Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ - Sûret-i Haktan Görünenler (3) - Ömer Öngüt
Sûret-i Haktan Görünenler (3)
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ
Dizi Yazı - Tasavvuf
1 Mayıs 2022

 

TASAVVUF'UN ASLI
HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ

 

Sûret-i Haktan Görünenler (3)

Bu gönderilme durumunu size şöyle arzedelim:

İsa Aleyhisselâm hayatta iken, dinini müjdelemek için zaman zaman çeşitli yerlere dâvetçiler gönderiyordu. Antakya halkını Tevhid’e dâvet etmek için Havârilerinden iki kişiyi göndermişti. Oranın halkı karşı çıkınca arkalarından bir Havârî daha gönderdi.

Allah-u Teâlâ bu hadiseyi Kur’an-ı kerim’inde şöyle haber veriyor:

“O zaman kendilerine iki elçi göndermiştik de onları yalanlamışlardı.” (Yâsin: 14)

Elçiler onlara gelip kendilerini Hakk’a dâvet ettiklerinde, hiç düşünmeden reddettiler. Hatta üzerlerine saldırdılar ve hapsettiler.

“Biz de bir üçüncü ile onları takviye edip desteklemiştik.” (Yâsin: 14)

Bu üçüncü zât da oranın halkını aynı surette Tevhid’e dâvet etti. Daha önce gelen iki zâtı teyidde ve tasdikte bulundu.

Bu üç zât Antakya halkına:

“‘Gerçekten biz size gönderildik.’ demişlerdi.” (Yâsin: 14)

Dikkat edilirse onları görünüşte İsâ Aleyhisselâm gönderdi, fakat Allah-u Teâlâ “Biz gönderdik.” buyuruyor. “Biz gönderdik.” buyurulması, İsa Aleyhisselâm tarafından gönderilmeleri de Allah-u Teâlâ’nın emriyle olduğundan dolayı olmuş oluyor.

Binaenaleyh bu gönderilenler Allah-u Teâlâ’nın emrini tebliğ ediyorsa, gönderilmiş olduğu için, halkın onlara itaat etmesi gerekiyor.

Onlara isyan eden, gönderene isyan etti demektir. Âhirette de bundan ötürü muhasebeye çekileceği şüphesizdir.

“Ey kulum! Benim ahkâmım sana duyurulmadı mı? Benim ahkâmıma mı iman ettin, yoksa imamına mı iman ettin?”

İmama iman edenler, iman ettikleri imamın orada da peşinde olup cehennemi boylayacaklar. Çünkü Allah-u Teâlâ’nın hükmünü hiçe saydılar.

Âyet-i kerime’de:

“İnsan sınıflarından her birini biz o gün imamlarıyla beraber çağıracağız.” buyuruluyor. (İsrâ: 71)

İmam; insanlara öncülük eden, beraberinde de kendi yolunca giden ve peşinden gelen bir topluluk meydana getiren lider, önder demektir.

Bu bakımdan Allah yoluna dâvet eden, birliğe beraberliğe gayret eden imamlar olduğu gibi, cehenneme dâvet eden imamlar da vardır.

Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Onları ateşe çağıran imamlar kıldık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir.” (Kasas: 41)

Kendilerine teveccüh eden azabı hiçbir kimse onların üzerinden kaldıramayacaktır.

Allah yoluna dâvet eden imamlar hakkında ise Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk’a iletirler ve hak ile hüküm verirler.” (A’râf: 181)

O’nun memur ettiği, vazife için ileriye sürdüğü kimseler bunlardır, Hakk’ı tebliğ eden ve halkı Hakk’a çağıran yine bunlardır.

Onların kalbinde yalnız Hazret-i Allah olduğu için Hazret-i Allah ile Hazret-i Allah’a götürürler.

Allah-u Teâlâ Mürselât Sûre-i şerif’inin 2. Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Estikçe eserek (zararlıları) savurup atanlara andolsun ki!” (Mürselât: 2)

Estikleri zaman ağaçları kökünden söken, izleri değiştiren rüzgârlar gibi; bu mücahidler de bu kararmış olan âlemde sert çıkışları ve sert esmeleri ile zararları ve zararlıları savurup attılar. Bunların payına da bu düştü. Ümmet-i Muhammed’in başına belâ kesilen, dini dünyaya âlet eden bu kurtları uzaklaştırdılar ve halkı yolunmaktan, soyulmaktan kurtardılar. Bu büyük âfât bertaraf oldu.

Koyun postuna bürünen, dini dünyaya âlet eden, Süleymancılık dininin mensupları neler yaptılar?

Hani o Mercedes arabalarla sanayi çarşılarını, fabrikaları dolaşıp, dükkân dükkân gezip, halkı kaz yerine koyup yolan, soyan kâfirler?

Hani o ev ev, tarla tarla dolaşıp fındık, mısır, buğday ve buna benzer ürünleri arabalarla toplayan münafıklar, soyguncular, sahtekârlar?

Bütün bunların hepsini İslâm dinini âlet ederek, İslâm dini namına yapıyorlardı. Halkı nasıl soyuyorlardı ve yoluyorlardı? Gayeleri, dinlerini kuvvetlendirmek ve ceplerini doldurmaktı.

“Süleymancı yetiştiriyoruz.” demiyorlardı da “İnançlı talebe yetiştiriyoruz.” diyerek kandırıyorlardı. Halk da onları müslüman talebe yetiştiriyor zannediyordu.

Üstelik talebeleri salıverip ev ev, dükkân dükkân dilendirirlerdi ve bu topladıklarını da kendi aralarında taksim ederlerdi. Bu soydukları, yoldukları kazlardan elde ettikleri madde ile de altlarına Mercedes arabalar çekerlerdi. Dünyalığınızı aldıkları gibi, dininizi de imanınızı da alıyorlardı.

Çünkü bunların dinleri Süleymancılık olduğu gibi, imanları para, has huyları da gasp idi.

Oysa ki Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’de şöyle buyurmaktadır:

“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Onlar için kıyamet günü büyük bir azap vardır.” (Âl-i imran: 105)

Hani o halkın yardımı ile yapılan câmiler, Kur’an kursları ve hayır müesseseleri?

Hileyle derneklerin idare heyetine girip, çoğunluğu elde ederek câmileri olsun, Kur’an kurslarını olsun, hayır müesseselerini olsun gasbederlerdi. Halkın yardımı ile yapılan binaları üzerlerine geçirip tapularını alırlardı. Bu onların has huyu idi.

Bu gasplarından bir tanesini gözler önüne sereyim, siz bin tanesini düşünün.

1970’li yıllarda Bornova’lı müslümanlar bir dernek kurarak tam teşekküllü yatılı bir Kur’an kursu inşa ettiler.

Bilâhare hayırsever bir müslüman Bornova’nın merkezinde iki dönüme yakın arsasını “Kur’an kursu talebelerinin barınması için üstüne bina yapmak” üzere bağışta bulundu. Yine hayırsever vatandaşların yardımıyla bu arsanın üzerine üçer katlı iki büyük bina yapıldı. Talebeler bu binalara yerleştirilerek rahatça öğrenim görmeleri sağlandı.

Diğer taraftan süleymancılar bu binaları ele geçirmek için plânlar yaptılar. Kendilerinden olan kişileri derneğe üye kaydettirdiler. Bir de kendilerinden olan bir öğretmeni de resmi kanaldan Kur’an kursuna tayin ettirmeyi başardılar. Sinsice heyete giriyorlar. Heyette çoğunluğu elde ettiklerinde hemen orasını benimsiyorlar ve rahatça gasbediyorlar.

Bir yıl sonra yapılan dernek seçiminde çoğunluğu sağlayarak derneğin yönetimini ele geçirdiler.

Bu arada kendilerine âit Kur’an kursunu Bornova’ya naklettiler. Bir taraftan da binaların tapularını kendi adamlarının üzerine geçirmek için teşebbüse geçtiler. Tapu dairesinde bazı kişileri elde ederek, sahte belgelerle binaların ve arsanın tapularını resmen kendi adamlarının üzerine geçirdiler, binalara sahip oldular.

Bu oyunlardan haberi olmayan diğer dernek üyeleri ise Kur’an kursunun resmî bir hüviyet kazanması için Bornova Müftülüğüne devretmek istediler. Çünkü 1980’den itibaren yatılı Kur’an kurslarının yönetimi ve denetimi müftülüklerce yapılmaya başlanmıştı.

Bu defa, süleymancı olan yeni idareciler binaların kendilerine ait olduğunu, kimsenin buraya karışamayacağını ileri sürerek binaları derhal boşaltmalarını müftülüğe bildirdiler. Bunun üzerine müftülük ve diğer dernek üyeleri mahkemeye başvurarak dâvâ açtılar.

Süleymancılar kendilerini haklı çıkartmak için bazı nüfuzlu kişileri devreye koydular, mahkemede ellerindeki tapuların kendilerine âit olduğunu ispat ederek dâvâyı kazandılar. Mahkeme de binaların onlara âit olduğunu ve tahliyesinin gerektiğini müftülüğe tebliğ etti. Bunu fırsat bilen süleymancılar yağmurlu ve fırtınalı bir günde binalarda ne kadar resmi Kur’an kursu talebesi varsa eşyaları ile birlikte dışarı attılar. Hatta zâtî eşyalarını ve talebelere âit Kur’an-ı kerim’leri pencerelerden dışarı attıklarına bütün mahalle sakinleri şahittir.

Müftülük derhal polis getirip tahliyeyi durdurmak istediyse de ellerinde mahkeme kararı olduğu için, gelen polisler hiçbir icraat yapamadan geri döndüler.

Bu acıklı manzara karşısında o zamanki Bornova müftüsü ve diğer halk gayr-i ihtiyarî ağladılar. Herkesin tüyleri ürperdi. Atılan eşyaları toplayıp zavallı kurs talebelerini geçici olarak başka bir binanın bodrum katına yerleştirdiler.

Süleymancılar ise gasbettikleri o binaları yurt binası yaptılar. Hâlen o binaları kendi arzuları doğrultusunda pansiyon olarak keyfi kullanıyorlar. Bu ise halkın yaptığı Kur’an kursu idi ve burada kendilerinden olmayanları içeriye sokmuyorlar.

Hatta o binaların ön kısmı mahalleye ait cami idi, mahalle sakinleri orada talebelerle birlikte namaz kılarlardı. Minaresi şimdi bile durmaktadır. O cami olan kısmı bile zaptettiler, kimseyi almıyorlar.

Kendilerinin hiçbir katkıları olmadığı halde, halkın yaptırdığı binaları gasp suretiyle üzerlerine geçirdiler.

Şu yaptıkları hareketin ahkâm-ı ilâhî’ye uyan hangi tarafı var? Bir tarafta emanete hıyanet var, bir tarafta gasp var. Asıl mühim olan İslâm kültür mevzuatını iptal ettirip, camiyi ve talebeleri boşaltmak, camiye cemaati almamak, camiden talebeleri atmak.

Bunu bir kâfir yapmaz. Fakat bunlar bunu kendi dinleri olan süleymancılığa göre yaptılar.

İşte bu zararlı kâfir ve münafıklar, biiznillah-i Teâlâ bu nur ile bu cihatçılarla sizden uzaklaştırıldı. Şimdi artık ne soyabiliyorlar, ne yolabiliyorlar, ne gasp yapabiliyorlar, ne de istilâ plânlarını kurabiliyorlar. Hepsi de hükümsüz kaldı. İşte bu zararlıları Cenâb-ı Hakk sizden böyle uzaklaştırdı, bu zararlılardan sizi kurtardı...


  Önceki Sonraki