Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (184) - Saînüddin Ali Türkî -Kuddise Sırruh- (5) - Ömer Öngüt
Saînüddin Ali Türkî -Kuddise Sırruh- (5)
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (184)
Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
1 Aralık 2021

 

Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (184)

Saînüddin Ali Türkî -Kuddise Sırruh- (5)

 

Dünya ve Ahiret Hasenesi (2)

Ashâb-ı kiram’dan Abdullah bin Ebi’l-Ced’a -radiyallahu anh- der ki:

Ben Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-i şöyle buyururken işittim:

“Andolsun ki ümmetimden bir kimsenin şefaatiyle Temimoğulları’ndan daha çok kimse cennete girecektir.”

Ashâb-ı kiram:

“Senden başka bir kimsenin mi yâ Resulellah?” dediler.

“Benden başka bir kimse!” buyurdu.” (İbn-i Mâce: 4316)

Hülâsa-i kelâm;

Bakara Sûre-i şerif’inin 201. Âyet-i kerime’sinde işaret buyurulan;

“Bize dünyada iyilik ve güzellik ver, ahirette de iyilik ve güzellik ver.” beyân-ı ilâhi’sindeki; “Dünya hasenesi” “Hâtemü’n-nübüvve”; “Ahiret hasenesi” ise onun bâtını olan “Hâtemü’l-velâye”dir.

Dolayısıyla Allah-u Teâlâ’nın bu iki haseneyi isteyenleri övmesinden murat; kullarını Hâtemü’l-enbiyâ’dan ve Hâtemü’l-evliyâ’dan istimdada teşvik etmektir. Bu Âyet-i kerime’nin bâtınî manası budur.

Saînüddin Ali Türkî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fusûsu’l-Hikem” kitabı’na yazdığı şerhte, Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın mânevî ve uhrevî cihetini beyan ederken, dünya hasenesinin “Hâtemü’n-nübüvve”, ahiret hasenesinin ise “Hâtemü’l-velâye”ye delâlet ettiğini haber vererek şöyle buyurmuşlardır:

“O (Hâtemü’l-evliyâ) Hâtemü’r-rusül olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in güzelliklerinden bir güzelliktir.

‘Ey Rabb’imiz! Bize dünyada iyilik ve güzellik ver, ahirette de iyilik ve güzellik ver!’ (Bakara: 201)

Buyruğundaki geriye bırakılma buna hamledilir. Dünya hasenesi Hâtemü’n-nübüvve olduğu gibi, ahiret iyiliği ile murâd edilen de Hâtemü’l-velâye’dir.” (Şerhü’l-Fusûs li-Saînüddin et-Türkî; Hacı Mahmud Ef., no: 2226. 88b - 89a yaprağı)

Ali Türkî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü’l-evliyâ’nın Hâtemü’r-rusül olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in güzelliklerinden bir güzellik olduğunu beyan buyurmaktadır. Yani ona ihsan ettiğini ona da ihsan etmiştir.

Âyet-i kerime’de geçen ahiret hasenesinin “Hâtemü’l-velâye” olduğunu beyan etmesi; ona ahirette vazife verecek ve ona göre iş gördürecek, demektir.

O, O’nun maiyetindedir, O onu kullandıracak. Yani dünyada onu kullandırıyordu, ahirette de onu kullandıracak, dilediğine dilediğini verecek. O onların oradaki hizmetçisidir. Bir padişahın yanında hususi hizmetçileri bulunur, o ise O’nun hizmetçisidir. O dilediğini yapar. Nazarı nerede ise, nereye nazar ederse her şey oradadır.

Şeyh Mekkî Efendi “el-Cânibü’l-Garbî” adlı eserinin Türkçe tercümesi olan “el-Fazlu’l-Vehbî fî Tercemeti’l-Cânibi’l-Garbî”de şöyle buyurmuştur:

“Onun için Şeyh -radiyallahu anh- ‘Fass-ı Şîs’de buyurmuştur ki: ‘Hâtem-i evliyâ, Hâtem-i rusül’ün hasenelerinden bir hasenedir; Muhammed Mustafâ -sallallahu aleyhi ve sellem- şefaat kapısını açmada cemaatin önderi ve Âdemoğlunun Efendisi’dir.’

Şu halde ‘Hâtem-i rusül’ün hasenelerinden bir hasenedir.’ sözü ona işârettir ki; Hâtem-i evliyâ ondan feyzlendirilmiştir ve onun amellerinden güzel bir amel ve fiillerinden mükemmel bir fiildir.” (“el-Fazlu’l-Vehbî fî Tercemeti’l-Cânibi’l-Garbî”, Süleymâniye Kütüphânesi, Hâlet Efendi, nr.: 363, vr. 21b-22b)

Şeyh Ca‘fer ed-Dımeşkî -kuddise sırruh- Hazretleri, Allah-u Teâlâ’nın yarattığı “İlk asıl” olan Hâtemü’r-Rusül Aleyhisselâm’a tahsis edilen “Zâtî Nûr”un, Hâtemü’l-evliyâ olan zâta da aynen intikâl ettiğine işâret ederek şöyle buyurmuştur:

“Hâtemü’l-evliyâ, Hatmiyyet’inin husûsiyeti ve diğer umûmî hâlleri itibâriyle, Enbiyâ’i’l-kirâm ve Rusülü’l-izâm cemâatinin öncüsü olan Hâtemü’r-rusül Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in güzelliklerinden bir güzelliktir. Çünkü onun Cenâb-ı şerîf’i bütün varlıkların üzerinde, tüm mertebelerde mukaddem ve evveldir; ona öncülüğü hamleden tecellî diğer tecellîlerin üzerindedir.

Zira o, bu hususta Allah-u Teâlâ’nın:

‘Daha da yakın…’ (Necm: 9)

Buyruğuyla kendisine işâret ettiği “İlk asıl”dır. O, Rabb’i üzerine ilk delil olarak, gaybın gaybından husûle getirilen ‘Gizli varlık’tır. Aynı zamanda O, Allah’ın bütün isimlerinin ve sıfatlarının kendisiyle seyrettiği ‘Zâtî Nûr’dur.

İşte bu Hatm de bu öncülük ve ‘Zâtî evvel’lik nedeniyle, “İlâhî hakîkat” ve ‘kevnî hakîkat”ten ibâret olan her iki hakîkatin tüm kemâliyle, bu Seyyidü’l-mu‘azzam’ın -sallallahu aleyhi ve sellem- güzelliklerinden bir güzellik olur.” (“Şerh-i Fusûsu’l-Hikem”, İ.Ü. Ktp. AY, nr.: 4907, vr. 119)

Buradaki gizli sırrı arz edelim:

Bu yakınlık O’nun dilemesi iledir. O nasıl dilerse öyle olur. Ona verdiği bu lütuf, tecellîyat bütün tecellîlerin üzerindedir.

“Onlar Sıdk makamında, kuvvet ve kudret sahibi hükümdarın huzurundadırlar.” (Kamer: 55)

Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğu üzere, o muktedir olan Padişah, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin vekili olması hasebiyle O’nun makamına çıkarmak için, vekilini de kudreti ile çeker ve kendi huzuruna alır. Huzurunda karşı karşıyadır. Bütün perdeler kalkar.

Nasıl ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile bir yay kadar veya daha yakın olduysa, o da böyledir.

O çekecek, istediğini söyleyecek, kendisini gösterecek. Yani çekmesiyle ve göstermesiyle. Yoksa mahlûk oraya varamaz. Bu miracın ta kendisidir, bâtınıdır.

Bunun delilini mi istiyorsunuz?

Seyyid Abdulkadir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri “Feth’ur-Rabbânî” adlı eserinin 60. Meclis’inde buyururlar ki:

“O Hakk Teâlâ’nın huzuruna varıncaya kadar, hiç kimse onu durdurmaya güç yetiremez.

Rabb’inin huzuruna vardığı an, O da ona lütfeder, ikramlarda bulunur. Onu kendi hücresinde uyutur. Lütuf ve fazlından yedirir, ülfet bâdesinden içirir. Bunları bulduktan sonra, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın hatırına gelmeyen hârikulâdelikleri görür.”

“O öyle bir kuldur ki, Hakk’a vâsıl olmuş, O’nu görmüş ve mâsiva denen Hakk’ın zâtından gayri şeyleri bilmiştir.”


  Önceki Sonraki