı imamlar olsun, âhir zaman ulemâsı olsun, bütün bunlar din-i İslâm'a cephe aldılar. Onu yıkmak için, kurdukları dinlerini ayakta tutmak için Allah-u Teâlâ'nın hükümlerini arkaya attılar, hükümsüz hâle getirmeye çalıştılar.
Bunların içinde kimisi "İmam benim" dedi, kimi sahte İsa, kimisi sahte Mehdi kesildi, kimisi "Ben Dabbetül-arz'ım" dedi.
Yaşar Nuri, Edip Yüksel, İskender Evrenesoğlu, Nazmi Sakallıoğlu, Refet Kayserilioğlu gibilerin fesatlarını, sahte, yalancı olduklarını ve küfre kaydıklarını ortaya koymak için her mevzuda Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'ler ile izah ve ispat ettik.
Allah-u Teâlâ'nın Âyet-i kerime'sinde:
"İşte bu benim dosdoğru yolumdur. Siz ona uyun. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah'ın yolundan ayırmasın." (En'am: 153)
Buyurduğu halde, bunlar Allah-u Teâlâ'nın dinini bıraktılar, kendi uydurdukları sapmış yollara saptılar ve din-i İslâm'dan çıktılar.” (Her İsim Bir Dindir, s. 143-144)
Bu Zât-ı âli geldi, Allah-u Teâlâ’nın ihsan ettiği ilmi ile bu mücadeleyi yaptı ve eserleriyle yapmaya devam ediyor.
Bir dualarında şöyle buyurmuşlardır:
“Allah’ım! Ayaklarımı rızanda sabit kıl, lütfunla beni destekle. Ölene kadar değil, öldükten sonra bile mücadelemi devam ettir.”
Dünyanın son zamanında; dinsizliğin, ahlâksızlıkların her türlüsünün son haddine vardığı, bilhassa Deccâl’den daha beter olan sapıtıcı imamların türeyip, din-i İslâm’ı aslından çıkarmak istedikleri bir anda, Allah-u Teâlâ yeni bir din değil de, ancak İslâm dinini kuvvetlendirmek, halkı imana dâvet etmek için bir dâvetçi gönderir.
Bu en büyük fitne zamanında ise; Allah-u Teâlâ’nın hükümlerini ayakta tutmak için, kâfirlerin küfrünü ortaya koymak için, bu fesadı yok etmek için Hâtem-i veli’yi gönderir.
Nitekim Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurmuşlardır:
“Âhir zamanda Mehdi yokken, henüz yaklaştırılıp seçilmemişken; aradaki boşlukta, Hâtemü’l-velâye’den başka adâleti (hakkâniyeti) ayakta tutacak kimse olmaz. Ve o, bütün veliler üzerine o devirde, Allah’ın hücceti olmaya muvaffak olur.
İşte bu son evliyâ âhir zamanda; Allah-u Teâlâ’nın bütün peygamberler üzerine hücceti olan ve kendisine Hâtemü’n-nübüvvet verilmiş olan, son peygamber Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- gibi olur.”
Dikkat edilirse “Ondan başka adaleti ayakta tutacak kimse bulunmaz.” buyuruyor.
Bu söz sadece Türkiye’yi değil dünyayı kapsıyor. Bu nur, değil Türkiye’ye, bütün dünyaya yayılıyor.
Bu beyanı ile Hazret-i Mehdi gelmeden evvel adâleti ayakta tutmakla, her ikisini bitiştirmiş oluyor.
Allah-u Teâlâ öyle murad etmiş, dinin üstünlüğünü ve adaletini onunla ayakta bulundurmayı dilemiş.
Zât-ı âlileri bu ilmi, bu cihadı şöyle tarif ediyorlar:
“Bu ilim bugün indi. Eğer bu devir olmasaydı, bu ilim inmezdi. Böyle bir devire mukabil Allah-u Teâlâ adaletini ayakta tutmak için bu ilmi bugün indirdi. Bu devir böyle gidiyor ve hamdolsun bu mücadele devam ediyor.”
Hayatı boyunca İslâm ahkâmını hakkıyla korumaya çalıştı. Dalâlet fırkalarının ve âhir zaman ulemâsının saptırıcı telkinlerini Ümmet-i Muhammed’den uzaklaştırmak için mücadele ve mücahede etti. Onun tek hedefi Kur’an-ı kerim’i ve Sünnet-i seniyye’yi tahriften korumak, müminlerin imanını kurtarmaktı. Bütün ömrünü bu yolda ve bu uğurda harcadı.
Bu Zât-ı âli ahkâm-ı ilâhi çerçevesi içinde öyle hassas terazi ve ölçü ortaya koydular ve gösterdiler ki bunlara bakarak o kişinin sahte mi gerçek mi olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu Zât-ı âli’nin eserlerine, ilâhî hudutlar çerçevesinde ortaya koymuş olduğu ölçü ve örneklere bakarak, böylece hakikat ile dalâlet ehlini ayırt edebilirsiniz.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh-Hazretleri’nin yıllarca duyurduğu bu ölçülere artık kulak verin. “Bilmiyorduk!” demeyin, tekrar nedamet etmeyin. Çünkü bu Zât-ı muhterem hayatı boyunca dalâlet fırkalarının, âhir zaman ulemâsının, şeyh şeytanlarının saptırıcı telkinlerinden ümmet-i Muhammed’i korumaya çalıştı. Gayesi âhir zaman fitnelerinden ve sahte cemaat ve tarikatların şerrinden müminlerin imanını kurtarmaktı.
Dışarıdan âlim zannettiğiniz fesatçılar Allah-u Teâlâ’nın hudutlarını kaldırmak isterler. Kendilerine âlim süsü veren bu gibi kimseler, hem İslâm’ın ön safında görünmek isterler, hem de Din-i mübin’i kendi arzu ve heveslerine uydurmaya çalışırlar.
“Onların çoğu zanna uyarlar. Gerçekte ise zan hakikat karşısında hiçbir şey ifade etmez.
Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını tamamen bilmektedir.” (Yunus: 36)
Eskiden bir kötü âlim saptırıcı bir fetva verdiğinde 5-10 kişi okurdu, etkisi sınırlı olurdu. Bugün ise televizyonlarda, sosyal medya denilen mecralarda herkes sapkın fikirlerini, saptırıcı fetvalarını yayınlıyor, milyonlarca insan inanıyor ve duyuyor. Böylece bu fitneciler kendileri dinden, imandan çıktıkları gibi, başkalarını da dinden imandan çıkartmakta muvaffak oluyor.
Çok kötü bir zaman. Müslümanın çok dikkat etmesi gereken bir zaman.
Zira Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz “Gökkubbe altındakilerin en şerlileri” olanların bu “Âhir zaman âlimleri” olduğunu haber vermişlerdir:
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki, İslâm’ın yalnız ismi Kur’an’ın ise resmi kalacak. Mescidler dış görünüşleri ile mâmur, fakat içleri hidayetten mahrum olacak.
Onların âlimleri gökkubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir.” (Beyhâki)
Niçin en şerlileri oldular? İslâm’a halel getirdikleri için.
Bunun için bunlar gökkubbe altındaki en şerli ve en tehlikeli insanlardır. Çünkü onlar ilâhî hükümlere değil de kendi zanlarına uymuşlar, kendi mesnetsiz iddiâlarını hüküm yerine koymuşlardır. İslâm dinini menfaatleri için aslından çıkarmaya çalışırlar. Dinde yenilik isterler. Asıl gayeleri ise dini aslından çıkarmak, bid’at ve küfrü yaymaktır.
Dini hükümleri kendi arzularına göre yalan-yanlış yorumlamaya kalkıştılar. Zan, nam, gaye, maksat ve menfaatleri için bu Din-i mübin’i vasıta olarak telâkki ettiler.
Resulullah Aleyhisselâm “Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir.” buyuruyor.
Bunların fitnesi topluma, millete, vatana, devlete çok büyük zararlar veriyor. Hem dinde hem vatanda büyük tahribata sebep oluyor. Çünkü fitne parçalayıcıdır, toplumu parçalar, insanların gönülleri parça parça olur.
Bu sebeple Âyet-i kerime’lerde fitne çıkarmanın adam öldürmekten daha büyük bir günah olduğu beyan buyurulmuştur:
“Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür.” (Bakara: 191)
“Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır.” (Bakara: 217)
Bu âhir zaman âlimlerinin fitnesi; içinde bulunduğumuz âhir zamanın fitneleriyle bir olunca adetâ bir çığ oluyor ve önünde duran her şeyi, milyonlarca insanın imanını, ahiretini çiğneyip geçiyor.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu âhir zaman âlimleri ile mücadele etmek, çıkartmış oldukları fitneleri söndürmek maksadıyla neşrettikleri “Âhir Zaman Âlimleri” isimli kitaplarının kapağında şu ifade yer almıştır: “Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor: “Onların âlimleri gökkubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir.” (Beyhâki)
Bunlardan birkaçı; Yaşar Nuri Öztürk, Edip Yüksel, İskender Evrenesoğlu, Nazmi Sakallıoğlu, Refet Kayserilioğlu”
Dikkat ederseniz “Bunlardan birkaçı” buyuruyorlar. Yani daha pek çok âlim görünen âhir zaman türemesinin zuhur ettiğini ve edeceğini haber veriyorlar. Her birinin şahsında ifsad edici fetvâ verenlere, sahte isalara, sahte mehdilere, sahte dabbetü’l-arzlara ve buna mümasil her türlü fitneye cevap veriyorlar.
Binaenaleyh bugün bu gibi ifsatçılar o kadar çoktur ki, ne sayıları ne de isim ve sıfatları saymakla bitmez. Ama İslâm’a ve müslümanlara, dine ve vatana verdikleri zarar çok büyüktür.
Kimi profesör sıfatı taşır, ancak Hadis-i şerif’i, Sünnet-i seniyye’yi kabul etmez. Zannına göre hüküm verir. Bakarsınız ki ne sakal var, ne de bıyık var, ne de İslâm’a yakışır bir halleri var. Meselâ bunlardan bir kısmı “Kur’an’da başörtüsü yoktur” diye fetva verir. Sünnet-i seniyye’yi yaşamadıkları gibi Resulullah Aleyhisselâm’ın sünnetini ve Hadis-i şerif’leri, Ashâb-ı kiram’ın sözlerini ve yaşayışını yok sayarlar. Böylece dinden çıktıkları gibi, kendilerine inananların da dinden çıkmasına sebep olurlar.
İlâhî hükümleri değiştirmek ya da aslından uzaklaştırmak suretiyle bir takım çözümler ortaya koyarlar. Zamanın değişmesiyle ahkâmın da değişebileceğini, günün şartlarına göre hükümlerin ayarlanabileceğini ileri sürerler.
Allah-u Teâlâ’nın helâl kıldığı şey kıyamete kadar helâldir, haram kıldığı şey de ebediyyen haramdır. Zira İslâm’ın hükümleri zaman ve zeminle sınırlı değildir. Mevki ve rütbesi ne olursa olsun; İslâm’ın helâl kıldığına haram, haram kıldığına da helâl demeye hiç kimsenin hakkı ve salâhiyeti yoktur.
Zira yaratmak da emretmek de Allah-u Teâlâ’ya mahsustur, mahlûkun hükmü yoktur.
Âyet-i kerime’sinde:
“İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Alemlerin Rabb’i olan Allah’ın şanı ne yücedir.” buyuruyor. (A’raf: 54)
Mülk O’nundur, O’ndan başka hiç kimsenin hiçbir şeye müdahale etmesine hakkı ve salahiyeti yoktur. Hükmünü hiç kimse değiştiremez, verdiği kararı hiç kimse bozamaz. Emir, yasak, tedbir ve idare, tam tasarruf O’na âittir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Hüküm yücelerin yücesi Allah’ındır.” (Mümin: 12)
Kimi memur olmuş, önemli bir makamı işgal etmiş; ancak, aslında nefsinin kendini işgal ettiğinin farkında bile değildir, fâize fetva verir, Allah-u Teâlâ’nın nezdinden ilim verdiklerini hor görüp eserlerini karalamaya çalışır, Allah indinde düştüğü durumu bilmez. Bilgi vardır ancak iman yoktur, kendisi saptığı gibi insanları da saptırmak ister.
“Nefsinin hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah’ın da dalâleti hak ettiğini bilerek saptırdığı; kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” (Câsiye: 23)
“Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah'a mahsustur.” (Şûrâ: 10)
Kimi tasavvuf ehliyim der; ahkâm-ı ilâhî’ye riayet etmez, en büyük vasfı dünyaya meyletmektir. Ortalık bunlarla doludur, her biri dünya menfaatini elde etmek için her türlü kılığa girerler, bir de tasavvuf ehli olduklarını iddia ederler. Allah-u Teâlâ’da fani olmamış, nefsinin heva hevesinin esiri olmuştur. Bunlardan birçokları nefis putunu yıkamamıştır ancak peşinden gidenlere de nefis putuna rabıta yaptırır. Kime rabıta yaptın? Çok büyük tehlikeler var, ebedî hayatlar gidiyor.
“Resul’üm gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkan: 43)
Kimi kendisini allâme zanneder; nefsini ilâh edindiğinin farkında değildir.
Veya bir yerden emir alır. O yüzden hak ve hakikat üzere hareket etmez, edemez. Gayesi Allah ve Resulullah değildir. Rızayı gözetmediği için gadab-ı ilâhî’ye düçar olur.
“Doğrusu birçokları bilmeden heva ve heveslerine uyarak halkı şaşırtıyorlar.” (En’âm: 119)
Bazıları da hidayetten uzak kimseleri İslâm’a ısındırmak için din adına bazı tavizler vermekte bir mahzur görmezler. Böylece akıllarınca bir münkiri veya bir münafığı dine ısındıracağız derken hem kendileri dinden çıkıp uzaklaşırlar, hem de etraflarını dinden çıkarırlar.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor.
“Rabb’inin dosdoğru yolu işte budur. Biz öğüt alacak bir topluluk için âyetleri uzun uzadıya açıkladık.” (En’am: 126)
Ancak Allah-u Teâlâ’nın haber verdiği esastır.
Nitekim diğer bir Âyet-i kerime’de:
“Her şeyden haberdar olan Allah gibi sana hiç kimse haber veremez.” buyuruluyor. (Fâtır: 14)
Bu Âyet-i kerime’ye gönülden iman eden kimsenin kurtulmasına vesile olduğu gibi, umursamayanların da helâkına vesile olur.
Kimi bir sıfat taşır, filan kurulun üyesidir; ancak gizliden gizliye FETÖ vs. bir bölücü gruba mensuptur.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, onlar seni Allah’ın yolundan saptırırlar.
Onlar sadece zanna uyarlar ve yalandan başka söz de söylemezler.” (En’am: 116)
“Onlar durmadan yalana kulak verirler.” (Mâide: 41)
Ne inançlarında yakin, ne ölçülerinde hakkaniyet, ne de kararlarında isabet bulunur. Bütün iş ve icraatlarında nefsânî arzu ve heveslerine uyarlar. Şahsi takdir ve tahminlerini hüküm yerine koyarlar.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Senin Rabbin kendi yolundan sapanı en iyi bilendir. Hidayete ermiş olanları da en iyi bilen O’dur.” (En’am: 117)
Allah-u Teâlâ yeryüzü halkının çoğunun durumunun sapmışlık olduğunu haber vermektedir.
Nitekim diğer Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Andolsun ki onlardan önce gelip geçenlerin de çoğu sapıtmıştı.” (Saffat: 71)
“İnsanların çoğu gerçekten fasıktır.” (Mâide: 49)
Kişi dine uymak zorundadır, din ona uymaz. Ya inanacak müslüman olacak veya inkâr edecek kâfir olacak. Başka bir te’vil yolu yoktur.
Kimi peygamber olduğunu iddia eder, kimi mehdilik iddiasındadır, kimi isayım der, kimi dabbetü’l-arzım der. Buna mümasil birçok sahtenin türediği bir zamandayız.
Sahte şeyhler, sahte mutasavvıflar, sahte ulemâlar... Öyle bir zaman ki, her şeyin sahtesi haddinden fazla meydana çıkmış durumda. Çünkü ilmin kaldırıldığı, ifsatçıların çıktığı, sahtelerin türediği âhir zaman.
En tehlikelileri de dinde bölücülük yapan, bir isimle bir din kuran “Saptırıcı imamlar (saptırıcı din önderleri)”dir;
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Ümmetim için saptırıcı imamlardan korkarım.” (Müslim)
Şia’yı, Vehhabiliği, Hizbülvahşeti, FETÖ’yü, DAEŞ’İ ve buna mümasil dinde ve vatanda bölücülük yapan grupları çıkartanlar “Deccal’den daha tehlikeli” olan bu saptırıcı önderlerdir. Bu zamanda ortalığı istila edenlerin başında bu türemeler gelir. Bunlar kötü âlimlerin en tehlikelileridir.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Sizin için Deccal’den daha çok Deccal olmayanlardan korkarım.
– Onlar kimlerdir?
Saptırıcı imamlardır.” (Ahmed bin Hanbel)
Deccal’in fitnesi o kadar büyük olduğu halde, bütün peygamberler ümmetlerini onunla korkuttukları halde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu sapıtıcı imamları ondan daha beter ve ondan daha tehlikeli saymıştır.
Niçin Deccal’den daha korkunç ve daha tehlikelidir bu sapıtıcı imamlar?
Deccal’in işaretleri bellidir, doğrudan doğruya allahlık dâvâsı ile çıkacak. Kâmil iman sahipleri hiçbir zaman ona aldanmaz, tuzağına düşmez.
Oysa bu saptırıcılara kapılan binlerce, milyonlarca müslüman imandan soyuluyor. Bu sapıtıcılar hem madden hem mânen büyük bir soygun yapıyorlar. Hem ceplerindeki paraları alıyorlar, hem de imanlarını çalıyorlar. Allah’ım muhafaza etsin.
“Biz onları ateşe çağıran önderler yaptık. Kıyamet günü aslâ yardım görmezler.” (Kasas: 41)
•
Bu zamanda insanların hak ve hakikati, hidayet ve gerçek kurtuluşu bulmaları çok müşkil bir hâle düşmüşken bir de bu âlim kisvesindeki ifsadçılar bir taraftan İslâm’a meyledenlerin önünü kesiyor, diğer taraftan müslümanların imanlarına kastediyor.
"Ve her yolun başına oturup da tehdit ederek inananları yolundan alıkoymaya ve o Allah yolunu eğriltmeye çalışmayın." (A'râf: 86)
Gerçekten âlimdir diye zannettiğin kimseler bir mevki elde etmiş, yolun başına oturmuş alenen küfrünü izhar ediyor, Allah yolundan alıkoyuyor ve sapıttırıyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Bir koyun sürüsüne salıverilmiş iki aç kurdun yaptığı zarar, servet ve mevki düşkünü bir adamın dinine yaptığı zarardan daha büyük değildir." (Tirmizî)
İşte bunların bu küfrüne rızâ gösterip de: "Bu doğrudur!" dediği anda o onu allah olarak kabul etmiştir. Çünkü Allah-u Teâlâ'nın hükmünü hiçe sayarak kendi arzusunu hüküm yerine koyduğu için, küfre saptığı gibi, ona tabi olanlar da küfre kaymıştır. Neden? İlâhi hükmü nazar-ı itibara almayıp, onun bâtıl sözüne uyduğu için.
Âlim geçinen, fakat aslında zâlim olan bu gibi kimselerin bu cehaletleri, din adına işlenen bir cinayettir. Dinimizin maruz kaldığı en büyük tehlikedir.
Allah-u Teâlâ bu gibi kimseleri Âyet-i kerime’sinde bize tanıtıyor ve şöyle buyuruyor:
“Bunlar güya Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değildirler.” (Bakara: 9)
Allah-u Teâlâ’nın en çok buğzettiği kimseler bunlardır. Onun içindir ki sapmışlık ve kötülüklerini açıklamakta, cahilliklerini tescil etmektedir.
Şöhretin afât, riyânın ise imanı götürdüğünü bile bilmezler. Kendilerine Allah-u Teâlâ’nın hükmü hatırlatıldığı zaman iman etmezler.
“Kendisine Rabb’inin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki biz suçlulardan öç alacağız!” (Secde: 22)
İşte Allah-u Teâlâ bu zâlimlerden nasıl öç alacağını, onları nasıl bir azap ile cezalandıracağını haber veriyor.
Gerek fetvâcılar, gerek din kurucular ve gerekse âhir zaman ulemâsı, bunların hepsi bu kapsamın içindedir. Şu kadar var ki bu yaptıkları yanlarına kalmayacak. Bu fitneleri, bu fesatları çıkardılar ve fakat yine onlara dönecek ve bunun zararını onlar çekecekler.
Onlar fetva için gelenlere akıllarına cazip olan şeyleri söylerler. Hazret-i Allah’ın ahkâmını inkâr eder, kendi zannını ahkâm yerine koyar ve halka fetva verirler. Gerçekten hakikatten mahrumdurlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Dillerinizin yalan yere vasfettiği şeyler hakkında ‘Bu helâldir, bu haramdır.’ demeyin. Çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz.
Allah’a karşı yalan uyduranlar ise iflâh olmazlar.” (Nahl: 116)
Bir şeyin helâl veya haram olduğunu beyan etmek, peygamberler vasıtasıyla ancak Allah-u Teâlâ’ya mahsustur. Hüküm verme yetkisi sadece O’na aittir. İnsanların kendi görüş, anlayış ve mantıklarına göre rastgele hüküm vermeleri, Allah-u Teâlâ’nın haram kıldığı bir şeyi kendi cehalet ve heveslerine uyarak helâl kılmaları; Allah-u Teâlâ’nın hükmüne muhalefet etmektir, O’nun şeriatını tahrif, ahkâmını tağyir arzusundan başka bir şey değildir. Bu iddiaların her biri Allah-u Teâlâ’ya karşı uydurulmuş bir yalan ve iftiradır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Allah kimi dalâlette bırakırsa ona hidayet edecek yoktur.” buyuruyor. (Zümer: 36)
İşte bunların durumu budur.
Allah-u Teâlâ onlarda hayır görseydi onları dalâlette bırakmazdı.
Hidayeti dalâletle değiştiren, sapmışlığı satın alan bu iftiracılar her zalimden daha zalimdirler. Doğruyu yalanlamak, gerçeği reddetmek hiç şüphesiz ki Hakk’a karşı bir zulümdür, suçların da en büyüğüdür.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a karşı yalan uydurandan ve kendisine gelmiş olan doğruyu yalanlayandan daha zâlim kim olabilir?
Cehennemde kâfirler için bir yer yok mudur?” (Zümer: 32)
Elbette vardır! Onların ebedi ikametgâhları cehennemden başka bir yer olmayacaktır.
Çünkü onlar çok kötü bir çığır açmışlar, beşeriyete çok kötü bir numune olmuşlar, kendi nefislerini de en acıklı azaplara maruz bırakmışlardır.
Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:
“Allah’a karşı yalan uydurandan veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kim olabilir?
Zâlimler şüphesiz ki iflâh olmazlar.” (En’am: 21)
En büyük gadâb-ı ilâhiye maruz kaldıkları husus, Allah-u Teâlâ’nın kesinlikle yasak etmiş olduğu şeylere “Allah-u Teâlâ böyle emrediyor.” diye kendi zanlarını ortaya koymaya çalışmalarıdır.
Bilmeden veya kasten fetva verenler Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’sini inkâr etmiş, kendi hükmünü âyet yerine koymuş olur.
İşte bunlar nefislerini ilâh edinenlerdir. Bunlara uyanlar da bunlara tapmış olur.
Oysa O’nun sözlerini değiştirecek, temyiz edecek, tashih yapacak hiçbir kimse olamaz.
“Rabb’inin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımından da tamamlanmıştır, tam kemalindedir. O’nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur.” (En’am: 115)
Söz O’nun sözü, hüküm O’nun hükmü, Kitap O’nun Kitab’ıdır.
•
Âhir zaman âlimleri, bölücüler sûret-i haktan göründüler. Her biri din-i İslâm’ı ifsat etmek için, tahrip ve tahrif etmek için gerek televizyonlarda gerekse gazeteler vasıtasıyla bütün güçleri ile çalıştılar.
Âhir zamanda ortaya çıkan din ve vatan bölücüsü bu türemelerin gaye ve maksatları din-i İslâm’ı ifsat etmek ve aslından çıkarıp hurefaya çevirmektir.
Müslümanmış gibi görünüyorlar, gayeleri ise ayrıdır. Islah yapıyor ve nasihat ediyormuş gibi görünüyorlar ve fakat niyetleri ifsat olduğu için, her an her fırsatta tahribattır.
Bu sapıtıcı imamların kimisi imamlığını ilân etti, allahlık dâvâsında bulunanlar da oldu.
Sapıtıcı imamlar olsun, âhir zaman uleması olsun, bütün bunlar din-i İslâm’a cephe aldılar. Onu yıkmak için, kurdukları dinlerini ayakta tutmak için Allah-u Teâlâ’nın hükümlerini arkaya attılar, hükümsüz hâle getirmeye çalıştılar.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Onlar Allah’ın kelâmını değiştirmek isterler.” (Fetih: 15)
Bunca hakikatleri açık açık beyan ettiğimiz halde hiçbir tanesi Allah ve Resul’ünün hükmünü kabul etmeye yanaşmadığı gibi, bütün güç ve kuvvetleriyle Nûr-u ilâhî’nin yayılmasını engellemeye çalışıyorlar.
Bunlar Âyet-i kerime’lere inanmazlar, Hadis-i şerif’leri zaten dinlemezler. İşte onun için Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’leri önünüze koyuyoruz.
Onlar ise kendi zanlarını âyet ve hadis yerine koyarlar. Bunun için de gökkubbe altındakilerin en şerlileridirler. Bunun da sebebi halkı şaşırtmalarıdır.
“Doğrusu birçokları bilmeden heva ve heveslerine uyarak halkı şaşırtıyorlar.” (En’âm: 119)
Kendi zanlarını hüküm yerine koymak isterler.
Bunların sözüne hem şaşmayın, hem de inanmayın! Bunların iç durumu budur, işin gerçeği budur.
Bu suretle İslâm dinini ortadan kaldırmaya çalışarak ortalığı kararttıkça kararttılar, müslümanları kararsız hale getirdiler.
Bunlar papazdan da, hahamdan da, mecusiden de tehlikelidirler. Zira onların cephesi var, fakat bu kâfirlerin, bu münafıkların cephesi yok.
Müslüman gibi göründüklerinden ötürü bu fesadı, bu ifsadı yapabiliyorlar.
Çünkü bu sapıtıcılar sûret-i haktan göründükleri için, hakikati bilmeyenler bu gibi fesatçı ifsatçıların lâfına bakıyor, nefislerine de cazip geliyor, baklavanın içindeki zehiri de görmüyor, kendisini öldürecek olan bu zehirden habersiz. Oysa ki onu yuttuğu zaman ebedi hayatını öldürüyor. O bir zehir hapıdır, imanı öldürüyor. İşte bunlar bu hapı halka gayet rahat yutturuyorlar.
Yaptıkları dünyalık elde etmek ve bilgisizlik sebebiyledir. Azıcık bir dünyalık karşılığında dinlerini fedâ ediyorlar. Böylece ümmet-i Muhammed eriyip gidiyor.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir diğer Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
“Birtakım fitneler olacaktır. O fitnelerde oturan ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. Kim o fitnelerin başında dikilirse, fitneler onu yıkar. Her kim o fitneler zamanında sığınacak bir yer bulursa, hemen oraya sığınsın.” (Müslim)
Birçok fitneler zuhur edecek, ediyor da.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“İşte bu benim dosdoğru yolumdur. Siz ona uyun. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah’ın yolundan ayırmasın.” (En’âm: 153)
Buyurduğu halde, bunlar Allah-u Teâlâ’nın dinini bıraktılar, kendi uydurdukları sapmış yollara saptılar ve din-i İslâm’dan çıktılar.
Öyle imansız imamlar türedi ki, çeşitli din kurucuları türedi ki, öyle fesatçı ifsatçılar meydana geldi ki, bu türemeler o kadar çoğaldı ki! Dünya kuruldu kurulalı böylesine bir isyan görülmedi.
Geçmişte isyan eden bütün ümmetlerin helâkına vesile olan isyan sebeplerinin, günümüzde hepsi mevcut.
Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ki bu (zamanda) zulmedenlerin de (geçmişteki zâlim) arkadaşlarının paylarına benzer (azaptan) payları vardır.” (Zâriyât: 59)
Öyle bir ifsat, öyle bir irtidat ki; bir mürted kilise, havra ve puthaneye gitmediği ve bir dinden diğerine geçtiğini ilân etmediği içindir ki, müslümanların nazar-ı dikkatini çekmez. Ne ikaz ederler ne de irtibatlarını keserler. Dinden çıkan mürted de onların arasında yaşamaya, bütün haklarını kullanmaya devam eder. Hatta bazen onlara hakim bile olur.
Geçmiş devirlerdeki mürtedler müslümanların arasından ayrılır, yeni benimsedikleri dinin cemaatine iltihak ederler, bu uğurda karşılaşacakları her türlü sıkıntı ve zararları peşinen göz önüne alırlardı. Fakat günümüzde İslâm’dan alâkasını kesen mürtedler müslümanların arasında yaşamakta, müslümanların güvenini istismar ederek ifsatlarını içten içe ve sinsice yaymaktadırlar.
Bir defacık bunların ağzından, Hazret-i Allah’a ve Resulullah’a tâbi olmak ve sadakatinden ötürü emr-i ilâhîye uymak gerektiğini duydunuz mu? Gördünüz mü? Bu emre uyan, ancak Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a iman etmiş olur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Bir fırka müstesnâ diğerleri hep ateştedir.
- Onlar kimlerdir yâ Resulellah?
Benim ve ashâbımın yolunda olanlardır.” (Ebu Dâvud)
Eğer cân-ı gönülden Din-i mübin’i savunuyorsa, Hazret-i Kur’an’ı yaşıyorsa, Resulullah Âleyhisselâm’ın Sünnet-i seniyye’sini tatbik ediyorsa, bu gibi kimseye “İyi âlimdir” zannını verebiliriz. Hakiki âlimler bütün hâl ve ahvâlini dine uydururlar, Resulullah Âleyhisselâm’ın izinde bulunurlar.
Ve fakat “Ben âlimim!” diyor, ahkâmca hareket etmiyor, ilâhî hükümleri arkasına atarak kendi zannını yürütüyorsa; bu gibi kimseler sapmıştır, kendileri saptığı gibi halkı da saptırırlar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Sizden hiçbirinizin arzuları benim tebliğ ettiğim şeylere tâbi olmadıkça iman etmiş olmazsınız.” (Buhari)
Hazret-i Allah’ı bilmeyen ve O’ndan korkmayan, emirlerine riâyet edip nehiylerinden kaçınmayan kimselere “Âlimdir” demek en büyük hatadır. Mâsiyet işleyene âlim denmez. Zira Allah-u Teâlâ’dan en çok korkanlar âlimlerdir. Bunlar korkmadıklarına göre ulemâ vasfını kaybetmişlerdir.
Dışarıdan âlim zannettiğiniz fesatçılar, ifsatlarını yürütürler ve Din-i mübin’e en büyük tahribâtı yaparlar.
Bunun içindir ki her kelimesinin ahkâma uyup uymadığına dikkat edin.
“Âlimim” diyen kimse, eğer Allah-u Teâlâ’nın ahkâmı mucibince hareket ediyorsa, sözlerini kabul edin, etmiyorsa reddedin. Emir ve yasaklarını tatbik ediyorsa iyi nazarla bakın, etmiyorsa kötü nazarla bakın. Söz ve davranışları Hazret-i Kur’an-ı Azîmüşşan mucibince değilse o ifsatçıdır ve kötü âlimdir. Sakının onlardan, sakın lâflarına aldanmayın!
Resulullah Âleyhisselâm’ın Hadis-i şerif’lerine uygun hareket ediyorsa, fiili Sünnet-i seniyye’sini işliyorsa iyi olarak kabul edin, işlemiyorsa reddedin. Çünkü o, onun yolunda değildir.
Zira bir Hadis-i şerif’lerinde:
“Sünnet-i seniyye’me tâbi olmayan benden değildir.” buyuruyorlar. (Münâvî)
Çünkü onun gayesi ve maksadı var. Senin dinini kökten yıkmaya çalışıyor. Allah-u Teâlâ’nın hudutlarını kaldırmak istiyor. Fakat sen hâlâ onu âlim zannedip sözünü dinliyorsun ve fakat yanlış mıdır, doğru mudur diye tefrik etmiyorsun.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Âyetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışırcasına uğraşanlar için de acıklı bir azap vardır.” (Sebe: 5)
Âyet-i kerime’de geçen “Ricz” azabın gayet çirkini ve en murdarı mânâsına gelmektedir. Allah-u Teâlâ’nın âyetlerini çürütmek isteyen, hükümsüz bırakmak ve kendi arzusunu hüküm yerine koymak isteyenlerin bu cürümleri pek büyük olduğu için kendilerine verilen ceza da o nispette iğrenç ve acıklı olacaktır.
Ortalık arkasına yaslanıp “bana göre şöyle, bana göre böyle’ diyenlerle dolu.
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Sakın sizden birinizi emrettiğim veya nehyettiğim hususlardan biri kendisine ulaşınca, koltuğuna yaslanıp ‘Bilemiyorum! Biz Allah’ın kitabında ne buluyorsak ona uyarız.’ derken bulmayayım.” (Tirmizi)
Bugünkü türemeler ise Kur’an Âyetlerini inkâr ediyor, Hadis-i şerif’leri hafife alıyor. “Kur’an’da bu yok, şu yok” diyor.
Oysa Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Resulullah size ne verdiyse onu alın, neyi yasak ettiyse ondan sakının!” (Haşr: 7)
“Peygamber’e itaat edin ki rahmete erdirilesiniz.” (Nûr: 56)
“Allah’ın Peygamber’ini incitip üzenlere acıklı bir azap vardır.” (Tevbe: 61)
Hadis-i şerif’lerde ise şöyle buyuruyorlar:
“– Ümmetimin tamamı cennete girecekler. Girmek istemeyene sözüm yok.
– Yâ Resulellah! Kim cennete girmekten kaçınır?
– Kim bana itaat ederse cennete girer, isyan eden cenneti istememiş demektir.” (Buhârî. Tecrîd-i sârih: 2171)
“Sünnetimi terkeden kimse, Allah katında hâsirun (ziyana uğrayanlar) güruhundan olur.” (Münâvî)
Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh- Hazretleri:
“Resulullah Aleyhisselâm’ın hiçbir sünnetini terk etmedim. Eğer terk edersem, hak ve hidayetten sapıtmadan korkarım.” buyurdular. (Buhârî)
Ashâb-ı kiram Efendilerimiz Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e şöyle söylemişlerdi:
“Yâ Resulellah! Biz sana iman ettik, seni tasdik eyledik. Bize getirdiğin şeyin hak olduğuna şehâdet ettik. Bu hususta dinlemek ve itaat etmek üzere sana söz verdik.
Yâ Resulellah! Allah sana ne emrettiyse yerine getir. Seni hak Peygamber gönderen Allah’a yemin ederiz ki, bize denizi geçelim desen, seninle birlikte geçeriz. Dünyanın öbür ucuna gidelim desen seninle beraber gideriz. Bizden bir kişi bile geri kalmaz...!”
Bunlara ne oluyor?
Bunlar mı âlim?
Bunlar mı müslüman?
Ahiretteki pişmanlık ise fayda vermeyecektir:
“Ne olurdu, ben de o Peygamber’in maiyetinde bir yol edineydim.” (Furkan: 27)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Ümmetim fesada düştüğü bir zamanda Sünnet-i seniyye’me sarılanlara yüz şehid sevabı vardır.” buyuruyorlar. (Beyhakî)
Bunlar müslümanları yüz şehid sevabından mahrum etmek istiyorlar.
Diğer bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Sünnet-i seniyye-i Nebeviyye’ye sarılan mümin cennete dâhil olur.” (Münâvi)
Ona tâbi olmak, hem Allah sevgisinin delili ve tezahürü, hem de Allah tarafından sevilmenin sebebidir.
Âyet-i kerime’de:
“Resul’üm! Onlara söyle! Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” buyuruluyor. (Âl-i imran: 31)
Allah-u Teâlâ, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine mutlaka itaat etmeyi emrediyor. Ve kendi sevgisini ona tâbi olmaya bağlıyor.
Ancak ona tâbi olanlar Allah-u Teâlâ’nın sevgisine mazhar olurlar.
Ne mutlu tâbi olanlara!
Allah-u Teâlâ Yâsin suresi 21. Âyet-i kerime’sinde:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyunuz, onlar doğru yoldadırlar.”
Buyurduğu halde, Kur’an-ı kerim okumak gibi ameller karşılığında para almak şiddetle zemmedildiği halde hangisi para almıyor? Tenezzül etmeyenleri tenzih ederiz.
Dünyalık elde etmek için ilmini aracı yapanlar halka nasıl yol gösterecek? Böyle bir kimseye iyi âlim denilebilir mi? İslâm’da bu var mı?
Değil halktan para almak Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri dini vazife yapan talebelerine aldıkları parayı helâl ettirebilmeleri için çocuk okutmak gibi bir gayret içerisinde olmalarını tavsiye ederdi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:
“Sizin hayırlınız dünyası için âhiretini, âhireti için dünyasını terk etmeyip her ikisi için çalışan ve halkın başına yük olmayandır.” buyuruyorlar. (Câmiü’s-sağir)
Bölücüler ise işi tamamen çığırından çıkartmış durumdadır. Cihadı ceplere açmışlardır. İslâm dini’ni dilencilik dinine çevirmişlerdir. Cemaatim, tarikatım diyenlerin her biri holding kurmuş, halkı soyup soğana çeviriyorlar. Bunlara karşı halkı kim uyandıracak? Zühd halini yaşayan kim var?
Başta Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz olmak üzere bütün büyükler çalışmayı ihmal etmemişlerdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz çalışkan insanları çok sever, tembellikten hoşlanmaz ve dilenciliği sevmezdi.
Huzur-u saâdetlerine bir gün bir cemaat geldi. Söz sırasında “Yâ Resulellah! Memleketimizde sülehâdan bir zat var, gündüzleri oruçla, geceleri namaz ve zikrullahla meşgul oluyor.” dediler. Seyyid-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz onun yiyecek ve içeceğini kimin temin ettiğini sordu. “Biz hepimiz...” cevabını alınca “Öyle ise hepiniz ondan üstünsünüz.” buyurdu.
Madde kişinin manevî durumunu gösteren, dünya yolunda mı ahiret yolunda mı olduğunu gösteren çok önemli bir mihenktir.
İmâm Ahmed bin Hanbel -r. aleyh- Hazretleri:
“Öğrettiği ilme karşılık dünyalık alandan ilim öğrenmeyiniz.” buyurmuştur.
Ahmed bin Hanbel -r. aleyh- evinde yiyip içecek bir şey bulunmadığı zaman üzülecek yerde sevinir, ekmek kırıntılarını ıslatarak üzerine tuz döküp yerdi. Bununla beraber kimseden yardım istememiş, kendisini seven bazı tacirlerin ısrarla vermek istediği binlerce dirhemi almamış, oğlu Salih’e Tahâ suresinin 131. Âyet-i kerime’sini okuyarak, Allah-u Teâlâ’nın vereceği rızkın daha hayırlı ve daha kalıcı olacağını söylemiştir. “Biz paranın peşinde olmadığımız için geliyor, eğer onun peşinde olsaydık gelmezdi.” buyururdu.
İmâm Ahmed bin Hanbel -r. aleyh- Hazretleri vefat edeceğini hissedince, yanında bulundurduğu Resulullah Aleyhisselâm’ın üç tel saçından ikisini gözlerinin, birini de dilinin üstüne koymalarını vasiyet etti.
Bir cuma günü Allah-u Teâlâ’nın rahmetine kavuştu. Cenazesinde Bağdatlılar sahraya döküldüler. Halifenin muhtelif kimselere yaptırdığı tahminlere göre cenazesinde sekiz yüz bin kişi bulundu. O gün birçok gayr-i müslim ve mecusi müslüman oldu.
İbn-i Hâcer’in naklettiğine göre, tam 230 yıl sonra Kabr-i şerif’inin yanına Şerif Ebu Câfer için kabir kazılırken, Hazret’in kabri açıldığında kefeninin bile hiç çürümediği, kirlenmediği ve taptaze kaldığı görüldü.
İşte Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a bağlı olanların mükâfatı budur.
Yugoslavya’nın Yenipazar şehrinde olan bir hadiseyi şöyle anlattı:
“Ramazan-ı şerif’te çok muhterem bir hocaefendi geldi, çok güzel vaaz ve nasihat etti. Derken bayram geldi. Düşündük “Bu hocaefendi misafirimizdir, garibimizdir, buna bir sergi toplayalım.” dedik, namazdan sonra sergi topladık. Halk kendisini çok sevdiği için hayli de para toplandı.
Parayı vereceğiz, hocaefendi yok. Cemaatle beraber sıyrılmış gitmiş. İki kişi parayı aldı, hocaefendiyi aramaya çıktılar. Nereye gitti nereye gitti derken, bakıyorlar ki o memleketten ayrılmış başka bir memlekete gidiyor. Birinci bayırı aşmış ikinci bayırı aşarken yetişiyorlar. Simit yiyor. Çevirmek istiyorlar dönmüyor. Parayı vermek istiyorlar kabul etmiyor, ancak o memlekete ulaşacak kadar alıyor, gerisini çeviriyor ve simit yiye yiye yoluna devam ediyor. Halbuki o memleket çok misafirperverdir.” (Saâdete Erenler, Felâkete Kayanlar, s. 451)
İşte İslâm ahlâkı budur, iyi âlimin vasfı budur.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet olunduğuna göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde beyan buyururlar:
“Bir adam bir kimseden bir arsa satın aldı. Daha sonra arsada bir küp altın buldu. Küpü alarak arsayı satan adama getirdi. ‘Ben senden yalnız arsayı satın aldım, altın almadım, al şu altınları!’ dedi. Fakat adam almadı: ‘Hayır almam, ben sana toprağı her şeyiyle sattım.’ cevabını verdi. Alırsın almazsın derken mahkemeye düştüler. Hakim de onlara ‘Sizin oğlunuz ve kızınız var mı?’ diye sordu. Bunlardan birisi ‘Benim bir oğlum var.’ Öbürü ‘Benim de bir kızım var.’ dediler. Bunun üzerine hakim ‘Öyle ise bu ikisini evlendirin ve bu altından onlara verin, bir kısmını da kendiniz için sarfedin.’ diye hükmetti.” (Buhari ve Müslim)
Altınları ikisi de almıyorlar. Bugünkü durumumuza bakın, şu İslâm’ın güzelliklerine bir bakın!
İslâm budur.
Binaenaleyh;
Ey müslüman!
Bunlara karşı dikkatli ol! Dini öğrenmek için bu gibilere müracaat etme. Kur’an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye’ye sarıl, ahkâm-ı ilâhiye’ye uy, Allah-u Teâlâ’ya sığın ve imanını korumak için azami gayret göster.
Zira çok tehlikeli bir zaman.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Sizin için Deccal’den daha çok Deccal olmayanlardan korkarım.
– Onlar kimlerdir?
Saptırıcı imamlardır.” (Ahmed bin Hanbel)
Cühelâ gürûhu nefislerini ilâh edinmişler, Allah-u Teâlâ’ya hasım kesilmişler, İslâm’mış gibi görünüyorlar ve fakat küfre hizmet ediyorlar. Din-i İslâm’ı tahrif ve tahrip etmek için çalışıyorlar. Din-i İslâm’da olmayan şeyleri; hurafe, bidat, yalan-yanlış olarak bütün güçleriyle yaymaya çalışıyorlar. Öyle ki Hazret-i Kur’an’ın üzerine münakaşa yapıp çekişerek bu yolla tahrip ve tahrif etmeye çalışıyorlar. Böylece de münafık durumuna düştüler.
Halbuki Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Sen o münafıkları gördüğün zaman, kalıpları hoşuna gider, ne söylerlerse dediklerine kulak verirsin. Sanki onlar direk olmuş keresteler gibidirler.” (Münâfikun: 4)
Onlar Allah-u Teâlâ’nın dinini tahrip etmeye çalışırken Allah-u Teâlâ da dünyayı tahrip ediyor ve edecek.
Bunların içinde her ne kadar ilim-irfan iddiâsında bulunanlar varsa da, bu onların dış yüzüdür, kaplamasıdır. İçyüzleri ise başkadır.
Hiçbir zaman bunların ismine aldanmayın, maskesine kanmayın, iç yüzlerine dikkat edin ve ona göre kararınızı verin.
Halk onları imam zannediyor. Hocadır, âlimdir zannediyor. Ahkâma mugayir hareketlerine dikkat etmiyor. Ve bunlarla beraber cehennemi boyluyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır :
“Ümmetimden yalancılar, deccâller vücuda gelir.” (Münâvi)
Yalancı ve deccâlden maksat, dıştan insanları irşad ve ıslah etmek sıfatıyla görünüp gerçekte ise halkı ahkâma uymaktan alıkoyanlardır.
Güya İslâm dini’ni temsil ediyor, fakat aslında İslâm dini’ni ifsat ediyor. Onlar İslâm’a halel getirdiği için bu duruma düşmüşlerdir. İslâm dini’ne leke sürüyorlar, küçük düşürüyorlar. Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a uymuyor, şeytana tâbi olmuş, nefis putunu eline almış ve irşada kalkmış. Bunlar Hazret-i Allah ve Resulullah’ın izinden çıkalı çok olmuş.
“İlim cifeyi örten bir örtüdür.” Aslında niyeti bozuk, icraatı kötü, âlim olduğu zannıyla o kötülüğünü örtüyor. Eğer âlim olsaydı o işi yapmazdı. İcraatını yapmak için o örtüyü kullanıyor. Onlar aslında âlim değil ifsatçıdır.
Din-i mübin’i ifsat etmek, Allah-u Teâlâ’nın hükmünü çürütmek istemektedirler. Sen onları bırakmazsan, sen de onlarla berabersin.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur.” (Hud: 113)
Kendilerinde zulüm bulunan kimselere meyletmek insanı ateşe götürürse, zulmü kökleşmiş olanlara eğilim duymanın, üstelik tamamen meyletmenin neticesini düşünmek gerekir.
“Yoksa siz de onlar gibi olursunuz.” (Nisâ: 140)
İmam; insanlara öncülük eden, beraberinde de kendi yolunca giden ve peşinden gelen bir topluluk meydana getiren lider, önder demektir.
Bu bakımdan Allah yoluna dâvet eden, birliğe beraberliğe gayret eden imamlar olduğu gibi, cehenneme dâvet eden imamlar da vardır.
Saptırıcı imam, müslümanların Hakk’tan ayrılarak sapmasına, batıl yollara gitmesine sebep olan kimsedir.
Bütün sapıtıcı imamlar, ilâhî emirleri arkaya attılar. Sûret-i haktan göründüler, müslüman gibi göründüler. Müslümanları kendilerine celbetmek için İslâm’ın ön safında gibi hareket ettiler. Koyun postuna bürünmüşler ama kendilerinde biraz kuvvet bulunca asliyetlerini ortaya koydular. İslâm’ın yüzkarasıdırlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“İnsan sınıflarından herbirini biz o gün imamlarıyla beraber çağıracağız.” buyuruyor. (İsrâ: 71)
Herkes dünyada kimin bayrağı altında bulunmuşsa, kime uymuş, kimleri rehber edinmişse, ahirette de onun bayrağı altında bulunacaktır.
Rehber edindiği, peşine düşüp gittiği lideri nereye götürürse onlar da oraya gidecek.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Kıyamet gününde insanlar bir araya toplanır, Rabb’imiz ‘Her kim neye tapmışsa onun ardına düşsün.’ buyurur. Artık kimi güneşin, kimi ayın, kimi tağutların (kodamanların) peşine düşüp gider.” (Buhârî. Rikak: 52)
“Bir kavmi sevip de onlarla dostluk kuran, kıyamette onlarla haşrolur.” (Taberani)
Dünyada olduğu gibi ahirette de bir ve beraberdirler. İyiler iyilerle beraber cennette, kötüler kötülerle birlikte cehennemde olacaklardır.
Bu saptırıcı önderler yalancıdır. Ümmet-i Muhammed’i saptırmak için ellerinden geleni yaparlar.
“Onlar ve azgınlar tepetakla oraya atılırlar. İblis’in bütün askerleri de.” (Şuarâ: 94-95)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Ahir zamanda ümmetimden bazı insanlar çıkacak. Sizlere ne sizin ve ne de atalarınızın duymadığı şeyler anlatacaklar. Onlardan uzak durun.” (C. Sağîr: 4780)
Küfür ortalığı öyle istilâ edecek ki, imanın yerine küfrü yerleştirmeye çalışacaklar, söylediklerini tatbik ettirmeye gayret edecekler. Onların isteklerini tatbik edenler onların yolundadır.
Ve onlar o kadar çoğalacaklar ki, bölük bölük, alay alay insanlar küfre kayacaklar.
“İnsanlardan öyleleri de vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri söz senin hoşuna gider. Hatta böyleleri, söylediklerinin kalpten geldiğine (samimi olduğuna) Allah’ı şâhit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır.” (Bakara: 204)
Dini dünyaya alet etmişlerdir.
Dünyaya aşırı muhabbetten ötürü dünyaya kayacaklar. Bunların hepsi de cehennemdedir. İmandan yoksun oldukları için bu hale düşmüşlerdir.
Onların gayesi maddedir, şöhrettir, maksat peşinde koşarlar, riyayı severler, gasbın her türlüsüne başvururlar.
Dikkat ederseniz sapıtıcı imamların hepsinin doğru yoldan, din-i İslâm’dan ilk sapış şekli Yâsin sûre-i şerif’inin 21. Âyet-i kerime’si oldu.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Buyurduğu halde, evvelâ halkı İslâm namına soymaya, yolmaya başladılar. Dini bıraktılar, dünyaya daldılar, yani dünyayı dine tercih ettiler.
“Allah: ‘Sizden önce geçmiş cin ve insan ümmetleriyle beraber ateşe girin!’ der. Her ümmet (topluluk) girdikçe kendini sapıtan yoldaşına lânet eder. Hepsi birbiri ardından cehennemde toplanınca, sonrakiler öncekiler için: “Rabbimiz! Bizi sapıtanlar işte bunlardır, onlara ateş azabını kat kat ver!” derler. Allah: ‘Hepsinin kat kattır, amma bilmezsiniz.’ der.” (A’raf: 38)
Hak yoldan sapmış imamların alâmetleri nedir?
Onları halk seçer, kendilerini seçen halkı da cehenneme götürürler. Bütün iş ve icraatlarının hepsi ahkama ters düşer. Para toplarlar. Nam, şöhret peşinde koşarlar. Bunların ahirette hiçbir nasipleri olmaz.
Eskiden para topluyorlardı, şimdi işi ticarete döktüler.
Müslümanların hem paralarını, hem imanlarını aldılar. Bunu Deccal yapamaz.
Kendilerinden başkasını müslüman dahi görmeyen, bir tek kendilerinin doğru olduğunu söyleyen, kendi zanlarını hüküm yerine koymaya çalışan bu saptırıcılar, bu “Gökkubbe altındaki en şerliler”; kendilerinden olmayanlara, hatta kendi içlerinde birbirlerine küfür damgası vururlar. Bunların içyüzünü Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle ortaya seren Muhterem Ömer Öngüt’e ise “Herkese kâfir diyor.” diye iftira atarlar. Oysa bu Zât-ı âli bunları ifşa edip müslümanları ikaz etmeye, imanlarını kurtarmaya çalışmaktadır, bilakis kendilerinden olmayan herkese küfür nazarı ile bakan, böylece dinde ve vatanda bölücülük yapanlar bu saptırıcılardır. Bu Zât-ı âli bunlarla mücadele etmemiş olsaydı, bunların bu bölücülükleri sebebiyle Suriye, Irak gibi ülkelerde yaşanan yıkımlar bu memlekette de yaşanabilirdi.
Ulemânın kendi zanlarına göre, delilsiz olarak din adına dini aslından uzaklaştırmak için ortaya attıkları sapık fikirleri kabul etmek, onları ilâh kabul etmektir.
Çünkü yahudi ve hıristiyan ulemâsı bir delile isnad etmeksizin birçok mesele ihdas ederek; dinlerinde haram olan şeye helâl, helâl olan şeye haram demişler, avam tabakası da bunları kabul etmişlerdir, şimdiki bölücüler gibi.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Oysa kendilerine, bir olan Allah’a ibadet etmeleri emredilmişti.
O’ndan başka ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.” (Tevbe: 31)
Bu Âyet-i kerime’nin manasını bizzat Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisi açıklamıştır. Şöyle ki:
Daha önceleri hıristiyan olan Adiy bin Hâtim, boynunda gümüşten bir haç olduğu halde, İslâm hakkında bilgi edinmek niyetiyle Medine’ye gelmişti. Şüphelerini gidermek için Resulullah Aleyhisselâm’a bazı sorular sordu.
“Bu âyet bizi âlimlerimizi, rahiplerimizi rabler edinmekle suçluyor. Halbuki biz onları rabler edinmeyiz. Bunun mânâsı nedir?” dedi.
Resulullah Aleyhisselâm: “Onlar helâli haram kıldılar, haramı helâl kıldılar. Siz bunu öylece kabul etmiyor muydunuz?” diye sorunca Adiy “Evet böyledir.” diye tasdik etti.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“İşte bu sizin onları rabler edinmenizdir.” buyurdu. (İbn-i Kesir)
Haram ve helâl ahkâmını beyan etmek, ancak Allah-u Teâlâ’ya ve O’nun gönderdiği Peygamber’e mahsustur.
Şimdiki bölücüler ilâhi hükmü bırakarak imamlarına iman ettiler.
Allah-u Teâlâ’nın emrine ve hükmüne değil; onların görüşlerine, zan ve vehimlerine uydular. O’nun dinine ve Kitab’ına açıktan açığa muhalif olan hususlarda isyan ettiler. Haram kılınan şeyleri onların emriyle helâl gördüler.
Çünkü Allah-u Teâlâ’nın açık hükmü varken, sen bu açık hükmü dinlemiyorsun, onları dinliyorsun, onu hâşâ ilâh olarak kabul ediyorsun.
Dolayısıyla bu Hadis-i şerif, Allah’ın Kitab’ını kenara iterek; haramı helâl, helâli haram yapanların nefislerini ilâh ve rab ittihaz ettiklerini, onlara uyup peşinden gidenlerin de onları rabler edindiklerini göstermiş olmaktadır. Dolayısıyla müşrik olmuş oluyorlar. Allah’a inandık deseler bile, bu iddialarının inandırıcı olmadığı ortadadır.
Biz size dememiş miydik; imamlara iman eden, Allah-u Teâlâ’ya iman etmemiştir. Binaenaleyh bu imamlar size hep Allah-u Teâlâ’nın yasak ettiği şeyleri mubah gösteriyor, helâl olarak kabul ettiriyorlar. Ve siz de onlara uymakla onlara tapmış oluyorsunuz. İlâhi hükmü bıraktığınızdan ötürü, onlara inanıyorsunuz. Allah-u Teâlâ’nın hükmünü arkaya atıyorsunuz ve böylece dinden, imandan ayrılmış oluyorsunuz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde onları:
“Allah’ın ve Peygamber’inin haram kıldığını haram saymayanlar.” (Tevbe: 29)
“Hak dini kendilerine din edinmeyenler.” olarak vasıflandırmaktadır. (Tevbe: 29)
İlâhî hükümler üzerine onların batıl fikirlerini tercih edip benimsemekle, onları mabud edinmiş oldular ve şirke düştüler.
Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:
“Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği bir dini ortaya koyan ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi.
Şüphesiz ki kâfirlere can yakıcı bir azap vardır.” (Şûrâ: 21)
Bu beyan kötü alimler için en büyük bir ihtar-ı ilâhîdir.
Hüküm koyucu tek makam O’dur, hükmünde asla kimseyi ortak kabul etmez. O’nun ortaya koyduğu ahkâmdan başka bir hükmü ortaya koymaya kimsenin hakkı yoktur.
Âyet-i kerime’de geçen “Ortaklar”, insanların kendilerine Allah ile beraber hüküm koymada ortak kabul ettiği kimseler demektir. Allah’tan başkasına kulluk yapmak nasıl şirkse, bu da onun gibi şirktir. Bu sefihler Din-i mübin’in ahkâmını kendi arzularına uydurmak suretiyle değiştirmek isterler. Çünkü şeytanları onlara bu yolda talimat verir ve yaptıklarını kendilerine güzel gösterir.
Allah-u Teâlâ’nın hüküm olarak koymuş olduğu dosdoğru dine uymayıp muhalefet etmeye kalkışmak, dünya hırsı adına yapılan fenalıkların ve şirklerin başında gelir.
Kötü bir âlim madde ve makam için dinine de, icabederse vatanına da ihanet eder.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki bunlar dinlerini dünyalığa alet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.
Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyurur:
‘Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki, aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.” (Tirmizi)
O zamanın kurtları koyun postuna bürünerek halkın karşısına çıkarlar.
Hep yalan söylerler, hiç utanmazlar.
Dini ve devleti tahrip etmek için ihaneti apaşikâr yaparlar.
Dikkat ederseniz FETÖ başta olmak üzere en büyük hâinler bunlardan çıkıyor.
İyileri yok etmek, kötüleri ve kötülüğü ortaya koymak, düzeni bozmak için tahripleri çoktur.
İçtekinin tahribatı çok büyüktür. Aslında küfrünü icra ediyor, fakat gizliyor. Başka isim taktığı için, bu başka isim sebebiyle saf müslümanlar onu hakikaten müslüman zanneder ve bazı faaliyetlerini görerek yardımda da bulunur. Ancak bütün yapılan bu yardımlar, İslâm dininin yıkılmasına vesile olur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde;
“Fâsıka ikram eden kimse İslâmiyet’in yıkılmasına yardım etmiş olur.” buyuruyorlar. (Münâvi)
Ve o da o kuvvetle rahat rahat İslâm dinini içten yıkmaya çalışır, çünkü etrafı da vardır.
Bunların yapacağı tahribatı hiçbir papaz, hiçbir kâfir yapamayacağından ötürü gökkubbe altında en şerli insanlardır.
Müslüman kimliği altında, İslâm adına, küffarın yapamayacağını yapabiliyor.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Kıyamet gününde azabın en şiddetlisiyle azap görecek olan kimse, ilmi kendisine fayda sağlamamış bulunan âlimdir.” (Câmi’üs-sağîr)
Âlim sıfatında görünüp zâlim olduğu için Din-i mübin’in yıkılmasına çalışır. Çünkü o gerçek müslüman değildir, başkasına hizmet eder.
Allah-u Teâlâ bu gibi kimselerin iç yüzünü bize tanıtıyor.
Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:
“İnsanların birtakımları vardır ki, inanmadıkları halde ‘Allah’a ve ahiret gününe inandık.’ derler.
Bunlar güya Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değillerdir.” (Bakara: 8-9)
Allah-u Teâlâ onların iddiâlarını reddetmektedir. Her ne kadar müslümanları aldatmaya çalışıyorlarsa da, aslında aldanan bizzat kendileridir, en büyük zararı yine kendileri görürler, yaptıklarının vebali kendilerine döner.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Kendilerine ‘Yeryüzünde fesad çıkarmayın!’ denildiği zaman ‘Biz ancak ıslah edicileriz.’ derler.” (Bakara: 11)
Allah-u Teâlâ onların bu cevaplarını şiddetli bir şekilde reddederek Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“İyi bilin ki asıl ortalığı ifsad edenler kendileridir. Lâkin anlamazlar.” (Bakara: 12)
Kalplerinden iman nuru silindiği için bunun böyle olduğunu hissedip anlamazlar.
Can-ı gönülden kime, hangi tarafa yardım ettiğini görürseniz o odur, o tarafın adamıdır. İsmine, mevkisine bakmayın, ilâhi hükme bakın ve hemen kararınızı verin.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, Allah ile hiçbir dostluğu kalmaz.” (Âl-i imran: 28)
Allah için sevgi Allah için buğz, imanın en sağlam kulpudur. İmanın tekamülünde en büyük amildir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Amellerin en üstünü Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir.” (Ebû Dâvud)
İnsan bunu ayırdedemezse, ne kadar ibadet ederse etsin dalâlettedir. Allah-u Teâlâ ile arasında çok büyük bir uzaklık meydana gelir, rahmet-i ilâhi’den kovulur.
Kitabullah’ın hükmüne rıza göstermeyenleri dost edinmenin insanı İslâm hudutları haricine çıkaracağı kesinlikle bilinmelidir. Bir müminin her şeyden önce dininde ve imanında samimi olması gerekir. Küfre rıza göstermek de küfürdür.
Küfür, İslâm’a göre tek bir millettir. Tarih boyunca İslâm ülkelerine ve müslümanlara karşı küfür dâima birlikte hareket etmiştir. Hep düşmanlık beslemiş hiç dost olmamışlardır. Menfaatleri icabı dost göründükleri anlarda dahi içten içe kalplerinde derin bir düşmanlık beslemişlerdir.
“Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır. Şüphesiz ki Allah zâlimler gürûhunu hidayete erdirmez.” (Mâide: 51)
Allah-u Teâlâ birçok Âyet-i kerime’sinde müslümanlara yahudi ve hıristiyanları tanıtmış, onların fitne ve fesadına karşı emir ve nehiyler koymuştur.
“Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler.” (Bakara: 217)
Diğer Âyet-i kerime’lerinde ise şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinmeyin.” (Mümtehine: 13)
“Eğer onlar Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilen Kur’an’a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Mâide: 81)
“Eğer onlara uyarsanız siz de müşrik olursunuz.” (En’am: 121)
Burada da apaşikar görülüyor ki onlara meyleden onlardandır. Allah-u Teâlâ onları hidayetten mahrum ettiğini beyan buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor.
Âyet-i kerime’de:
“Onların kalpleri iman etmedi.” buyuruluyor. (Mâide: 41)
Kalpleri imandan uzak ve bomboştur.
Diğer Âyet-i kerime’lerde ise şöyle buyuruluyor:
“İnsanların çoğu bilmezler.” (Mümin: 57)
Neyi bilemedi bunlar? Hakikati bilemedi. Hakikati bilemediği için de Hakk’ı bulamadı, böylece helakına vesile oldu.
“Onların çoğu akıllarını kullanmazlar.” (Ankebût: 63)
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz onları uyarıyor, Allah-u Teâlâ’nın azabı ile korkutuyor. Bir taraftan gafletten uyansınlar, diğer taraftan kime hizmet ediyorlarsa baksınlar da kendilerini ona göre ayarlasınlar.
Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Nefsim kudret elinde bulunan Zât-ı Ecell-ü A’lâ’ya yemin ederim ki; ya iyilikle emreder kötülükten men edersiniz, yahut çok sürmez Allah kendi katından üzerinize bir azap gönderir. Sonra O’na duâ edersiniz de duânız kabul olunmaz.” (Tirmizî: 2170)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu beyanları ile bir taraftan kötü âlimlere hitap ediyor, bir taraftan da bunları hoş gören halka hitap ediyor.
Yani siz onların hatalarını görmüyorsunuz, onlara söylemiyorsunuz ve fakat Hazret-i Allah’ın azabına müştereksiniz. Bu da çok sürmez başınıza gelir.
Çünkü bu bir zulümdür, Allah-u Teâlâ zalimi sevmez.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Siz bize sağdan gelir, sûret-i haktan görünürdünüz!.” (Sâffât: 28)
FETÖ de sûret-i haktan göründü, âhir zamanda çıkan sapıtıcı imam oldu. Halka müslüman göründü, vaaz etti, sonra müslümanların önce mallarını, paralarını aldı, sonra da imanlarını aldı. Bu kadar İslâm’a ve müslümanlara zarar verdi.
“Allah’ın âyetlerini az bir dünya menfaati karşılığında sattılar da insanları O’nun yolundan alıkoydular. Onların yaptıkları gerçekten ne kötüdür!” (Tevbe: 9)
Tesettürü inkâr etti, himmet adı altında müslümanların paralarını gasbetti, banka kurdu müslümanları fâize teşvik etti, bütün taraftarlarını küfrün kucağına attı.
Gördüğünüz gibi; “Hocayım!” diye çıktı, milyonlarca insanı dinden, imandan çıkardı.
“İnkâr edip de insanları Allah’ın yolundan alıkoyanlara, fesat çıkarmaları yüzünden, azap üstüne azap vereceğiz.” (Nahl: 88)
Yahudi ve hıristiyanları dost edindi, iman ile küfrü karıştırmaya çalıştı. Küfrü hoş gördü “Narcı” oldu.
Eğer onlar Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilene (Kur’an’a) inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu yoldan çıkmış fâsıklardır.” (Mâide: 80-81)
Dine ve vatana ihanet etti hâin oldu, Amerikan ajanı oldu, ve memlekete darbe yapmaya kalktı.
“Onlardan birçoğunu, kâfirleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendileri için öne sürdüğü şey ne kötüdür! Allah onlara gazap etmiştir ve onlar azap içinde ebedî kalacaklardır.
Dinden çıktı, etrafındakileri de dinden çıkardı. Bir daha da geri dönemiyorlar.
“Hidayet kendisine apaçık belli olduktan sonra, peygambere muhalefet edip inananların yolundan başkasına uyan kimseyi döndüğü yolda bırakırız. Ahirette de kendisini cehenneme sokarız. Ne kötü bir dönüş yeridir orası!” (Nisâ: 115)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde kimlerden ilim ve fetvâ alınacağını haber vermektedir:
"Şüphesiz bu ilim, -tefsir ve hadis gibi mühim ilimler üzerine kurulmuş olan fer'i ve şer'i hükümler- dininizdir. Böyle mühim bir emri alacağınız kimselere dikkat ediniz." (Câmiü’s-sağir)
Yani kemâl-i ilim ve amel ile zâhir ve bâtını mâmur olmayanlara emniyet ve iktida etmek câiz değildir. Çünkü Hazret-i Allah buyuruyor ki:
"Resulullah size neyi verdiyse onu alın neyi yasak ettiyse ondan sakının." (Haşr: 7)
"Peygambere itaat eden, muhakkak ki Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse bilsin ki, biz seni onlara bekçi göndermedik." (Nisâ: 80)
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Bid’at sahibi, mânen küçük kişilerin yanında ilim aramak, kıyamet alâmetlerindendir.” (Câmiü’s-sağîr: 2475)
Halk mânen boş olduğu için boş lâfları satın almakta, mânen boş kimselerden ilim aramaktadırlar.
Binaenaleyh ilim ararken ilmi kimden aldığımıza da çok dikkat etmemiz lâzım. Her ağzı laf yapana aldanmamak lâzım. Maneviyatı nasıl diye tetkik etmemiz lâzım.
Dikkat ederseniz bu zamanda bu gibi bid’at ehli, mânen küçük kişiler çok olduğu gibi, bu gibi kimselerden ilim aramak da moda oldu.
Bu ise Hadis-i şerif’te beyan buyurulduğu üzere kıyamet alâmetlerindendir.
Hadis-i şerif’te mânen küçük kişiler buyuruluyor. Bugün madden-manen yaşı küçük olup ilim ehliyim diye ahkâm kesenler türediği gibi, madden yaşı büyük ve fakat mânen küçük, hatta hiç maneviyatı olmayan kimseler de türemiştir.
Özellikle sosyal medyada bu gibi kimseler haddinden fazla ortalığı istilâ etmiştir.
Bunlardan kimisi Vehhâbi zihniyetlidir; Resulullah Aleyhisselâm’ın maneviyatını, şefaatını inkâr eden; maneviyat ehlini, Allah ehlini inkâr eden mânen küçüğün de küçüğü kimselerdir. Resulullah Aleyhisselâm’dan “Bu adam” diye bahsederler, anında küfre düştüklerini bile bilmezler.
Allah-u Teâlâ gadap ettiği küfür öncülerine “O adam” diye hitap ediyor (Müddessir: 11), Resul’üne ise kendi isminden isim veriyor, “Aziz” buyuruyor (Tevbe: 128), “Ey Resul!” (Mâide: 67), “Ey Nebi!” (Enfâl: 65) diye hitap ediyor. “Rahmeten lil âlemin!” (Enbiyâ: 107) buyurarak en ulvî makama yükseltiyor.
Bir kripto yahudi ya da bir kripto hıristiyan bile içyüzüm ortaya çıkmasın diye Resulullah Aleyhisselâm hakkında “Bu adam” diye hitap etmez, ancak bu küfür ehli Resulullah Aleyhisselâm için “Bu adam” diye konuşmayı maharet zanneder.
Bu gibi kimselerin manevî durumu nedir? Küçük bile değildir bunlar, elli derece aşağı düşenlerdir. Bunlardan ilim arayanların vay haline!
“Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” (Tîn: 5)
Kimisi tahsil görmüş, neyin tahsilini görmüş? Kendi zannını beyan etmenin, “Bana göre şöyle” demenin tahsilini görmüş. Kendisine bir sıfat da vermişler, profesör demişler, filan yerin memuru, filan yerin üyesi demişler.
Öyle bir zaman ki ahkâm-ı ilâhî’ye, Sünnet-i seniyye’ye muhalif konuşan, bir kısım halkın hoşuna giden şeylerde yalan yanlış fetva verenler meşhur oluyor, zehrini akıtmak için her türlü imkânı, her türlü medyayı, televizyonu buluyor. İnsanlar da bir şey zannedip bunlardan ilim arıyor.
Bakarsın, kelli felli adam dersin ama değil maneviyat sahibi olmak İslâm’ı yaşamaz, her türlü haramı yer, ibadetini aksatır. Ama sorsan allâme. Oysa manen küçücük bir adam. İşte Hadis-i şerif, işte bunların durumu.
Kimisi tasavvuf ehliyim diye ortaya çıkmış konuşuyor ancak evliyaullah hazeratının maneviyatından, vakarından, mehabetinden, ilminden, ferasetinden hiçbir eser yok. Bunlardan kimisi ilimden bihaber, kimisi ise ilimden de bahseder ancak maneviyatı küçüktür. Öyle bir zaman ki ağzı laf yapan, kalabalık toplayan itibar sahibi oluyor, medyaya çıkartılıyor.
İşte Hadis-i şerif, işte bu zaman.
Meydan o kadar bu gibi kimselerle dolu ki biraz ilim tahsil edip, şeytan da dürtünce kendini allâme sanan eline mikrofan alıp çıkıyor meydana.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu âhir zamanda ortaya çıkan böylelerinin durumunu şöyle ifade ediyorlar:
“Kendisinin en büyük âlim ve allâme olduğunu zanneder, cahil olduğunu bilmez. Kibrinden yanına sokulunmuyor, çünkü o kendisini beğenmiştir, kendisini büyük olarak zannediyor. Oysa biraz sonra Allah-u Teâlâ verdiği nimetleri alacak, çürüyecek. Pis kokusundan yanına kimse sokulamayacak. Bu hâl kibirlerindendir, kibir ise şeytandandır.” (“İmanlı Gönüllere Hitap”, s. 620)
"Meyveye bakarsanız görünüşte çok iyi. Fakat içine kurt girmiştir. Onu çürütmüştür. Bunlar görünüşte İslâm'ın ön safındadır. Fakat kurt girmiştir, şeytan onun içini çürütmüştür. Kendisini beğenmekle, enelik davası ile kendisini helâk etmiştir.
Bakarsanız onlar kendilerinin uçtuğunu zanneder. Şeytan ise onları atlı karıncaya bindirmiştir. Onu görmüyor, uçtuğunu zannediyor. Fakat ehl-i hakikat altındakini görüyor, bakıyor ki ağaçtan bir at. Onu önüne sürmüş ve onun üzerine binmiş." ("Şeytan Fırkasına Uymamanız İçin Vasiyetimdir", s. 9)
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyuruyorlar ki:
“Ben size Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bir şey haber verdiğimde, onu bir hakikat olarak kabul ediniz. Onun dilinden yalan uydurmaktansa gökten düşerek ölmem bana daha hoş ve sevimli gelir. Ancak harp gibi hayırlı bir hile olursa, onun için söyleyeceğim sözler müstesna. Çünkü harp hiledir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- den duydum. Şöyle buyurdular:
“Âhir zamanda yaşları küçük, tecrübeleri kıt, aklını kötüye kullanan bir zümre yetişecektir. Onlar iyiler gibi peygamberin tebligâtından -âyet ve hadisten- bahsedecekler. Fakat onlar tıpkı okun hedefi delip geçtiği gibi, İslâm’dan hemen çıkıvereceklerdir. İmânları boğazlarından ileri geçmez.
Siz onlara nerede rast gelirseniz hemen öldürünüz. Zirâ bunları öldürene kıyamet gününde sevap vardır.” (Buharî. Tecrid-i Sarih: 1472)
İnsanların en şerlisi de kötü âlimlerdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz’den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde âhir zamanda gökkubbe altında en şerli insanların kötü âlimler olacağını haber vermiştir:
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki İslâm’ın yalnız ismi, Kur’an’ın ise resmi kalacak. Mescidler dış görünüşleri ile mamur, fakat içleri hidayetten mahrum olacak.
Onların âlimleri gökkubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir.” (Beyhakî)
Öyle bir zamandayız ki; küfür ve nifak, fitne ve fesadın ayyuka çıktığı, iyinin kötü, kötünün iyi kabul edildiği bir zaman...
İmanları surette kalan, ilimleri zandan ibaret olan saptırıcı, Din-i mübin’i yıkıcı, halkı şaşırtıcı âlimler, gökkubbe altındaki en şerli ve en tehlikeli insanlardır. Bunlar hem kendileri dinden çıkarlar, hem de başkalarını dinden çıkarmaya çalışırlar.
Gökkubbe altındaki en kötü insanlar olmaları nedendir? Niçin en şerlileri oldular? İslâm’a halel getirdikleri için. Hiçbir din düşmanı bunların İslâm dinine yaptığı tahribatı yapamaz.
Bunlar âlim gibi göründüğünden halk bunlara inanır, aldanır ve dinden çıkar ve fakat din düşmanına dikkat edilir, çünkü onların cephesi var amma bunların cephesi yoktur. Tahribat çok büyüktür.
Bir müslümanın en kıymetli varlığı, Allah-u Teâlâ’nın ihsan ettiği en büyük nimeti ‘İman”dır. İman olmazsa hiçbir şey olmaz.
Onun için bunlara karşı çok dikkatli, çok uyanık bulunmak, bunlardan uzak durmak lâzımdır. Zira bir düşman en fazla sizin canınızı alır, belki şehid olmanıza vesile olur, oysa bu yıkıcılar, bu şerliler imanınıza, ebedî hayatınıza kastederler. Allah’ımız muhafaza buyursun.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Dikkat edin! Birtakım adamlar benim havuzumun başından kayıp, develerin kovulduğu gibi kovulacaklardır. Ben onlara: ‘Hey, beri gelin!’ diye nidâ edeceğim. Bunun üzerine bana: ‘Onlar senden sonra hakikaten (dinde) tebdilât yaptılar.’ denilecek. Ben de: ‘‘Öyleyse uzak olsunlar, uzak olsunlar!’ diyeceğim.” (Müslim: 249)
Kötü âlimler gökkubbe altında en şerli kimselerdir, tahripçidirler. İlimleri zandan ibarettir, zan ile hareket ederler, bütün iş ve icraatları zandan öteye geçmez.
“Ben âlimim!” diyenlerin, kendilerine âlim süsü verenlerin ekserisinin imanları “Suretâ” olduğu gibi, ilimleri de zandan ibarettir. Bütün iş ve icraatları zandan öteye geçmez. Zannın ise hakikat karşısında hiçbir hükmü yoktur.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Onların çoğu zanna uyarlar. Gerçekte ise zan hakikat karşısında hiçbir şey ifade etmez.
Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını tamamen bilmektedir.” (Yunus: 36)
Bunlar nefis putunu ilâh edinmişler, şeytanın yoluna girmişler, hem kendileri sapmışlar, hem de başkalarını sapıtmışlardır.
Görünüşte iman etmiş gibi görünürler;
“Onların çoğu Allah’a iman etmişler, fakat müşrik olarak yaşarlar.” (Yusuf: 106)
Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğu üzere müşrik olarak yaşarlar. Müslüman gibi göründükleri için bunların tahribatı dış düşmandan daha büyüktür.
Allah-u Teâlâ’nın hükmünü kaldırmaya çalışıp kendi arzusunu hüküm yerine koymaya çalışmak bir şirktir, bunu yapan müşriktir. Bu bir ulûhiyet dâvâsıdır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Resul’üm gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkan: 43)
O’nun hükmü böyledir. Nefis putuna dayanmış olduğundan, bunlara tâbi olan kimse, bunları ilâh olarak kabul etmiştir.
“İşte böyle... Çünkü onlar Allah’ın indirdiğinden tiksinip hoşlanmamışlardır.
Bunun için Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır.” (Muhammed: 9)
Çünkü yapılan iş ve icraatların kabulü için iman şarttır. Şirk ve küfür ise bütün iyilikleri heder eder.
•
Âhir zaman ulemâsının yaptığı tahribatı hiçbir papaz ve hiçbir kâfir yapamaz. Çünkü onların cephesi var, tedbirini alırsın. Fakat bunlar İslâm gibi göründükleri için, çok büyük tahribat yaparlar. Dinleyenler sözüne inanır, müslümansa İslâm’dan çıkar, kâfir ise zaten küfründe devam eder.
Halk çoğunlukla nefse uydukları, İslâm’ı yaşamak, emr-i ilâhî’yi tatbik etmek nefislerine zor geldiği için açık kapı aramaktadırlar. Onlar da halkın içindeki bu arzuları bildiklerinden dolayı halkın hoşuna giden fetvâları vererek ifsad ediyorlar, beşeriyeti peşlerinden sürüklemek istiyorlar. Şu kadar var ki kendilerine modern müslüman adını verenler bunların peşindedirler.
Zaten Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz âhir zaman ulemâsının gökkubbe altındakilerin en şerlileri olacağını çok zaman evvel bildirmişti. Bu gibilere hiç hayret etmeyin. Bu gibi sapmışlar, sadece bugün değil, bundan evvel de vardı, bundan sonra da çıkacak. O zaman türediği gibi, bundan sonra da türeyecektir.
Bu fitneler gökkubbe altındaki en şerli insanlar olan bu zâhirî ulemâdan çıktı. Münâfık âmirlerden de çıktı. Kâfirlerin icraatları ise zaten aleni idi. Ve fakat Allah-u Teâlâ bu fitneyi çıkaranların karşısına, çıkardıkları fitneleri çıkaracaktır. Zira Resulullah Aleyhisselâm’ın bu fitnelerin yine onları bulacağına dair işaretleri bulunuyor.
Hakiki müctehidler ictihadlarını yürütüyorlardı. Bunlar ise ifsatlarını yürütüyorlar.
Onun içindir ki gökkubbe altında en şerli insanlardır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir duâlarında şöyle buyuruyorlar:
“Ey Allah’ım! Bizi hidayete ermiş ve hidayete vesile olan hidayet rehberleri kıl. Dalâlete düşen ve dalâlete düşürenlerden eyleme.” (Tirmizî)
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Allah bir topluluk hakkında hayır dilerse âlimlerini çoğaltır, câhillerini azaltır. Öyle ki, âlim konuştuğunda kendisini destekleyen pek çok kimse bulur. Câhil konuştuğunda ise sözü bastırılır.
Allah bir topluluk hakkında şer dilerse, câhillerini çoğaltır, âlimlerini azaltır. Öyle ki, câhil konuştuğunda kendisini destekleyen birçok kimse bulur. Âlim konuştuğunda ise sözü bastırılır.” (Câmiü’s-sağîr: 389)
Allah-u Teâlâ bir topluluğun hayrını murad ederse nur indirir ve o nura lâyık hakiki âlimler halkeder. Bu hakiki âlimler Hakk’tan konuşur, hakikati söyler.
Hakikat ehli onları tasdik eder, dolayısı ile iman, nur böylece yayılmış olur. Hakiki müslümanlar can-ı gönülden dinler, sözlerine riayet ederek iş görürler.
Çünkü onlar:
“Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar.” (Mâide: 54)
Âyet-i kerime’si mucibince hiç kimseden çekinmeden, korkmadan hakikati tebliğ eder.
Şüphesiz bu zamanda bu vazifeyi yapan hakiki âlimler de var.
Ancak devir fitne devri, ortalığı fitnelerin ve âhir zaman âlimlerinin işgal ettiği bir zaman.
Allah-u Teâlâ murad ederse nuru kaldırır, feyzi giderir, rahmeti azaltır, beşeriyet kupkuru kalır. Kupkuru kalması imandan yoksun olmasıdır. Feyiz, bereket, rahmet ve merhametten mahrum kalırlar. İşte o zaman insanlar boşaldığı zaman boş teneke gibi olur. İnsanlar boş olduğu için boş tenekeden iyi anlar. O zaman ortalığı fâsıklar kaplar, fâsıklar fazla olduğu için fâsıklar doğrulanır.
Meydan “allâmeyim” diye ortalıkta dolanan kara câhillerle dolu. Zira bugün ilim kaldırılmıştır.
İlim ölmüş, anarşi çoğalmıştır.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde bu âhir zamanı tarif buyurmuşlar ve ilmin ortadan kalkmasını kıyamet alâmeti olarak haber vermişlerdir:
“İlmin kalkması, bilgisizliğin yerleşmesi, çeşitli içkilerin içilmesi, zinanın aleni yapılması elbet kıyamet alâmetlerindendir.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 71)
Zaten ilmin kalkmasından sonra bütün bu haller türedi ve zuhur etti. Bütün bunlar küçük alâmetlerdir.
Diğer bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“İlmin azalması, bilgisizliğin çoğalması, fuhşun alana çıkması, kadınların çoğalması, elli kadına bir erkek düşecek kadar erkeklerin azalması kıyamet alâmetlerindendir.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 72)
Yetişen âlimler sırf dünyalık elde etmek için yetişti, hakiki âlim yetişmedi.
Zamanımızda Allah için tahsil yapan yok, memuriyet alayım ve geçineyim tahsili var.
İlmin olmayışı ve kötü âlimlerin sebebiyle insanları irşad ve ikaz eden olmayacak. Dolayısı ile fuhuş da alenen olacak.
Bundan ötürü bu haller husule gelecek.
Hadis-i şerif’te “İlim dinden başka gaye için tahsil edildiği.” buyuruluyor. (Tirmizî)
İlim Allah için değil, memuriyet için, geçim için tahsil edilecek. Görünüşte ilim tahsil ediyor denilecek, fakat menfaat, nam ve şöhret için tahsil edilecek, onların Allah-u Teâlâ ile ilgileri olmayacak.
Abdullah bin Amr -radiyallahu anhümâ-dan rivâyet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Allah-u Teâlâ ilmi size ihsan buyurduktan sonra (hafızanızdan) zorla çekip almaz. Lâkin âlimleri, ilimleri ile beraber cemiyet içinden alır, ruhlarını kabzeder. Artık kara câhil bir zümre kalır. Halk bunlardan dini ihtiyaçlarını sorarlar, onlar da (Âyet, Hadis gözetmeden) kendi düşünce ve arzularına göre fetva verip, hem kendileri saparlar hem de başkalarını saptırırlar.” (Buhârî Tecrîd-i sarîh: 2174)
Ne kadar güzel tarif buyurmuşlar.
İlim nasıl ortadan kalkacak?
Âlimlerin ahirete intikal etmesiyle kalkacak. Kıymetli zâtların hepsi vefat etti. Birinci yıkım ilmin kalkmasıyla oldu.
Herkes kendi düşüncesine, arzusuna göre fetva veriyor. Âyet-i kerime, Hadis-i şerif’e göre, hak ve hakikat üzere fetva veren var mı?
Hem kendilerini helâk ediyorlar, hem de müslümanları.
“Şüphesiz ki Allah-u Teâlâ ilmi insanlardan çekip alıvermez. Lâkin ilmi, âlimleri almakla kaldırır. Nihayet hiçbir âlim bırakmadığı vakit, insanlar birtakım kara cahilleri baş edinirler. Onlara sual sorulur. İlimsiz fetvâ verirler. Bu suretle hem kendileri saparlar, hem de başkalarını saptırırlar.” (Müslim: 2673)
İşte bu zaman!
Hakiki âlimlerin sayıca azaldığı, ilim yerine cehaletin ortalığı kapladığı, kendilerine âlim süsü veren bir takım kara cahillerin Hadis-i şerif’leri, geçmiş ulema ve fukahanın kıyas ve fetvâlarını reddedip hiçbir esasa dayanmadan keyiflerine göre fetvâlar verdikleri zamanlarda bilenlerin bildiklerini neşretmeleri, üzerlerine düşeni yapmaları gerekmektedir. Halbuki ilmin azalması ile hakiki âlimlerin yok olması sebebiyle bu vazife yapılamamaktadır.
Denilebilir ki şu kadar kitap okumuş, ezberlemiş, şu kadar biliyor.
Bu gibi iddialara Allah-u Teâlâ şöyle cevap veriyor:
“Kendilerine Tevrat yükletildiği halde, onu taşımayanların (onunla amel etmeyenlerin) durumu, koca koca kitaplar taşıyan merkebin durumu gibidir.” (Cum’a: 5)
Bunlar âlim görünen câhillerdir.
Bunların kara cahil olduğu nereden anlaşılır?
Birincisi;
Kendi varlığını, kendi nefsini ortaya koyması, “Ben biliyorum”, “Ben âlimim” demesidir. Bu gibi kimselerin hafızasında ne kadar bilgi olursa olsun bunlar İslâm âlimi değil, “Câhil” kimselerdir.
Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Yeryüzünde haksız yere böbürlenip büyüklük taslayanları, âyetlerimi idrâkten çevireceğim, anlamaktan mahrum edeceğim.” (A’raf: 146)
Kendilerini beğenip, haksız yere tefahür ettiklerinden ötürü Allah-u Teâlâ onları idrakten çevirmiştir. Allah-u Teâlâ “Âyetlerimi anlamaktan mahrum edeceğim.” buyuruyor. Allah-u Teâlâ’nın mahrum ettiği kimsenin âlim olması mümkün müdür? Mahrum kalanlardan olmamak için bu mahrum bırakılmışlardan uzak durmak gerekir.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
“Kim ki ben âlimim derse bilsin ki o cahildir.” (Münâvî)
Çünkü hakiki âlim, ilim iddiâsında bulunmaz. İlim iddiâ eden kişi ise âlim olmaz.
Neden?
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri buyuruyor ki:
“Size ilimden pek az bir şey verilmiştir.” (İsrâ: 85)
Âyet-i kerime’de insanlara “Az ilim” verildiği beyan buyurulmaktadır. Amma insan “Ene kabuğu”ndan çıkamadığı için bunu bilemedi.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu hususta şöyle buyuruyorlar:
“Hayatımda bir defa dahi Hazret-i Allah'a kul oldum diyemedim. Allah'ım ne olur Zât'ına has bir kul, Habib'ine ümmet eyle diyorum. Kul oldum diyemedim, siz ise âlim oldunuz, halbuki kendinizi bilmezsiniz. Kendini bilmek ne demektir biliyor musunuz? Yaratılışın olan bir zerreyi tefekkür edeceksin ve sonra kabirdeki eriyişini de tefekkür edeceksin ki, o hiçlik arasında O'nu bulacaksın. Bunu kim yapabildi? Arasan tarasan kaç kişi çıkar? Âlim!.. Neyin âlimi? Kendini bilmeyen neyi bilebilir?
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Nefsini bilen Rabb'ini bilir.” (Keşfü’l-hafâ)
Bütün sır bu Hadis-i şerif'in içinde saklı...”
Onların bu hareketleri bu hakikatlere ters düşüyor. Hakikatten haberleri olmadığı için kendi zanlarını hakikat diye satmak istiyorlar ve kendilerini allâme zannediyorlar. Çünkü nefisleri kendilerini kendilerine çok büyük göstermiş. Oysa hakikatte cahildirler, amma bilmezler.
Oysa kendilerine sorsan âlimim diye geçinirler. “Âlimim” demekten kendilerini alamazlar. Onlar ahkâm-ı ilâhî’ye bakmaya lüzum bile görmezler. “Ben biliyorum” derler. Fakat kendilerinden bihaber, kendilerini dahi öğrenememişler.
Hakikatte cahil olduklarını bilmezler.
Bunlar âhir zamanda türeyen “Kara câhiller”dir. Kendisinin en büyük âlim ve allâme olduğunu zanneder, câhil olduğunu bilmez. Kibrinden yanına sokulunmuyor, çünkü o kendisini beğenmiştir, kendisini büyük olarak zannediyor. Oysa biraz sonra Allah-u Teâlâ verdiği nimetleri alacak, çürüyecek. Pis kokusundan yanına kimse sokulamayacak. Bu hâl kibirlerindendir, kibir ise şeytandandır.
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kibrin kokusundan da Allah-u Teâlâ’ya sığınmıştı. Gençliğimde çok merak etmiştim. “Kibir nedir?” diye sordum. “Kibir pisliktir!” dediler.”
İşte Allah-u Teâlâ bu gibiler hakkında Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür.” (Zümer: 72)
Bunlar cennet-i âlâ’yı sol cebine koymuş, talip olanlara yüksek para ile satarlar.
Aldıklarını da sağ cebe atarlar. Bunlar dünyayı ahirete tercih edenlerdir, ahirette hiç nasipleri yoktur.
Çünkü o ilim ile her şeyi bildiğini zannediyor, kendisini bir allâme gibi görüyor, kendisinin haklı olduğunu ve Hakk yolda olduğunu zannediyor, amma câhil olduğunu bilemiyor, hakikatten haberdar olmadığını göremiyor. Bunun için de kurtulmayı hiçbir zaman düşünmez. Çünkü onun muallimi Hazret-i Allah değil.
Bu âlim gibi görünen câhiller, câhil olduklarını da bilmezler. Onlar akıl ile ve nefis ile konuşurlar. Nefsi, nefs-i emmâre’de kalmış; aklı, akl-ı meaş’ta kalmış. Oysa akıl beştir, hangi akılla hareket ettiğinden de haberi olmaz. Nefs-i emmare üç kısma ayrılır, ondan da haberi olmaz. Onu bilmez bunu bilmez, kendisini de bilmez, Yaratan’ını da bilmez. O hâlâ kendisinin allâme olduğunu zanneder, ilâhî hudutları çiğneye çiğneye gider.
Ne biliyorsun, nereye gidiyorsun?
Allah ehli Hazret-i Allah’ı tarif etmeye çalışırken sen kendini bile bilemiyorsun!
Bu âlim gibi görünen câhillerin durumu işte budur. O kendisine âlim sıfatı vermiştir.
Bunlara âlim denmez, nakilci denir. Kitaplarda bir şeyler görür, oradan alır, nakleder, okuduğunu halka bildirir. Halk da onun câhil olduğunu bilmez, halkı rahat sapıtır.
Bir de şu var ki, halka âlim olduğu zannını verdirmek için konuşuyorsa, halkı başına toplamak gibi bir gaye güdüyorsa gizli şirktir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Gizli şirk, insanların methini ve ihsanını veya tazimini kazanmak maksadıyla amel ve ibadet eylemektir.” (Câmiu’s-Sağîr)
Aslında bütün iyilikler Allah-u Teâlâ’dan gelir. Fakat insan O’nun bu lütfunu ve ihsanını bilmediği için kendi nefsine mâlediyor.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Sana gelen her iyilik Allah’tandır, bütün kötülükler de kendi nefsindendir.” (Nisâ: 79)
Buna rağmen birçok kimseler o ilmi kendine âitmiş gibi halka göstermeye çalışırlar. Bu ise vereni bir nevi inkâr demektir. Çünkü onun nefsi Allah-u Teâlâ’nın lütuf ve ihsanını kendisine mâletmiş, dolayısı ile dalâlete gitmiştir.
Kendisinde varlık gördüğü için “Ene kabuğu”ndan çıkamaz. Hakikatten haberi olmadığı için de kendi zannını hakikat diye satmak ister.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Kendinde varlık görmen, diğer günahlarla kıyaslanmayacak kadar büyük bir günahtır.” buyururlar.
Neden?
Allah-u Teâlâ:
“İçinizde... Görmüyor musunuz?” (Zâriyât: 21)
Buyuruyor.
O ise diyor ki: “Hayır! Ben içindeyim!” İşte bundan ötürü, insanın kendisinde varlık görmesi, diğer günahlarla kıyaslanmayacak kadar büyük günahtır. Bu ise apaçık bir şirktir, Allah-u Teâlâ’ya karşı gelmektir.
Nefisleri kendilerini kendilerine çok büyük göstermiş. Özünde nefis olduğu için sözünde de “Ben” var.
Kendisinde varlık gördüğü için, ağırlığını ortaya koyarak kendisini de ilmini de halka pahalıya satmaya çalışır.
Bu gibi kimseler ise kendilerini allâme zannederler, varlıkları ile iftihar ederler. Ayrılış noktası burasıdır.
“Allah-u Teâlâ Ayet-i kerime’sinde:
“Kendinizi beğenip temize çıkarmayın!”buyuruyor. (Necm: 32)
Kendisinde varlık görenler, kendisini beğenenler, her şeyi bildiğini zannedenler, etrafını küçük görenler, iki kitap okumakla ilmi olduğunu zannedenler, Allah-u Teâlâ’nın varlığını nefis putuna bağlamıştır ve nefsini ilâh yapmıştır.”
Bir de hususiyetle yetiştirilen İslâm düşmanları vardır, çeşitli yönlerden.
Aslında tahripçi olanların hepsi nasipsizdir.
Bakıyorsun profesör olmuş, dekan olmuş ve fakat hidayetten mahrum, mânen yoksun olduğu için, imanı boğazından aşağıya inmemiştir.
Her şeyi kendisinin bildiğini sanır, nefis putuna dayanır, yorumları yapar. Fakat kendi kendinden bîhaber, kendisini dahi öğrenmemiş.
Bunların kara cahil olduğu nereden anlaşılır?
Bu kara cehaletin ikinci sebebi dünya menfaatine tamah etmektir.
Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Dünya malına tamah, mârifetullah’ı âlimlerin kalplerinden izâle eder.” (Münâvî)
Bugün değil dünya malına tamah, harama helâle bakmadan dünyalık toplamaya çalışılıyor. Maaş da aldıkları hâlde ayrıca bir de halktan para alıyorlar.
Güya İslâm dinini temsil ediyorlar, fakat aslında İslâm dinini ifsad ediyorlar.
Bugün olduğu gibi.
Çünkü onlar kendileri câhildir, câhillere de babalık yapıyorlar, yani Ebu Cehil oluyorlar, ümmet-i Muhammed’i ifsât ediyorlar, din-i mübin’i kökünden yıkmaya çalışıyorlar.
İşte bu cühelâ böylece insanları hakikatten kaydırmak, menfaatleri için arzularını hüküm yerine koymak isterler.
Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Kim ki onunla, Aziz ve Celil olan Allah’ın rızâsı aranan ilimlerden bir ilmi dünyevi bir menfaat için öğrenirse, kıyamet gününde cennetin kokusunu bulamaz.” (Ebu Dâvud)
Şimdi bir bu Hadis-i şerif’e dikkat edin, bir de “Ben âlimim!” diyenlere bakın. Zira menfaatsiz adım bile atmazlar.
“Allah’ın âyetlerini az bir dünya menfaati karşılığında sattılar da insanları O’nun yolundan alıkoydular. Onların yaptıkları gerçekten ne kötüdür!” (Tevbe: 9)
Halbuki dünyaya düşkün olmak Allah-u Teâlâ’nın sevmediği bir şeydir.
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Bu ümmetin ulemâsı iki kısımdır: Biri Allah-u Teâlâ’nın kendisine ilim verip onu insanlar için sarfeden ve ona karşı ücret almayan, onu para ile satmayan kişidir. İşte böyle bir kişi için denizin balıkları, yeryüzünün hayvanları ve gökyüzünün kuşları istiğfar ederler.
Diğeri ise öyle bir adamdır ki, Allah ona ilim verdiği halde o ilimle Allah-u Teâlâ’nın kullarından bahillik eder, o ilimle ücret alır ve onu bir paha ile satar. İşte böyle bir adama kıyamet gününde ateşten bir gem vurulur.
Bir nidacı şöyle seslenir: ‘Bu kimseye Allah ilim vermişti, o ise onunla Allah’ın kullarına cimrilik etmişti ve onu bir paha ile satmıştı.’
Bu ateşten gem hesaptan ayrılıncaya kadar onun üzerinde kalır.”
Allah-u Teâlâ “İlmi ile dünyalık elde edenler” hakkında şöyle buyurmuştur:
“Onlar ise bunu arkalarına attılar ve az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kötü!” (Âl-i imran: 187)
Zira onlar hem kendileri yoldan çıkmış, hem de başkalarını yoldan çıkarmışlardır. Onların zararları yalnız kendilerine değil, başkalarının küfürlerine sebep oldukları için, zararları umuma sirayet etmektedir.
Allah-u Teâlâ ilmi aziz kıldığı halde, kötü âlimler ilmi mal ve mevki elde etmeye âlet ederler.
“Dinlerini oyun ve eğlenceye alanları, dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak.” (En’am: 70)
Bu gibi kimseler, uymaları ve yoluna girmeleri gereken dinlerini oyun ve eğlence edindiler. Dini hükümleri kendi arzularına göre yalan-yanlış yorumlamaya kalkıştılar. Zan, nam, gaye, maksat ve menfaatleri için bu Din-i mübin’i vasıta olarak telâkki ettiler.
Ve onlar dünyayı ahirete tercih ederler.
“Onlar ahiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir.” (Bakara: 86)
Onlar artık Hazret-i Allah ile ilgilerini kesmişler, halk ile ilgilerini kurmuşlar. Onların alış-verişi halk iledir. Yalnız nam ve şöhret düşünürler, gösteriş, riyaset ve mevki düşünürler. Halk da bunlara rağbet eder. Sözüne, kalıbına, elbisesine bakar.
Cabir -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“İlmi, âlimlere karşı böbürlenmek, cahillerle münakaşa etmek veya mevki-makam elde etmek için öğrenmeyin. Kim bunu yaparsa ona ateş gerekir ateş!” (Kütüb-i Sitte Muhtasar-ı Tercümesi. c. 16 sh. 551)
Tedris ve fetvâ işleri makam-mevki, mal-şöhret için olmadığı, ancak Allah-u Teâlâ’nın rızâsını kazanmak için olduğu zaman faydalı olur. Aksi halde çok büyük zararlar açar.
Ulemâ istikamette olduğu müddetçe cemiyeti istikamete yöneltirler. İstikametten ayrılırlarsa, halkı da dalâlete sürüklerler.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Dinin felâketine yol açan üç sebep vardır: Günahkâr fakih, zâlim devlet başkanı ve cahil müctehid.” (Feyz-ül Kadir)
Onlar Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in izinden çıktıkları için bu hâle düşmüşlerdir. Dini kendilerine uydurmaya çalışırlar. Makamını işgâl etmek isterler amma, asla ona benzemek istemezler. Sünnet-i seniyye’ye uymazlar. Nefislerine tâbi oldukları için emr-i ilâhiye’ye mugayir söz ve davranışta bulunurlar.
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Bilgisiz ibadet ehli kimseler var ki, şeytana maskaradır. Ve nice fâsık âlim var ki, ilmiyle azaba uğrayacaktır. Bunlardan hazer ediniz.” (Münâvî)
Madde ve menfaat uğruna dinden çıktıkları gibi, başkalarını da çıkarmaya çalışırlar. Dünyayı ahirete tercih ederler. Tahripçidirler. Simalarına baksan çok şey görürsün.
Bunların ilimlerinden kendilerine bir fayda olmaz. Hatta bu ilimleri kendilerine zararlı bile olur. Çünkü kıyamet gününde “Günah olduğunu bilseydik yapmazdık.” diyemezler.
Allah katında en makbul ilim, amel edilen ilimdir. Amelsiz ilim vebalden ibarettir. Yalnız öğrenmekle iktifa edenler âlim değil, ilmin kabıdırlar.
Hadis-i şerif’lerde şöyle buyuruluyor:
“İstediğiniz kadar ilim öğreniniz. Bildiğinizle amel etmedikçe, Allah’a yemin olsun ki mükâfata nail olamazsınız.” (Câmiü’s-sağir)
“Allah-u Teâlâ’dan faydalı ilim isteyiniz. Fayda vermeyen ilimden Allah’a sığınınız.” (İbn-i Mâce)
İlmiyle amel etmeyen, sözleriyle icraatları birbirini tutmayan kimseler hakkında Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmadığınız şeyleri söylemeniz Allah katında büyük bir gazaba sebeb olur.” (Sâff: 2-3)
Öğüt verme durumunda olan bir kimsenin, söylediklerinden önce kendisi tarafından yaşamasının sözden daha çok tesirli olduğu bir gerçektir.
“İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz?” (Bakara: 44)
Bir Hadis-i şerif’lerinde ise Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar:
“Kıyamet günü bir kişi getirilip cehenneme atılır. Bağırsakları karnından dışarı fırlar ve o haliyle değirmen döndüren merkep gibi döner. Cehennem halkı onun yanına toplanır da ‘Ey filân! Bu ne hal? Sen bize iyiliği emredip, kötülükten alıkoymaya çalışmaz mıydın?’ derler. O da ‘İyiliği emrederdim de kendim yapmazdım, kötülükten vazgeçirmeye çalışırdım da onu kendim yapardım.’ cevabını verir.” (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 1351)
İnsanın herkesten evvel kendi noksanlarını arayıp bulması ve onları düzeltmeye çalışması gibi irfan olamaz.
Zirâ Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekiniz.” buyuruyorlar. (Tirmizî)
Şimdiye kadar gelip geçen bütün hakikat ehli, kendi kusur ve noksanlıklarını araştırmaktan bir an bile gafil bulunmadıkları gibi, nefislerini itham etmekten de geri kalmamışlardır. Hem kendileri saadete ermişler, hem de tabi olanları ebedî saadete eriştirmişlerdir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Dünyaya karşı zühd dilde kalmadıkça, takvâ da yapmacık hâline gelmedikçe kıyamet kopmaz.” (Câmiu’s-sağîr: 9856)
Nice müttaki görünen kimseler vardır ki, uzaktan baktığın zaman onu müslümanların en ön safında görürsünüz, fakat takvâ içine nüfuz etmemiştir.
Diğer bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet yaklaştı. Halbuki insanların dünyaya karşı ancak hırsları artıyor, Allah’tan uzaklaşıyorlar.” (Hâkim)
Bu Hadis-i şerif’lere bakan bir ayna gibi kendisini görür, ona göre kendisini ayarlar.
Bilindiği gibi hakikat daima zâhir ise de dünya muhabbeti ve aşırı meşguliyetler sebebi ile kalp üzerine vâki olan perde insanı hakikatten uzaklaştırıyor, müşahededen ayırıyor.
Yoksa;
Mâni, men edici; Mu’ti, verici; Nâfi’, faydalı şeyler yaratan; Dârr, elem verici şeyler yaratan; Muhyî, diriltici; Mümit, hayata son verici; Settâr-ul uyûb, ayıpları örtücü; Ğaffâr-üz zünûb, günahları bağışlayıcı; yalnız Cenâb-ı Hakk olduğu halde, başka bir şeye sevgi beslemek ve kalbi ona bağlamak câiz olamaz.
Kur’an-ı kerim’inde:
“Allah hiç kimsenin göğsünde iki kalp yaratmamıştır.” buyuruyor. (Ahzab: 4)
Ki; birini muhabbet-i Mevlâ’ya, diğerini muhabbet-i mâsivâya hasretsin. Bir kalpte iki sevgi yaşamaz.
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretlerimiz bir mektuplarında kötü âlimler hakkında şu sözleri söylemektedir:
“Ulemânın dünyâ sevgisi ve ona düşkün olmaları, güzel yüzlerinde siyah bir leke gibidir. Bu gibi âlimlerden her ne kadar insanlara fayda olsa da, kendilerine olmaz. Her ne kadar dinin takviyesi, şeriatın teyidi bunlara bağlı ise de, bazı hallerde fücur ve fütur ehlinin de bu işi yaptığı vâkidir.
... Anlatılan belâya mübtelâ olmuş, dünya muhabbetine esir düşmüş olan âlimler kötü âlimler olup, insanların da en şerlileri ve din hırsızlarıdırlar. Bu hâlleri ile kendilerini halkın en faziletlileri sanırlar.
Şu Âyet-i kerime onların durumunu anlatır:
“Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar.
Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah’ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan fırkasıdırlar. İyi bilin ki, asıl kayba uğrayanlar şeytan taraftarı olanlardır.” (Mücâdele: 18-19)
Büyüklerden bir zât şeytanın boş oturduğunu görüp sebebini sordu. O da şöyle dedi: “Bu zamanın kötü âlimleri benim ağır işlerimi görüyorlar, beni böyle eli boş bıraktılar.”
Şu bir hakikattır ki, zamanımızda şeriat işlerindeki gevşeklikler ve duraklamalar hep kötü âlimlerin uğursuzluğundan ve kötü niyetlerinden dolayı husule gelmiştir.
Dünyaya gönül kaptırmayan, makam-mevki, şöhret, mal, riyâset sevdasında olmayan din âlimleri, âhiret âlimleridir. Peygamberlerin vârisleridir. Halkın, en iyileri en faziletlileri de bunlardır.
Yine bu zatlar:
“Kıyamet günü ulemânın mürekkepleri, şehidlerin kanları ile tartılacak ve bunların mürekkepleri ağır gelecektir.” ve
“Âlimin uykusu ibâdettir.” Hadis-i şerif’leri ile methedilmişlerdir.
... Nefislerinin esaretinden tamamen kurtulan meşâyihten bazıları, Hakk’a dayalı bir niyetle dünyâ ehli suretinde görünmüşlerdir. Bu zatları zâhirde dünyâya karşı istekli görürsünüz. Aslında onların dünyâ ile kalbî bir ilgileri yoktur.
Şu Âyet-i kerime onları anlatır:
“Öyle erler vardır ki, onları ne bir ticâret ne de bir alış-veriş zikrullahtan alıkoyamaz.” (Nur: 37)
Dünyâya bağlı görünürler, halbuki kalben bağlılıkları yoktur.
Hâce Bahâeddin Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretleri buyuruyor ki “Mina” pazarında genç bir tâcir gördüm. Elli bin dinara bir ticaret yaptı. O esnâda kalbi Allah-u Teâlâ’dan bir an bile gafil değildi.” (33. Mektup)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“İnsanlardan iki sınıf vardır ki, sağlam ve sâlih oluşları, umumun sağlam oluşunu, fesatları ise umumun bozulmasını mucip olur. Onların biri ulemâ, diğeri ümerâdır.” (Câmiü’s-sağir)
Toplumun düştüğü durumu hep beraber görüyoruz. Resulullah Aleyhisselâm’ın kıyamet alâmeti olarak haber verdiği her türlü seyyiat, her türlü ahlâksızlık, her türlü haram işleniyor. Bu bozulmaların en büyük sebebi işte budur, âhir zaman âlimleridir.
Sâlih, takvâ ve ihlâs sahibi olmak o kadar mühimdir ki;
Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“İnsanlar helâk olmuşlardır, ancak âlimler müstesna. Âlimler de helâk olmuşlardır, ilmi ile amel edenler müstesna. İlmiyle amel edenler de helâk olmuşlardır, ihlâs sahipleri müstesna. İhlâs sahipleri de büyük bir tehlike üzerindedirler.” (Keşfü’l-hafâ)
Bugün ortalığı ilmiyle amel etmeyen, ihlâs sahibi olmayan âlimler işgal etmiştir. Bunlardan birisi Yaşar Nuri Öztürk idi. Bir zamanlar çok meşhur idi. Halkı ifsad eden birçok fetvalar veriyordu. En sonunda deizmi müdafaa eden bir kitap yazdı ve öylece öldü gitti.
Bu gibi âhir zaman âlimleri bu âhir zamandaki fitnelerin bu kadar yayılmasının en büyük sebebidir. Çünkü halk bunlara baka baka ihlâsını, sıdkını kaybetti. Özellikle gençler arasında her türlü dinsizlik, her türlü sapkınlık moda oldu.
Âhir zaman, seyyiat zamanı. Her türlü fitnenin kol gezdiği bir zaman. Şöyle bir temsil verelim. Ateş çukurlarının olduğu bir arazide yürüyen bir kimseyi düşünün, birinden kurtuluyor, başkası karşısına çıkıyor, ondan kurtuluyor başkası önüne çıkıyor. Çok tehlikeli bir zaman. Düşen ateşe düşüyor.
Görünürde herkesin keyfi yerinde.
Âkıbetini hiç düşünmez, ahiret aklına gelmez, fâni varlıklara mağrur, nefsani zevklere düşkün, şehvetperest, rahat ve refah içinde. Nefisler almış başını gitmiş. Gidiyor ama nereye? Cehenneme.
Bir gün herkesin gözü açılacak ama artık ne çare!
“Amel defteri kendisine arkasından verilen kimse: ‘Mahvoldum!’ diye bağırır.” (İnşikâk: 10-11)
“Oku kitabını! Bugün hesap görücü olarak sen kendine yetersin.” (İsrâ: 14)
“Andolsun ki sen bundan gafildin. İşte şimdi senden gaflet perdesini kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir.” (Kâf: 22)
Kötü âlimler Allah-u Teâlâ’nın dinini bıraktıkları, şeytanın adımlarına uydukları için bu hale düşmüşlerdir.
Âlim olduklarını sandılar, ulemâ sıfatı altında cehaletlerini ve küfürlerini yaydılar. Bu gibi kimselerin ifsatları çok, tahribatları büyüktür.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Onlar hem insanları Kur’an’dan menederler, hem de kendileri ondan uzak dururlar.
Böylece ancak kendilerini helâke atarlar da farkına varmazlar.” (En’am: 26)
Kendileri Hazret-i Kur’an’ın nûr ışığından faydalanamadıkları gibi, başkalarının da faydalanmasına engel oluyorlar.
Onların kalpleri nifak ve şüphe ile doludur.
Âyet-i kerime’de buyurulduğu üzere:
“Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını arttırmıştır.
Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle onlara elem verici azap vardır.” (Bakara: 10)
Onlar Kitabullah’a itibar etmeyince, Allah-u Teâlâ da bu hastalığı taşıyanların hastalığını daha da arttırmıştır. Bu yüzdendir ki Allah-u Teâlâ’nın kahrına müstehak olmuşlardır.
Kendilerinin nasıl bir cehalet ve dalalet çukuruna düşmüş olduklarının hiç farkında değildirler.
Zan, nam, şöhret, madde ve menfaat uğruna dinden çıktıkları gibi, başkalarını da çıkarmaya çalışırlar.
Bu halleri ile kendilerini halkın en iyileri, en faziletlileri zannederler. Oysa bunlar Hazret-i Allah’ın yanında en düşük kimselerdir.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz’den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’te Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Ümmetimden birtakım zümreler türeyecektir. Onlar Kur’an’ı öyle okurlar ki; sizin okuyuşunuz onlarınkinin yanında hiç kalır. Namazınız da namazlarına göre bir hiç kalır. Orucunuz da oruçlarının yanında bir hiç kalır. Kur’an’ı okurlar, onu lehlerine zannederler, halbuki o aleyhlerine olacaktır. Namazları köprücük kemiklerinden öteye geçmez.
Nitekim onlar, okun yaydan çıktığı gibi İslâm’dan hemen çıkacaklar. Onlarla harp eden ordunun askerleri Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-inin dilinden kendilerine ne (kadar ücret)ler takdir edilmiş olduğunu bilselerdi (başkaca) çalışmaktan mutlaka vazgeçerlerdi.”
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- bu Hadis-i şerif’i ve devamını rivayet ettiği zaman Ubeyde es-Selmânî -radiyallahu anh-:
“Ey müminlerin emiri! Kendisinden başka ilâh olmayan Allah aşkına söyle! Sen bu Hadis’i Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bizzat işittin mi?” diye sordu.
O da: “Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki evet!” dedi. Ubeyde -radiyallahu anh- ona üç sefer yemin verdi, o da üç sefer yemin etti. (Müslim: 1066)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Saîd ve Enes -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinin bir noktasında da şöyle buyuruyorlar:
“Onlar insanları Kitabullah’a çağırırlar, fakat Kitap’tan zerre kadar nasipleri yoktur.” (Ebu Dâvud: 4765)
Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden bir zümre gelecektir. Onlar Kur’an okuyacaklar, fakat Kur’an’ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, bir daha da ona dönemeyeceklerdir. İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır.” (Müslim: 1067)
Bunlar nefislerini ilâh edinmiş, Hazret-i Allah’a hasım kesilmişlerdir. Niyetleri bozuk olduğundan ötürü Hazret-i Kur’an boğazlarından öteye geçmedi. İçlerine iman yerleşmediği için, boş oldukları için boşluğa düşüverdiler.
Ebu Derdâ -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Ümmetim hakkında üç şeyden korkuyorum: Âlimin hatası, münafıkın Kur’an’ı âlet ederek mücadeleye kalkması, kaderin inkârı.” (C. Sağîr: 277)
“Âlimim” diye geçinen câhil cühelâ olacak, Allah-u Teâlâ’nın rahmetinden feyzinden mahrum kalacaklar. İçi boş, dışı dolu.
O ilim onun boğazından geçip kendisine faydası olmadığı gibi, beşeriyet de ondan fayda göremez. Çok konuşur, fakat içi boş olduğu için hiçbir kimse hiçbir şekilde istifade edemez.
Bugün âlim geçinenlerin durumu budur. Aslında kalbi inkâr ediyor, fakat içyüzünü bildirmemek için âlim olarak görülüyor.
Bunlara taraftar olanlar, onları başa çıkarırlar. Kendi arzularını savunsun, küfrünü desteklesin, İslâm’ı içten içe yıksın diye makama çıkarırlar. Bugünkü durum Hadis-i şerif’te olduğu gibi tarif ediliyor.
Kötü âlimler madde ve menfaat uğuruna dinden çıktıkları gibi başkalarını da çıkarmaya çalışırlar.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Kendilerine kitaptan nasip verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı istiyorlar.” (Nisâ: 44)
Bu gibi kimselerin cezasını Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde beyan buyurmaktadır:
“Allah’ın âyetleri üzerinde tartışanları görmez misin? Nasıl da döndürülüyorlar?
Onlar Kur’an’ı ve peygamberlerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlardır.
Pek yakında bilecekler!
Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde kaynar suda sürükleneceklerdir, sonra da ateşte yakılacaklardır.
Sonra da onlara denilecektir ki: Ortak koştuklarınız nerede?” (Mü’min: 69-73)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Dini ilimleri muhtaç olandan saklayan âlimlere denizdeki balıklara ve semâdaki kuşlara varıncaya kadar her şey lânet okur.” (Câmiü’s-sağir)
İşte hakikati bilerek gizleyen, ahkam mucibince hareket etmeyen bu âlimlere; görülüyor ki Allah-u Teâlâ’nın yarattığı her mahlukat lânet eder, fakat onlar bilmezler. Çünkü gayeleri peşinde koşarlar. Gerçekten onlar imandan da mahrumdurlar. İmanları boğazlarından aşağı geçmiş değil, yani imanları surette kalmıştır.
“Kendisinden sorulan bir meseleyi ehlinden gizleyip cevâbını vermeyen âlimin ağzına cehennem ateşinden bir gem vurulur.” (Tirmizî)
“Kim insanların dini işlerinde Allah’ın faydalı kıldığı bir ilmi gizlerse, Allah kıyamet gününde onu ateşten bir gem ile gemler.” (İbn-i Mâce: 265)
İşte Hadis-i şerif’ler bunları tarif ediyor.
Her şeyi kendisinin bildiğini zanneden, Âyet-i kerime’ler üzerinde delilsiz ve mesnedsiz olarak tartışmaya girişen, kendi zannına göre yorumlar yapıp fetvalar veren kötü âlimler hakkında da Resul-i ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
“Sizden cehennem ateşine en ziyade cesur olan kimse, sağlam bilgisi olmaksızın dini meselelerde fetva vermeye cesaret gösterendir.” (Câmiü’s-sağir)
“İlmi olmayan kadı ile, ilmi olduğu halde ilmiyle amel etmeyen kadı, ikisi de cehennemde, ilmiyle beraber haktan ayrılmayan kadı dahî cennettedir.” (Ebu Dâvud)
“Dînî meselelerde yeterli ilmi bulunmadığı halde bir mes’elede kendiliğinden fetvâ veren kimseye göklerde ve yerlerde mevcûd olan melâike lânet eder.” (Câmiü’s-sağir)
“İlmi olmadan şer’i meselelere fetvâ veren kimseye melâike lânet okur.” (Münâvî)
Bunları Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyuruyor, âhir zaman âlimlerinin durumunu duyuruyor.
Bugün din alimiyim diye ortalıkta dolaşanların bazıları fâize fetva veriyor.
Allah muhafaza.
Halbuki Allah-u Teâlâ:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun! Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın. Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu bilin.” buyuruyor. (Bakara: 278-279)
Dikkat ederseniz Allah-u Teâlâ “Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın.” buyuruyor.
Bugün bankalarla herkes haşır-neşir olmuş, değişik isimler adı altında paralar veriliyor. Bu fâiz değil midir? Din adına, dini kisveye bürünüp “İslâm’ım” diye ortaya çıktığı halde bu paraya el sürmeyen kaç kişi var?
Bunların durumu bu olursa halkın durumu ne olur?
Ne olduğunu görüyoruz işte.
Öyle bir devir ki her türlü haram hoş görülüyor. İşte bunun için bugüne âhir zaman deniliyor.
Hazret-i Allah iman ile küfrü, hak ile bâtılı, hakikat ile dalaleti kesin olarak ayırdığı halde bilerek karıştırmaya çalışanlara hitap etmektedir:
“Hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bilerek hakkı gizlemeyin!” (Bakara: 42)
Bir zamanlar ülkemizde FETÖ tarafından bayraktarlığı yapılan “Dinlerarası Diyalog Projesi”, Vatikan’ın “Hıristiyan olmayanları hıristiyanlaştırmak” projesidir. Bu projeye BAE başta, Suud-i Arabistan Veliaht Prensi, El Ezher Şeyhi, Şii dini lider Sistani gibi kişiler destek veriyor. Aslında küffar Batı, Vatikan gibi mahfiller bu gibi ifsatçıları destekliyor, hatta kendisi ortaya çıkartıyor, ki İslâm’ın asliyetini bozsun, kendisi yol bulsun.
Dikkat ederseniz küffar “Dinlerarası Diyalog”, “İbrahim Kardeşliği” gibi çeşitli kavramlar altında küfrün hoş görülmesi ve gösterilmeye çalışılması faaliyetlerini mütemadiyen devam ettirmeye, imanla küfrü karıştırmaya çalışıyor.
FETÖ marifetiyle Türkiye’de ve Türkiye üzerinden bütün İslâm dünyasında yaymaya çalıştıkları bu faaliyetleri 15 Temmuz’da büyük bir darbe almış olmasına rağmen, 2017’den beri BAE, Suudi Arabistan, Mısır ve en son Irak ile bu icraatlarını devam ettirmeye çalışıyorlar.
2016 yılında BAE Veliaht Prensi Zayed Vatikan’a gitmiş, diyaloğa ihtiyaç olduğunu söylemişti.
Papa 2017 yılında Mısır’a “Barışın Papa’sı, Barışın Mısır’ında” temalı bir ziyaret yaptı. Mısır’a giderken “Bu bir birlik ve kardeşlik gezisidir” dedi. El Ezher Üniversitesi İmamı Şeyh Ahmed El Tayyib ile görüştü. El Ezher’de düzenlenen Uluslararası Barış Konferansı’nda yaptığı konuşmaya Arapça “Es selamu aleyküm” diyerek başladı, Şeyh El Tayyib’i “kardeşim” diyerek selamladı.
2018 yılında Kral Selman, Vatikan Dinlerarası Diyalog Konseyi Başkanı Kardinal Jean Louis Touran ile görüştü.
Papa 2019’da Birleşik Arap Emirlikleri’ne gitti. Tarihte Arap yarımadasına giden ilk papa oldu. Burada “Dinlerarası Buluşma”ya katıldı. Mısır El Ezher Üniversitesi İmamı Şeyh Ahmed El Tayyib ile “Dünya Barışı ve Birlikte Yaşamak İçin İnsanların Kardeşliği Belgesi” başlıklı ortak belge imzaladı. En büyük stadyumda ayin yaptı.
Papa 2021 yılında Irak’a gitti. Yine benzer mesajlar verdi, yine “Selamün aleyküm” dedi, barış için geldim dedi. Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi, Papa’nın ziyareti nedeniyle 6 Mart’ı “Ulusal Hoşgörü ve Birlikte Yaşama Günü” ilân etti.
Papa gittiği Ur’da “İbrahimin çocukları” adı altında dinlerarası buluşma toplantısı yaptı, ayine katıldı.
Şiilerin dini lideri Ayetullah Ali Sistani ile evinde görüştü. Bu görüşmenin maksadı İslâm’a ve Türkiye’ye karşı bir ittifak oluşumunun adımıdır.
Vatikan Sözcüsü Matteo Bruni “Tarihte ilk kez bir Papa, Irak’a gidiyor. Aynı zamanda Papa, ilk kez nüfusunun çoğunluğu şiilerden oluşan bir ülkeye gidiyor” diye konuştu. Gezinin Irak ve bölgedeki hıristiyanlara dayanışma amacı taşıdığını, dinlerarası buluşma için bir fırsat niteliği taşıdığını söyledi, “Kardeşlik ve umut. Bu iki kelime, Papa’nın Irak ziyaretini özetlememize yardımcı olabilecek iki kelime.” diye konuştu.
Bu yıl 2022 Eylül ayında Kazakistan’da, Kasım ayında Bahreyn’de hoşgörü-diyalog toplantısı yaptılar.
Dikkat ederseniz sürekli bir hoşgörü, kardeşlik, barış mesajları var. Ve fakat Türkiye özellikle 15 Temmuz’dan sonra sürekli Batı’nın taşeronları ile mütemadiyen bir savaş içinde. Yine Papa’nın ziyaret ettiği BAE başta olmak üzere bütün ülkelerde aşırı bir Türkiye düşmanlığı var.
Bunların dili PKK’nın diline benziyor, sürekli barış diyorlar, barış dedikçe saldırıyorlar. Terör örgütlerinin adına demokrat ismini yakıştırıyorlar.
Özellikle Türkiye mevzu bahis olduğunda bunların barış ve demokrasiden anladıkları savaş ve katliam.
Savaşın ismini değiştirip barış diyorlar, vahşetin ismini değiştirip demokrasi diyorlar.
Bu söylemler, bu toplantılar İsrail’le normalleşme adı altında hep müslümanların aleyhine dönüyor. Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan, Suudi Arabistan, Mısır, Irak … bütün bölge ülkelerini bu maske altında güdümlerine almaya çalışıyorlar, alıyorlar.
“Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar.” (Bakara: 120)
Bu fitneye, bu zehirli faaliyetlere karşı bütün müslümanların uyanık ve müdrik olması lâzım. Özellikle küffarın her türlü cephesini İslâm’a ve müslümanlara dönmüş olduğu bu devirde.
Irak’ta, Afganistan’da müslümanlara yaptıkları zulüm ve katliamlar hâlâ hafızalardadır. Bugün de her İslâm ülkesini karıştırarak, insanlarımızı birbirine düşürerek aynı zulüm ve katliamın devam etmesi için ellerinden geleni yapıyorlar.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri; FETÖ terör örgütü lideri Fetullah Gülen 1990’lı yıllarda Türkiye’de “Küfrü hoşgörü” fitnesinin bayraktarlığını yapmaya başladığı zaman gerek dergilerimizde yazmış oldukları makalelerinde, gerek neşretmiş olduğu eserlerinde hem FETÖ’nün içyüzünü ortaya serdiler, hem de “Küfrü hoş görü fitnesi”ni söndürmek, ümmet-i Muhammed’i uyandırmak için büyük bir mücadele verdiler. Bütün herkesin bunlara iyi nazarla baktığı bir zamanda âdeta tek başlarına mücadele ettiler.
Ezcümle konuyla ilgili;
“Küfrü Hoş Gören Narcıların İçyüzü” (Yayın Tarihi: 1999)
“Yahudilerin Hıristiyanların ve Münafıkların İçyüzü” (Yayın Tarihi: 2000)
“Biz Küfrü Hoş Görenlerden Değiliz” (Yayın Tarihi: 2005)
“Hainlerin İçyüzü” (Yayın Tarihi: 2006)
“Küfrü Hoş Gören Dinine ve Vatanına İhanet Eden Sahte Kahramanlar” (Yayın Tarihi: 2006)
“Hâin Tezgâh” (Yayın Tarihi: 2010)
İsimli kitaplarını yayınladılar.
2000’li yıllarda FETÖ’nün açtığı çığırdan istifade ederek memleketimizi manen işgal etmeye çalışan hıristiyan misyonerleri ile, Vatikan ve uzantıları ile mücadele ettiler.
Hıristiyanlar Türkiye’yi ele geçirmeye çalışırken, teslim almak için uğraşırken, bu Zât-ı âli gerek Türkiye’de gerek dünyanın her yerinde İslâm’a davet broşürleri ile hıristiyanları Hakk’a davet etti, bu misyonerleri mağlup etti.
Haçlıların önünü açan, hıristiyanların küfrünü hoş göstermeye çalışan FETÖ hakkında herkesin bunlara iyi nazarla baktığı bir devirde şöyle beyan buyurmuşlardı;
“Vatanımızı istilâya kalkıyorlar, bir harp olsa bunlar bizi arkadan vururlar. Zira bunlar dışarıdan idare ediliyor, başkasına hizmet ediyorlar.
Dinimizi ve vatanımızı içten kemiren kurtlardır bunlar. ... Bunlar hâindir, Amerikan uşağıdır, başkasına hizmet ederler, amma Türkiye’yi içten kemirmek isterler. ...
Küffar bunlarla eğlendi, “Dinlerarası diyalog” adı altında bunları küfre davet etti. Bunlar da memnuniyetle kabul ettiler. “Misyonunuzun -küfrünüzün- bir parçası olmak istiyoruz!” dediler.
Oysa biz bunların hepsini zamanla tek tek bildirmiştik.
Fakat onlar küfrü hoş gördükleri için, küfre iltihak etmek için, yaranmak için böyle yaptılar.
Kâfir bu kadar aleni küfrediyor, kinini kusuyor. Bunlar hâlâ biz diyaloğa devam ediyoruz diyorlar. Bu kadar ihanet olur mu?
Uyan be kardeş!!
Bu kadar açık beyanlardan sonra hâlâ kâfirin küfrünü hoş gören hâinlere “Dur!” de!” (“Küfrü Hoş Gören Dinine ve Vatanına İhanet Eden Sahte Kahramanlar”, Yayın Tarihi: 2006, s. 26-27)
“Hıristiyanların namına çalışır, onların himayesi altındadır. Türkiye ile ve İslâm ile hiçbir ilgileri yoktur.” (“Biz Küfrü Hoşgörenlerden Değiliz”, s. 134)
“Diyalog ve Hoşgörü” adı altında yapılan propaganda ve faaliyetler gerek dinimizde ve gerek vatanda çok büyük zararlara sebep olmuştur. Olmaya devam etmektedir. Küfrü hoş görenlerin İslâm ile hiçbir alâkası yoktur.
...Türkiye’nin zararını kendine kâr gören Hıristiyan ülkeler “Hoşgörü ve diyalog” müdafilerine gerek maddi, gerek siyâsi, gerek istihbarî olarak çok büyük destek veriyorlar. Özellikle Amerika böylece Türkiye’ye nüfuz etmek, Türkiye’yi İslâm’a ve İslâm ülkelerine karşı kullanmak istediği gibi, Avrupa da madden ve siyaseten ülkemiz üzerindeki emellerine kavuşmak istiyor.” (“İslâm Dini’ne ve Vatanımıza İhanet Eden Hainlerin İçyüzü”, s. 569)
Bozulmuş, asliyetini kaybetmiş hıristiyanlık ve yahudiliği Allah katında din olan İslâm dini ile bir gibi göstemeye çalışanlar, bu husustaki Allah-u Teâlâ’nın hükümlerini çiğneyenler, kim olursa olsun otomatikman küfre kaymışlardır. Bu fitneye çanak tutan ahir zaman âlimleri ve amirlerinin İslâm’a ve müslümanlara, müslümanların aziz vatanlarına vermiş olduğu zararı havsala almaz. Türkiye’de hep beraber yaşadık, uçurumun kıyısından döndük. Ya giden imanlar? Bunca insanın imanları gitti, imanlarını çaldılar.
Küffar FETÖ’nün hizmetinden ne kadar memnun olmuş ki hâlâ FETÖ elebaşına ve örgütüne kol-kanat geriyor, koruyor, kullanmaya devam ediyor.
Devir değişiyor, isimler değişiyor, küffarın fitnesi aynen devam ediyor.
Bu âhir zaman âlimlerinin ve bugünkü fitnelerin yüzünden istikamet üzere bulunmak, iman ile ahirete irtihal etmek iyice müşkil duruma düşmüştür. İmanlar yanıyor, ortalık adeta manevî bir yangın yerine dönmüş. Kurtuluş ne mümkün?
Öyle bir devir ki; benlik davası güdenler zuhur ediyor, peşine taktıklarıyla beraber cehenneme yuvarlanıyor.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri’nin “Binaenaleyh bu devirde imanla gitmek ne demek bilmiyorum.” buyurdukları bir zamandayız.
Ey müslüman kardeş!
Bu âhir zaman âlimlerine kanma, onların fetvalarına ve çıkarttıkları fitnelerine aldanma! Allah-u Teâlâ’nın hükümlerine, Resulullah Aleyhisselâm’ın Sünnet-i seniyye’sine; Hazret-i Kur’an’a ve Hadis-i şerif’lere sarıl, imanını kurtarmaya bak.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Birtakım fitneler olacaktır. O fitnelerin kapıları başında cehennem ateşine çağırıcı kimseler olacaktır. Bir ağacın kökünü ısırır halde ölmen onlardan birisine tâbi olmandan senin için daha iyidir.” (İbn-i Mâce: 3981)
Fitne dönemlerinde fitne gruplarından uzak durmak en uygun olanıdır.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir diğer Hadis-i şerif’lerinde de şöyle buyuruyorlar:
“Mutlu kimse fitnelerden uzakta kalandır, mutlu kimse fitnelerden uzakta kalandır, mutlu kimse fitnelerden uzakta kalan ve fitneye maruz kalıp da sabreden kişidir. Fitneye başlayan ve çalışanın vay haline!” (Ebu Dâvud)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde “Kıyamet kopmadan önce vuku bulacak alâmetlerden altı şeyi sayınız” buyurduktan sonra beşinci olarak “İstisnasız her Arap evine girecek bir fitnenin yayılması.” buyurmuşlardır. (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 1313)
Başka bir Hadis-i şerif’lerinde de:
“Benim gördüğümü görüyor musunuz? Ben sizin evlerinizin arasında fitnelerin yerlerini yağmur yerleri gibi görüyorum.” buyurmuşlardır. (Buhârî. T. sarîh: 889 - Müslim: 2885)
Televizyon vesaire, buna mümasil fitneler her eve girdi. Bugün ise cep telefonu vs ile her insanın cebine girdi. Her türlü ahlaksızlık, her türlü rezalet ve buna mümasil fitnelerin yanında bu âhir zaman âlimlerinin yaydığı imansızlık fitnesi de bu sayede herkesin evinde, elinde, cebinde. İnsan günah işlediği zaman günahkâr olur, ancak imanı gittiği zaman kâfir olur. Çok dikkat etmek lâzım, imansız âhir zaman âlimlerinin fetvalarını, fitnelerini hoş görmemek lâzım. Allah ve Resul’üne sığınmamız, azami gayretle vakar ve istikametimizi, ihlâsımızı muhafaza etmeye çalışmamız lâzım.
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet kopmazdan önce karanlık gece kıtaları gibi fitneler olacak. Bu karışıklıklar içinde kişi mümin olarak sabahlayıp kâfir olarak akşamlar, mümin olarak akşamlayıp kâfir olarak sabaha çıkar. Birçok kimseler azıcık bir dünyalık karşılığında dinlerini satarlar.” (Tirmizî: 2196)
İşte bu zaman!
Fitnenin vehametinden insan bir günde bu derece değişiklikler geçiriyor, günü gününe saati saatine uymuyor, kalpler bozuluyor, iman sâfiyeti kalmıyor.
Binaenaleyh imanımızın selâmeti için, cehennem ateşine düşmemek için; bu fitnelerden uzak durabildiğimiz kadar uzak durmamız, bu fitneci âhir zaman âlimlerinden kaçabildiğimiz kadar kaçmamız lâzımdır.
İmanımızda, istikametimizde gayet ciddi bir gayret göstermemiz lâzım.
Müslüman çok dikkatli olacak. Helâl lokma yemeye dikkat edecek. Atacağı adıma bakacak da atacak. Söyleyeceği sözü tartıp da söyleyecek. Dinin, ahkâmın olduğu yerde lâubâli olmayacak.
Edeple, büyük bir azimle Allah-u Teâlâ’ya sığınmamız lâzım. Çok tehlikeli bir zamandayız.