“Biz aradan çekilip yok olursak, Mevlâ’nın fiilleri meydana çıkar. O güzel hareketlerin hep O’nun olduğunu hem bilmemiz hem de bildirmemiz lâzım. Eğer bunu yapmazsak, bu güzellikleri kendimizden bilmiş oluruz. O zaman O’nun emanetini benimsediğimiz için hem yalancı hem de emanete hıyanetlik etmiş olacağız. Bizim değildi bizim dedik.
Dikkat ederseniz kendimize her şeyi yapıyor, biliyor süsü veriyoruz. Ve bundan hoşlanıyoruz. Emaneti benimsemekle yalancı olduğumuz gibi, bunu kendimizden olduğunu göstermeye çalışmakla riyâkârlık da yapmış olacağız. Evvelâ yalancı, sonra emanete hıyanetlik etmiş, sonrada riyâkâr olmuş olduk. Artık bütün fenalıklar bunun peşi sıra gider.
Bir insanın helâk olması için bunlar kâfi gelmez mi?”
“Bugün en çok boğaz, göz ve kulaktan zarar görülüyor. İnsanın en büyük düşmanı karnıdır. Nefis haram-helâl düşünmez, her şeyi atmak ister. Böylece karnını ateş doldurmuş olur ve o ateş onu yakacak.
Göz harama baka baka alışır. Kulak ise nefse tatlı, ruha acı gelen şeyleri dinlemekten hoşlanır. Şu halde harama zevk ile baktığımızdan ve dinlediğimizden acı ile azabını çekeceğiz.
Azalarımızı koruyabilmek ve kurtarabilmek için az yemekle vahdet hayatı hayırlıdır. Bunun yerine Hazret-i Allah’ı çok anmak, zikir-fikirle, Râbıta ile meşgul olmak çok faydalıdır.”
•
“Bizi bilmeyerek helâk eden bir husus var. Halkın yanında kendimizi sâlih göstermek için, Hazret-i Allah’tan korktuğumuzdan fazla korkuyor görünüyoruz. Bu bizi kökten helâk ediyor, farkında bile değiliz. Helâk olmak ne kadar kolaymış değil mi? Fakat çok kolay şey, bizi rahat olarak hem riyâkâr yapıyor, hem de münafık sıfatına düşürüyor.
Hazret-i Allah’a nasıl sığınmamızın lâzım geldiğini bir parça daha arzedebildik mi efendim? Bir tek aman kalıyor!”
“Arzularınız varsa buyrun efendim. Her şeyi sorabilirsiniz. Bununla beraber biz her şeyi biliyoruz demiyoruz.
Hazret-i Allah, Habib-i Ekrem’ine;
“Size ilimden az bir şey verilmiştir.” buyuruyor. (İsrâ: 85)
Bizde ne var? Hiç!
Öyleyse hiçliğimizi bilmemiz lâzım. Yalnız olaki, sorduğunuz şey Cenâb-ı Hakk’ın bildirdiği bir noktaya tesadüf ederse, kalbin itminanına vesile olur. Bunun için sual kapılarımız açıktır diye işaret ediyoruz.”
•
“Asıl ilim, en üstün ilim Allah’ı bilmektir. Hem birçok şeyi bilir gibi görünüyoruz, hem de birçok hatalarımız oluyor. Buna ilim denmiyor işte. Nasibimiz bu kadar imiş, bu kadar almışız.”
“Allah’ımız şükrümüzü, zikrimizi, rızkımızı rızâsında arttırsın. Çünkü ancak O’nun lütuf ihsanı ile iyilik husule gelir. Mahlûk nedir ki ne ola. Onun için Cenâb-ı Hakk bize lütfundan sermaye ihsan ederse lütfuyla bizi hallendirirse o zaman O’nun koyacağı güzel hallerle insanda güzel haller husule gelir. Bu bakımdan Allah’ımız bizi iyilere nail, Habib’ine dahil etsin, âkıbetimizi hayırlı etsin.”
•
“Kurumuş bir toprağa yağmur indiğinde nasıl canlanırsa Hazret-i Allah’ın rahmetinin indiği kalplerde hemen canlanır neşv-ü nema bulur. Bu bakımdan rahmetine merhametine çok ihtiyacımız var. Kalbimizin canlanması için, O’nun rahmetini mucip meclislerde, hareketlerde bulunmamız lâzım.”
•
“Mevlâ’nın hıfz-ı himaye ettiği kimseler, râzı olduğu yolda yürürler. Bir insan hıfz-ı himayeye girmekle saadet yolunu bulmuştur. O yolda yavaş yavaş yürümek suretiyle bir mahlûk Hâlik’ine kavuşur. Zaten geliş gayemiz de budur.”
•
“Durmadan çalışmamız lâzım, çünkü ömür durmadan gidiyor. Ebedî bir hayatın sermayesi için durmadan çalışmamız lâzım.”
•
“Hazret-i Allah bizi ne güzel yarattı.
Güzel işler işlersek bu güzelliği muhafaza etmiş, güzel Yaratan’ımızı bilmeyip de kötü işlere saparsak yolumuzu O’ndan çevirmiş olacağız. Şeytanı şeyh edineceğiz. O ise bizi kötü yere, cehenneme götürecek, sonra da; “Sen benim asi olduğumu bilmiyormuydun, gelmeseydin peşimden!” diyecek.
Nedamet çok faydası yok.”