Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde geçmişte yaşamış kavimlere de uyarıcılar gönderilmiş olduğunu ve onların Hakk’a yönelmeleri ve niyazda bulunmaları için bazı felâketlere uğratılmış olduklarını beyan buyurmaktadır:
“Resul’üm! Senden önceki ümmetlere de peygamberler göndermiştik. (İnkârlarından dönüp boyun eğsinler), yalvarsınlar diye, onları yakalayıp darlık ve sıkıntılarla (çeşitli hastalıklarla) cezalandırmıştık.”(En’âm: 42)
Nice kavimler gelmiş geçmiş, nâil oldukları nimetlerin kıymetini bilememişler, Rabb’leri tarafından verilen müsaade ve mühletten istifade edememişler, neticede de büyük felâketlere uğramışlardır.
“Hiç değilse, kendilerine bu şekilde azabımız geldiği zaman yalvarıp yakarmalı değil miydiler? Fakat kalpleri iyice katılaştı, şeytan da yaptıklarını onlara cazip gösterdi.”(En’âm: 43)
Onları aldatarak nefis, hevâ, heves, lezzet ve rahat peşinde koşturdu. Oysa kendilerine isabet eden azap ve felâketler hep bu sebeple idi. Fakat onlar bunu düşünüp kavrayamadılar.”
(Ömer Öngüt -k.s.-, Kıyamet ve Alâmetleri, s. 178-179)
Son zamanlarda dünyanın meşakkatleri ve sıkıntıları arttı. Âfâtlar peşi sıra geliyor. Biri bitmeden diğerleri başlıyor. Bütün dünya büyük felâketler, alaboralar, değişimler yaşıyor.
Öyle bir zamandayız ki, o kadar âfât, imtihan geliyor, insanoğlunun isyanı da o nispette artıyor, gittikçe katmerleniyor.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Eğer o memleketlerin halkı inansalardı ve bize karşı gelmekten sakınsalardı; elbette onlara göğün ve yerin bolluklarını verir, bereketler açardık. Fakat yalanladılar, biz de onları yaptıklarına karşılık yakalayıverdik.” (A’raf: 96)
Pandemide Allah-u Teâlâ sağlıkla, canımızla bizleri imtihan etti. Kabre girer gibi evlere girdik. Nihayet bir gün de kabre girmeyecek miyiz?
İnsanoğlu Hazret-i Allah’ın ihsan ettiği sayısız nimetin kıymet ve kadrini bilmiyor. O’nun bir nefesinin şükrünü eda edemeyeceğinin farkında değil.
“Görmediniz mi? Göklerde ve yerdeki her şeyi Allah size musahhar kılmıştır. Zâhir ve bâtın (açık ve gizli) her türlü nimetlerini bol bol vermiştir.” (Lokman: 20)
Bu korona salgınında gördük ki nefes almak ne kadar büyük bir nimetmiş. Bir mahluk Cenâb-ı Hakk’ın hangi nimetinin şükrünü eda edebilir?
Halbuki insanoğlu hâlâ isyanda. Ders almıyor. Allah’a yönelmeyi kibrine yediremiyor. Bu sebeple ilâhî gadabı celbediyor.
Görüyorsunuz, hastalık kalkıyor gibi ama başka imtihanlar geliyor. Önümüzde ne var bilmiyoruz. Geçim sıkıntıları, pahalılık, açlık, harp, doğal afetler ve daha niceleri günagün cereyan ediyor. Başka salgınların da yaşanma ihtimali var. Akla gelen gelmeyen her türlü âfât beklenebilir.
“Harpler, kıtlıklar, kargaşalar, üçüncü dünya harbi, ticaret yollarının kapanması bunların hepsi önümüzdeki senelerde beklenen âfâtlardır. Resulullah Aleyhisselâm’ın haber verdiği kıyamet alâmetleridir.” (“Hatmü’l-Evliyâ Ömer Öngüt -kuddise sırruh-”, s. 614)
O hâlde bize düşen nedir?
Bize düşen dünyevî ve uhrevî elimizden gelen her türlü tedbiri almak, imanımızı ve vatanımızı korumak için elimizden geleni yapmaktır.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri hâl-i hayatında müteaddit defalar gerek sohbetlerinde, gerek kitaplarında bu hususları hatırlatmışlar, şöyle beyan buyurmuşlardı:
“Önümüzde vahim günler gelebilir. Bunun için imanımızı ve vatanımızı korumak için niyet-i hâlisa ile ne lâzımsa onu yapmak lâzımdır.
Kalacak bir fert yok.
Amma imanla göçmek için çareler aramak lâzımdır. İman bir kaledir, onu ayakta tutacak helâl lokmadır. Böyle olursa Rabb’imiz bize yardım eder, önümüzdeki fırtınaları rahat geçiririz.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
Bu dünyada elimizden kaybolmaması için gayret etmemiz, kaybolmasından çok korkmamız gereken en büyük nimet nedir?
Bu dünyadaki en büyük nimet “İman”dır. Zira imtihan için gönderildiğimiz bu sahneden iman ile göçebilirsek ebedî hayat yurdunu kazanmış olacağız. Aksi takdirde, imanımızı kaybettiğimizde ebedî azabı kazanan bedbahtlardan olacağız.
Elbette can-mal emniyeti, sağlık-afiyet önemli. Bunlar büyük nimet. Fakat en büyük nimet “İman”.
Binaenaleyh bu badireleri sıkıntı çekmeden atlatmak için telâş ve gayret gösterdiğimiz gibi, ondan daha fazla imanla göçmek için telâş ve gayret göstermemiz lâzımdır. Zira “Kalacak bir fert yok.” Hepimiz gideceğiz. Hem de ahiret ile kıyaslandığı zaman çok kısa bir zaman sonra.
Bizler geçici bu dünyanın çeşitli nimetlerini arzuluyoruz ve peşinden koşturuyoruz. Hatta bütün hayatımızı buna hasrediyoruz. Elimizdeki bir nimetin kaybolmaması için büyük bir gayret ve telâş yaşıyoruz.
Oysa bu dünya bir imtihan sahnesidir.
“O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk: 2)
Bu sahnede korku ile, açlık ile, mallardan, canlardan ve mahsullerden eksiltilmekle imtihan oluyoruz, olacağız.
Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Andolsun ki biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltmekle sizi imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!” (Bakara: 155)
Sabredenler kazanıyor; bu nimetlerin Allah-u Teâlâ’dan olduğunu bilenler, bu nimetler elimizden gitse bile sabredenlere ahirette çok daha büyük nimetlerin ihsan edileceğini bilenler imtihanı kazanıyor ve müjdelere nâil oluyor.
Mühim olan her nimetin Allah-u Teâlâ’dan geldiğini bilmek ve O’na şükretmek; bu nimetler elimizden gittiğinde de sabretmek ve yine O’na yönelmek.
Oysa insanoğlu çok zaman aldanmış, nefis ve şeytana uymuştur.
Musa Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ ile mülâki olmak için Tur dağına çıktığında kavminden kırk gün ayrı kalmıştı. Ancak kavmi onun yokluğunda Samiri isminde birisinin yaptığı buzağı heykeline tapmaya başladı. Musa Aleyhisselâm çok kızdı ve üzüldü. Özür dilemek için kendisi ile Tur dağına çıkan kavminin önde gelenlerinden 70 kişi bu sefer de Musa Aleyhisselâm’a “Allah’ı apaçık görmedikçe sana aslâ inanmayacağız.” dediler. Bunun üzerine öyle bir sarsıntı meydana geldi ki, İsrâiloğulları kendilerini kaybettiler, yarı ölü vaziyette yere serildiler.
Bu hadise üzerine Musa Aleyhisselâm Rabb’ine yalvardığı esnada şöyle dedi:
“Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helâk eder misin Allah’ım!” (Araf: 155)
Bugün de isyan-tuğyan almış başını gitmiş, ortalığı beyinsizler istilâ etmiş. Hiçbir hakikati, hiçbir doğru sözü kabul etmek istemiyorlar.
“Helâk olan eski kavimler bollukta, zevk ve sefada iken belâ ve âfâtlara uğramışlardı. Onların birer kabahatlerinden ötürü başlarına felâketler gelmiş, helâk olup gitmişlerdi.
O kavimlerin yaptıkları isyan ve tuğyanların bugün hepsi yapılıyor. Her kötülüğün anası bu devirde mevcuttur. Onun içindir ki böyle bir devir gelmiş değildir. Şunu çok iyi bilelim ki, bu kadar isyan cezasız kalmayacak, bize çok pahalıya malolacak.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
Oysa bizim başımıza gelen musibetlerde hemen Allah-u Teâlâ’ya isyan başlıyor. Halbuki başımıza gelenler de kendi işlediklerimiz sebebiyledir.
Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime’sinde:
“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. O yine de çoğunu affeder.” buyuruyor. (Şûrâ: 30)
Nitekim Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Bir kul işlemiş olduğu günah sebebiyle rızıktan mahrum edilir.” (İbn-i Mâce)
Günah böyle bir şeydir.
“Zamanınızdan şikayetinize sebep olan şeyler, amellerinizin bozukluğundandır.” (Beyhaki)
Fakat kimse dönüp kendine bakmıyor. İsyan-tuğyan almış başını gidiyor. Hatta özellikle sesi çok çıkan bir güruh bu isyanı olanca gücüyle müdafaa ediyor ve hak ve hakikati beyan eden sözleri bastırmaya çalışıyor. İmandan, Allah-u Teâlâ’dan bahsetmek bunlara zül geliyor. Topyekün bir isyan yaşanıyor. Haliyle musibetler de peşi sıra geliyor. Kendi yaptıklarının cezasını çekiyor.
“İşte bu, ellerinizin yapıp öne sürdüğü işler yüzündendir. Yoksa Allah kullarına zulmetmez.” (Enfal: 51)
O hiç kimseyi günahsız cezalandırmaz.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Hadis-i kudsî’de:
“Benim cinlerle ve insanlarla önemli bir hadisem var! Ben yaratıyorum, benden başkasına ibadet ediliyor! Ben rızıklandırıyorum, benden başkasına şükrediliyor.” buyuruyor. (Taberânî)
Yaşanan ve yaşanacak olayların imanımızı sarsmaması için gayret etmeliyiz.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Bizim uğrumuzda bizim için mücahede edenlere elbette yollarımızı gösteririz. Şüphesiz ki Allah muhsinlerle beraberdir.”(Ankebut: 69)
Gaye; Allah ve Resul’ünün nurunu yaymak; İman-İslâm-Cihad; İlâhî davadan geri durmamak; ne olursa olsun Allah için olmak. Gaye bu olmalı. Dünya yıkılsa sen imanını kaybetme. Her şeyini kaybetsen de imanını ve cihad aşkını kaybetme.
Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Ey müminler! Allah yolunda nasıl cihad etmek gerekiyorsa öylece hakkıyla cihad edin.” (Hacc: 78)
Allah-u Teâlâ’ya sığınarak, dayanarak, O’nun desteğiyle, azmiyle, korkusuyla, O’nun rızâsını kazanmak için cihad edin. Allah namına canını, malını fedâ edersen bu şerefe nail olursun.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri:
“Bugün bizim bu mücadelemiz iman ve küfür mücadelesidir. Bunun için çarpışan ona göre çarpışsın, yürüyen ona göre yürüsün, hareket eden Allah için hareket etsin, yürüsün. Bu din ve vatan bölücülerini de Cenâb-ı Hakk yok eder. Fakat Cenâb-ı Hakk’a şükretmelisiniz ki, bizi ileri sürmüş. Onlarla mücadele edeceğiz ki bu ecre nâil olacağız.
Öyle bir devir ki, bir Ashâb devri var. Çünkü Ashâb ile ihvanın birleştiği yer cihattır. Orası da mücadele idi, burası da mücadele. Allah’ım bizi lütfuyla, desteğiyle yürütsün ki, bu küfürle mücadele ede, ede, ede, o lütuftan ayrılmayalım.
Şimdi nerede olduğumuzu anladık değil mi? Nasıl ki Resulullah ve Ashâb küfürle mücadele etti, şimdi biz de küfürle mücadele edeceğiz. Bu da cihadla kâimdir.
Bizim gayemiz nurun yayılması, Ümmet-i Muhammed'in rızâda birleşmesi, zulümâtın kalkması. Bu cihad küfrü söndürmek içindir.” buyuruyorlar. (“O’nun Yolu Onun İzi”, s. 356)
Yol Allah ve Resul’ünün yolu, yol cihad yoludur. İman cihadla kâimdir, imandan sonra hemen cihad gelir.
“Ben, Allah rızâsı için yola çıktım. Yapacağım! Ölünceye kadar da yapacağım! Hatta bir niyazım var:
‘Allah'ım ayaklarımı rızânda sabit kıl! Lütfunla beni destekle, alıncaya kadar değil, aldıktan sonra bile bu mücadeleme devam ettir.’
Neyle? Kitaplarla.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, “Vuslat Sohbetleri”, s. 552)
Pandemiye rağmen, her şeyin bu kadar karıştığı bir zamanda bu Zât-ı âli’nin ihvanları İslâm nurunu yaymak, bu kitapları duyurmak, onun bu cihadını devam ettirmek için geri durmadılar. Canları pahasına Türkiye’nin dört bir tarafına gittiler, Allah yolunda cihad ettiler. Mücahede ve mücadeleye devam ettiler.
Her ne olursa olsun Allah için olmalıyız, Allah için hareket etmeliyiz. O takdirde bizi lütfuyla muhafaza eder.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Ey iman edenler! Siz kendi nefislerinizi ıslah etmeye bakın. Siz doğru yolda bulundukça yoldan sapanların size zararı olmaz. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman yaptıklarınızı size haber verecektir.” (Mâide: 105)
Bu müjde-i ilâhî’dir. Yeter ki sen O’nun yolunda bulun.
Diğer Âyet-i kerime’lerde ise şöyle buyuruluyor:
“Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder, sıkıntıdan kurtarır.” (Talâk: 2)
“İman edip Allah’tan korkanları ise kurtardık.” (Neml: 53)
Salgın hastalık sadece insanların hayatına, sağlığına mâl olmakla kalmadı, zaten zor durumda olan küresel ekonomide bozulmayı hızlandırdı ve artırdı, üretim ve tedarik zincirlerinde aksama gibi başka zararlara da sebep oldu.
Bütün bu olumsuzluklar yaşanırken Rusya-Ukrayna savaşının başlaması sıkıntıları daha da artırdı. Enerji fiyatları, hammadde fiyatları arttı. Temel gıda ürünlerinin temininde zorluklar ortaya çıktı. Bütün dünyada zincirleme bir fiyat artışı yaşandı. Hindistan buğday ihracını kısıtladı. İran’da ekmek fiyatları dört kat zamlandı.
Bu zorluk ve sıkıntıların daha da artması bekleniyor. Hayat pahalılığı sebebiyle Sri Lanka, İran gibi ülkelerde gösteriler, isyan hareketleri başladı.
Her yerde olduğu gibi ülkemizde de zaten zor geçinen halk gittikçe artan hayat pahalılığı karşısında ne yapacağını şaşırdı. Orta kesim çöktü.
Bu süreçte gıda ve tarımın her şeyden daha önemli olduğu ortaya çıktı. Dikkat ederseniz bu gidişi öngören büyük sermayedarlar uzun zamandır toprak satın alıyorlar. Dünyanın değişik tarım ülkelerini parselliyorlar.
Bunlar yaşanıyor, bu yaşananların şiddetinin artarak devam edeceği tahmin ediliyor.
Bir de henüz yaşanmadığı halde beklenen âfâtlar var.
Nükleer harp konuşuluyor artık. 3. Cihan Harbi kapıda.
Salgın bitiyor diye seviniyoruz ancak başka hastalıkların çıkması ihtimali var.
Harpler, iç karışıklıklar, göçler artarak devam ediyor.
Deprem, fırtına, sel, yangın, denizlerin yükselmesi, yanardağ patlaması, meteor çarpması, güneş fırtınası, tsunami vs. türlü âfâtların başa gelme ihtimali var.
Binaenaleyh Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri’nin buyurduğu gibi “Harp ve Harabiyat Devri”nin içindeyiz ve bu devir Hazret-i Mehdi ve İsâ Aleyhisselâm’ın zuhuruna kadar devam edecek. Onların zamanında da büyük harpler yaşanacak ve dünyada çok az insan kalacak. Nihayet muzafferiyet müslümanlara verilecek. Bundan sonra bolluk, refah ve asayiş günleri başlayacak.
Bu hakikatleri türlü vesilelerle hatırlatıyoruz. Unutmamak ve dünyaya dalmamak için.
Hazırlanmak, telâşa kapılmamak lâzım. Mühim olan ise iman ile göçmek, ahiret refahına kavuşabilmek.
Bu devirleri selâmetle atlatabilmek için tedbirimizi almamız lâzım, bunu yaparken en mühim tedbir kalbimizi, gönlümüzü İslâm ve iman üzere tutmak için elimizden gelen gayreti göstermemiz lâzım. Bu badirelere sabretmemiz lazım. Olan olayların hiçbirisinin ibremizi oynatmaması lâzım. Gönlümüzü İslâm’dan, imandan çevirmemesi lâzım. Kendimizi Allah’a ve Resul’üne arzetmemiz lâzım.
“Bugün Hazret-i Allah’a sığınma günüdür. Yarın ne olacağını bilmiyoruz. Çünkü o sığınmanın sayesinde, halkın sıkıntılı, telâşlı olduğu zamanda dilerse O seni kurtarır. Zira bu isyan cezasız kalmaz.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
“Önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar, çok büyük harpler var. Şimdiden Hazret-i Allah’a ve Resul’üne sığınmaya bakın.
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Dünyanın geniş vakitlerinde, (yani sıhhat ve servet, asayiş ve emniyet gibi istirahat sebepleri mükemmel olduğu bir zamanda) Cenâb-ı Hakk’a ibadet ve taat ile kendini takdim et ki, muzayakalı bir zamanda seni lütfu ile yad buyursun.” (Ahmed bin Hanbel)
O gün gelmeden önce tevbe edip Allah-u Teâlâ’ya ve Resulullah Aleyhisselâm’a yönelenlere ne mutlu! O dilediğini dilediği şekilde kurtarır. Bu gibi kimselerin dünyası saadet, ahireti selâmet olur. Çünkü o Hakk ile idi, halk ile değil.
Hazret-i Allah’a yönelelim, bize O yeter! Kalsak yolunda, gitsek yolunda ölelim inşaallah. Bizim için fayda getirecek budur: Yolunda olalım, yolunda ölelim.
Allah-u Teâlâ’ya yönelmekten daha güzel bir kale olmaz, O’nun kalesinin harici boşluktur. O kalesine kimi aldıysa hayat vardır, hem de hayat-ı ebediye vardır. Bu bir ikazdır, hatırlatmadır, yöneltmedir. O dilediğine hidayet verir. Dilerse O her felâketten kurtarır.
Kitapları daima okuyun ve böylece bu devirleri aşmaya bakın!” (“Kıyamet ve Alâmetleri”, s. 111)
Resulullah Aleyhisselâm’ın haber verdiği üzere dünya bir salgınla imtihan oldu:
“Bir toplulukta kötülükler ortaya çıktığı, fuhuş açıktan yapıldığı zaman, orada tâun ve geçmiş nesillerde görülmeyen hastalıklar ortaya çıkar.” (İbn-i Mâce: 4019)
Korona salgını iki yıldan fazla dünyayı etkisi altına aldı. Bazı ülkelerde hâlâ etkisi devam ediyor. Önümüzdeki yıllarda başka salgınların çıkabileceği, bazı küresel odakların bu salgınların ortaya çıkardığı kaos ve karışıklıktan istifade etmeye çalıştığı söyleniyor. Bakalım daha nelerle karşılaşacağız?
Hatırlarsanız hastalık ilk çıktığında büyük bir panik yaşanmıştı. İnsanlar devlet kararıyla evlerine kapandı. Çin gibi bazı ülkelerde bu tür yasaklar çok daha geniş ve katı uygulandı, hâlâ da bazı eyaletlerde benzer yasaklar devam ediyor. Ülkeler sınırlarını kapattılar. Uçak seferleri yapılmaz oldu. Tıbbi ekipman ve hastane yetersizliği sebebiyle insanlar ölüme terkedildi. Ticaret durdu, ekonomiler büyük hasar aldı. Aşı seferberliği ile milyarlarca insan aşılandı.
O günlerde Türkiye büyük bir seferberlikle solunum cihazı üretmeye başladı, bunları ve daha başka tıbbî malzemeleri ihtiyacı olan ülkelere elinden geldiği kadar göndermeye çalıştı. Avrupa’da ise ülkeler birbirlerine maske gibi basit koruyucu malzemeleri bile vermediler. Bir kez daha görüldü ki hayat mevzubahis olduğunda insanlıktan bahsedenler birbirlerine karşı bile en bencil bir şekilde hareket etti. Ülkeler birbirlerinin maskelerine, diğer ülkelere giden tıbbî malzemelere el koydular. Avrupa’da huzur evlerinde yaşlılar bakımsızlıktan öldü. Bunlar hep yaşandı. Daha kötü günlerde bunlardan her türlü insanlık dışı hâl ve hareketi bekleyebilirsiniz.
Pandeminin zararlarından birisi de internet bağımlılığını artırması oldu. Evlere kapanan insanlar akıllı cep telefonu gibi teknolojilerin her insanın elinde bulunur hâle gelmesi ile beraber türlü alışkanlıklara düçar oldular. Kumar, oyun vs. gibi şeyler arttı. Kolay yoldan para kazanmak isteyen birçok insan dolandırıcıların ağına düştü. Kripto para, foreks vs. derken insanlar yıllarca kazandığı birikimlerini, evini, arabasını kaybetti. Kimisi intihar etti. Pandemi sosyal hayatı, insanların psikolojisini, birçok şeyi etkiledi.
Müslümanların uyanık olması lâzım, hırs ve ihtirasla hareket etmemesi lâzım.
Binaenaleyh pandemi büyük bir imtihan oldu.
İnsanoğlu çabuk unutuyor, olumsuz hatıraları unutmaya meyyal bir yapısı var. Halbuki daha dün gibi, ne kadar büyük sıkıntılar yaşandı. Ne kadar aciz olduğumuz, Allah-u Teâlâ’ya ne kadar muhtaç olduğumuz gün gibi ortaya çıktı. Fakat insanoğlu nankör.
“Gerçekten insan çok nankördür.” (İsrâ 67)
Rahatlar rahatlamaz isyan ve tuğyanına kaldığı yerden, hatta daha da azgın bir şekilde devam ediyor. Halbuki O’na yönelip af ve afiyetini niyaz etmemiz, tevbe etmemiz lâzım değil mi? Fakat insanoğlu hiç orada değil. Bu yüzden daha neler gelecek Allah bilir.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Rabb’inizden mağfiret dileyin, çünkü O çok bağışlayıcıdır. Mağfiret dileyin ki, üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin. Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın. Size ne oluyor ki Allah’a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?” (Nuh: 10-13)
Bunca hadiseden sonra O’na dönmemiz, O’na şükretmemiz, O’na kulluk yapmamız, O’na ibadet etmemiz gerekmez mi?
Hastalık sebebiyle sadece canlarımız, sağlığımız etkilenmedi, üretimde, hammadde temininde, tedarik zincirlerinde aksaklıklar yaşandı.
Üretimde ve gelirlerde yaşanan aksaklıkla devletlerin gelirleri azalırken bir de çalışamayan, üretemeyen ekonomiyi fonlamak, gelir elde edemeyen insanları maddi olarak desteklemek zorunda kalındı. Bu yüzden hemen her devlet bol miktarda karşılıksız para bastı.
Küresel ekonomide hemen her ülke birbirine bağlı olduğu için bu aksaklıklar bütün dünyayı etkiledi. Zaten pandemiden önce bir kriz ortamında bulunan küresel ekonomi iyice kırılgan hâle geldi.
Artık dünyanın toparlanması çok zor. Halklar geçinemiyor. Yönetimler sıkıntılı.
Bundan sonra dünyanın muhtelif yerlerinde büyük olaylar, değişimler beklenebilir.
Bugün devletlerin ekonomisi o kadar birbirine bağımlı hâle gelmiş ki, hatırlarsanız pandeminin başlarında gemilerle uluslararası ticaret yapmakta kullanılan konteynırlarda yaşanan aksaklık bile küresel ekonomiyi etkilemişti. Bazı ülkelerde, limanlarda geri dönüşler durunca yaşanan konteynır sıkıntısı hem gemi ticaretini aksattı, hem de navlun denilen taşıma maliyetini anormal derecede artırdı.
Yine meselâ Uzakdoğu’daki çip fabrikaları talebe karşılık veremeyince otomobil üretimi duruyor. Otomobil üretimi durunca, bu sektöre bağlı birçok alt sektörde aksaklık yaşanıyor.
Ahşap üretiminde yaşanan aksaklık, mobilya ve inşaat sektörünü vuruyor.
Çelik vs. hammadde fiyatlarındaki artış konut fiyatlarının anormal artışına sebep oluyor.
Selüloz ve kağıt üretiminde yaşanan aksaklık ise kitap ve kırtasiye fiyatlarına yansıyor.
Hemen her sektör enerji fiyatlarına bağımlı olduğu için petrol, doğalgaz gibi enerji fiyatlarında yaşanan artış ise bütün sektörlerde otomatik fiyat artışına sebep oluyor. Nakliye fiyatları artıyor, elektrik üretim maliyeti artıyor, fabrikaların elektrik maliyetleri arttığı için üretilen her ürünün fiyatı zamlanıyor.
Bütün bunların yaşandığı bir dünyada Türkiye’de döviz fiyatlarının artması çift çarpan etkisi yapıyor ve her şeyin fiyatı anormal derecede yükseliyor.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri “Alan alamayacak, satan satamayacak.” buyurmuşlardı. İşte o günler başladı. Durumun daha da kötüleşmesi beklenebilir. Nitekim Amerika gibi ülkelerde ekonomistler stagflasyon ikazları yapmaya başladılar. Yani bir taraftan enflasyon sebebiyle fiyatlar artarken, diğer yandan talep azaldığı için ekonomi durgunlaşıyor ve işsizlik artıyor. Amerika’da, Avrupa’da, bütün dünyada daha önce görülmemiş fiyat artışları yaşanıyor.
Rusya-Ukrayna Savaşı gibi harplerin ve daha başka âfâtların gelmesi ile beraber bu sıkıntıların büyüyeceğini tahmin edebiliriz.
Binaenaleyh, insanlar pandemi geçti, rahatlama gelecek diye iyi günlerin hayalini kuruyor ancak gidişat hiç de öyle değil. Herkes imkânı nispetinde buna göre hazırlığını yapsın, tedbirini alsın.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri hep bu kötü günleri haber verir, tedbirli olunmasını isterlerdi:
“Büyük bir felâket olacak. Bu felâket gadâb-ı İlâhi’ye olur, açlık olur, harp olur. O bilir.
Hazret-i Allah ile meşgul olan kalp, altının içine girse bir şey olmaz. Gaye bu hâle gelmek. Çünkü O’nu buldun mu her şeyi buldun. O’nu buldun mu, O’nunla berabersin.
Yerin hükmü yok, yerler bomboş kalacak. Niçin? Çünkü insan yok, yerler satılmayacak. Niçin? Çünkü alan yok.”
Son yaşanan Rusya-Ukrayna Savaşı pandemi sebebiyle yaşanan sıkıntıların daha da katlanmasına sebep oldu. Ukrayna’yı işgal ettiği için Avrupa ve Amerika’nın Rus petrol ve gazına bağımlılıktan kurtulmak için ciddi adımlar atması ve Rusya’ya ambargo uygulamaları sebebiyle petrol ve gaz fiyatları arttı. Önemli bir enerji tedarikçisi olan Rusya’nın küresel ekonomiden izole edilmeye çalışılması bütün dünyayı etkilemeye başladı. Ekonomik savaş şiddetlendi, küresel gerilim iyice yükseldi. Rusya Batılı ülkeleri nükleer savaşla tehdit etmeye başladı.
Diğer yandan bu savaşla beraber buğday, ayçiçek yağı gibi en temel gıda maddelerinde bu iki ülkenin küresel boyutta ana üreticiler oldukları ortaya çıktı. Bu savaş bütün dünyada bir yokluk ve fiyat artışına sebep oldu. Avrupa’da raflar boş kaldı, fiyatlar arttı.
Bu yaşananlar bazı ülkelerin tarımsal üretimdeki kapasitesini gösterdiği gibi, bazı ülkelerin de gıda ve tarımsal ürünlerde ne kadar dışarıya bağımlı olduğunu gösterdi. Konunun ehemmiyeti herkesin dikkatini çekti. Hatırlarsanız savaşın başlarında biz de ayçiçek yağı yüklü ticaret gemilerimizin Rusya’nın kontrolündeki limanlardan çıkış yapması için Rusya’dan ricacı olmuştuk.
Buğday ve unda büyük fiyat artışları var. Dünyanın bu arz-talep dengesizliğine daha fazla dayanması çok zor. Daha evvel de ifade ettiğimiz gibi büyük savaşların temelinde ekonomik-ticarî sebepler, paylaşım kavgaları yatmaktadır.
“Bizden sonra Allah’u-âlem ortalık çok karışacak, karışınca halk bunalacak, herkes can ve gıda peşinde koşacak, gittikçe iş fesada gidecek, umumi harbe gidecek.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
Yaşanan savaş, enerji fiyatlarındaki yükseliş, gübre gibi temel tarım girdilerindeki anormal fiyat artışları, tarım ürünlerinde ve gıda fiyatlarında, et süt gibi hayvansal ürünlerde fiyat artışlarını tetikliyor. Zaten pahalılık yaşanıyor, bu pahalılığın daha da artması bekleniyor.
Bu pahalılık sebebiyle Sri Lanka’da halk isyan etti. İran’da gösteriler yaşanmaya başladı. Guardian gazetesi biz halk hareketini Sri Lanka’da değil Türkiye’de bekliyorduk diye yazdı. Bütün dünyada birçok sıkıntılar yaşanıyor ancak küffar başta Türkiye olmak üzere bizim coğrafyamızda karışıklık çıkmasını istiyor. Bu da ayrı bir şey.
Bu yaşananlar toprağın, tarımın, gıdanın önemini bir kez daha gösterdi. Küresel elitler zaten uzun zamandır toprak satın alıyorlardı. İnsanlara sanal ortamda sanal arsa satan şirketlerin patronları gerçek dünyadan tarım arazileri alıyorlar. Bill Gates’in Amerika’nın en büyük toprak ağası olduğu, 1 milyon dekarın üzerinde toprağa sahip olduğu, hatta Trakya’dan da toprak satın aldığına dair haberler gazetelere yansıdı.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bugünleri bize şöyle haber vermişlerdi:
“Görüyorsunuz petrolümüz dışarıdan, gazımız dışarıdan geliyor. Gıda ihtiyacımızı bile dışarıdan temin etmeye başladık. Ufacık bir harpte bile geçici de olsa büyük sıkıntılar yaşama ihtimali var. Büyük pahalılıklar yaşanma ihtimali var.
Öyle günler gelecek ki, parayla bile olsa yiyecek bulamama durumları olacak.”
İşte görüyorsunuz, her şey zuhur ediyor.
Bugün yaşananlar gösteriyor ki kendi kendine yeten ülkeler ayakta kalıyor. İleriyi görüyorlar, dünya karışacak diye tedbir alıyorlar. Bir harp çıktığında düşman ise vermez sana, düşman olmayan da önce kendini düşünür. Para ile alsan paran yetmez veya paran olsa da vermez. Ukrayna Savaşı’nda bir buğday krizi çıktı, 50 tane ülke buğday ihracatını yasakladı. Şimdi bütün dünya kara kara düşünüyor.
Savaşta dışarıdan aldığımız her şey, petrol, doğalgaz, gıda, silah ne varsa temin edilmesi çok zorlaşacak yahut imkânsız hâle gelecek. Ufak bir Kıbrıs çıkarmasında bile hemen ambargo koydular. Bugün de biraz palazlandık diye adı konulmamış bir ambargo var.
Gaye kendi kendine yetebilmek.
Çin bu tedbiri nasıl alıyor?
Gıda, enerji her türlü tedbirimizi almamız, stok yapmamız lâzım.
Savaş durumunda kimse kimseyi dinlemez. Kimse kimseyi düşünmez. Elinde fazla olsa da vermek istemez. Herkes kendi çıkarını düşünür. Hele bu Haçlı Batı bir içim su dahi vermek istemez.
Ukrayna Savaşı sebebiyle Batılı ülkelerin Rusya’ya karşı tavırları Batı’nın büyük kibrini iyice ortaya çıkardı. Evet Rusya işgalci ve gaddar bir ülke. Ancak Batı’da öyle bir kibir var ki, kendilerini öyle bir yerde görüyorlar ki kendilerine karşı çıkan her ülkeyi terörist olarak yaftalıyorlar. Hareketlerini mantık ve akl-ı selim değil bu kibirleri yönetiyor.
Türkiye’ye karşı yaklaşımlarında da bu durumu müşahede ediyoruz. PKK gibi bir terör örgütünü Türkiye’ye tercih ediyorlar. Terör örgütüne verdikleri sınırsız destek, Türkiye’ye uyguladıkları silah ambargoları, Yunanistan’a verdikleri destek, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üye olma sürecinde Türkiye’nin çekinceleri gibi durumlar Batı’nın bu kibri sebebiyle ortaya çıkan durumlardır. Türkiye ne kadar haklı olursa olsun bunlara tâbi olmadığı ve karşı çıktığı sürece bu kibirle karşı karşıya kalacaktır.
Binaenaleyh Batı bu kibri ile önce Rusya’ya sonra Çin’e yönelmeye, dünyanın tek hakimi olmaya niyetli. Bu kibir Türkiye’yi de hedef alacak. İslâm dünyasına daha büyük sıkıntılar çektirmekten çekinmeyecekler.
Küffarın bu kibri büyük sürtüşmelere sebep oluyor ve büyük savaşlara zemin hazırlıyor. Rusya’yı zorlaya zorlaya işi bu duruma getirdiler. Artık büyük harplerin vakti çok yaklaştı.
“Dünya harbe doğru öyle bir hırsla gidiyor ki, yalnız emr-i ilâhî’yi bekliyor. Amerika katiyetle harp açmak azminde. Rusya da hazırlığa gidiyor.
İlk olarak bu büyük devletler çatışacak ve çok çok hasar görecekler.
Allah’u âlem Rusya ortadan yok olacak. Amerika da yerinde kalmayacak. Dünya bir hallaç pamuğu gibi sarsılacak. Mühim tehlikeler var.”
“Harpler Allah’u âlem o kadar yakın, o kadar korkunç ki! Bu önümüzdeki harpler tasavvura sığmıyor. Bu harpler insanları yok etme harbi olacak.
Zaten Allah’u âlem Hazret-i Mehdi’nin çıkmasına daha var. Bu büyük herc-ü merç otuz seneye kadar.
Allah-u Teâlâ en sonunda hükmü İslâmiyet’e verecek.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
Dünyanın huzuru kalmadı. Âfâtlar, harpler, karışıklıklar, huzursuzluklar gitgide artıyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde adeta bugünleri tasvir edercesine şöyle buyurmuşlardı:
“Belâ ve fitneden başka dünyanın hiçbir şeyi kalmadı.” (İbn-i Mâce: 4035)
Hadis-i şerif’lerde haber verilen küçük kıyamet alâmetlerinin hepsi zuhur etti. Sıra büyük alâmetlere geldi. Bu büyük alametler de her an cereyan edebilir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Kıyametin hemen yakınında anarşi ve kargaşa günleri vardır.” (Müsned, C. Sağir)
Binaenaleyh bunlar bekleniyordu. Zira Hadis-i şerif’lerde işaret buyurulan hadisât anbean zuhur etmekte, Evliyâullah Hazerâtı’nın ifşaatları bir bir yaşanmaktadır.
Durum bu kadar nazik. Yavaş yavaş kaynıyor, karışıyor ve harbe götürüyor.
Dünyada birçok memleket halkı nice âfâtlarla, felâketlerle yıkılıyor, tarumar oluyor.
Zelzeleler, harpler, karışıklıklar artarak devam ediyor. Aşırı sıcaklar, yangınlar, seller gibi tabiî âfâtlar; susuzluk, kuraklık, kıtlık, açlık gibi geçim sıkıntıları; terör, iç harp, kargaşa, büyük fitneler devam ediyor.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Allah’ın emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belânın gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (Nûr: 63)
Hadis-i şerif’te:
“Bir memlekette zinâ ve fâiz yaygınlaşırsa, o memleket halkı Allah’ın azabını mutlaka helâl kılmış, hak etmiştir.” buyuruluyor. (Taberâni)
Ahir zamanda şirk, küfür, isyan, günah sebebiyle daha da kötüye gidecek. Bu isyan cezasız kalmaz.
Dergimizin kurucusu Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri hususiyetle Ümmet-i Muhammed’e bu günleri duyurmaya ve bu sıkıntılı günlere hazırlamaya çalışmışlar, Hazret-i Allah’ın duyurduğu birçok hadisatı eserlerinde ve sohbetlerinde haber vermişlerdi:
“Ortalığın vehametine bakıyorum; bu alay alay dinden çıkan gruplara bakıyorum ve belki bizden sonra ortalık karışabilir. Bu ortalığın karışması ile, gönül ister ki bu bulanık suya girilmesin. Bir fırkadan başka hiç kimse Allah için çalışmıyor. Herkes lideri için, önderi için ve mal için çalışıyor. Bunun içindir ki hududu muhafaza edin, sakın be sakın hiçbir zaman hiçbir şekilde bu bulanık suya girmeyin, kimsenin işine karışmayın, dakik ve uyanık bulunun, büyük kan dökülebilir!
Binaenaleyh bu yoldan çıkmış sapıklar için Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:“Bunlar hayvandan daha aşağıdır!” buyuruyor. Bunların üzerinde durmayalım. Bunlara söz söylemek hayvana söz söylemekten beterdir. Artık hayvana söz söylemek yersiz, söylersen kabahat senin. Hiçbir bölücü ile de uğraşmayın. Hiçbir imansızın, yoldan çıkmışın üzerinde durmayın, bu aklınızda olsun. Ancak müslümanın irşadı için, ikazı için çalışın, İlâhî rızâ yolundaki hudud dahilinde çalışın. Ve böylece sizde: “Ben rızâ-i ilâhi için nasıl kazanırım? Nefsimi ileriye sokmadan, kendime bir paye vermeden, kimseyi tahkir etmeden ben bu işi nasıl yapabilirim?” düşüncesi olsun.
Allah-u Teâlâ bu hududun içine aldığı için bulunduğunuz hâle şükredin, Din-i Mübin’e yararlı işler yapın, ebedi saâdete ermek için çalışın.
Bize Hazret-i Allah, Kitabullah, Resulullah gerekir. Yani bunu haber veriyoruz, bu aklınızda olsun.” (Kıyamet ve Alâmetleri sh: 239)
“Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Birtakım fitneler olacaktır. O fitnelerde oturan ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. Kim o fitnelerin başında dikilirse, fitneler onu yıkar. Her kim o fitneler zamanında sığınacak bir yer bulursa, hemen oraya sığınsın.” (Müslim: 2886)
Birçok fitneler zuhur edecek, ediyor da.
Kişi o fitnelerin tehlikesinden ve fitnelere karışanlardan ne kadar uzak durursa onun için o kadar hayırlıdır.
Memlekette herhangi bir karışıklık çıktığında siz uzak durun, o ateşin içine girmeyin. Çok şeyler husule gelecek. O ateş bölücülük ateşidir, harp ateşidir, halkın birbirine düşme ateşidir. Onun için böyle bir şey olduğunda kenarda durun.
Önümüzde çok hadiseler olabilir.
Kaynıyor, vaktaki taşar, artık ateş alevlenir, sobayı tutuştururken küçük şeyler tutuşur mazallah.
Şimdi en şiddetli fitnelerin içindeyiz. Gaye Hakk’a bağlanmak. Rızâ adımlarını atmaya çalışmak. Yılmamak, hiç durmamak. Çünkü küçücük bir ömrümüz var. Büyük bir hayat-ı ebediye var. Ömür kısa, yol uzun, fitne büyük.
Cenâb-ı Hakk’a sonsuz şükür olsun. Fakiri her yere sokmuş, çıkarmış. Her şeyi biliyoruz. Siz başka bir bayrağın altında yaşamak nedir bilmezsiniz. Küfür bayrağı altında yaşamak nedir biliyoruz, zenginliğin ne olduğunu biliyoruz, fakirliğin ne olduğunu biliyoruz. Her yere sokmuş, çıkarmış.
Ortalığı tehlikeli görüyoruz.
Allah’u-âlem büyük bir hadisat gelse bilmiyorum. Emri yerine gelecek.
“Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, Kitap’ta (Levh-i mahfuz’da) yazılıdır.” (İsrâ: 58)
Değişmesi mümkün değil!
Bizim Hakk’la ilgimiz var, halkla ilgimiz yok. Onlar hangi fesat içine düşerlerse düşsünler bizim onlarla ilgimiz yok.
Halk gitti! O’nun tuttuğu, kurtardığı kurtuluyor. Hakk’tan kopmuş, ayrı ayrı yerlere bağlanmış. Çok korkmak lâzım, Hazret-i Allah’a çok sarılmak lâzım. Gönlü O’na bağlamak lâzım.
“Deniz dalgalarını takip et amma dalgalara girme...”
Yani hadiseleri dışardan takip et, hadiselere dalmazsan o dalgalar seni bulmaz ve boğulmana vesile olmaz.
Onun için daima hayat boyunca tedbirli olun, vazifeye şinas olun, dalgalara uymayın. Takdir ne ise o olur. Bunları gayet mülayemetle karşılayacağız. İnsan hiçbir zaman fırtınaya kapılmamalı, halka da uymamalı. Hakk bize yeter. El kârda, gönül yârda olmalı. Yani sen Hakk’a râzı ol, vazifene bak. Bugün beşeriyetin içinde barınmak çok zor. Dürüst adam zaten kolay kolay barınamaz. Çok nazik davranmalı, dikkatli davranmak lâzım. Hakk’tan kopmayacaksın, Hakk ile olacaksın, Hakk ile vazife göreceksin, halk tabakasını bırakıp, kendini kurtarma zamanı.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
Ortalık çok karışık. Bunu tarif için şöyle bir örnek verelim. İnsan denize baktığı zaman sessiz, sakin olarak görür. Ama denizin içi, altı kaynıyor.
Dünyanın bugünkü durumu budur. Herkes hareket halinde ama kapak altında, kapalı. Yarın bu kapak patladığı zaman, patlayan yanardağ misâli dünyayı alev saracak.
“Çünkü bu harp bir âfâttır, atom harbi, nükleer harbi. Ve dolayısıyla birbirine ata ata dünya dümdüz olacak, dünya yıkılacak.”
“Dünya öyle kaynıyor, öyle kaynıyor ki bir gün patlayacak. Önümüz kötü. Allah-u Teâlâ’nın hükmüne kalmış. İşler Amerika’nın direktifi ile yürüyor. Zaman onların bugün için. Daha ne kadar sürer Allah bilir. İleride büyük harpler var. Yakın zamanda her şey değişecek.
“Hakk kulundan intikamını yine kul ile alır,
İlm-i ledün bilmeyen onu kul etti sanır.”
Karşılıklı kuvvetler ile Cenâb-ı Hakk dengeliyor. Onu ona, onu ona, yok edecek. Böylece dünyayı yok edecek; o onunla, o onunla! Hüküm Allah’ındır. O icraatı Cenâb-ı Hakk yaptırır. Birbirine vurdurur. Yok eder, dünyayı perişan eder.”
“Kullanılacak çok kuvvetli silâhlar var, biri diğerini mahvetmek için. Bunlar birdenbire olacak. Çünkü kim evvel atarsa o kazanacak. Onun için çok büyük zayiat birden olacak. Hüküm Hazret-i Allah’ındır, boşaltacağını beyan buyuruyor.”
Önümüzde öyle harpler vardır ki tarif edemem. İki gün evvel ufak bir sahne seyrediyorum. Korkunç! Çünkü düşman atom bombasını bir atar, insanlar yok olur. Öylece o şehre girer. Karşı taraf da ona atar. Herkes yapacağını düşünüyor. Bu filmi gördükten sonra kalktım İsrâ Sûre-i şerif’inin 58. Âyet-i kerime’sine baktım: “Harap edeceğim!” buyuruyor. Yalnız şu kadar var ki; O harap edecek. Ona o intikamı aldıracak, ona o intikamı aldıracak, birbirine vurduracak. Böyle böyle halk yok olacak ve eriyecek. Bu uzak değil. Fakat ben tedbir alıyorum, bu uzak değil. Bugün böyle, yarını O bilir. Yalnız günümüz çok korkunç! Bir bomba bir memleketi yok ediyor. Atom herkeste var.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
•
“Üçüncü dünya harbi bir âfâttır. Çinlilerin istilası ise bir helâkiyettir.” (“Kıyamet ve Alâmetleri”, s. 52)
3. Dünya Savaşı bir âfât olduğu gibi, bu zamanda her bir harp de bir ateş ve âfâttır. Herkesin elinde yakıcı silahlar var.
Yunan Savaşı olsun, dünyanın değişik yerlerinde yaşanan ve yaşanacak her savaş olsun bunların her biri bir âfâttır. Dünya gün geçtikçe kaynıyor ve harpler çoğalıyor.
Bugün harbe giren her ülke bundan zarar görüyor. Sadece harp meydanında savaşan askerler değil, siviller, kadın ve çocuklar da etkileniyor.
“Bundan sonra çok çetin harpler olacağını, kapıda olduğunu haber veriyoruz. Amma nasıl harpler olacak? Tasavvurun haricinde! Bu harplerde çok az insan kalacak.” (“Kıyamet ve Alâmetleri”, s. 13)
“Çok az insan kalacak bu pazarda. Büyük felâket olacak. Bu felâket gadâb-ı İlâhi’ye olur, açlık olur, harp olur. Üç yerde var; deprem, açlık, harp.
Ölene ne mutlu. Halk yaşıyor, uyuyor. Bu isyan cezasız kalmaz. Hazret-i Allah hiç kimsenin umurunda değil. Akla bile gelmiyor. Halk dalmış, ama uyanacak.
Doğana sevinmeyin, ölene üzülmeyin. Doğana sevinilecek gün değil. Millet uyuyor, Hazret-i Allah’a karşı gelmek için ne lâzımsa yapıyor. İsyan, isyan!
Sükûnetin sonu ne olacak ona bakılıyor. Dünya harbe hazırlanıyor. Ama vakit saat O’na ait. Çünkü bir yaprak emirsiz düşmüyor.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
Amerika’da ayyuka çıkan Türkiye düşmanlığı ülkemiz için büyük bir tehdittir.
Amerika Türkiye’ye F35’leri vermemek için sırları Rusya’ya gidecek şeklinde bir bahane ileri sürüyordu. Ancak F16 talebimizi de yokuşa sürmesi gösterdi ki bu argüman sadece bir bahane. Türkiye’ye hiçbir silah vermek istemiyor. Güya NATO üyesiyiz ancak terör örgütlerine verdiği silahları bile Türkiye’ye vermek istemiyorlar. Bugün Amerika’nın başında kendini “Joe Bidenopoulos” diye takdim eden bir adam var. En son Yunan başbakanını Amerikan meclisinde konuşturdular ve Yunan Başbakan “Kıbrıs’ta asla iki devletli çözümü kabul etmeyeceğiz.” dediğinde hepsi birden ayakta alkışladılar. Zaten bütün Yunanistan Amerikan üssü haline geldi. Burnumuzun dibine Dedeağaç’a Amerikan üssü kurdular. Girit’e hava üsleri kurup F35 ve F15 yerleştirdiler. Kıbrıs’ta üs kuruyorlar. Amerika Yunan topraklarını etrafımızı çevrelemek için kullanıyor. Bulgaristan’a, Romanya’ya, Suriye ve Kuzey Irak’a yerleştiler. Rusya’yı yıkabilirlerse Ukrayna, Gürcistan ve Ermenistan gibi ülkelere de yerleşmek isteyecekler.
Bugün Amerika Türkiye’nin konumu ve gücü sebebiyle düşmanlığını açıktan yapmaya çekiniyor. Rusya ile harp ihtimali olmasaydı Rusya’ya yaptıklarının bir benzerini Türkiye’ye de yapmak isteyebilirlerdi. Şimdilik Türkiye’ye karşı çok seslerini çıkartmıyorlar ancak fiili olarak her şeyi yapıyorlar. Suriye’de PKK’ya her türlü desteği veriyorlar. FETÖ’ye verdikleri destek ona keza. Savunma sanayiinde uyguladıkları ambargo ona keza.
Bu Amerika’dan dostluk bekleyen varsa büyük hata yapar. Kendilerinin her dediğini yapan bir iktidar bile gelse onları kullanarak Türkiye’nin askerî kapasitesini düşürmek, savunma sanayiini öldürmek için ellerinden geleni yapacaklar.
Bu düşmana karşı çok dikkatli, çok uyanık olmamız lâzım. Bunlardan bir içim su gelmeyecekmiş gibi, bir gün Rusya’ya yaptığı gibi bizim de üzerimize geleceklerini bilerek ona göre hazırlığımızı yapmamız lâzım.
Abdullah İbn-i Mes’ud -radiyallahu anh-den şöyle rivayet edilmiştir:
“Kûfe’de kırmızı bir rüzgâr esmişti de orada Abdullah İbn-i Mes’ud bulunuyordu. Derken yanına;
‘Ey Abdullah İbn-i Mes’ud, artık kıyamet saati geldi.’ demekten başka bir konuşması ve hali olmayan bir zat çıkageldi.
O sırada Abdullah İbn-i Mes’ud bir şeye dayanmakta idi. Bu söz üzerine hemen oturdu ve:
“Mirasın taksim edilme(diği zaman gelme)dikçe ganimet malı ile de sevinilmedi(ği bir zaman olmadı)kça kıyamet kopmayacaktır” dedi.
Sonra Abdullah İbn-i Mes’ud elini Şam tarafına doğru kaldırarak eli ile şöylece işaret etti ve:
“Pek çok düşman müslümanlar ile harp etmek için pek çok ordu ve sivil hazırlığı yapacaklar. Müslüman ahali de onlarla harbetmek için ordu ve silah toplayacaklar.”
Ravi “Ben Abdullah’a: ‘Sen bu sözünle Rumları (yani hıristiyan âlemini) mi kastediyorsun?’ diye sordum. Abdullah da:‘Evet Rumları kastediyorum’diye cevap verdi.” demiştir.
“İşte bu şiddetli harp sırasında müthiş bir taarruz ve çetin bir direnme ve geri püskürtme durumu olacak. Şöyle ki:
Müslümanlar (o harpte bir) ölüm-kalım savaşı yapacaklar ve muhakkak muzaffer olarak geri dönecek olan bir fedailer birliğini ordunun ilerisine (öncü birliği olarak) çıkaracaklar. Bu birlikteki fedailer öyle şiddetli bir savaş yapacaklar ki nihayet düşman kuvvetleri ile kendi aralarına gece (karanlığı) girecek de çarpışmaya mani olduğundan onlar da bunlar da (yani gerek düşman ordusundan ve gerekse İslâm ordusundan hiçbiri) galip ve muzaffer olamayarak geri dönecekler. Halbuki iki tarafın öncü fedailer fırkaları(nın ekserisi) yok olup gideceklerdir.
Sonra (ertesi gün olunca) müslümanlar yine en önde ölüm-kalım harbi yapacak ve ancak galip olarak geri dönecek (yani muzaffer olarak geri dönmeye azmetmiş) olan öncü fedailer fırkasını (düşman ordusuna karşı) çıkaracaklar. Ve onlar da akşam oluncaya kadar şiddetli harp yapacaklar. Gece karanlığı basınca İslâm ordusu da, düşman ordusu da geri çekilecekler. Yine her iki tarafın öncü fedailer birliği(nin çoğu) yok olduğu halde iki tarafftan hiçbiri galip olmayacaktır.
Sonra İslâm ordusu (üçüncü kez) ölüm kalım cengi yapacaklar ve muhakkak muzaffer olarak geriye dönecek olan (tekrar) bir öncü fedailer birliği kuracaklar ve bunlar da tâ akşam oluncaya kadar harbedecekler. Nihayet akşam olunca İslâm ordusu da, düşman ordusu da geri çekilecekler. (Bu kez de) fedailer birliği yok olduğu halde iki taraftan hiçbiri (diğerine) üstün gelemeyecektir.
Artık dördüncü gün olunca İslâm ordusunun geri kalan ihtiyattaki birlikleri düşman kuvvetleri üzerine hücuma geçecek ve müteakiben de Allah-u Teâlâ bozgunluğu düşman üzerine çevirecek.
Ve öyle büyük bir harp ve kıtal olacak ki (o güne kadar) bu harbin misli görülmemiş olacaktır. Hatta kuşlar o çarpışan mücahitlerin yanlarından uçacaklar da bir türlü onları geride bırakıp (harp sahasını) geçemeyeceklerdir ve nihayet ölü olarak yere düşeceklerdir.
(Harp o kadar çetin ve imha edici olacak ki) bir baba (misal olarak) yüz nefer olan oğullarının hepsini harbe hazırlayıp yollayacak da o yüz delikanlıdan bir fertten başka hiçbir kimsenin sağ kalmadığı görülüp hissedilecek.
Binaenaleyh (böyle insanlığı imha eden bir harbin sonunda) hangi ganimetle sevinilir ve ferahlanılır? Yahut da hangi miras (kimin arasında) taksim edilir? İşte muzaffer İslâm ordusu bu hâl üzere bulundukları bir sırada birden bire bundan daha büyük ve daha şiddetli bir harbin çıktığını işitecekler. Ve arkasından da dellâl yanlarına gelerek, ‘Muhakkak ki Deccal’in, onların zürriyetleri (yani aileleri ve vatanları) içinde (çıkıp) kendilerinin yerlerine geçmiş olduğunu ve onlara halef olmuş bulunduğunu’ ilân edecek. Bunun üzerine İslâm askerleri önlerindekileri (yani ganimet mallarını) bırakacaklar da kendi vatanlarına doğru (ev halklarını kurtarmak için) yönelecekler ve bu yönelmede de on adet süvariyi öncü olarak ordunun önünde yola çıkaracaklar.”
Abdullah İbn-i Mes’ud der ki:
“Burada Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-:
“Muhakkak ki ben o öncü süvarilerin adlarını, babalarının isimlerini ve atlarının renklerini de kati olarak bilmekteyim. Bu süvariler o zamanki yeryüzünde mevcut olan süvarilerin en hayırlılarındandırlar. Yahut da yer üzerinde bulunan en hayırlı süvarilerdir.” buyurdu.” (Müslim)
Dikkat edilirse Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bundan 1400 yıl önce bu harbi haber verdiği gibi harbin şiddetini de haber vermiş, o günkü halkın anlayabilmesi için “Kuşların harp sahasını geçemeyerek ölü olarak yere düşeceklerini” beyan buyurmuşlardır. Hem bugünkü yakıcı büyük silahları haber veriyorlar, hem de harbin ne kadar geniş bir sahada cereyan ettiğini veciz bir şekilde duyuruyorlar.
Dikkat ederseniz Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kıyamete yakın cereyan edecek büyük harpleri haber verirlerken değişik birçok Hadis-i şerif’lerinde “Bir kişiye elli kadın düşecek”, “Yüz neferden doksan dokuzu ölecek” şeklinde beyan buyurarak erkek nüfusunun harplerle bu kadar azalacağını beyan buyurmuşlardır.
“Bundan sonra çok çetin harpler olacağını, kapıda olduğunu haber veriyoruz. Amma nasıl harpler olacak? Bu harplerde çok az insan kalacak.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde;“Elli kadına bir erkek düşecek kadar erkeklerin azalacağını” beyan buyurmuşlardır. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 72)
Öyle şiddetli harpler olacak ki, bu harplerde çok erkek zayi olacak. Sayı itibari ile elli kadın bir erkeğin himayesine girecek. Önümüzdeki harpler Allah-u âlem bunu gösteriyor. Artık bundan sonra harabiyet durumu başlıyor.
Hicaz bölgesinde de çok büyük kargaşalık olacak.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, “Kıyamet ve Alâmetleri”, s. 349)
Muhakkak bu harpler yaşanacak ve bunlara çok az bir zaman kaldı.
Yunan boş durmuyor, rahat durmuyor. Tarihte de arkasındakilere güvendi, yine onlara güvenerek düşmanlığına devam ediyor.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Yunan’ın düşmanlığını, harp niyetini bize haber vermişler ve tedbir alınması için ikaz etmişler;
“Yunanlılar saldırmak için kararlılar.”
“Burada çok şiddetli bir harp olacak Allah-u âlem. Ama Yunanistan’la şöyle olacak: Onların füzeleri var, Türkiye’de de füze var, kimse bilmiyor. Ağır füzeler var. Orada kullanılacak füzeyi gözümle görür gibiyim.” (10.09.2006) buyurmuşlardı.
Yunanistan yetkililerinin ve televizyonlarda konuşan yorumcularının açıklamalarını takip ederseniz; Türkiye’ye karşı harp niyetlerini saklamadıklarını; Türkiye’ye saldırmak için fırsat kolladıklarını; Haçlıları harekete geçirmek için sürekli bir gayret içinde olduklarını; Türkiye’ye karşı olduğunu saklamadan her türlü silahı, uçağı, gemiyi almaya çalıştıklarını; Amerika’nın ve Avrupa’nın Türkiye’ye silah vermemesi için her türlü yalanı ve çirkefliği yaptıklarını; Ege’nin bütün sularını Yunan gölü yapmak istediklerini; İstanbul’da, Batı Anadolu’da, Ayasofya’da gözleri olduğunu ve işgal niyeti taşıdıklarını görürsünüz.
Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri’nin “En birinci düşman Yunan görünüyor.” beyanı bugün daha iyi anlaşılıyor.
Yunan düşman, açık bir düşman. Son zamanlarda Amerika da Yunan’ın bu düşmanlığını destekliyor. Amerika adeta ikinci bir Yunan oldu. Bütün Yunanistan Amerikan üssü haline geldi. Yunan Başbakanı’nı İzmir’in işgal edildiği tarihte Amerika’da ağırladılar, Amerikan meclisinde konuşturup dakikalarca ayakta alkışladılar. Amerikan başkanı Biden öteden beri kendini Yunan dostu ilan etmiş biri. 1970’li yıllardan beri Türkiye aleyhine tasarıların arkasında olan bir kimse. Hatta kendisini Yunan olarak tanımlayan “Ben Bidenopoulos” diyen bir adam.
Yunan’ın bu düşmanlığını, harp niyetini, Yunan harbinin mutlaka olacağını, buna mümasil bu konu ile ilgili ayrıntılı bir çalışmayı Kasım 2021 tarihli 338. sayı dergimizde yayınladık.
Binaenaleyh tehdit ve tehlike her geçen gün daha da ciddileşiyor. Amerika Ukrayna başbakanını meclisinde konuşturup ayakta alkışladı, arkasından Rusya-Ukrayna savaşı başladı. Yunanistan’a da aynı gazı veriyorlar.
Bunlar niyeti almışlar. Bunu bilelim, buna göre hazırlanalım.
Türkiye’nin bütün ikazlarına, Suriye’de, Irak’ta silahlı müdahalelerine rağmen Haçlı Batı’nın ısrarla PKK’yı desteklemesi Türkiye’ye olan düşmanlıklarının en büyük bir göstergesidir. Türkiye’ye vermedikleri silahları PKK’ya veriyorlar. Suriye’de PKK’ya devlet kurmaya çalışıyorlar. Bir de demokrasiden, insan haklarından dem vuruyorlar. Terör örgütünün halka yaptığı zulümleri, demografik yapıyı değiştirmek için yaptığı hukuksuzlukları görmezden geliyorlar. Bu da yetmezmiş gibi FETÖ’yü himaye etmeye devam ediyorlar. O da yetmiyor, Yunanistan’ı Türkiye’ye karşı kışkırtıyorlar.
“Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık bir düşmanınızdır.” (Nisâ: 101)
Batı’nın bu düşmanlığı iliklerine işlemiştir. Haçlı zihniyetinden hiçbir zaman kurtulamamıştır. NATO tatbikatlarında Türkiye’nin cumhurbaşkanını, Türkiye topraklarını hedef alan senaryolar ortaya konulması, Türkiye topraklarını parçalanmış gösteren haritaların ortalıkta dolaşması, komünizm yıkıldıktan sonra İslâm’ın ve İslâm dünyasının hedef gösterilmesi bu düşmanlığın tezahürleridir. Avrupa ülkeleri de bu düşmanlıktan geri kalmıyorlar. PKK’yı FETÖ’yü fütursuzca destekliyorlar. Liderlerini ilahlaştıran, uyuşturucu mafyası, antidemokratik marksist bir terör örgütünü sırf Türkiye düşmanı olduğu için destekliyorlar. Bu düşmanlığın en büyük bayraktarlığını yapan İsveç’in ve yanında Finlandiya’nın NATO üyeliği mevzuunda Türkiye’nin haklı olarak itirazını ortaya koymasından da hiç memnun değiller ve aba altından sopa göstermeye çalışıyorlar. Ellerinden gelse Türkiye’yi NATO’dan atmak isterler, biz de çok da heveslisi değiliz. Bakalım ilerisi neler gösterecek?
Türkiye’nin kendine biçilen kalıbın dışına çıkmaya başlaması, özellikle savunma sanayiinde elde ettiği inkişaf Batı’nın bu düşmanlığının ayyuka çıkmasına sebep oluyor. Türkiye’yi engelleyebilmek için her türlü çirkefliği yapmaya başladılar. Rusya’yı bir tehdit gördükleri için şimdilik bu düşmanlıklarını çok meydana çıkartmamaya çalışıyorlar ancak Türkiye’nin beka meselesi olarak gördüğü PKK mevzuu başta olmak üzere hiçbir konuda geri adım da atmıyorlar.
“Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar.” (Bakara: 120)
Türkiye hakkında bir algı operasyonu yapıyorlar ve bu algıya kendileri de inanıyorlar. PKK oluyor demokratik bir örgüt, Türkiye oluyor Kürtleri öldüren zalim devlet. Bile bile bu yalanları uyduruyorlar, sonra kendileri de bu yalanların peşinden gidiyorlar. Çünkü içlerindeki küfür, kin ve kibir bütün benliklerini işgal etmiş.
“Onlar durmadan yalana kulak verirler.” (Mâide: 41)
Yalan bu küffarın ekmeği suyu olmuş. Bunlar iflah olmaz.
Binaenaleyh bu düşmanlıklar Irak’ta, Suriye’de olduğu gibi, İran’da, Arabistan’da, Mısır’da beklendiği gibi bir gün bize de dönecek ve büyük harplere sebep olacak. Harp ise bir âfâttır.
Bize düşen imanımızı, vatanımızı müdafaa ve muhafaza etmek için elimizden geleni yapmaktır.
Can-namus, açlık tehlikesine maruz kalan bir insan kendisini ve ailesini korumak için yerini-yurdunu terketmek zorunda kalıyor. Güvenli gördüğü yere kendisini atmaya çalışıyor.
Tarih boyu ve günümüzde de gerek büyük doğal afetler olsun, gerek harpler olsun göç hareketlerine sebep olmuştur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kıyametin on büyük alâmetini sayarlarken bu alâmetlerden birisini de “İnsanları batıya süren bir ateşin çıkması” olarak beyan etmişlerdir.
Görülüyor ki henüz daha büyükleri yaşanmadı.
Medine yahudilerinin en büyük bilgini olup sonra İslâm’la müşerref olan Abdullah bin Selâm -radiyallahu anh-: “Kıyamet alâmetlerinin birincisi nedir?” diye sorduğu zaman Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Kıyametin ilk alâmeti, bir ateşin çıkıp insanları batıya sürmesi.” buyurmuştur. (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 1368)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyururlar:
“Hicaz toprağından, Busrâ’daki develerin boyunlarını aydınlatacak bir ateş çıkmadıkça kıyamet kopmaz.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2121 -Müslim: 2902)
“Resulullah Aleyhisselâm görüyordu ve duyuyordu. Âhir zamanda olacak nice hadiseleri daha o zaman bildiriyordu. Büyük ateşler çıkacağını, büyük harpler olacağını, Arabistan üzerine gelecek çeşitli felâketleri bir bir açmıştır.
Kâbe-i muazzama’nın yıkılacağını, Medine-i münevvere’nin nötron bombası ile yok olacağını birer birer haber vermiştir.
Çünkü Allah-u Teâlâ kıyamete kadar ve kıyametten sonra olacak bütün hadisatı ona gösterdi.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, “Kıyamet ve Alâmetleri”, s. 63)
Bugün Suriye’de, Yemen’de ateş var, yakın zamanda bu ateşin İran, Arabistan, Mısır gibi ülkelere yayılma ihtimali var.
Binaenaleyh bütün bu ateşlerin, kargaşaların bugün yaşanandan daha büyük göç hareketleri ortaya çıkarma ihtimali bulunuyor. Nitekim bazı raporlarda Ortadoğu’da doksan milyon göçmen ihtimalinden bahsedilmektedir.
Bugün Türkiye’de 3.5-4 milyon, bir o kadar da sınırın öte tarafında İdlib gibi yerlerdeki kamplarda yaşayan Suriyeli var. Rusya İdlib’i süpürmeye kalktığında İdlib’teki insanlar Türkiye sınırına dayanmışlardı ancak Türkiye askerî müdahale ile Rusya’yı ve Suriye’yi durdurttu da ikinci bir akının önüne geçti.
Afganistan, Pakistan, Bangladeş gibi ülkelerden ise çoğunlukla para kazanmak isteyen insanlar, -bir zamanlar ve hâlen bazı Türklerin Avrupa’ya gitmek istemesi gibi- Türkiye’ye gelmeye çalışıyorlar.
Türkiye büyük bir baskı altında.
İran karıştığı zaman, Arabistan ülkelerinde büyük harpler ve kargaşalar çıktığı zaman çok daha büyük bir baskı ile karşılaşma ihtimalimiz var.
Türkiye’nin bu tehlikeyi görmesi ve bugünden elinden gelen tedbiri almaya başlaması lâzım.
Türkiye Suriye sınırı boyunca 30-40 km. bir güvenli bölge oluşturmaya çalışıyor. Ancak tüm Suriye’yi güvenli bölge haline getiremezsek bu baskının olduğu gibi Türkiye’ye yönelme ihtimali var.
Ekonomik zorluklar arttıkça bir kısım halk bu göçmenlere karşı biraz da kavmiyetçi bir refleksle tepki veriyor. Ancak görüldüğü gibi çok daha büyük tehlikeler var.
Biz müslümanlar olarak, İslâm milletleri olarak, Allah uğrunda, Allah yolunda cihad ve fedakârlık duygumuzu kaybettiğimiz için küffar İslâm dünyası ile rahat oynuyor. Küffar bizi ekonomiyle, paramızı elimizden almakla korkutuyor, paranın ucunu gösterip kendi güdümündekileri idareye getiriyor. Onlar da ya bu küffara ya da öbür küffara yanaşarak başta kalmaya çalışıyorlar. Yahut istemediği bir idare varsa, kendi güdümündekileri başa geçirmek için ekonomiyi, parayı kullanıyorlar.
Halbuki bir İslâm milleti Allah için olursa, Allah da onları destekler ve başa gelen iyi idareciler iyi işler yaparlar, ekonomi de iyi olur. Ancak niyet bozuk olunca her şey bozuk oluyor.
Sevban -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Size çullanmak üzere yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya çağrışan yiyiciler gibi birbirini çağıracakları zaman yakındır.” buyurdu.
Orada bulunanlardan biri:
“O gün sayıca azlığımızdan mı?” diye sordu.
“Hayır! Bilâkis siz o gün çoksunuz. Fakat sizler bir selin getirdiği çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığı olmayan çer-çöp durumunda olacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!” cevabını verdi.
“Zaaf nedir yâ Resulellah?” denildiğinde:
“Dünya sevgisi ve ölüm korkusu!” buyurdu. (Ebu Dâvud: 4297)
Müslümanın ölçüsü iman yerine para, dünya sevgisi olursa, cihad duygusu kalplerden çıkıp ölüm korkusu yerleşirse işte böyle düşmanın üzerimize çullanacağı haber veriliyor.
İşte bugün özellikle Arap ülkelerinin düşmanın oyuncağı olmasının sebebi budur. Ellerinde her türlü imkân ve para var. Ancak Amerika’nın, küffarın oyuncağı olmuşlar. Bu yüzden küffar bunlar hakkında aldıkları ile yetinmek istemiyor, daha büyük işgaller ve gasplar planlıyor.
Binaenaleyh bizim de aklımızı başımıza almamız lâzım. Küffar boş bulduğuna çullanıyor.
Son yıllarda doğal afetler çoğaldı. Yangınlar, depremler, yanardağ patlamaları, tsunami, seller ....
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kıyamete yakın bir zamanda üç büyük yer çöküntüsü meydana geleceğini haber vermişler ve bunların her birini kıyametin on büyük alemetinden birisi olarak beyan buyurmuşlardır. Yani on alametten üçü bu üç büyük yer çöküntüsüdür.
Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Kıyametten önce, birisi doğuda, birisi batıda ve birisi de Arap yarımadasında olmak üzere üç çöküntü meydana gelecektir.” (Müslim: 2901)
Binaenaleyh irili ufaklı birçok doğal afet yaşanıyor. Ve fakat çok daha büyüklerini de haber veriyorlar.
Bunlar hep bizim kabahatlerimiz sebebiyledir.
“Zamanımızdaki bütün bölücüler fakirin kapısını kapatıp hakkını gasbediyorlar. Zekâtı kendileri toplayıp, aralarında bölüyorlar. Zekât paraları ile bina kuruyorlar, lüks ve refah içinde yaşıyorlar. Bu ise büyük bir hıyanettir, gadab-ı ilâhî’ye vesiledir.
Bunun içindir ki kuraklık, harp, zelzele gibi çeşitli ibtilâlara, âfâtlara bu millet maruz kalabilir.
Ve nihayetinde de Allah-u Teâlâ bunları yapanların kökünü keser. Şimdilik onlara ruhsat veriyor.” (“Kıyamet ve Alâmetleri”, s. 60)
En büyük âfât ise gönüllerde yaşanıyor. Dinde ve vatanda bölücülük, imansızlık, ateizm, deizm, putperestlik, şeytanperestlik, dünyaperestlik, paraperestlik, dinsizlik, ahlâksızlık, fuhuş, zina, fâiz, kumar, lûtilik, isyan, zulüm, vahşet, cinayet, tecavüz, nefislerin alabildiğince sınırı aşması... her türlü melanet ortalığı sarmış durumda. Fitne evlere hatta ceplere girmiş durumda. Teknolojiyi geliştirenler nefislere hitap eden her şeyi alabildiğince yaygınlaştırmaya çalışıyor, insanlar gün gün iyice zıvanadan çıkıyor. Üç kişi bir evde oturuyor, her birisi ayrı bir sanal âlemde. Pandemi ile beraber bu afetin boyutu katlanarak büyüdü, büyümeye devam ediyor.
Esas büyük afet budur. Zira imanlar yanıyor. Manevî büyük bir yangın var. Her yer, herkes yanıyor.
“Avf bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Kıyamet kopmadan önce vuku bulacak alâmetlerden altı şeyi sayınız:
... 5. İstisnasız her Arap evine girecek bir fitnenin yayılması. ...” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1313)
... Beşinci ise televizyon vesaire, buna mümasil fitneler her eve girdi. Bu vasıtalarla her rezalet yapılıyor.
Üsame -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Benim gördüğümü görüyor musunuz? Ben sizin evlerinizin arasında fitnelerin yerlerini yağmur yerleri gibi görüyorum.” (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 889 - Müslim: 2885)” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, “Kıyamet ve Alâmetleri”, s. 62-63)
“Bir topluluğun başına felâketler gelip belâlara uğrayacakları zaman, oranın ileri gelen mütekebbir ve müstekbirleri azgınlaşır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Biz bir memleketi, yıkıp yok etmek istediğimiz zaman, oranın şımarık varlıklılarına (iyilikleri) emrederiz. Buna rağmen onlar orada itaatsizlik edip kötülük işlerler. Artık o memleket helâke müstehak olur, biz de orayı darmadağın ederiz.” (İsrâ: 16)
Bunlar tarihte birer ibret numunesi olmuş olurlar.
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- bu Âyet-i kerime’ye şu şekilde mânâ vermiştir:
“Onların kötülerini başa getiririz, onlar o memlekette isyan ederler. Böyle yaptıkları zaman da Allah-u Teâlâ onları azap ile helâk eder.”
Yani halkın helâkine vesile olurlar.
Nitekim diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Böylece biz her memleketin ileri gelenlerini (kodamanlarını veya idarecilerini) en büyük günahkârlar yaptık ki, orada hileler çevirsinler.” (En’âm: 123)
Hususiyetle ileri gelenlerin mevzu edilmesi, onların sahip oldukları geniş imkânların daha çok olmasından; başkalarına kıyasla kendilerini hile ve tuzaklara, isyan ve tuğyana, küfür ve inkâra daha çok yöneltmiş olmasındandır.
•
Yöneticilerin iyi ve kötü olmaları o kadar mühimdir ki, doğrudan doğruya halkın huzurunu ve huzursuzluğunu ilgilendirmektedir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“O yanından ayrıldığında (iş başına geçip idareci olduğunda) yeryüzünde fesat (anarşi) çıkarmaya, ekini (ekonomiyi) ve nesli helâk etmeye çalışır. Allah fesadı sevmez.” (Bakara: 205)
Ne fesadı sever, ne de fesat çıkaranları. Allah-u Teâlâ bu olacakları beyan ediyor. Bunlara sebep baştakilerin kötü niyetleri ve kötü icraatlarıdır.
Bütün kötülükler kötü âmirlerin kötülüklerinden kaynaklanır, müsebbip onlardır. Her ne kadar iş yapıcı gibi görünseler de, gerçekte yıkıcıdırlar, çünkü başkasına hizmet etmektedirler. Onlar bu işe sebebiyet veriyor.
1999 yılı Ağustos ayı Hakikat dergisinin kapağında şöyle bir beyanımız vardı:
“Dinine ve vatanına ihanet eden, nefsine ve halkına zulmeden, uğursuzluk ve bereketsizlik kaynağı kötü âmirler.”
Görünüşte önlüyormuş görünüyorlar, aslında onlar gerçekten sahte kahramandırlar.
Onlar idareyi ele aldıklarında fesat çıkmasının sebebi: “Sen öl, ben yaşayayım!” felsefesi ile hareket etmelerinden dolayıdır.
Allah-u Teâlâ onların yeryüzünde fesat çıkaracağını beyan ediyor. Bu sahte kahramanların icraatları ise ortada. Niyeti de bozuk, icraatı da bozuk. Sahneye çıkmış, rolünü oynuyor. İcraatını ortaya döküyor. Fakat halka da lâzım gelen boyamasını da yapıyor. Bunlar göz boyayıcıdırlar, halkı kandırıyorlar.
Bu kötü gidişatı bunlar meydana getiriyor. Bu kötü âlimler ve bu kötü âmirler bugünkü gidişattan mesuldürler. Bu işi meydana getiren onlardır. Bütün memleketin başına felâketi işte bunlar getiriyor.
Birçok adaletsizliklerin ve kötülüklerin neticesi olarak da anarşi ve terör husule gelir. İnsanlar arasında kan dökmeler yaygınlaşır. Katil niçin öldürdüğünü, maktul de niçin öldürüldüğünü bilmez olur.
Devlet kasasını aralarında taksim ederler. Allah-u Teâlâ da bereketi kaldırır, ekonomi altüst olur, memlekette büyük sefâlet, felâket husule gelir. Fakir inler, onlar ise sefa sürerler. Zevk ve sefaları bozulmasın diye, bu iniltiyi duymak bile istemezler. Çünkü hâindirler.
Fakat milletin içine kurt girdi, haram girdi. Kolay kolay temizlenmez. Son zamanlardaki bu faizler, milletin imanını kuruttu. İçlerini çürüttü. Artık hayır gelmez. Pek azı kurtuldu.
Nesli helâk etmeye gelince;
Bunlar ilâhi hükümlere riayet etmedikleri gibi, nikâha da dikkat etmezler. Bunun içindir ki neslin nereden geldiği, kimden doğduğu bilinmez. Helâle harama bakılmadığı için, aslı-nesli belli olmayan türemeler türemiş olur.
“Allah fesadı sevmez.”
Allah-u Teâlâ fesadı sevmediği için, halkı onlarla başbaşa bırakıyor.
Âyet-i kerime’den anlaşılıyor ki; Allah-u Teâlâ’nın ve Resulullah Aleyhisselâm’ın yolundan ayrıldıktan sonra, artık onun Din-i mübin ile işi kalmaz, vatanperverlik de ondan gider, vatanına ihanet etmekten çekinmez. Nefis putuna tapar, var gücüyle madde ve makama dalar. Bütün fenalıklara yol verir. Kâfire hizmet ettiği için devletin yıkılmasını ister. Kime hizmet ediyorsa onun emrini yerine getirmeye çalışır. Çeşitli vasıtalarla zehirini akıtmaya gayret eder. Yeryüzünde fesat çıkarmaktan başka bir çabası yoktur. Sözü yalan, inancı fasid, icraatları kötüdür.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Demek ki sizler iş başına gelecek olursanız, yeryüzünde fesat çıkaracak ve akrabalık bağlarını keseceksiniz öyle mi?” (Muhammed: 22)
İş başına geçerseniz, kumandayı elinize alırsanız memleketinizi bozguna verip, halkı, hısım ve akrabalarınızı perişan mı edeceksiniz?
Münâfıkların en belirgin hususiyetlerinden birisi de, bir mevkiye geçtikleri zaman yeryüzünde bozgunculuk çıkarıp ortalığı karıştırmaktır.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, “Kıyamet ve Alâmetleri”, s. 201-203)
Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkunuz ve sâdıklarla beraber olunuz!” (Tevbe: 119)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri; dünyanın içten içe kaynadığını, taştığı zaman dünyayı ateş alacağını; dünyanın Üçüncü Cihan Harbi’ne doğru gittiğini, korkunç harplerin olacağını, bütün silahların patlayacağını, açlık, kuraklık çekileceğini, dünyanın tekrar bidayete döneceğini haber verirlerdi. Hususiyetle kendilerinden sonra her türlü hadisata hazırlıklı olmamızı nasihat ederlerdi.
“Gün gelecek ortalık çok karışacak. Onun için bugün imanın sağlam olmalı, ahiret için hazırlık yapmalı, hiç kimseye bir şey söylemeden insan kendi yoluna böyle akıp gitmeli. Karıştığı zaman büyük dalgalar var önümüzde. Çok büyük dalgalar var. Bugün sakin, bugününü ihya etmeye bak. Fırtına koptuğu zaman imanı kurtarmak için; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyor;
“Dünyanın geniş vakitlerinde, (yani sıhhat ve servet, asayiş ve emniyet gibi istirahat sebepleri mükemmel olduğu bir zamanda) Cenâb-ı Hakk’a ibadet ve taat ile kendini takdim et ki, muzayakalı bir zamanda seni lütfu ile yad buyursun.” (Ahmed bin Hanbel)
Gün; iman kurtarma günü, zaman imanı koruma zamanı...”
“Bizden sonra Allah’u-âlem ortalık çok karışacak, karışınca halk bunalacak, herkes can ve gıda peşinde koşacak, gittikçe iş fesada gidecek, umumi harbe gidecek. Hâtem-i veli’nin gelmesiyle artık ondan sonrasını bekleyin. Bizden hemen sonra olabilir. Önümüzde ateş var, felâket var. Beni çekinceye kadar siz bir saadet içindesiniz amma sonrasını O bilir. Beni çektikten sonra çok şey görebilirsiniz. Beni tutarken rahat edersiniz, beni çekerse bilmiyorum durumunuzu. Ben hayatta iken Cenâb-ı Hakk sizi korur. Fakat beni aldıkları an, bütün tedbirlerinizi alın, sonrasını bilmiyorum.”
Diğer bir beyanları şöyleydi:
“Her şey tezahür ediyor artık, belki gitme vaktim yaklaştıysa tezahür ediyor ve bunlar böyle çıkıyor, her şey bilinsin isteniyor.
Gün bugün yarını O bilir, ve demiştim, “Allah’ım! Bana o günleri gösterme!” Çok karanlık günler var, seyirci kalacağız, takdir ne ise onu seyredeceğiz.
Hazret-i Allah’a sımsıkı sığınmamız lâzım. Önümüzdeki hadisatı beklememiz lâzım. Önümüzde çok sert günler var, çok karanlık günler var.”
Bu Zât-ı muhterem bu olacakları Hazret-i Allah’ın bildirmesi ve duyurması ile bildi ve bizlere de duyurmaya çalıştı. Ümmet-i Muhammed’in selâmeti, vatanın muhafazası için mücahede ve mücadele etti. FETÖ’yü din ve vatan bölücülerini ifşa etti, onlarla mücadele etti, eserler neşretti. Dedikleri bir bir çıkıyor. Kendisinden sonra olacakları da haber verdiler.
Bunları hatırlatıyoruz. Artık dünyaya bağlanacak vakit değil. Ahirete yönelmemiz, tedbir almamız, din ve vatan bölücüleri ile küffar ile yılmadan cihad etmemiz lâzım.
Hâtem-i veli, Hazret-i Mehdi ve İsâ Aleyhisselâm ahir zamanda peşi sıra zuhur edecek üç manevî şahsiyettir. Bu üç merdivenin biri geldi ve gitti. Vazifesini bihakkın yaptı, Hazret-i Mehdi’nin zuhuruna kadar oluşacak boşlukta bizlere miras bıraktığı kitaplarına sarılmamızı vasiyet etti. Bu kitapların bu boşluğu dolduracağını haber verdi.
“Kuraklık tehlikesi var, harp tehlikesi var.
Hazret-i Mehdi’nin zuhurunu ve alâmetlerini anlatan bir Hadis-i şerif’lerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle başlamışlardır:
“Ticaret ve yolların kesildiği ve fitnelerin çoğaldığı zaman...” (İmam-ı Süyûtî)
Görüyorsunuz petrolümüz dışarıdan, gazımız dışarıdan geliyor. Gıda ihtiyacımızı bile dışarıdan temin etmeye başladık. Ufacık bir harpte bile geçici de olsa büyük sıkıntılar yaşama ihtimali var. Büyük pahalılıklar yaşanma ihtimali var.
Öyle günler gelecek ki, parayla bile olsa yiyecek bulamama durumları olacak.
Gün gelecek hiçbir şey işlemeyecek. Benzin yok, araba yok, dünyanın rotası bozulacak eski günlere dönülecek, petrol olmayacak, uçak, araba olmayacak, hiçbir şey işlemeyecek, gemiler yelkene dönecek.
Hadis-i şerif’lerde Ye’cüc ve Me’cüc kavminin istilâsı anlatılırken Resulullah Aleyhisselâm bir yerinde şöyle buyurmuşlardır:
“İsa Aleyhisselâm ve ashâbı Tûr dağında mahsur kalacaklar. Öyle ki muhasaranın şiddetinden o gün bir öküz başı, onlardan her biri için bugünkü paranızla yüz dinardan daha hayırlı olacak.” (Müslim: 2937 - İbn-i Mâce: 4075)
Binaenaleyh her türlü tedbiri almak lâzımdır. Erzak olsun, ısınma, aydınlanma ihtiyaçları olsun, buna mümasil her türlü tedbiri almakta fayda var.
Allah-u âlem ateş sardığı zaman her tarafı saracak. Âyet-i kerime zuhur edince hiç kalmayacak. Bu silâhlarla çok az insan kalacak. Yalnız cephe değil, cephenin gerisindeki de gidiyor. Bir atom bombası Japonya’yı mahvetti. Amma şimdi herkeste o bomba var. Herkes birbirine attığı zaman her taraf dümdüz olur. Hüküm O’nundur. O ne isterse O’nu yapar.
Harp mazallah yalnız askere değil, sivile de dokunur, onun için yiyecek içecek için çok tedarikli olmak lâzım. Allah-u Teâlâ’nın dediği olur amma önümüzdeki harpler şiddetli.” (“Hatmü’l-Evliyâ Ömer Öngüt -kuddise sırruh-”, s. 642-643)
•
“Ortalık çok bozulacak, daha da karışacak. Çok büyük sıkıntılar olacak. Harp sıkıntıları, geçim sıkıntıları, telâşlar başgösterecek.” (“Kıyamet ve Alâmetleri”, s. 11)
•
“Hiç şüphe yok ki önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar olsa gerek. Bu otuz sene zarfında Allah’u-âlem öyle hadiseler olacak ki; öyle şiddetli, tasavvura sığmayacak kadar öyle büyük harpler, öyle felâketler, öyle zelzeleler olacak ki tasavvurun haricinde olacak!
Bunun özünü İsrâ sûre-i şerif’inin 58. Âyet-i kerime’sinde görürsünüz. Allah-u Teâlâ kıyametten önce dünyayı yıkacağını beyan buyuruyor.
Dünya milletleri harbe hazır durumda. Ha patladı ha patlayacak, ha patladı ha patlayacak! Emr-i ilâhîyi bekliyor.
Savaşların çıkması ilâhî hükme bakar. Cenâb-ı Hakk’ın izni olmadıkça bir yaprak dahi düşmez. Hep O’nun takdiri ile oluyor. Amma Allah’u-âlem bu otuz sene içinde çok mühim şeyler olacak. Dünya düzelecek, dümdüz olacak.” (“Kıyamet ve Alâmetleri”, s. 12)
“Dünya kaynıyor, kaynaya kaynaya taşacak ve bu halk gidecek, yavaş yavaş bir zaman imar ediyordu, şimdi harap ediyor. Hazret-i Allah’tan hakikaten korkmak lâzım. Bu isyan cezasız kalmaz.”
“Bunları arzediyoruz; irşad ve ikaz için. Tedbir almanız için.
Binaenaleyh “Tedirgin olmayın, tedbirli olun.”
İrşad için kimse gayret etmiyor. Halbuki şu çok yakın zamanda bazı tehlikelerle karşılaşma ihtimalimiz var. Harp tehlikesi var, kıtlık tehlikesi var.
Takdir ne ise o olur!
Dikkat ederseniz bütün dünya sallanıyor, huzursuz! Amma sel, amma rüzgâr, amma âfât, amma zelzele, Allah’ım beterinden korusun.
Bunları size hatırlatıyorum, şimdiden Hazret-i Allah’a ve Resul’üne yönelmeye ve sığınmaya bakın. Bu felâketler geldiği zaman şaşırmayın. Artık kendinize gelin, dünyanın sonundayız, ona göre kendinizi ayarlayın!
Binaenaleyh bu destek ahirete çekilinceye kadar devam edecek. İşin nezaketi daha sonra başlayacak. Nasıl ki her çadırın bir direği olur, çadırı ayakta tutar, direk yıkılınca çadır da yıkılır.
Gün bugündür, yarın bu silâhlar patladığı zaman dünya alt üst olup bitecek. Fakat hiç kimse bunu görmüyor, böyle gelmiş böyle gidecek zannediyor. Nereye gidecek? “Hatem” dendi, “Sondur” dendi, “Onunla bitiyor” dendi. Ondan sonra Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın devri başlayacak. Bu merdivenden sonra iş bitti artık, zaten insan kalmayacak. “Hatem” dendi, bitti artık. Amma kimse bunun farkında değil.”
“Binaenaleyh artık dünyanın şâşâsına dalmayın, nefsânî arzulara kapılmayın. Helâl lokma kazanmayı ve yemeyi, günlük geçinmeyi düşünün! Uzun bir ömür hayâline kapılmayın! Ebedî saadetinizi hazırlayın.”
“Sen ki Yaratan’a, nimetlerle donatana isyan edeceksin de O seni cezasız bırakacak, bu mümkün değildir. Muhakkak cezalandırır.
Allah-u Teâlâ dünyayı doldurduğu gibi boşaltacak, az insan kalacak. Azdan başladı aza inecek. İsyan tuğyan çok, imar çok, hep harap olacak. Mülkünü murad ettiği gibi yapacak. Takdir ne ise o olacak.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
Dünyanın her geçen gün, günagün bozulması, yaşanan fitne ve fesatlar göstermektedir ki Resulullah Aleyhisselâm’ın kıyamete yakın geleceğini haber verdiği ahir zamanın içindeyiz.
Bu yaşananlar hepsi aslında bir doğum sancısıdır. İnsanoğlu Allah-u Teâlâ’ya boynunu büküp teslim olsa, tevbe istiğfar ile O’na yönelse elbette Allah-u Teâlâ da lütfundan ihsan edecektir.
Amma ve lâkin insanoğlu hırsının, kibrinin, küfrünün, isyanının esiri olmuş durumda.
Bu karanlık çağda Allah-u Teâlâ bu karanlıkları birbiri ile yok ediyor ve edecek.
Dikkat ederseniz büyük değişim yaşanıyor her yerde. Halklarda, devletlerde, ekonomilerde, sanayiide, teknolojide, bilişimde, okullarda, çocuklarda, her yerde... Ve en büyüğü kalplerde...
Şimdi büyük bir bozulma yaşanıyor. Ve fakat Allah-u Teâlâ bunu temizleyecek ve kalpler O’na, O’nun hükmüne itaat etmek zorunda kalacak.
Dünya Hadis-i şerifler’de beyan buyurulan mukadderatına doğru gidiyor.
Bütün bunlar Allah-u Teâlâ’nın merhametindendir. Bize bırakmış olsa insanoğlunun nereye gideceği belli değil.
•
Dünyanın iyice bozulduğu bir zamanda Allah-u Teâlâ adaletini tesis etmek ve muzafferiyeti müslümanlara vermek için Hazret-i Mehdi’yi ve İsâ Aleyhisselâm’ı gönderecektir.
Hazret-i Mehdi’nin zuhur etmesi kıyamet alâmetlerindendir. Onun âhir zamanda geleceğine dâir birçok Hadis-i şerif’ler vardır.
Asr-ı saâdet’ten bu yana asırlardır müslümanların kâffesi; âhir zamanda Ehl-i beyt’e mensup bir zâtın çıkıp din-i İslâm’ı güçlendireceğine, adaleti hâkim kılacağına, müslümanların ona tâbi olup İslâm beldelerinde hâkimiyet kuracağına, bu zât-ı âlîye “Mehdi” denileceğine inanmışlardır. Böylece bu Hadis-i şerif’ler mütevâtir derecesine ulaşmıştır.
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar:
“Kıyametin kopmasına bir gün bile kalsa, Allah-u Teâlâ o günü uzatarak benim soyumdan bir kişi gönderecektir. Adı adımın, babasının adı babamın adının aynısı olacak, zulüm ve zorbalık altında inleyen yeryüzünü huzur ve adaletle dolduracaktır.” (Ebu Dâvud, Tirmizi)
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri “Hatmü’l-Evliyâ” kitabı’nın son iki bölümünde, âhir zamanda zuhur edecek olan fitne ve kötülüklerden söz ederken; velîlerin “Hâtemü’l-velâye”liğini elinde bulunduran zâtın, bu devirde ilâhî hücceti ayakta tutup, kıyamet gününe kadar kendisinden önceki veliler ve Tevhid ehli üzerine bir hüccet olacağını; Mehdi Aleyhisselâm’ın bu devirde zulmü ortadan kaldırıp, adâleti ayakta tutmakla vazifedar kılınacağını; yine bu devirde yeryüzüne inecek olan İsa Aleyhisselâm’ın ise, ümmetin son gelenleri arasında, kendi havârilerine denk birtakım yardımcılar bulacağını haber vermiştir.
Velilerin Hakîm’inin bu beyânından da anlaşılıyor ki, âhir zamanda gelecek olan ümmetin faziletli olanları üçtür:
1. Hâtemü’l-veli,
2. Mehdi Resul,
3. İsa Aleyhisselâm.
Binâenaleyh fitne ve fesadın son haddini bulduğu bu âhir zamanda, Hâtemü’l-veli’nin başlattığı iman kurtarma cihadını, onun hemen ardından gelecek olan Mehdi Resul Hazretleri ve İsa Aleyhisselâm tamamlayacak; bu surette birbirleriyle mütemmim olacaklardır.
Allah-u Teâlâ bu dini yeniden tazeleyeceğine göre, bu da üç merdivenle başlıyor ve başlamıştır.
Allah-u Teâlâ bu dine hizmeti, bu şanı ve şerefi Türk milletine vermişti. Amma Türk milletinden din kaldırıldıktan sonra bu fitne koptu. Kopa kopa, en fesad zamanına kadar geldi. O zaman bu zamandır.
Fakat Allah-u Teâlâ gönderdiği o kimselerle bu fesadı kaldıracak ve nurunu tamamlayacaktır. Bundan hiç kimse ümidini kesmesin. O günü sabırla beklesin. Çünkü muzafferiyeti yine İslâm’a bahşedecektir.
Sevban -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
“Sizin hazinenizin yanında, hepsi de bir halifenin oğulları olan üç kişi öldürülür ve bu hazine hiçbirisine nasip olmaz.
Sonra Doğu tarafından Siyah Bayraklılar çıkarak hiçbir kavmin yapmadığı bir şekilde savaş yaparlar ve ardından Allah'ın halifesi Mehdi gelir.
Siz onun ismini işittiğinizde kar üzerinde sürünerek de olsa ona geliniz ve ona biat ediniz. Çünkü o, Allah'ın halifesi Mehdi'dir.” (Hâkim)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz alâmetleri ile beraber Hazret-i Mehdi’nin geleceğini bildirmiş, onun hakkında birçok Hadis-i şerif’ler beyan etmiştir.
Bundan sonra bizim ile Hazret-i Mehdi Aleyhisselâm arasında çok az bir boşluk olacak. Nur gelecek, bu kitaplar tutulacak ve bu boşluğu dolduracaklar. Bu boşluk sırasında nasipdar olanlar bu kitaplara çok sarılacak. Allah-u Teâlâ nuru indirince dilediğine hidayet verecek. Halkın çoğu boşlukta kalacak, nasipdar olmayanlar büsbütün laçka olacak.
Abdülkâdir-i Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fethü’r-Rabbânî” adlı eserinde buyururlar ki:
“Bir kurtarıcı olarak ellerinden tutar, dünya denizinden çeker çıkarır. Tabii ki nasibi olanı, Hakk’a uyanı.” (5. Meclis)
Nasibi olan onu bulacak, nasibini alacak. Nasibi olmayan onu bulamayacak ve hüsranda kalacak. Ruhu ölmüş bir kimsenin hakikatle ne işi var?
Hâtem-i veli’den sonra gelecek ikinci bir veli yok, ancak Hazret-i Mehdi gelecek. Veli gelse de kendi çapında gelecek, yani resulden sonra gelen nebiler gibi olacak, fakat irşâda mezun olmayacak. Bundan sonra kimseden bir şey beklemeyin. Bu kitaplara tutunun, çünkü bu bir mühürdür. Hâtem-i nebi’den sonra bir peygamber çıksa inanılır mı? Bu da bunun gibidir. Çıkar, fakat sahteler çıkar. Onlar yalancıdırlar.
•
Hâtem’likle ıslahat başladı. Birinci ıslahat nurla, Hatem’likle olacak. Mehdi Hazretleri kılıçla ıslahat yapacağı gibi, İsa Aleyhisselâm da müslümanlarla hıristiyanlar arasında hakemlik yapacak ve Deccal’i öldürecek.
Bu üç vazife merdiven gibidir.
Bu nur çığır açıyor, karanlıkları deliyor. Bu çığır Mehdi Hazretleri’nin zamanına kadar gidecek. Nur da yayılacak, türemeler de türeyecek. Bunlar daima birbirine karşı olacaklar.
Bizim bu bölücülerle cihadımız, sanmayın ki küçük bir çarpışmadır. Bütün bölücülerle karşı karşıya gelmiş durumdayız. Nasipdar olan tenvir oluyor, nasibini alıyor. Nasibi olmayan görmüyor.
Bundan sonra zaman daha da güçleşecek. İyi ve kötü âmirler gelecek. Ve bu bozukluk, en sonuncu olan Deccal’e kadar devam edecek. O çıktığı zaman ortalık büsbütün bozulacak.
Muhterem Ömer Öngüt Efendi Hazretleri şöyle buyuruyorlar:
“Hazret-i İsa Aleyhisselâm ve Mehdi Resul’ün öncülüğünü yapıyorum. Ben bugün varım, yarın yokum. Ben sizi Hazret-i Allah’a ve Resulullah’a yöneltiyorum. Ebedî hayata sevk ediyorum, dünyaya bağlatmıyorum. Çünkü bizim gayemiz, menfaatimiz olmaz. Niçin gönderildik ise o vazife ile meşgulüz. Yoksa hiç olmuş, çok olmuş, o yolda değiliz. Bunu kitapta şöyle tarif ederiz:
“Çok koyun koymuş, yok koyun koymuş, çobana ne! Çoban çobandır.”
Onun için bu merdiven üçtür, üçü birdir. Bir tanesi gidiyor iki tanesi gelecek. İkincisi olan Hazret-i Mehdi’nin yedi sene ömrü var. Ondan sonra Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelecek. Onun için ileride neler neler var.
Bizden sonra kime sorarsınız? Size her şeyi bırakıyoruz, kitaplarımızda her şeyi bulacaksınız, zamanı gelince anlayacaksınız.
Bu kitaplar müslümanlar sıkıştığı zaman çok iş görecek, yegâne tutunulacak yer olacak. İşte bizden sonra insanlar hakikati öğrenmek için bu kitaplara sarılacak.
Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri çok kesin ve açık olarak beyan ediyor. “Mehdi’den evvel adâlet-i ilâhîyi ayakta tutacak başka kimse olmayacak.” buyuruyor.
Hâtem-i veli’nin Türkiye’de gelmesinin ve vazifelendirilmesinin sebebi; bölücüler, türemeler hep Türkiye’de türedi.
Büyük fitne Türkiye’de koptu ve Allah-u Teâlâ bu ilmi Türkiye’ye indirdi. Sonra Hicaz tarafında çok büyük fitne kopacak, Allah-u Teâlâ o zaman da Mehdi Hazretleri’ni gönderecek. Bugün buraya gönderdi, o gün oraya gönderecek. Yerine göre, zamana göre tayin ediyor.
Allah-u Teâlâ öyle murad etmiş. Yoksa bu bölücüler İslâm dininin hiçbir esasını bırakmayacaklardı. Hak ile bâtıl tamamen birbirine karışmıştı ve bâtıl galebe etmişti. Niçin galebe etti? Onları müslüman zannıyla çoğunluk onlara kaydı. İslâm’ı bölüm bölüm böldüler ve parsellediler, dinde şirket kurdular. Her biri kendi ismiyle bir din kurdu, dini dünyaya âlet ederek halkı alabildiğine yoldular ve soydular. Hem imandan ettiler, hem de maddelerini aldılar. “Sen çalış bana ver!” Sahte şeyhler gibi.
Fakat Allah-u Teâlâ’nın izniyle “Bu küfürdür, bunlar kâfirdir.” deyince küfürleri meydanda kaldı. Nur galip geldi, küfrün üzerini ezdi geçti.
Bu sapıtıcı imamların ve türemelerinin örümcek ağı gibi örmek istedikleri tuzakları bu cihadla bertaraf edildi.
Musa Aleyhisselâm’ın asasının sihirbazların sihirlerini yuttuğu gibi, hakikat da ortaya çıkınca sahtelerin hepsini yuttu gitti. Ancak donan dondu, imanını kurtaramadı.
Bu nurun girdiği yerde zulümât çökmeye, yok olmaya mahkumdur.
Allah-u Teâlâ dilerse nurunu yayacak, bu nur bu zulümâtı delecek, bunlara bu sahayı bırakmayacak. Buna emin olun.
Allah-u Teâlâ bizi kalemle cihad için, bölücü din düşmanlarını kalemle biçmek için ve bu kitapları yazmakla vazifelendirdi. Bu kitaplar bizden sonraki boşluğu Hazret-i Mehdi’ye ulaştıracak, ona köprü olacak, bunu böyle bilin.
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin “Nevâdirü’l-Usûl” isimli eserinde buyurdukları; “O bir çiçek misali baharda açar, meyveleri güzün toplanır.” sözüne gelince;
Şimdiki zaman açma zamanı, bizden sonra halk sıkıştığında meyveler o zaman toplanacak. Zaman geçtikçe iş kıymete değere binecek, nasibi olan nasibini alacak. Beşeriyet bir gün ayılacak, bu eserlerden istifade edecek. Bizden sonra halk bu kitaplara sarılacak. Şimdi çiçek açma zamanı, Allah-u Teâlâ’nın ihsanı ile her şey açılıyor. Halk zamanla ayılacak, meyveyi yiyecek, bunlara sarılacak ve istifade edecek. Allah-u Teâlâ dilediğine dilediği kadar duyuracak, O’nun duyurması ile hakikati anlamış olacak. O artık ahirete intikal ettiği için, kıyamete kadar oradan istifade edecek ve o nurla da ahirete göçecek.
Bu meyanda ortalık çok bozulacak, daha da karışacak. Çok büyük sıkıntılar olacak. Harp sıkıntıları, geçim sıkıntıları, telâşlar başgösterecek. Din kalktıktan sonra fesatçılar yürüdü yürüdü, ifsad son haddini buldu; küfür, isyan, dinden çıkma moda oldu. Öyle bir gündeyiz ki; artık doğana sevinmemeli, îmânla göçene üzülmemeli!..
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:
“Belâ ve fitneden başka dünyanın hiçbir şeyi kalmadı!” buyurmuşlardır. (İbn-i Mâce: 4035)
Dünya milletleri harbe hazır durumdalar, savaş ha patladı ha patlayacak. Yalnız emr-i İlâhî’yi bekliyor. Savaşların çıkması İlâhî hükme bakar. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın izni olmadıkça bir yaprak dahî düşmez.
Nitekim Âyet-i kerime’sinde:
“O’nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez.” buyuruyor. (En’âm: 59)
Bunlar hep O’nun takdîri ile oluyor. Kişi istese de, istemese de mukadderât ne ise o olacak.
Dünya bidâyete dönüyor; yâni dünya o nispette bitecek ve insanlar yeryüzünden silinip gidecek. Bunları size hatırlatıyorum; şimdiden Hazret-i Allah ve Resûl’üne yönelmeye ve sığınmaya bakın, bu felâketler geldiği zaman şaşırmayın!..
Çünkü vakit geldi. Onun için çok dikkatli olun, ortalık karışıyor. Dünyayı doldurduğu gibi boşaltacak. Bu insanlar yok olacak. Yalnız burada mı? Hayır! Dünyada vaziyet çok vahim. Bildiğiniz gibi değil, artık dünya hırsını bırakalım. Sahibimize yönelelim, âlem ne yaparsa yapsın. Çünkü Allah-u Teâlâ yetmiş üç fırkadan bu fırkayı sevmiş, seçmiş, ahkâmını ayakta tutmak için öne sürmüş. Bu büyük bir fazilettir. Bu fazileti muhafaza et sana kâfi. Şunu yapayım, bunu yapayım hayır! Zamanı değil.
Durum bu kadar nazik yani, şunu da haber vereyim ki; kalben ve ruhen bağlı olanlar zarar görmeyecek. Cenâb-ı Hakk bütün samimiyetiyle tam bağlı olan ihvanı o şekilde kurtaracak. Fakat çadırın direği yıkıldığı zaman bir esinti olacak. Çok büyük hadiseler var. Onun için aklınızı başınıza alın, dünyaya değil, ahirete yönelin ve bunu yakınlarınıza tavsiye edin.
Şu gördüğümüz sükûnet Allah-u âlem kar topluyor. Bir kıvılcımdan ateş alacak, ateş sardığı zaman her tarafı saracak. Fitneler büyüyor, bu ateş bütün dünyayı ele alacak. Ne zaman? Allah-u Teâlâ hüküm çıkardığı zaman. Her taraf hazır. Bu isyan cezasız kalmaz. Âkıbetimiz hakikaten vahim. İhsan çok, nimet büyük, isyan büyük. Bu isyanın karşılığı çok vahim olacak.
Âyet-i kerime’nin vakti geldiyse tutuşacak.
“Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, Kitap’ta (Levh-i mahfuz’da) yazılıdır.” (İsrâ: 58)
Durum bildiğiniz gibi değil. Cenâb-ı Hakk; “Şimdiye kadar yaptım, bundan sonra hiçbir memleket hariç kalmamak üzere dünyayı amma harp ile amma zelzele ile amma âfât ile yıkacağım, harap edeceğim!” buyuruyor.”
Allah-u Teâlâ kıyametin kopmasına çok az bir zaman kala Hazret-i Mehdi'yi ümmet-i Muhammed'in başına gönderecek, bu zât-ı muhterem doğrudan doğruya Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in vekâletini taşıyacak, onun vazifesini yapacak, garip duruma düşen İslâm'ı gariplikten kurtarmaya çalışacak. Çünkü bunun için gönderilecek. Allah-u Teâlâ onu muzaffer edecektir. Hazret-i Mehdi adil bir idareci, dirayetli bir önder, şecâatli bir kumandandır.
Câhı's-sadefî -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Benden sonra halifeler bulunacaktır. Halifelikten sonra emirler, emirlerden sonra krallar, krallardan sonra da zâlim idareciler olacaktır.
Daha sonra ehl-i beyt'imden bir adam çıkacak, yeryüzü zulümle dolduğu gibi onu adaletle dolduracaktır." (Câmiu's-Sağîr: 4768)
İşte o zât-ı âlî Mehdi Aleyhisselâm; Şeriat-ı mutahhara’nın emir ve hükümlerine, Tarikat-ı münevvere’nin edeb ve erkanına harfiyyen riayet edecektir. Allah-u Teâlâ’nın ahkâm-ı ilâhi’sini, Resul-i Ekrem -sallalahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Sünnet-i seniyye’sini yaşayacak ve yaşatacaktır.
“O zât insanlar içerisinde Peygamber’in -sallallahu aleyhi ve sellem- sünneti ile amel eder. İslâm yeryüzüne tam mânâsı ile yerleşir. Yeryüzünde yedi sene kalır, sonra vefat eder ve müslümanlar onun üzerine namaz kılarlar.” (Ebû Dâvud: 4286)
Mehdi Hazretleri hakkında pek çok Hadis-i şerif nakledilmiştir. Ulemâ bunları mütevâtir kabul ederler. Çünkü müslümanlar âhir zamanda Ehl-i beyt'e mensup bir zâtın çıkıp din-i İslâm'ı güçlendireceğine, adaleti hakim kılacağına, bu kimseye Mehdi denileceğine inanmış ve bu âlî zâtın gelmesini beklemektedirler.
Nice asırlardan sonra Allah-u Teâlâ, Hatem-î nebi Muhammed Aleyhisselâm’ın ümmetinden ve kendi neslinden bir kurtarıcı gönderecek ve dünyaya malik olacaktır.
“Yeryüzünde dört kişi malik olmuştur. İkisi mümin, ikisi kafirdir. Müminler, Zülkarneyn ve Süleyman Aleyhisselâm, kâfirler ise Nemrud ve Buhtunnasr’dır. Beşinci olarak Ehl-i Beytim’den birisi gelecek ve o da dünyaya mâlik olacaktır.” (İmâm-ı Suyûtî)
O kendisini bile bilmiyor. Amma vakti gelince hem kendisini bilecek, hem de halk onu tanıyacak. Bu işler vakte saate bağlıdır.
O daha kendisinin Mehdi olduğunu bilmezken, zamanı gelince Allah-u Teâlâ onu seçecek, çekecek, vazifelendirecek ve bizzat kendisi destekleyecek. Cenâb-ı Hakk onu bir gecede olgunlaştıracaktır.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Mehdi bizden, ehl-i beyt’imizdendir. Allah onu bir gecede ıslah eder.” (İbn-i Mâce: 4085)
Hazret-i Mehdi Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sülalesinden ve Hazret-i Fâtıma -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’in aslındandır.
“Mehdi’nin çıkış yeri Medine’dir, peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in Ehl-i beyt’indendir.” (İmam-ı Süyutî)
Diğer birçok Hadis-i şerif’lerde hülâsâ olarak; “Cihadı başlattığı zaman kırk yaşlarında olacağı, vasıfları, cennetle müjdelendiği, çıkışından ümitlerin kesildiği bir anda çıkacağı, zuhur şekli, o devirde İslâm’ın yeryüzüne tam mânâsı ile hâkim olacağı, benzeri görülmedik bir refah olacağı, insanlar tarafından çok sevileceği ve İsa Aleyhisselâm ile buluşacakları...” beyan buyurulmaktadır.
Hicaz bölgesinde de çok büyük kargaşalık olacak.
Büyük bir şaşkınlık ve boşluk içinde iken, Allah-u Teâlâ müslümanları toparlamak, şaşkınlığı önlemek için Mehdi Hazretleri’ni gönderecek. Çok büyük harplerden ve felâketlerden sonra Hicaz’da vazifeye başlayacak, adaleti ile hükmedecek.
Allah-u Teâlâ mülkünü ne bu zâlimlerin arzusuna bırakacak, ne de gelecek olan âlim ve âdil olanlara bırakacak.
Cebrail Aleyhisselâm sağ yanında, Mikâil Aleyhisselâm sol yanında olacak, Allah-u Teâlâ’nın emri üzere fütuhata başlayacak.
İsmail Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri “Tuhfe-i Aliyye” isimli eserinin “Beklenen Mehdi Hakkında” adlı bölümünde Mehdi Hazretleri’nin Hazret-i Ali -kerremallahu veche- ve Hâtem-i veli’nin rûhâniyeti ile icraat yapacağını beyan buyurmaktadır:
“Beklenen Muhammed Mehdi dahi muhtaçtır ve onun yeryüzünde kalma süresi vezirlerinin sayısı kadardır. Velâkin vüzerâsında ihtilâf ettiler. Üstün olan görüşe göre vezirleri dokuz olup, yedisi cismânî ve ikisi rûhânî olmaktır.
Cismânîden murad Ashâb-ı Kehf ve rûhanîden kastedilen ise rûhaniyyet-i Murtazâ -kerremallahu veche-dir ve rûhâniyyet-i Hatm-i evliyâ’dır.” (Tuhfe-i Aliyye. s. 229)
Cihada başladığında etrafında Bedir ashabının sayısı olan üç yüz on üç kadar askeri olacak ve ancak ihlas sahiplerini ordusuna alacaktır.
Hazret-i Mehdi Resulullah Aleyhisselâm’ın icraatı gibi yepyeni bir icraat yapacak. Onun izinden yürüyecek, onun gibi din-i mübin’in icaplarını uygulayacak ve din-i İslâm’ı taptaze bir hale getirecek. İhyâ etmedik sünnet, kaldırmadık bid’at bırakmayacak. Çünkü bunun için gönderilecek.
Allah-u Teâlâ ona büyük muzafferiyet verecek. Ona öyle bir azamet verecek ki, karşısına çıkan her kuvveti devirecek. Allah-u Teâlâ’nın ezelden nasip ettiği kadar mücadele edecek. Yeryüzünün muhtelif yerlerinden gelen taraftarları toplanacaklar, fütuhatı tâ Amerika’ya kadar uzanacak, beldeler onun emrine girecek. Zâlimlerin zulmü olduğu gibi, o da geldiği zaman yeryüzünü adaletle dolduracak.
Ümmet-i Muhammed’den memnun olmadık hiçbir fert kalmayacaktır. Yer ve gök sakinleri ondan râzı oldukları gibi; havadaki kuşlar, denizdeki balıklar, ormandaki yırtıcı hayvanlar bile memnunluk duyacaklar. Ömürler uzayacak, emanetler yerine teslim edilecek. Yeryüzü emniyet ve sükun bulacak.
“Benim ümmetim o devirde öyle bir refah bulacak ki, o güne kadar onun benzerini kesinlikle bulmamıştır. Yer yemişini verecek ve insanlardan hiçbir şey saklamayacaktır. Mal da o gün çok birikmiş olacaktır. Adam kalkıp: ‘Bana ver!’ diyecek, Mehdi de: ‘Al!’ diyecek.” (İbn-i Mâce: 4083)
İyi ve kötü bütün insanlar onun zamanında görülmemiş bir nimete boğulacaklar. Gökten bol bol yağmur yağacak, yerlerde bereket artacak. Bütün ülkeler kapılarını ona açacaklar. Her taraftan, arıların kovanlarına gelip beylerine sığındığı gibi, ona gelip sığınacaklar.
Mehdi Hazretleri zuhur ettiği zaman, ona en çok buğz eden ve karşı gelen, imansız imamlarla türemeleri olacak. İmanları yok çünkü, imamları var imanları yok.
İşte Mehdi Hazretleri o zamanki fukaha ile, o zamanki imansız imamlarla da çarpışacak.
Ve biz şimdiden onu tarif ediyoruz. Nasibi olan bu hakiki imamı görür. Çıktığı zaman tereddütsüz biât edin.
Hadis-i şerif’te:
“İnsanların üzerine belâ üzerine belâ yağdığı ve onun çıkışından ümit kesildiği bir sırada Mekke’de zuhur eder.” buyuruluyor. (İmam-ı Suyuti)
•
O çok büyük azametten, uzun bir fütuhattan, kendisine ve tâbi olanlara hakimiyet verildikten, en zirveye çıktıktan sonra; bu ruhsat ve bu hakimiyet elinden alınacak, bu sefer Allah-u Teâlâ Deccal’e ruhsat verecek, Deccal yeryüzünde hüküm sürmeye başlayacak.
Deccal de en zirveye çıktığında, Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’ı gönderecek ve onu yok edecek.
Bu meyanda Ye’cüc ve Me’cüc yani Çinliler çıkacak. Çinliler de tam hakim olduklarını zannederlerken bir gecede helâk olacaklar.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“De ki: Ey mülkün sahibi Allah! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin. Kimden dilersen ondan alırsın. Kime dilersen ona izzet verirsin, yükseltirsin. Kime dilersen ona zillet verirsin, alçaltırsın. Hayır senin elindedir, sen her şeye kadirsin.” (Âl-i imrân: 26)
Yani bu O’nun dilemesi ile, ruhsatı iledir. Sanmayın ki kuvvet iledir. Kuvvet ne bir milletle, ne bir millettedir, kuvvet ruhsattadır. Kâh ona veriyor, kâh ona veriyor. Amma dünyayı doldurduğu gibi boşaltacak, imar ettiği gibi yıkacak. Bu hususta iki kelime kullanıyoruz ve bu durum çok uzak değildir.
Dilediğinden alıyor, dilediğine veriyor... Kâdir-i mutlak yalnız O’dur. Kul bir mahluktur, hükümsüzdür. Kürsü’de O oturuyor. Akıllı kimse vakit geçirmeden Rabb’ine yönelir.
•
Hazret-i Mehdi’yi can-ü gönülden bekleyin, çıktığı zaman hiç tereddüt etmeden tâbi olun, amma sahtelere değil. O Mekke-i mükerreme’den çıkacak ve oradaki fetihlerden sonra bu tarafa gelecek. Siz ona tâbi olun, başkasına değil.
Şimdiden haber veriyoruz. Gerek İsa Aleyhisselâm ve gerekse Mehdi Resul Hazretleri zuhur edip teşrif ettiğinde hemen uyunuz. Bize inanan hemen uyar ve kurtulur, ebedi saâdete erer. İnanmayan uymaz ve dünyada hüsrana uğrar, ahirette de kendisini helâk etmiş olur. Allah-u Teâlâ’nın öne sürmeyip itibar vermediğine itibar etmeyin. Beklenen Mehdi’nin gelmesine daha 25-26 sene var. (2006)
Ebu Ümâme el-Bâhilî -radiyallahu anh-den şöyle rivayet edilmiştir:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bize hitap etti. Deccal’i anarak şöyle buyurdu:
“Sonra Medine şehri, sakinleriyle beraber üç defa sallanacak. Bunun üzerine Medine’de bulunan münâfık erkek ve kadınlardan hiç kimse kalmayıp hepsi de Deccal’in yanına gidecekler. Böylece demirci körüğünün demirin kirini pasını giderip attığı gibi Medine de içindeki pisliği dışına atacak ve o güne kurtuluş günü denilecektir.”
Ümmü Şüreyk bint-i Ebi’l-Aker -radiyallahu anhâ-
“Yâ Resulellah! Peki o gün Araplar nerede olacak?” diye sordu.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“Araplar o gün az olurlar ve büyük çoğunluğu Beyt’ül-Makdis (Kudüs)te bulunacaklardır. İmamları da sâlih bir insan (Mehdi) olacaktır. Sonra imamları öne geçip kendilerine sabah namazını kıldıracağı sırada Meryem oğlu İsa Aleyhisselâm sabah vaktinde inecektir. Bunun üzerine İsa Aleyhisselâm’ın öne geçip cemaate namaz kıldırması için imam (Mehdi) arka arka yürümeye başlayacak. Fakat İsa Aleyhisselâm elini onun omuzlarına koyacak ve ona:
‘Geç öne namazı kıldır! Zira kamet senin için getirildi.’ diyecektir.
Bunun üzerine imamları (Mehdi) onlara namazı kıldıracaktır.” (İbn-i Mâce: 4077)
İsa Aleyhisselâm’ın inişini bildiren Hadis-i şerif’lere göre; İsa Aleyhisselâm bir sabah namazı zamanı Şam’a inecektir. Üzerinde açık sarı elbise bulunacak ve kendisini bir bulut getirecektir. Bulutun üzerinde İsa Aleyhisselâm iki melek arasında ve onların omuzlarından tutunmuş vaziyette bulunacaktır. Onun indiğini duyunca hemen yahudiler ve hıristiyanlar karşılamaya koşarak: “Biz senin ümmetiniz!” diyeceklerse de onlara: “Yalan söylüyorsunuz!” diyerek kendilerini paylayacak ve ashabının ancak müminler olduğunu söyleyerek onların halifesini arayacak ve onu namaz kıldırırken görünce geri çekilecektir.
Câbir bin Abdullah -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Ümmetimden bir taife, kıyamet gününe kadar hak için muzaffer bir şekilde mücadeleye devam edecektir.
O zaman Meryem oğlu İsa da iner. Müslümanların emiri ‘Gel bize namaz kıldır!’ der. Fakat o: ‘Hayır! Allah-u Teâlâ’nın bu ümmete bir ikramı olarak siz birbirinize emirsiniz.’ buyurur.” (Müslim: 155)
Yani Allah-u Teâlâ’nın ona verdiği lütfu tebeyyün ediyor. “Siz Allah-u Teâlâ’nın Resulü’nün nurunu taşıyorsunuz.” mânâsına gelir.
İsa Aleyhisselâm dahi onu kabul edecek ve Allah-u Teâlâ’nın tayini olduğu için öne geçmeyecek.
İsa Aleyhisselâm ki önüne geçmiyor, onun önüne kim geçebilir? Veya karşı gelebilir? Geçtiği zaman durumu ne olur?
Onun nurunu, onun vekâletini taşıdığı için ulül-azm bir peygamber dahi öne geçemiyor.
Diğer bir Hadis-i şerif’te de şöyle buyuruluyor:
“Deccal, Beytül Makdis’de müminleri muhasara altına alır ve onlara (müminlere) öylesine şiddetli bir açlık icabet eder ki açlıktan yaylarının kirişini bile yemek zorunda kalırlar.
Onlar bu halde iken, âniden karanlığın içinden bir ses işitirler ve: ‘Bu tok bir adamın sesidir!’ derler. Bir de bakarlar ki o, İsa bin Meryem’dir. Namaza kalkarlar, müslümanların imamı Mehdi geri çekilir. Bunun üzerine İsa bin Meryem; ‘Geç öne namaz senin için ikâme olundu!’ der. Mehdi de onlara namaz kıldırır ve bundan sonra İsa Aleyhisselâm imam olur.” (İmam-ı Suyûtî)
Nitekim ikisi de Hazret-i Peygamber’imizin ümmeti olarak gelecek, vazife yapacaklar.
Hülasa-i kelâm İsa Aleyhisselâm ile Mehdi Aleyhisselâm beraberce İslâm dininin muzafferiyeti için çalışacaklar, kendilerine verilen vazifeyi bihakkın yapacaklardır.
İsa Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ’nın İsrailoğulları’na gönderdiği ve mucizevî bir şekilde doğmuş bir peygamberidir. Kudsî ruhla desteklenmiştir ve Allah-u Teâlâ’nın bir kelimesidir. Kendisinden önce Musa Aleyhisselâm’a verilen Tevrat’ı tasdik etmekle birlikte, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmek üzere gelmiş, muhataplarını Allah-u Teâlâ’nın kulluğuna yönelmeye teşvik etmiştir. Allah-u Teâlâ’nın mütevazi ve seçkin kullarından birisi ve peygamberidir.
İsa Aleyhisselâm ölmemiş, semâya çekilmiştir. Cesedi ile birlikte semâda yaşamaktadır. Deccal’in fitnesi ile müslümanların iyice bunaldığı bir sırada yeryüzüne inecektir ve icraatlarını gerçekleştirecektir.
İsa Aleyhisselâm’ın halen sağ olduğuna, âhir zamanda mutlaka yeryüzüne inerek Muhammed Aleyhisselâm’ın şeriatı ile hükmedeceğine ve Allah yolunda mücadele mücahede edeceğine inanmak farzdır.
Bu husus tevatür derecesine ulaşmış; Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabit olmuştur.
Ümmet-i Muhammed’in her asırdaki âlimlerinin ileri gelenleri, İsa Aleyhisselâm’ın kıyamete yakın bir zamanda ineceği hakkında icmâ etmişler, muhalefette bulunmamışlardır. Ancak bir takım filozoflar inkâra kalkışmışlardır. Bunda şüphe eden bil’icmâ küfre düşer.
İsa Aleyhisselâm’ı çok sevmeli ve gelmesini de beklemeliyiz, ancak henüz daha gelmiş değil. Bu yüzden bu çıkanların hepsi sahtedir, yalancıdır, soytarıdır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurur:
“Şüphesiz ki o, kıyametin kopacağını gösteren bir bilgidir.” (Zuhruf: 61)
İsa Aleyhisselâm’ın yeryüzüne inmesi de kıyametin en büyük ve en bariz alâmetlerinden birisidir. Allah-u Teâlâ kıyametin kopmasından az önce onu gökten indirecektir. Onun belirmesi ile kıyametin kopmasının yakın olduğu anlaşılır.
“Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce İsa’ya muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o onlara şâhit olacaktır.” (Nisâ: 159)
İman edecekler amma, imanları makbul değildir. Çünkü zamanın peygamberi o değil. Ancak Resulullah Aleyhisselâm’a yapılan iman makbuldür.
İsa Aleyhisselâm’ın şâhitlik yapması; “Ben o zamanın peygamberi değilim, ben onlara Resulullah’ı tavsiye etmiştim.”
O onun geleceğini işaret etmişti, onun emrini dinlemediler, kendi arzularına uydular.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadisi şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Varlığım kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki; bu ümmetten yahudi olsun hıristiyan olsun, kim benim peygamberliğimi duyar da benim getirdiğime iman etmeden ölürse mutlaka cehennemliklerden olur.” (Müslim: 153)
•
İsa Aleyhisselâm’ın kıyamete yakın bir zamanda ineceğine dair Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-in rivayet ettiği bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki; çok sürmez Meryem oğlu İsa âdil bir hakem olarak inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak ve mal o kadar çoğalacak ki, onu kabul eden kimse bulunmayacaktır.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1018)
Haçı kırması; kendisinin öldürüldüğünü iddiâ edenlerin yalan söylediklerine, dinlerinin bâtıl, İslâmiyet’in hak olduğuna, kendisinin müslümanlığı meydana çıkarmak gibi icraatla o dinleri iptal etmek için indiğine işarettir. Müslümanlıktan başka din kabul etmeyecektir. Dinleri iptal edilip yeryüzünden kaldırılınca, diğer birçok bâtıl inançların yanında domuz yeme âdetleri de kaldırılmış olacak.
Cizyeyi kaldırmaktan murad, kâfirlerden onun alınmasının kaldırılıp, İslâm’dan başka hiçbir şeyin kabul edilmemesidir. Çünkü müslümandan cizye alınmaz, zekât alınır.
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyurmuşlardır:
“Vallahi Meryem oğlu İsa âdil bir hakem olarak mutlaka inecek ve haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak, genç dişi develer başıboş bırakılarak onlara rağbet edilmeyecek, bütün düşmanlıklar, küsüşmeler ve hasetlikler muhakkak surette kalkacak.
(İsa Aleyhisselâm) İnsanları mala davet edecek, fakat malı hiç kimse kabul etmeyecektir.” (Müslim: 155)
Çıkan harplerde çok az insan kalacak. Çünkü üçüncü dünya harbi bitmiş, yahudiler gitmiş, Çinliler yok olmuş, İsa Aleyhisselâm gönderilmiş, birçok hadiseler olmuş, her şey meydanda kalmış.
Yani dünya yüzünde insan az, mal ve servet çok. Hazineler var, fakat insan yok.
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz İsa Aleyhisselâm’ın Hacc yapacağını Hadis-i şerif’lerinde haber vermişlerdir:
“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki Meryemoğlu, Hacc veya umre yahut her ikisini birden yapmak için mutlaka Fecc-i Ravhâ’da telbiye getirecektir.” (Müslim: 1252)
Bu Hadis-i şerif de İsa Aleyhisselâm’ın sağ olduğuna delildir. Âhir zamanda yeryüzüne inecektir.
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Benimle İsa Aleyhisselâm arasında bir peygamber yoktur. O inecektir. Gördüğünüz vakit, onu tanıyın:
Orta boylu, pembeye mâil beyaz tenli, üzerinde iki parçadan ibaret bir takım elbisesi olan bir kimsedir. Islaklık yoksa da, sanki başından su damlar. İslâm üzerine insanlarla savaş edecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek ve cizyeyi kaldıracaktır. Onun zamanında Allah, İslâm’dan başka bütün milletleri helâk edecek, Mesih Deccal’i de helâk edecektir.
Sonra, yeryüzünde sükunet, emniyet meydana gelecektir. O kadar ki arslanlar develerle, panterler ineklerle ve kurtlar kuzularla serbestçe otlayıp geçinecekler, çocuklar da yılanlarla oynayacaklardır.
İsa Aleyhisselâm kırk yıl yeryüzünde yaşayacak, sonra ölecek, cenazesini de müslümanlar kılacaktır.” (Ebu Dâvud - Hâkim - Ahmed bin Hanbel)
“Allah’ın düşmanı Deccal, İsa’yı görünce, tıpkı tuzun suda erimesi gibi erir.” (Müslim)
Zulmaniyet nur ile eriyecek, yok olacak!
İsa Aleyhisselâm, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in geleceğini haber verdiği gibi, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de İsa Aleyhisselâm’ın geleceğini duyurmuştur.
Biz de size bu gerçekleri duyurmaya çalışıyoruz ve hemen ona uymanızı tavsiye ediyoruz.
Ey kardeş!
Hıristiyan âlemi hakikati arıyor ve bir gün bulacak. Sen de bu bölücüleri, saptırıcıları bırak ve hakikati bul.
Onlar bölücüler kadar muhalefet edemez. Çünkü o: “İsa geldi!” der, “Ben onu bekliyordum!” der, amma bölücü kendi imamını bekler. Onların âkıbeti çok kötü! Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz dinden çıkacaklarını ve bir daha dine girmeyeceklerini, onların hayvandan da daha aşağı olduklarını haber veriyor.
Hıristiyan, İsa Aleyhisselâm’ın gelmesiyle aradığını beklediğini bulmuş olacak ve fakat bölücü dinden çıktığından ötürü, ne arayacak ne de bekleyecek.
Kurtuluşa ermen için sana bunca Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle hakikati açıkça beyan ediyoruz.
Yetmiş iki fırka dalâlette ve cehennemde olduğu için o bir fırkayı bul. Bölücülerin arasında bulunursan; o bir fırkayı bulamadığın gibi, İsa Aleyhisselâm’a uymana da mâni olurlar.
Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Bakalım imamınız kendinizden olduğu halde Meryem oğlu İsa yanınıza indiği zaman durumunuz nasıl olur?” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1406)
Herkes imtihan olacak, böylece iman ile küfür ayrılacak.
Allah-u Teâlâ kime o lütuf nurunu koymuşsa ona tâbi olacak, kime koymamışsa olmayacak.