"Tarikât-ı âliye'de iman şöyle teşekkül eder:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde;
"İman iki sınıftır. Yarısı sabırda yarısı şükürdedir." buyurmuştur. (Câmiü's-Sağîr)
İman iki şeyle teşekkül eder; sabır ve şükür.
Sabrın mânâsı; Hazret-i Allah'ın nehyettiği her şeyden kaçınmaktır.
Şükrün mânâsı ise; Hazret-i Allah'ın her emrini seve seve yapmaktır.
Yoksa sadece nimetlere şükür etmek şükür değildir. O da bir şükürdür, fakat yalnız nimetlere şükretmekle şükür ifade edilmemiş olur.
Şükür üç hâl üzerindedir:
Şükr-ü kâliye, şükr-ü fiiliye, şükr-ü hâliye.
Şükr-ü kâliye: Ağız ile yapılan şükür. Yani Cenâb-ı Allah'a şükretmek.
Şükr-ü fiiliye: Fiilen şükredilir. Cenâb-ı Allah'ın emrettiği nafile ibadetlerle çok meşgul olunur. Bu da bir şükürdür.
Bir de şükr-ü hâliye vardır ki, dilediğine bahşetmiştir. Şükretmek ister, fakat ne kadar şükretmek istese, şükürden aciz olduğunu haliyle anlar.
Onun yapmak istediği şükür bir damla, Hazret-i Allah'ın ihsanı bir derya...
Bir derya ihsan karşısında bir damla şükrün kısır olduğunu anlayarak, şükredemeyeceğini ikrar eder. Bîtap kalır. Şükr-ü hâliye olmuş olur. Bunu dilediği kimselere vermiştir. İman böylece husule gelir. Bu da kâfi değil, bu iman meydanda yanan bir kandildir. En ufak bir rüzgâr söndürebilir. Takvâ elbisesini giyerse korunur. Haya o elbisenin süsüdür. O olmazsa iman da yaşamaz. Biri giderse öteki de kalmaz.
İmanın sermayesi de ilimdir.
Hadis-i şerif'te:
"Her şeye ulaşmak için bir yol vardır. Cennetin yolu ise dini ilimlerdir." buyurulmuştur. (Câmiü's-Sagîr)
Daha yüksek iman sahibi olanlarda şu tecelliyat bulunur:
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmuştur:
"Nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir." (Hadîd: 4)
Bu iman sahibi Hazret-i Allah'ın hep yanında olduğunu bilir, kötülük yapamaz.
Bundan yüksek iman:
Âyet-i kerime'de:
"Biz ona şah damarından daha yakınız."buyuruluyor. (Kâff: 16)
Bu imanda ortada ne kaldı? Hiçbir şey kalmadı. Yalnız Hazret-i Allah kaldı.
Yollar hep Hazret-i Allah'ta birleşiyor. Bu yollardan haberi olmayan bunları reddeder.
"Ben iman ettim ya" der.
Zâhirle bâtın farkı belli oluyor. Bâtın ehli emirde kalmaz, nafilelerle de uğraşır.
Bu ev benim amma işgale uğramış, artık istifade edemeyince bu ev benim diyebilir miyiz?
Nefs-i emmare bir kalbi ele geçirince vücutta o hüküm sürer. Ruh hakimiyeti ele geçirmek isteyince çatışma başlar. Bu çatışma önce zikir-fikir ile kalpte başlar. Sonra bütün cephelerde başlar. Ne yolla? Emir ve nehiylere riayetle. Kalp evin kapısıdır. Zikir-fikir ile kalp ele geçince, zikir ile kalpte kırmızı bir nur meydana gelir. Bu nur ile kalp ele geçer. Bu durumda mürid şeyhe haber verecek ki zikir ruha geçsin. Zikir arttırılır ki çeşitli kademelerden geçecek. Nefsin en son tutunacağı yer secde mahallidir. Kovulana kovulana buradan da çıkarılırsa Zikr-i sultana varılır.
Bunlara muvaffak ile bir mektep biter. Geride daha beş mektep kalır. Bu yol bu kadar incedir. Bir insanın dünya hayatında bir diploma almak için kaç sene okuduğu düşünülürse ebedi hayat için bu çalışma çok görülmez.
Kul hiçtir. Ne varsa Allah'ındır. Fakat her kötülük insanın kendi nefsindendir.
Her şeyin Allah'tan olduğunu, bizim hiç olduğumuzu mürid düşünecek. Zaten hakikat budur.
Mürid hiçlik ile yürütülürse Allah'a ulaşır. Makamlar ulaşmaya perde olur. Şükredin biz bunu veriyoruz. Verdiğimiz hakikatler size yeter. Bu notlarda yazılanlara sıkı sıkı yapışın. Biz bir gün aniden gidebiliriz. Notlar sizi kurtarır. Bunlar sizin elinizde bir sırdır. Her şey size anlatılıyor. Yetiştirenlerinkini size naklediyoruz.
Bu yol Hazret-i Allah'ın yoludur. Hazret-i Allah bize zerreyi sevdirmedi, köleliği sevdirdi. Bize halifelik mürşidlik davası bildirmedi, zevki kullukta buldurdu. Bu düsturlar elinizde oldukça Hazret-i Allah size lütfu ile ışık tutacaktır.
Bir insan Mürşid-i kâmil'i görünce dalâlet ehlini bilir. Bir insan Mürşid-i kâmil'i görmez, mürşide yetişirse yetiştiği çevreyi bilir. Mürşide de yetişemedi, halifeyi gördü o hali bilir. Onu da görmedi, o zaman zâhirde kalır. İstikamette ise dalâleti bilir. İstikamette değilse dalâleti hakikat bilir. Fenâfişşeyh'te tahsil, Fenâfirresul'de muvaffakiyet.
Bizim birçok sözlerimizi biz öldükten sonra anlayacaksınız. Bir mürid mürşidinden zevk alır ve istikamette ise o yolu takip etsin. Ölümünden sonra başka mürşid aramasın. Bulacağı mürşid aynı ayarda değilse elindeki hali de kaybeder." (1973)
"Çok sevdiklerimizi daima Hazret-i Allah'a emanet ederiz. Niçin? Ancak her şey O'nun hıfz-ı himayesi ile tutulur.
Sevmediklerimize hiçbir zaman bedduâ etmeyiz de, Hazret-i Allah'a havale ederiz.
Şöyle ki; sevmiyorsa ona gadab eder. Seviyorsa ona rahmet eder. Yani biz onun gadabını istemeyiz Hazret-i Allah'tan...
Fakat gadab etmek istediğine de rahmet dilemeyiz. Her şey Hakk'a bırakılır. Hakk dilediği gibi eyler."
•
"Kimin tutulduğu, kimin atıldığı bilinmez. Sımsıkı sarılanlar kurtuluyor."
•
"Büyükler yoluna leke getirmemek için, umuma zararı olanların münafıklığını herkese duyurdular."