Son yıllarda insanoğlu büyük badirelerden geçiyor. Bütün dünyayı etkileyen pandemi, ekonomik buhran vb. umumi afetlerle beraber; ülkeleri, bölgeleri etkileyen yangın, sel, deprem vb. doğal afetler, savaşlar, halk hareketleri, sosyal çalkantılar, siyasal krizler yaşanıyor. Akla gelenler geliyor, akla gelmeyenler de geliyor. Resulullah Aleyhisselâm'ın buyurduğu tabirle "İpi kopan tesbih tanelerinin birbirini takip etmesi gibi" biri bitmeden diğeri peşi sıra geliyor.
İnsanoğlu isyanının cezasını çekiyor. Görülüyor ki daha büyükleri de gelecek. (Meselâ dünyanın büyük ülkeleri bugüne kadar hiç görülmemiş bir şekilde, artan bir sayıda nükleer harbi konuşuyor.)
Biz de ülke olarak dünyada yaşanan badirelerden etkileniyoruz. Diğer yandan ülkemize has, bize zarar veren birçok badireler yaşıyoruz. Musibetlerin her biri bir kabahatimizden ötürü meydana geliyor. Fakat öyle bir kabahatimiz var ki; ekonomik bunalımların, PKK terörünün, FETÖ fitnesinin, geçmişte savunma sanayiimizi kendi elimizle durdurmamız sebebiyle çektiğimiz sıkıntıların; bütün bu badirelerin en büyük ortak sebebi bu kabahatimizdir. Savunma sanayiinde topyekûn seferberliğe istediğimiz seviyede vasıl olamayışımızın; yakın zamana kadar yerli ve milli üretime bürokrasinin gereken desteği vermeyişinin; "Devrim arabası"nın akamete uğramasının; gençlerimizin artan bir ivme ile Batı'ya kaçma planları yapmasının, birçok yetişmiş beyaz yakalının Avrupa ülkelerine gitmesinin; Yunan mütemadiyen bizim aleyhimize genişlemeye çalışırken çok ses çıkartmayışımızın; tarımsal üretime zarar veren bazı hatalarımızın; eğitimdeki eksik ve yanlışlarımızın; düşmanla, terör destekçileriyle işbirliği yaparak muhalefet yapmanın meşru görülmesinin… en büyük sebebi işte bu kabahatimizdir.
Nedir bu kabahat?
Batı'ya olan biatımız, hâlâ içimizden atamadığımız Batı'nın manevî işgalidir; bazılarının Batıcılığı bir din mesabesinde benimsemesidir; barbar, vahşi, soykırımcı, zâlim, Haçlı Batı'ya karşı cihad ruhumuzu kaybetmemizdir; -seküler terminoloji ile ifade edersek- gençlerimize, bürokrasimize, sanayicimize kısaca insanımıza "Antiemperyalist" bir görüş ve duruş veremeyişimizdir; bu zalimlerin zehirli fikirlerine ve şeytanî ideolojilerine sempati ile bakmamızdır.
"Tek bir kabahat bu kadar birbiri ile alakasız görünen problemin ortak sebebi nasıl olabilir?" denilebilir. Şöyle izah edelim:
Meselâ ekonomiyi ele alalım:
Geçtiğimiz ay dolar kurunda şiddetli bir yükselme ve ardından açıklanan tedbirlerle hızlı bir düşüş yaşandı. Gençler pek bilmez ancak orta yaş üstü insanlarımız hatırlayacaktır ki; bu memlekette mütemadiyen bir devalüasyon ve döviz krizi ve beraberinde ekonomik krizler yaşanmıştır. Çünkü ürettiğimizden fazlasını tükettik ve bugüne kadar ithal ikame bir ekonomi ile geldik. Kazandığımızdan fazla dövize muhtaç olduğumuz için ekonomimiz sürekli kırılgan, güven vermeyen ve dış etkilere açık bir ekonomi oldu. Bunun ceremesini de mütemadiyen çektik ve bugün de çekiyoruz. Bunun çaresi belli. Üreten bir ekonomi olmak. Ekonomik tabiri ile katma değeri yüksek ürünler üretmek. Peki bugüne kadar bunu neden yapamadık? Çünkü Batılı akıldanelerimiz böyle istedi. İçimizdeki "Biz yapamayız"cılar, "Batı almış başını gitmiş, yetişemeyiz"ciler, "Distribütör" olmaktan menfaatlenenler de bu isteği uyguladı. Amerika "Siz niye silah üretiyorsunuz, biz size ucuz veririz, hibe ederiz" dedi, Şakir Zümre uçak bombası, motor imal ettiği silah fabrikasında soba üretmek, sonra da fabrikasını kapatmak zorunda kaldı. Vecihi Hürkuş dönemin İktisat Bakanlığı "Tayyarenin teknik vasıflarını tespit edecek kimse bulunmadığından gereken vesika verilememiştir" dediği için uçağını söküp trenle Çekoslavakya'ya taşımak zorunda kaldı. Dünya standartlarında uçak üreten Nuri Demirağ'a uçak sipariş eden THK sipariş verdiği uçakları almadı, bu da yetmezmiş gibi yurtdışına uçuşu yasaklayan kanun çıkartıldı. Sipariş alamayan fabrika kapandı, bugün Atatürk Havalimanı'nın olduğu yerdeki tesisleri istimlak edildi. Cengâver mühendislerimiz "Devrim arabası" ismiyle meşhur otomobili yaptı. Benzin konulması unutulmuş araç yüzünden pusuda bekleyen Batıcı zihniyet, basın hemen "Biz yapamayız" yaygarası yaptı, o günkü cumhurbaşkanının bile bu üretimi desteklemeye gücü yetmedi. Selçuk Bayraktar İHA üretmeye kalktığı zaman bir bürokrat "Güzel kardeşim sen iyi okumuşsun. Akıllı çocuksun, iyi okullarda okuyorsun. Seni sevdik. Ama bu yabancılar öyle alıp başını gitmiş ki bizim onlara yetişmemiz mümkün değil. Siz onlarla aramızda bağ kurun. Biz onların söylediği teknik şeyleri tam olarak anlamıyoruz. Siz bu bağı kurun, daha da kendinizi yormayın. Bunlar yürümüş gitmiş." dedi.
İşte bu manevi işgal, bu Batıcılık, bu ezilmişlik duygusu, bu teslimiyetçi zihniyet bizim iliklerimize işledi. Düşman düşmanlığını elbet yapıyor ve yapacak fakat en büyük engeli biz içimizden gördük.
Sonra neler oldu? Belli bir sıkleti geçemeyen, ekonomik krizlerle, devalüasyonlarla uğraşan, başı sıkışınca, IMF 'in kapısını çalıp "Ne olur borç ver." diye yalvaran bir ülke olduk. IMF geldi, ilk söylediği şey şu oldu: "Şunu şunu üretmeyeceksin, topraklarında şunu şunu ekmeyeceksin, çalışanının boğazından keseceksin." Yetmedi 2001 yılındaki krizde ne yaptık? Amerika'dan ithal bakan getirdik, hatta adamlar muvaffak olsalardı, başbakan yapacaktık. Krizden sonraki yıllarda 2010 yılına kadar ucuz dolarla sefahat sürdük. Görünüşte her şey güllük gülistanlıktı, Avrupa Birliği'ne üye olmak için yarışıyorduk. Ucuz döviz ile halka kredi dağıttık, evler aldık, arabalar aldık. O arada ithal mallar ucuz olduğu için birçok fabrika kapanıyordu. 1964 yılında Kıbrıs'a müdahalemizi önlemek için yazılan Johnson mektubu ve on yıl sonra 1974 yılındaki Kıbrıs Barış Harekâtı'ndan sonra gelen Amerikan ambargosu ile burnumuz sürtülünce kendi silahımızı yapmaya başladığımız gibi, Trump'ın mektubu Amerikan baskısı filan derken üreten ekonomi olmanın önemi kafamıza dank etti. Hızla cari fazla veren bir ekonomi olma yolunda ilerledik, Çin'in içine dönüp küresel piyasaya ürün vermeyi kısması çok işimize yaradı ancak buna rağmen, küresel pandeminin ve dış müdahalelerin de etkisiyle, ve tabi liyakat sorununu aşamadığımız için biraz maliyet ödedik, ödemeye devam ediyoruz. Ve fakat bu boyunduruktan kurtulmanın başka çaresi yok. Hep beraber el birliği ile bu boyunduruktan kurtulmaya çalışmamız lâzım. Ancak yukarıda bahsettiğimiz zihniyet karşımıza faiz lobisi olarak, dolar lobisi olarak, güvensizlik pompalama aparatı olarak çıkmaya çalışıyor ve bize zarar veriyor. Bunlara kalmış olsa hemen koşarak IMF'e gidecekler "Ne olur bize borç ver, şöyle on yıl keyif çatalım, biz sana tıkır tıkır faiz ödemeye devam edelim" diyecekler. IMF'in ilk söyleyeceği şey ise şu olacak: "Siz silahlanmaya çok para harcıyorsunuz, niye bu kadar silah üretiyorsunuz, kısın bu paraları. Sizin neyinize gerek uçak, helikopter, gemi, denizaltı, füze üretmek! Ne işiniz var uzayda, ayda!"
Bir hastalıklı zihniyet ve manevî işgal nelere sebep oluyor görüyorsunuz!
Meselâ PKK Terörü; PKK terörü nasıl bu kadar neşv-ü nema buldu, genişledi, serpildi?
Çünkü "Batı" isimli put bu teröristlere "özgürlük savaşçısı" dedi, "Kürt ayrılıkçılar" dedi, bu teröristlerin propagandasını yaptı. Bu ülkede Batı üfürmesi ve baskısı sebebiyle mücadele yeteri kadar yapılmadı, tehditin boyutu görmezden gelindi, teröre el altından destek verildi, teröristlerin terörle iltisaklı kişilerin parti kurmasına, mecliste arz-ı endam etmesine izin verildi. Bu terör belası ile gerekli mücadeleyi yapmak isteyenler suikaste bile uğradı. Sonuçta bunlar da palazlandıkça palazlandı. Bugün terörle tarihte olmadığı kadar mücadele ediliyor ama o kadar badireden sonra hâlâ "Afrin'de ne işimiz var" diyenler çıkıyor, Türkiye'nin kendi silahını yapmasını, SİHA'ları ile terörist avlamasını hazmedemeyen kişiler milletvekili sıfatı taşıyabiliyor. Hangi Batılı devlet ülkesini bölmek isteyen teröristlere, terörle iltisaklı kişilere bu derece müsamaha göstermiştir?
Bu Batı bize geçmişte bolca "Federasyon" üfürürken, birçokları iyi bir şeymiş gibi bu fikre sahip çıkıyordu. Çok şükür bunların sesi pek çıkmıyor ancak her fırsatta, Türkiye'nin ayağı ufacık bir tökezlediğinde bu zihniyeti canlandırmaya çalışıyorlar. Çünkü Osmanlı'dan kopan birçok toprak parçasında önce özerklik dayatması ile işe başlamışlar sonra vatan toprakları bizden koparılmıştır. Birinci Dünya Savaşı'ndan önce de Doğu'da yine bir dayatma ile Osmanlı iki özerk eyaletin kurulmasını kabul etmişti. Başlarına da Batılı ülkelerden vali gelecekti. Savaş çıkmamış olsaydı oralar da Osmanlı'nın elinden çıkacak, müslümanlar sürülecek, katledilecek ve Büyük Ermenistan kurulmuş olacaktı.
Batı üfürmeleri ile barış hülyaları kurarken, "Federasyon mu kursak?" diye düşünürken bu teröristler hendek kazdı, polisimize askerimize saldırdı. Büyük bir mücadele vermek zorunda kaldık. Yüzlerce şehit verdik. Muvaffak olduk ama büyük zarar gördük. Burnumuz sürtülünce aklımız başımıza geldi.
Öyle bir ülkeyiz, öyle bir eğitim sistemimiz var, öyle bir manevî işgal altındayız ki; teröristlerimiz bile Batıcı. Adamlar antiemperyalizm diye ortaya çıkıyorlar, Amerika'nın askeri olmaktan, Avrupa ile işbirliği yapmaktan zerre gocunmuyorlar. Her gün kafalarına bomba yiyorlar, mağaradan çıkamıyorlar hâlâ Türkiye'ye düşmanlık yapmakla meşguller. Niye? Batı öyle istiyor!
Daha önceki yazılarımızda da söylediğimiz gibi burada bahsettiğimiz bu kabahatimiz bu ülkede bu kadar hâin çıkmasının da zeminini hazırlıyor, en büyük zararı da buradan görüyoruz. Çünkü FETÖ'cüsü, PKK'lısı, DHKPC'lisi, DAEŞ'lisi, asker sevmeyeni, polis sevmeyeni, Türkiye sevmeyeni bu kadar çok hâin üretmek ancak eğitimle olur. O eğitim de bizde var maalesef.
Yine meselâ; FETÖ terör örgütü nasıl bu kadar palazlandı, neredeyse darbe ile memleketi ele geçirebilecek bir güce nasıl ulaştı? Çünkü Batı, Amerika bunları destekliyordu, irtica irtica diye yaygara koparan basın bunların reklamını yapıyordu, NATO'cu generaller bunlara yol veriyordu, siyasiler resim çektirmek için sıraya giriyordu. Batı desteği, Amerikan desteği olmasa bunlar mümkün müydü? Batı bunları destekliyordu çünkü adamlar Batı'nın küfrünü hoş görüyordu, "Cihat etmeye ne gerek var, yüzyıllardır boşuna savaştık" diyordu. Avrupa'ya, Amerika'ya kaçan bütün FETÖ'cüler Türkiye karşıtı bir diaspora haline geldiler. Türkiye düşmanı Ermeni-Rum lobileri ne yapıyorsa aynısını, hatta daha kötüsünü Türkiye'ye yapmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu kadar hâinlik hangi ülkede görülmüştür?
Silah sanayiinde o kadar gelişme yaşanıyor, bütün dünyada dostlarımız memnun, düşmanlarımız tedirgin oluyor; hâlâ elinden gelse bu gelişmeleri durdurmak isteyecek kişiler var. Fütursuzca konuşuyorlar. Yani insan hâin olur ancak hâinliğini gizler. Türkiye öyle bir ülke ki, hiçbir hâin hâinliğini gizleme ihtiyacı duymuyor. Bunun sebebi işte bu büyük kabahattir.
Savunma sanayiimizdeki, otomobil fabrikasındaki, yazılım firmalarımızdaki mühendislerimiz âdeta akın akın Türkiye'yi terkediyor. Bunun sebebi işte bu büyük kabahatimizdir.
Kısaca ülke olarak Batı'dan gelen bütün üfürmelere açık, korunaksız bir yapımız var. Ekonomide, savunma sanayiinde her alanda burnumuz sürtülmeyince aklımız başımıza gelmiyor. Bunun sebebi de işte bu kabahatimizdir.
Yanlışlarımızın henüz ayyuka çıkmadığı tarım vb. alanlarda da bir burun sürtülmesi yaşayabiliriz. En bilinen bir savunma sanayii firmamızın bir yöneticisi bile Türkiye için çok önemli bir talebe "Bizim işimiz değil, onlarla uğraşmıyoruz" diyebiliyorsa artık gerisini siz düşünün. Yani burnumuz sürtüle sürtüle burun kalmadı.
Bunun çaresi nedir?
En kısa zamanda antiemperyalist, Batı'nın gerçek yüzünü gören, "Batı ile mücadele ruhu" taşıyan nesiller yetiştirmek, bu zihniyeti mümkün olduğu kadar bütün bürokrasimize yaymak, kritik görevlere bu mücadele ruhunu taşımayan kişileri getirmemek lâzımdır. Bazı işlerde devleti yöneten kişilerin bile gücü yetmiyorsa, itekleye itekleye gidiyorsa, bunun sebebi işte bu kabahattir. Bu sebeple liyâkat ararken aranan şartlardan birisi de bu olmalıdır; göreve getirilecek kişide mutlaka iman, cihad ruhu, vatan sevgisi, antiemperyalist bakış açısı olmalıdır.
Her alanda Batı'dan bağımsız, yerel-milli düşünce üretemediğimiz; Batı ile mücadele azmi, cihad ruhu yaygınlaşmadığı müddetçe burnumuz daha çok sürtülür. Ve daha çok badireler yaşarız.