Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- ikinci halifedir. Künyesi Ebu Hafs’dır. Fil Vak’ası’ndan on üç yıl kadar sonra, diğer bir rivayete göre ise Büyük (Dördüncü) Ficâr savaşından dört yıl kadar önce Mekke’de doğmuştur. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- EFendimiz’den 13 yaş civarı küçüktür. Babası Hattab’dır. Baba tarafından soyu Kureyş kabilesinin Beni Adiy kolundan nesebi ise Kâ’b bin Lüey’de Resulullah Aleyhisselâm’ın nesebiyle birleşir. Annesi Mahzûm kabilesinden Hanteme bint Hâşim’dir.
Ticaretle meşgul olmuş, başka kabilelerle anlaşmazlıklarda elçilik görevi yapmıştır.
Kuvvetli yapılı idi, pehlivanlıkta meşhurdu. Çok iyi bir at binicisi, kılıç kullanıcısı idi.
İslâmiyet’in ilk yıllarında Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e düşman kesilmiş ve onu öldürmek için and içmişti.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir duâlarında;
“Yâ Rabb’i! Bu dini Ebu Hakem bin Hişam (Ebu Cehil) veya Ömer bin Hattap ile kuvvetlendir.” buyurmuştu. (Ahmed bin Hanbel)
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- huzur-u Nebevî’de o Nur’un etkisinde kalarak Kelime-i şehâdet getirmiş ve bu duâya mazhar olmuştur. Kırkıncı müslümandır.
Onun müslüman olması ile Cenâb-ı Hakk Enfâl Sûre-i şerif’inin 64. Âyet-i kerime’sini inzal buyurduğu rivayet edilmiştir.
“Ey Peygamber! Allah sana da sana tâbi olan müminlere de yeter.” (Enfâl: 64)
Kureyşlilerin birçok gizli plânlar yaparak Resulullah Aleyhisselâm’ı ortadan kaldırmaya çalıştıkları bir dönemde müslüman oldu. İslâm’ın en büyük düşmanları arasında iken, bir anda en büyük muhiblerinden oluverdi.
Onun müslüman olmasıyla İslâmiyet büyük bir kuvvet kazanmış, kısa zamanda duyulmaya ve yayılmaya başlamıştır.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- der ki:
“Müslüman olduğum gece, Mekke halkı içinde Resulullah Aleyhisselâm’a en çok düşman olan adam kim ise, İslâm’ı kabul ettiğimi ona haber vereyim diye düşündüm. Aklıma Ebu Cehil geldi. Sabahleyin gittim, kapısını çaldım. Beni karşısında görünce:
‘Yeğenim merhaba, hoş geldin! Seni buraya getiren nedir?’ diye sordu.
Ben de: ‘Allah’a, O’nun Resul’üne ve getirdiği şeylere inandığımı sana haber vermeye geldim.’ dedim.
‘Seni de, getirdiğin haberi de Allah rezil etsin!’ dedi ve kapıyı yüzüme çarptı.”
Hazret-i Hamza -radiyallahu anh-dan sonra Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in de müslüman olması, müslümanların gücüne güç kattı. İslâm açığa çıktı.
O Nur’a o kadar yakın oldu ki, her şeyini onun yolunda fedâ etti.
“Ömer benimledir, ben de onunlayım. Hak ise her nerede olursa olsun Ömer’den ayrılmaz.” (Câmiü’s-Sağîr)
İltifatına mazhar oldu.
O da Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- gibi Resulullah Aleyhisselâm’ın bütün savaşlarına katılmış, hiçbirinde bulunmamazlık etmemiş, bütün andlaşmalarına, idarî tedbirlerine, İslâm için olan bütün teşebbüslerine en faal bir şekilde iştirak etmiş, müşavirlik yapmıştır.
Kerimesi Hazret-i Hafsa -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’i Resulullah Aleyhisselâm’a nikâhlayarak ona kayınpeder olmuştur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Allah-u Teâlâ hakkı, Ömer’in diline ve kalbine koydu.” (Ebu Dâvud: 2962)
Hak ile bâtılın arasını inceden inceye ayırdettiği için, Resulullah Aleyhisselâm tarafından kendisine “Fâruk” lâkabı verilmişti.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in âhirete intikalinden sonra Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-in halifeliğini şiddetle desteklemiştir.
İslâm’ın ilk halifesi olan Ebu Bekir -radiyallahu anh-in en yakın dostu, sırdaşı ve en büyük yardımcısı o idi. Onun vefatından sonra da kendisi halife seçilmiştir.