Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm - Allah-u Teâlâ’nın Nur’u, Âlemlerin Gurur ve Sürûru Muhammed Aleyhisselâm (9) - Ömer Öngüt
Allah-u Teâlâ’nın Nur’u, Âlemlerin Gurur ve Sürûru Muhammed Aleyhisselâm (9)
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
Dizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri
1 Aralık 2021

 

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

Allah-u Teâlâ’nın Nur’u, Âlemlerin Gurur ve Sürûru Muhammed Aleyhisselâm (9)

“Resul’üm! Müminlere Allah tarafından büyük bir lütuf olduğunu müjdele.” (Ahzâb: 47)

 

Bu lütuf gerçekten lütufların en büyüklerinden birisidir. Onu göndermeseydi, emir ve nehiylerini bize duyurmasaydı, dalâlet çukurlarında kalırdık, hidayetten mahrum, ebedî bir azaba düçar olurduk. Allah-u Teâlâ’nın onu göndermesi insanlık âlemine en büyük lütuflarından birisidir. İman edenler kurtulacak, iman etmeyen kurtulamayacaktır.

Âyet-i kerime’de buyurulduğu üzere bu güzide peygamber, Allah-u Teâlâ’nın insanlık âlemine en büyük nimetidir.

“Andolsun ki, Allah müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur.” (Âl-i imrân: 164)

Sûrî ve mânevî, zâhiri ve bâtınî, ilmî ve amelî, dünyevî ve uhrevî... üstünlüklerin ve yüceliklerin hepsi onda toplanmıştır.

İnsan haysiyetini, şeref ve itibarını zedeleyecek maddî ve mânevî her türlü çirkinliklerden, ahlâkî kötülüklerden; kararan ruhları, taşlaşmış kalpleri küfrün ve şirkin bütün kirlerinden arındırıp temizlemiştir.

Ve kıyamete kadar da böyle devam edecek, ona tâbi olanlar kıyamete kadar bu saâdete ereceklerdir. Ahirette ise onunla beraber Cennet-i âlâ’da bulunacaklardır. Niçin? Onunla olduğu için. Fakat onunla olmayan bu saâdetten mahrumdurlar, onun ümmetinden olmayanlar anlatılan devlete eremezler.

Ona tâbi olup yolunda bulunanlar, Allah-u Teâlâ’nın Zâtî tecellî’sine kavuşurlar. İzinde ilerlemekle, bütün mertebelerin üstünde bulunan kulluk makamına ulaşırlar. Hem zâhirî, hem de bâtınî.

Onlar onu buldular, Hakk’ı buldular. Hakk’ı bulan ebedî saâdete erişir. Dünyada Hakk ile yaşar, kabirde O’nunla olur, mahşerde O’nunla olur, Cennet-i âlâ’da da O’nunla olur.

Onu hafife alanlar acaba kiminle olacaklar? Allah-u Teâlâ onun hakkında böyle söylüyor, onlar ise onun varlığını yok etmeye çalışıyorlar.

Ona tâbi olmayanlar müslüman olmadıkları gibi, onun ümmet-i muhteremesi olmaktan da mahrumdurlar. Çünkü Allah-u Teâlâ’nın emrini dinlemediler ve iman etmiş olmadılar. Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem’i olan Muhammed Aleyhisselâm’a imanı, Tevhid’in iki rüknundan biri yapmıştır. Adını adı ile beraber anmış, onun hoşnutluğunu kendi hoşnutluğu ile bir tutmuştur. “Lâ ilâhe illâllah”tan sonra “Muhammedün Resulullah” ünvanını getirmiş; ona inanmayan kişinin müslüman sayılmayacağını, iman etmemiş olacağını belirtmiştir. Onlar İblis’in yolunu tutmuşlardır, istedikleri kadar biz müslümanız desinler.

 •

Allah-u Teâlâ müminlere büyük bir lütufta bulunduğuna yemin ederek haber vermektedir. Hiç şüphe yok ki bu şerefe erenler de imanı kâmil olanlar ve iman edenlerdir.

Âyet-i kerime’nin devamında şöyle buyurulmaktadır:

“Çünkü onlara Allah’ın âyetlerini okuyan, kendilerini tertemiz yapıp arıtan, kitap ve hikmeti öğreten kendi içlerinden bir peygamber göndermiştir.

Halbuki onlar daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Âl-i imrân: 164)

Bu lütufların en büyüğü değil midir?

İşte Allah-u Teâlâ bu Nur sayesinde onları karanlıktan aydınlığa çıkardı. Hidayet nuruna kavuşturdu ve sapıklıktan kurtardı. Bundan büyük nimet ve lütuf tasavvur edilemez. Allah-u Teâlâ insanların ebedî azabdan kurtulmasına, zulmetten nura, kahırdan lütufa, ebedî saâdete ermesine onu vasıta kıldı.

Dalâletin sebebiyle cehennemi boylayacaktın, zakkum ağacından tadacaktın, onun ikazı ile irşadı ile imana nâil oldun, seni cehennemden çıkardı, gül-gülistan bahçelerine koydu. Senin için bundan daha büyük menfaat olabilir mi?

Allah-u Teâlâ Muhammed Aleyhisselâm’a indirilen gerçeklere iman edenlerin hâl ve ahvâllerini bizzat kendisinin düzelteceğini, onları karanlıklardan aydınlığa çıkaracağını, gönüllerini ıslâh edeceğini; ruh ile beden, madde ile mânâ, dünya ile ahiret arasında kopmaz bağlar kuracağını beyan buyurmaktadır:

“İman edip sâlih ameller işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, size Allah’ın apaçık âyetlerini okuyan bir Peygamber göndermiştir.” (Talâk: 11)

Ve fakat Allah-u Teâlâ bu kadar açık beyan ettiği halde, sapıklıkta kalan yine sapık, yine sapık! Hazır dini kendilerine mâletmeye çalışıyorlar ve bu perde altında bu din-i mübin’i âlet ederek her türlü menfaatlerini, dünya çıkarlarını temin etmeye çalışıyorlar. Dine hizmet eder gibi görünüyorlarsa da, bunların hepsi menfaatleri içindir, refahlarını artırmak içindir, içyüzlerini örtmek içindir, aslâ Allah için değildir. Zira Allah için olmuş olsaydı, O’nun ve Resul’ünün emrine ve hükmüne tâbi olmuş olurlardı. Bir dünya menfaati ve saltanatı için bir ebedî hayatı böylece kaybediyorlar.

O’nun nur vermediğine hiç kimse nur veremiyor. O’nun hidayet vermediği kimsede hidayet de olmaz. Nuru olmadığı gibi hidayeti de olmaz. Kalbini çevirdiği için sapıklık ve küfür batağında batmıştır, çıkmak için çaba göstermez. Çünkü kendi dinini hakiki zannediyor, dalâlette olduğunu bilmiyor, öğrenmek de istemiyor.

Allah-u Teâlâ’nın ümmet-i Muhammed’e vâdetmiş olduğu fazilet ve meziyetleri, ihsan ve ikramları; başka ümmetlere verilmiş olanlardan çok fazla ve çok büyüktür.

Ahzâb Sûre-i şerif’inin 47. Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurulmaktadır:

“Resul’üm! Müminlere Allah tarafından büyük bir lütuf olduğunu müjdele.” (Ahzâb: 47)

Bu ilâhî müjde kıyamete kadar ona tâbi olanlara da şâmildir. Kıyametten sonra da ümmet-i Muhammed’e bahşedilecektir. Allah-u Teâlâ’nın sonsuz ihsan ve ikramıdır. İnanan bir kimse ibadet ve taatı nispetinde bu nimete nâil olur. Bu lütfu kabul etmeyenler ise bu lütuftan mahrum kaldıkları gibi, imandan da mahrum kalırlar.

Hiç şüphesiz ki müminler dünyaya ve ahirete âit bu muazzam nimetlere Muhammed Aleyhisselâm sayesinde ermişlerdir.

Kim ki Allah-u Teâlâ’nın lütfettiği bu vasıfları Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inde görmek istemezse, bu Âyet-i kerime’leri inkâr ettiğinden ötürü küfre düşer. Küfre düştüğü için, Allah-u Teâlâ kalbini döndürdüğü ve mühürlediği için de “Nur saçan kandil”in nurundan mahrum kalır.

O ki Allah-u Teâlâ’nın ve Resulullah Aleyhisselâm’ın emrini tanımazsa Allah-u Teâlâ onu tanır mı, Resulullah Aleyhisselâm hiç tanır mı?

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Şüphesiz ki Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü kâfir olanlardır. Artık onlar iman etmezler.” (Enfâl: 55)

O hâlâ kendisinin iman etmiş olduğunu zannediyor. Bunca hakikatleri görmüyor ve inkâr ediyor. Resulullah Aleyhisselâm’a itiraz ediyor, hâlâ kendisinin ön safta olduğunu, mümin olduğunu zannediyor. Amma büyük bir sapıklık içinde olduğunu, şeytanın izinde olduğunu, nefsini ilâh edindiğini bilmiyor. Niçin? İlâhî hükümlere uymak yerine ilâh edindiklerine tapındıkları için. Oysa yaratmak da emretmek de Allah-u Teâlâ’ya mahsustur, onların ilâhlarının Allah katında hükmü yoktur...


  Önceki Sonraki