Şeyh Mahmud Şebüsterî -kuddise sırruh- Hazretleri "Gülşen-i Râz" adlı eserinde 369-374. beyitlerinde, velâyet mertebelerinin kemâlâtını üzerinde toplamış olan Hâtem-i veli'nin zuhurundan şu şekilde bahsetmiştir:
"Birisine: 'Nihayet nedir?' diye sormuşlar da: 'İnsanın başladığı yere dönmesidir!' demiş!
Peygamberlik Âdem Aleyhisselâm'la zuhur etti, kemâli peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed Aleyhisselâm'da göründü.
Noktanın ikinci bir defa devretmesi gibi, Peygamber de bu âlemden sefer edince velilik zâhir oldu.
Veliliğin tam zuhuru da 'Velilerin sonuncusu' ile olacak. İki âlem de onunla tamamlanacak, onunla kemâl bulacak.
Bütün velilerin varlıkları, son velinin âzâsına benzer. O küldür, öbürleri cüz.
Onun peygamberlerin sonuncusuyla tam bir münâsebeti vardır. Bu yüzden umumî rahmet de onunla zuhur eder.
İki âlem de ona uyar, Âdemoğulları içinde Allah'ın halifesi odur." (Gülşen-i Râz; s. 32; Beyit no: 368-374, trc: Prof. A. Gölpınarlı)
Niçin O'nun halifesi oluyor? İlmi O'ndan aldığı için.
Bu ilim Allah-u Teâlâ'ya âittir, ilm-i billâh'tır ve en son ilimdir. Bütün çıplaklığıyla size anlatılıyor, amma anlamak mümkün değildir. Siz bunun ismini duyuyorsunuz, anlar gibi görünüyorsunuz, amma anlamıyorsunuz.
"O Kül'dür." sözünün mânâsı; Kül Allah-u Teâlâ'ya âittir. Mahlûk hükümsüz olduğunu anlarsa "Hükm"e tâbidir. O hükme hiç kimsenin erişmesi mümkün değildir. O kimde tecellî ettiyse hüküm ondadır.
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri "317. Mektub"unda:
"Bu ilimlerin ve mârifetin sahibi, bu binin müceddididir. Ki bu, ona bakanlara gizli bir mânâ değildir." buyurur.
Yani onu görmüyorsan, ona Allah-u Teâlâ'nın ihsan ettiğini de mi görmüyorsun, oradan da mı tanımıyorsun?
Buradan anlaşılıyor ki bu doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ tarafından gönderilmiş, desteklenmiş, O'nun ilmi ile mücehhez olmuş.
Rabbü'l-âlimîn öyle dilemiş öyle olmuş. Burada mahlûkun hiçbir dahli yoktur. Bu hakikati düşündüğünüz zaman bulmak çok kolay olur.
Neyi bulmak?
Hakk'ı bulmak!
Allah-u Teâlâ bu zevât-ı kiram'a neler göstermiş, gördüklerini kaleme almışlar.
Mahmud Şebüsterî -kuddise sırruh- Hazretleri ise şöyle buyurmaktadır:
"Onun peygamberlerin sonuncusuyla tam bir münâsebeti vardır. Bu yüzden umumî rahmet de onunla zuhur eder." (Gülşen-i Râz)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in nurunu taşıyan, umuma hayat veriyor. O da bir "Sirâc-ı münir"dir. Onun nurunu taşıdığı için dünyaya değil, âlemlere şâmildir. Maskede hüküm yok, hüküm Hazret-i Allah'ındır.
Osmanlı dönemi mutasavvıfları arasında mümtaz bir yere sahip olan Mevlevî şeyhi Ankaravî İsmail Dede -kuddise sırruh- Hazretleri; Hâtemü'l-evliyâ'nın hakikatinin yaratılıp, velâyetinin açığa çıkarıldığı vakte dikkati çekerek şöyle buyurmuştur:
"Âdem daha su ile toprak arasında iken Hâtem-i evliyâ veli idi ve velilerden ondan gayrısı, ancak ilâhî ahlâktan ibaret olan velâyet şartlarını tahsis ettikten, ahlâk-ı ilâhiye ile vasıflandıktan sonra veli oldu. Hâtem-i evliyâ'nın unsurla ilgisi olan âdemî yaratılış yönünden veli oluşu da, Allah-u Teâlâ'nın 'Veli' ve 'Hamîd' diye isimlendirilmesinden ötürüdür. Şu halde velâyet için öne geçmesi sâbit olur; zira 'Veli' ilâhî isimlerdendir." ("Şerhü'l-Fusûs li'l-Ankaravî"; s. 124)
Rabbü'l-âlemîn öyle murad etmiş, ona vermeyi murad etmiş. Yoksa onun aklına hayâline gelen bir şey değil.
Abdülgânî Nablûsî -kuddise sırruh- Hazretleri "Cevâhirü'n-Nusûs" adlı eserinin bir noktasında; Şit Aleyhisselâm'ın kendi ilmini taşıyanlara yaptığı istimdâttan, velilerin sonuncusu olan Hâtemü'l-evliyâ'yı istisnâ ederek şöyle buyurmuştur:
"Risâlet velâyeti, nübüvvet velâyeti ya da iman velâyeti hususunda evliyanın Hâtem'i olan insanın ruhu bundan müstesnâdır. Zira bu işte onun ilmî maddesi, mutlak kâmillerin ruhları arasındaki herhangi bir ruh vâsıta olmaksızın; ancak bir olan Allah-u Teâlâ'nın katından gelir. Allah-u Teâlâ kendisine minnet edilmekten berî olduğu için onlar da onu, Allah-u Teâlâ'nın onda kendi tarafından meydana getirdiği şeyin 'ayn'ından keşfederler. Belki de onun Hakk Teâlâ tarafından, kendisinden vâsıtasız olarak istimdâd ettirici kılınan bu rûhu; kendi velâyet cinsinin içine dâhil olan tüm ruhların ilmî maddesi olur." ("Cevâhirü'n-Nusûs fî Hall-i Kelimâti'l-Fusûs"; Hâlet Efendi, no.: 264, 53b yaprağı)
Bu da Âdem Aleyhisselâm'ı yaratmazdan evvel koymasındandır. Yani o herhangi bir kimseye muhtaç değil, onu bizzat Allah-u Teâlâ destekliyor. Hüküm Hazret-i Allah'ındır da perdede başkasını gösteriyor.
Bu ise bilinecek, çözülecek bir iş değildir. Niçin? Hakk'tan geldiği için.
Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtem'ül-evliyâ olan zâttan bin sene öncesinden haber vererek şöyle buyurmuştur:
"... Dünyanın zeval vakti gelince Allah bir veli gönderir. Bu veliyi seçmiş, kendine yaklaştırmıştır. Evliyâya verdiğini buna vermiş, buna hâtem'ül-velâye de denmiştir. Bu, kıyamet gününe kadar Allah'ın, diğer velilere hücceti olur. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in nübüvvet sıdkı bulunduğu gibi, bunun velâyet sıdkı vardır. Ona şeytan musallat olamaz, nefis onu velâyetten alıp zevkine düşüremez." (Hatmü'l-Evliyâ)
Allah-u Teâlâ Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz'e, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in geleceğini bildirmiş, bildirdiği için ifşâ etmişler, zemin hazırlamışlar. "Gelecek gelecek, gelecek!.." dediler ve geldi, âlemleri nurlandırdı. Sonra nübüvvet ve risâlet kesildi, artık gelecek haberi yok.
Ondan sonra ise Evliyâullah Hazerâtı: "O gelecek!" dediler, kendilerinden sonra gelecek olan Hâtem-i veli'yi müjdelediler, geleceğini haber verdiler.
Hallâc-ı Mansur -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
"O 'Ferdâniyyet'; yani 'Teklik' evine girer, O'nun kibriyâ ve cemâlini keşfeder... Fâni olan (bu) kul, o an Hakk ile bâkî olur. Sübhan olan Allah'ın himâyesinde o, nefsin dâvâlarından uzak olur." (Kitâbü't-Temhîdât)
İşte sizin bu duruma tamamen aklınız ermez. Burada ne demek istiyor? O Hazret-i Allah ile hemhâl olmuştur. Buraya ilim, akıl, fikir hiçbir şey girmez.