Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e tâbi olmak, yolunda bulunmak, onu malından da hatta canından da fazla sevmek; hem Allah sevgisinin delili ve tezahürü, hem de Allah tarafından sevilmenin sebebidir. İnsanı Allah sevgisine mazhar eder.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Resul’üm! Onlara söyle: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tâbi olun ki, Allah da sizi sevsin.” (Âl-i imran: 31)
Kalplerinizden perdeleri kaldırsın, aşırılıklarınızı gidersin, sizi cennetlerine yaklaştırsın ve katında sizlere yer hazırlasın.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“O Peygamber müminlere öz nefislerinden evlâdır, canlarından da ileridir. Zevceleri ise müminlerin anneleridir.” (Ahzâb: 6)
Resulullah Aleyhisselâm müminlere öz nefislerinden niçin evlâdır? Bu Âyet-i kerime’yi şimdiye kadar hiç açmadım.
Meselâ nefsinin arzuları, şehvetinin istekleri, şeytanın teşvişleri, dünyanın süfli hayatını yaşama arzuların var. Bütün bunların hepsi, senin cehenneme girmen için birer vesiledir.
Sen bütün varlığınla cehenneme doğru giderken; Sebeb-i mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz varlığı ile, rahmeti ve bereketi ile seni cehennemden kurtarmak için çalışıyor.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Allah’a tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rüku ve secde edenler, iyiliği teşvik edip kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah’ın koymuş olduğu hududu muhafaza edenler var ya!.. Resul’üm! İşte böyle müminleri cennetle müjdele!” (Tevbe: 112)
Cehennemden kurtarmak için o seni buraya dâvet ediyor. Hudutlara riâyet edenler kurtuluyor.
Allah-u Teâlâ senin yaratılış gayeni:
“Ben cinleri ve insanları ancak (beni bilsinler) bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyat: 56)
Âyet-i kerime’si ile beyan buyurdu. Amma sen nereye uydun, nereye daldın?
Seni ibadet etmen için yarattı, gayen budur. Nefsinin arzuları, şehvetinin istekleri, şeytanın teşvişleri, dünyanın süfli hayatını yaşama arzuları için yaratmadı.
Bu mülkün sahibi bizi bu imtihan sahnesine gönderdi, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini dinlememiz için...
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” buyuruyor. (Enbiyâ: 107)
Âlemdeki her zerrede hayat var. Sebebi de Sebeb-i mevcûdat olan Resulullah Aleyhisselâm’dır. O “Nur”un sayesinde âlemlere rahmet ve hayat veriyor. Âlemlerin hayat bulması o nur sayesindedir.
Hadis-i kudsî’de ise şöyle buyuruyor:
“Sen olmasaydın, felekleri yaratmazdım.” (K. Hafâ)
Demek ki o eflâktan değil, eflâk onun nurundan yaratılmıştır. O Sebeb-i mevcûdat’tır, senin varlığına sebeptir. Eğer o olmasaydı, sen olmayacaktın. Aynı zamanda âlemlere rahmettir, hayat onunla kâimdir.
O öyle bir nurdur ki, nurları o nurdan yarattı.
O öyle bir ruhtur ki, ruhları o ruhtan yarattı.
O öyle bir kandil ki;
“Ey Peygamber! Biz seni bir şahid, bir müjdeci, bir uyarıcı, Allah’ın izniyle Allah’a çağıran ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzab: 45-46)
Âyet-i kerime’si ile Allah-u Teâlâ onu bütün âlemleri nurlandıran bir kandil olarak vasıflandırıyor.
Bunu böyle bilip iman edenin imanı kemâle ermiştir. Bu halde olmayanlar her ne kadar iman etmiş görünüyor iseler de kâmil imandan mahrumdurlar, imanları surette kalmıştır.
Bir Hadis-i şerif’te ise şöyle buyuruluyor:
“Ben her mümine kendisinden daha evlâyım.” (Müslim)
Bunun sebebi, Sebeb-i mevcûdat oluşudur. İnsanın mânevi hayat bulmasına yegâne sebep onun “Rahmeten lil-âlemin” olmasıdır. O, Hazret-i Allah’a ulaştırmak için tek bir rehberdir. Eğer o lütuflar olmasaydı dalâlette ve karanlıkta kalınırdı. Senin nefsin cehenneme atılsaydı bundan daha büyük zulüm mü olurdu? Onun için gerçekten de kendi nefsinden evlâdır. Yalnız bilen için...
Herkes Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i sevdiğini iddiâ edebilir. Gerçekte ise peygamber sevgisi kesin olarak itaat etme ve hiçbir surette muhalefet etmemekle gerçekleşir.
•
Hifa -radiyallahu anhâ-, Ashâb-ı kiram’dan iffetli ve zengin bir hanımdı. Medine-i münevvere’de güzelliği ve ahlâkı ile meşhurdu. Tevekkül sahibi, kazaya rızâ gösteren ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e ziyadesiyle bağlı olup, sözünden hiç çıkmayan bir sahabiye idi. Ahireti çok düşünüp aklından hiç çıkarmaz, onun için çalışır, sâlih ameller işlemek için uğraşırdı.
Hifa -radiyallahu anhâ- bir gün Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e gelerek: “Yâ Resulellah! Beni cennete götürecek bir iş bana öğret!” dedi. Bu arzu üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Önce bir erkekle evlenmen lâzımdır. Bununla dininin yarısını emniyete alırsın.” buyurdu.
Bu emir üzerine: “Yâ Resulellah! Dengim kim olabilir? Bana Habeşistan hükümdarı melik Necâşi evlenme teklifinde bulundu. Fakat ben onun bu teklifini kabul etmeyip geri çevirdim. Hatta yüz deve ile pek çok ziynetler veren de oldu. Onu da kabul etmedim. Bugün ise kurtuluşun evlenmekte olduğunu buyuruyorsunuz. Yâ Resulallah! Kimi beğenip uygun görürseniz, ben ona râzıyım.” dedi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hifa -radiyallahu anhâ-ya:
“Yarın sabah mescide en önce kim gelirse onunla evlen.” buyurdu.
Sonra Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ashâb-ı kiram’a:
“Yarın sabah mescide kim en önce gelirse bu kadınla onu evlendireceğim.” buyurdu.
Ashâb-ı kiram’ın hepsi bu duruma râzı oldular. Allah-u Teâlâ bunu işitenlere öyle bir uyku verdi ki biri hariç hiçbir sahabi erken uyanamadı. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise ilk önce kimin geleceğini merakla bekliyordu. Birden bire Hazret-i Süheyb -radiyallahu anh- göründü.
Süheyb -radiyallahu anh-; kimsesi olmayan, fakir, rengi siyaha yakın, görünüşü güzel olmayan, zayıf ve çelimsiz bir sahabe idi. Hifa -radiyallahu anhâ- ise son derece asil ve zengindi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz namazdan sonra, Hifa -radiyallahu anhâ-yı çağırdı ve durumu bildirdi. Hifa -radiyallahu anhâ- ise Allah-u Teâlâ’nın kazasına râzı olduğunu, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e arz etti. Bu durum üzerine, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hutbe okudu, nikâh akdi yapıldı ve akabinde şöyle buyurdu:
“Ey Süheyb! Kalk bu hanımın için bir şey al!”
O ise; “Yâ Resulellah! Dünyalık olarak bir dirhem gümüşüm bile yok!” diye karşılık verdi.
Bu arada Hifa -radiyallahu anhâ- emretti, on bin dirhem gümüşlük bir kese getirdiler, Süheyb -radiyallahu anh-a verdiler ve ona: “Git gerekli olanı al!” dediler.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de: “Ey Süheyb! Hanımının elini tut, onu evine götür.” buyurdu.
“Yâ Resulellah! Benim evim mescittir, hangi eve götüreyim?” diye sordu. Bunun üzerine Hifa -radiyallahu anhâ- şöyle cevap verdi: “Konağımı sana bağışladım, beni oraya götürebilirsin.”
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu duruma çok memnun oldu ve ikisine de duâ etti. Ashâb-ı kiram da bu hareketi çok övdüler ve Allah-u Teâlâ’ya hamdettiler. Daha sonra konağa gidildi ve yemek yenildi. Yemek bittiğinde Hifa -radiyallahu anhâ-:
“Ey Süheyb! Bil ki, ben sana nimetim, sen bana mihnetsin. Sen bu nimete şükür, ben bu mihnete sabır için, gel bu geceyi ibadet ve taatle geçirelim. Sen şükür ediciler, ben de sabır ediciler sevabına kavuşalım. Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
‘Cennette yüksek bir çardak vardır. Bunda yalnız şükür edenler ve sabır edenler bulunur.’ buyurdu.”
O gece ikisi de ibadet ile meşgul oldular. Cebrâil Aleyhisselâm, geceki durumdan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i haberdar etti. Cennet ve Cemâl-i ilâhî ile müjde verdi. Süheyb -radiyallahu anh- sabah mescide geldiğinde, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de buyurdu ki:
“Ey Süheyb! Geceki halini sen mi anlatırsın, ben mi söyleyeyim?”
“Siz söyleyin yâ Resulellah!” diye cevap verdi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz durumlarını ve ne yaptıklarını onlara bildirdi ve sonra şu müjdeyi verdi: “Siz cennetliksiniz ve orada Allah-u Teâlâ’yı göreceksiniz.”
Süheyb -radiyallahu anh- sevincinden ve cennette Allah-u Teâlâ’yı görmek müjdesine kavuşmak şevkinden, başını secdeye koydu ve şöyle duâ etti:
“Yâ Rabb’i! Eğer beni mağfiret etmişsen, günahlara bulaşmadan ruhumu al!”
Allah-u Teâlâ onun duâsını kabul ederek ruhunu secdede iken aldı. Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- bu durumu görünce ağladılar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de buyurdu ki:
“Daha şaşılacak bir şey var. Hifa da şu anda ruhunu Allah’a teslim etti.”
İkisinin de namazını kıldılar. Her ikisini yanyana defnettiler. Başları ucuna iki tahta koydular.
Bir tahtaya: “Bu Allah-u Teâlâ’nın nimetine şükür edenin kabridir.”
Diğerine ise: “Bu Allah’ın mihnetine sabır edenin kabridir.” diye yazdılar.