“Hazret-i Allah kuluna çeşitli ibtilâlar verir, imtihan eder. Bir mahlûk iradeden çıkıp, iradesini Hazret-i Allah’a bağlarsa, Allah ona huzur verir ve ebedi hayatını kurtarır.
İnsanı Hazret-i Allah var eder, var etti. Ruh-u ulviye’nin yanında nefs-i emmare’yi de halketti. Bütün iyilik sıfatları bununla, yani nefs-i emmare ile örtülüdür. Nefis süfliyattan olur. Nefis Hazret-i Allah’ın emri ile bedende ruh ile birleşti, badem çekirdeğinin içinde yağın bulunuşu gibi. Mengenede sıkıldığında çekirdekten yağ ayrılır. Tarikât-ı âliye’de mânevi mengene sıkılınca nefis ve ruh ayrılır. Mânevi baskıların sıkıştırması ile bu ayrılık olur.
Biz Efendilerimizi bilirsek Hazret-i Allah verir. Gaye kul olabilmek.
Bir insanın terakki etmesi gerek. Bu terakkiyat şu maksatladır:
Bir insan Tarikât-ı âliye’ye intisap etmeden hali ne kadar iyi olursa olsun, aşısız meyveye benzer. Bu insanda nefs-i emmare’nin hangi sıfatı varsa o hakimdir.
Nefs-i emmare’nin en iyi sıfatı; Hazret-i Allah’ın her emrini yerine getirmeye çalışır, nefsin arzularına da gem vurmaz. Hangi nokta boşsa nefis oraya akar, şeytan oradan sızar ve onun o boş noktasından Hazret-i Allah’tan uzaklaştırır.
Nefs-i emmare’nin bundan daha kötü sıfatı; Hazret-i Allah’a ibadet etmez, ibadet edenleri sever.
Nefs-i emmare’nin daha kötü sıfatı; Hazret-i Allah’a ibadet etmez, edenleri de sevmez ve üstelik “Ben de müslümanım!” der.
Hazret-i Allah’ın bir insanı sevdiğine kavuşturması her şeye değer. Mürşid-i Hakiki Hazret-i Allah’tır. Ancak Hazret-i Allah murad ettiğini bir yol rehberine bağlar. Kul da bunun için arar. İstihare bu maksatla verilir. Kendi kendine insan bir tarafa gitmemeli.
Hazret-i Allah’ın bahşettiği bu rehber ona, yolda yürümesini, şeytanın tuzaklarından korunmasını öğretir. Nefs-i emmare’nin kötü sıfatlarının önlenmesi, hülasa Hazret-i Allah’a yaklaştırmak için götüren bir rehberdir. Tarikât-ı âliye ilim irfan mektebidir. Hakikati ve bâtılı bildirir.
Burası hastahanedir. Mürşid-i kâmil mânevi hastalıkları tedavi eder.
Burası aynı zamanda ilâhi bir ordudur. Başkumandanı Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, kumandanları velilerdir.
Bunlar müridanı yetiştirmek için başlangıçtır. Böyle giden mürid sâdık ise ezeli istidadı varsa, Hazret-i Allah şeyhine muhabbet verir. Muhabbet Hazret-i Allah'’tandır, kuldan değil. Bu muhabbet sadakatın belirmesi için Hazret-i Allah tarafından verilir. Bu muhabbet, râbıta ile şeyhin hallerini müride geçirir. Bu tahsil bitince o zât Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in taht-ı terbiyesine alınır, buna Fenâfirresul denilir. Râbıta yine mürşidedir. Bu tahsil bitince Hazret-i Allah’a dönülür. Kimin nasibinde varsa, bu tahsili ikmal ederse, muhabbeti Hazret-i Allah’a geçer. Hazret-i Allah varlığını duyurunca yavaş yavaş merhaleler katedilir. Hayli ilerledikten sonra birçok şeyler görülür. Her görüşte her şey bildik zannedilir.
Bizim yolumuzda müride gereken ancak mahviyet ve niyazdır. Bu iki nokta hiç bırakılmayacak. Herkes kutbiyet peşinde koşarken biz kulluk peşinde koşalım. Yani her mürid mürşidinin kutub olduğunu düşünürken siz buna ehemmiyet vermeyin. Eğer bir insan keramet istiyorsa, bu yolda keramet istikamettir. Bir mürid istikamette ise başka keramet bu devirde aranmasın. Hıfz-ı himaye edilmeyenler istikamette gidemez. Hazret-i Allah tasarruf ediyorki istikamette gidiyor. Biz Allah yolunda olup, heva-i nefs peşinde koşmayalım, koşanlarla da bulunmayalım.
Bizim şükrümüze sebep şu, Hazret-i Allah’a yarayan zerre kadar amel işlediğimi göremem, Allah’ın rızâsına nail olacak bir amelim yok, hiç göremem. Şükrüm şu, Hazret-i Allah bir kula Habib’ini gösterir ve hiç olduğunu bildirirse bir mahlûka bu da kâfidir. Hiçbir zaman sevap üzerinde durmayalım. Sevaplar insana perdedir, Hazret-i Allah’a ulaşmaya mani olur, büyüklük doğurur. Şâh-ı Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretlerimiz; “Bizi fazilet kapısından iki şeyle aldılar; mahviyet ve niyaz." buyurur.
Bizim yolumuz bu yoldur. Bu yolda bulunanlar bize varırlar, bize varan Hakk’a varır.
Niyazda; “Allah’ım bana bunu ver!” denmeyecek. Kapımıza gelen bir kimse isterken, hem elini uzatır; hem de halini, fakirliğini, muhtaçlığını gösterir. Biz öyle bir dilenci olduğumuzu anlayacağız ki fakiriz, ondan sonra elimizi uzatacağız. Ve elimizi kime uzattığımızı bileceğiz. Hazret-i Allah böyle niyaz edenleri sever.
Tarikât-ı âliye’ye intisap etmeyenler zâhirde kalır. Tarikat, şeriatın tamamlanmasıdır. Şeriat, ilim-amel-ihlâs ile meydana gelir. İlim ve amel zâhirde bulunursa da ihlâs ancak tarikat ehlinde bulunur, zahirde bulunmaz.
Nefs-i emmare; toprak, su, hava ve ateşten meydana gelmiştir. Tarikât-ı âliye’ye geçmek nefs-i emmare’nin sıfatlarının izalesi ve imanın kuvvetlenmesi içindir. İman aslıdır. En büyükler dahi, Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- ve Âyet-i kerime de bildirildiği şekilde Yusuf Aleyhisselam;
“Teveffeni müslimen ve elhıkni bis-salihiyn = Allah’ım! Müslüman olarak canımı al ve beni sâlihler zümresine kat.” diye duâ etmişlerdir. (Yusuf: 101)
Biz de Hazret-i Allah’a çok duâ edelim. En büyük istediğimiz bu olsun...