Ukrayna geriliminde Amerika ve İngiltere’nin başını çektiği Batı ülkeleri Rusya’nın taleplerine istediği cevapları vermedi ve Rusya her zaman yaptığı gibi askerî gücünü kullanarak Ukrayna’nın doğusundaki ayrılıkçı bölgeyi tanıdığını açıklayarak Ukrayna’ya savaş açtı.
Rusya ile Amerika-NATO arasındaki gerilimin nereye varacağı hakkında daha önce bazı tahminler yapılıyordu. Artık “Tahmin” eyleminin ötesindeyiz.
Rusya’nın bütün Ukrayna’yı işgal edip etmeyeceği belli değil ancak geldiğimiz noktada karşılıklı iki kutup arasındaki gerilim o kadar arttı ki; artık büyük bir savaş yaşanıp yaşanmayacağını değil, çıkacak savaşın zamanını ve boyutunu; bu savaşın nükleer bir harbe dönüşüp dönüşmeme ihtimalini değil, “Acaba kitle imha silahları patlamadan bu krizi atlatabilir miyiz?”in ütopyasını konuşuyoruz. Çünkü Rusya konvansiyonel bir savaşta Amerika ve Batı’ya karşı üstünlük sağlamasının zor olduğunu görüyor ve her fırsatta elindeki nükleer silahları öne sürüyor. Hatta “Bana zarar verecek konvansiyonel bir savaşta dahi nükleer silahlarımı kullanacağım” diye doktrin açıklıyor.
Amerika-NATO hemen askerî bir karşılık vermese bile büyük ihtimalle Kırım’da olduğu gibi bu yeni işgalleri sineye çekmeyecek ve bu gerilimi gündemde tutmaya devam edecek. Bu süreçte Türkiye’ye taraf seçmesi ve özellikle Karadeniz’de Amerikan-NATO gemilerine müsaade etmesi için büyük baskılar gelmesi muhtemel.
Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan gerilim-savaş Türkiye’nin ekonomisini, turizmini etkileme potansiyeli taşıyor. Ekonomi elbette önemli ancak esas mevzu bu değil.
Türkiye’nin konuşması gereken esas mevzu şudur:
Türkiye Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi bu savaşın tarafı mı olacak, yoksa İkinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi tarafsız kalabilecek mi?
Birinci Dünya Savaşı’na nasıl girdiğimizi hatırlayalım:
Çanakkale Boğazı’nı geçen “Goeben” ve “Breslau” isimli iki Alman zırhlısına Türk bayrağı çektik, “Yavuz” ve “Midilli” adını verdik. Alman komutanların idaresi altında bu gemiler Ekim 1914’de Rus limanlarını bombaladı ve böylece resmen savaşa girmiş olduk.
İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye tarafsız kalmayı başardı. Birinci Dünya Savaşı ve arkasından yaşanan Kurtuluş Savaşı’nda başta insan kaynağı olmak üzere ekonomisi, her şeyi dibi görmüş bir ülke olarak, Kurtuluş Savaşı’nın üzerinden henüz on beş yıl geçmiş iken yeniden büyük bir savaşa girmiş olsaydık, kazansak bile çok yıpranırdık.
İkinci Dünya Savaşı’nın merkezi Avrupa idi, ancak Almanlar neredeyse bütün sınırlarımızda komşu durumuna gelmişti. Türkiye’yi işgal edip etmemeyi tartışıyorlardı. İngiltere ve Amerika Balkanlardan bir cephe açmak için Türkiye’yi ikna etmeye çalıştılar. 1943 yılında İngiliz başbakan Churchill Türkiye’ye gelip Türkiye’yi ikna etmek için İnönü ile görüştü.
Şimdi birinci soru şudur:
Üçüncü Dünya Savaşı bize uzak cereyan eder mi? Biz bu savaşı etliye sütlüye bulaşmadan atlatabilir miyiz?
Boğazlar bizde olduğu ve Karadeniz’e en uzun kıyısı olan ülke olduğumuz müddetçe bu soruya olumlu cevap vermek maalesef mümkün değildir.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi Birinci Savaş’a boğazları geçen Alman zırhlıları eliyle Rusya’yı bombalayarak başladık. Yine hatırlarsak Kırım Savaşı’nı (1853-1856) boğazları geçen İngiliz ve Fransız donanmasının desteği ile kazanmıştık. Ancak ekonomik olarak çok yıprandık ve Batı isteklerine daha açık hâle geldik.
Muhtemel bir savaşta Karadeniz’in savaş alanı haline getirilmesi için Batı’dan, NATO’dan bize çok baskı ve teklif gelmesi büyük ihtimal. Buna hazırlıklı olmamız lâzım.
Bu yüzden çok dirayetli, çok gayretli ve çok akıllı siyaset takip etmemiz gerekiyor.
İkinci soru şudur: Batı’nın kazanacağı belli olan bir savaşta tarih boyu bize çok zarar vermiş Rusya’ya karşı biz de savaşsak olmaz mı? “80 yıldır ciddi bir savaşa girmiş değiliz, insan kaynağımız ve iyi bir ordumuz var” deyip savaşın tarafı mı olalım?
Bu soruya cevap verirken her şeyden önce böyle bir savaşta nükleer silahların kullanılacağını göz önünde bulundurmamız lâzım. Bir iki atom bombası ile kurtarsak bile elde edeceğimiz şeye değer mi? Bunu iyi düşünmek lâzım.
Komşularımızda yaşanan her savaştan büyük zararlar gördük, görüyoruz. Irak ve Suriye’de yaşanan savaş ve işgalleri büyük devletler daima Türkiye’ye zarar vermek için kullandılar. Ukrayna işgalini de böyle kullanmak isteyeceklerdir. Özellikle savunma sanayiinde Ukrayna ile yaptığımız işbirliklerini baltalamak, bize motor üreten Ukrayna fabrikalarını işlemez hale getirmek en büyük hedefleri olacaktır.
Amerika Rusya’ya karşı savaşını Doğu Avrupa, Ukrayna gibi ülkeler üzerinden yürütüyor. Çin’e ve Rusya’ya karşı İran, yine Çin’e karşı Arap yarımadası ve körfez önümüzdeki 5-10 yıllık sürecin yeni savaş alanları olacaktır.
“Hırs”, “İhtiras”, “Öfke”, “Kin”, “Kıskançlık”, “Düşmanlık” gibi hayvanî sıfatlarını bastıramayan insanoğlunun tarih boyu sürekli savaştığı düşünüldüğünde; cilalı bir makyajın altında yüzyıllardır bu hayvanî sıfatların peşinden sürüklenen, bütün dünyayı sömürgeleştiren Batı’nın eninde sonunda bize yeniden ve yine geleceğini unutmayalım.
Binaenaleyh tartışmamız gereken en büyük sorun kapımıza dayanan bu harplerdir, bizim bu harplere olan hazırlık düzeyimizdir, bu harplerde nasıl kendimizi koruyup kollayacağımızdır. Böyle bir ortamda ilmen ve fikren tarafsız düşünebilen insanlara her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Batı ile işbirliği vaadeden, Batı’ya angaje fikir ve zihniyete sahip insanlardan en çok uzak durmamız gereken bir zaman dilimindeyiz.