Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (182) - Saînüddin Ali Türkî -Kuddise Sırruh- (3) - Ömer Öngüt
Saînüddin Ali Türkî -Kuddise Sırruh- (3)
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (182)
Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
1 Ekim 2021

 

Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (182)

Saînüddin Ali Türkî -Kuddise Sırruh- (3)

 

Hâtemü’l-Evliyâ Olan Zâtın Mânevî ve Uhrevî Ciheti

Saînüddin Ali Türkî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fusûsu’l-Hikem” kitabı’na yazdığı şerhte, Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın mânevî ve uhrevî cihetini beyan etmek üzere şöyle buyurmuşlardır:

“Hâtemü’l-evliyâ, O’nun sırlarını asıldan alan, onun (Muhammed Aleyhisselâm’ın) risâlet ve nübüvvet mertebesine bizâtihî vâris olan velidir. O’nun kuşattığı mertebeleri müşâhade eder. Tarif ettiğim gibi, bunların her ikisi de has ve hususidir. Her ikisinin Hâtemü’l-evliyâ’lığı da başka türlü değil, ancak gizli sırlarla ve mânevî hakikatlerle, has ve husûsi bir şekilde zuhur etmiştir.”

“O (Hâtemü’l-evliyâ) Hâtemü’r-rüsul olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in güzelliklerinden bir güzelliktir.

‘Rabb’imiz! Bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver!’ (Bakara: 201)

Buyruğundaki geriye bırakılma buna hamledilir. Dünya hasenesi Hâtemü’n-nübüvve olduğu gibi, ahiret iyiliği ile murâd edilen de Hâtemü’l-velâye’dir.” (Şerhü’l-Fusûs li-Saînüddin et-Türkî; Hacı Mahmud Ef., no: 2226. 88b - 89a yaprağı)

Görüldüğü üzere Hazret Hâtemü’l-evliyâ’nın Hâtemü’r-rüsul olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in güzelliklerinden bir güzellik olduğunu beyan buyurmaktadır.

Bakara Sûre-i şerif’inin 201. Âyet-i kerime’sindeki ahiret hasenesinin “Hâtemü’l-velâye” olduğunu beyan etmesi; ona ahirette vazife verecek ve ona göre iş gördürecek. O O’nun maiyetindedir, O onu kullandıracak. Yani dünyada onu kullandırıyordu, ahirette de onu kullandıracak, dilediğine dilediğini verecek. O onların oradaki hizmetçisidir.

Bir padişahın yanında hususi hizmetçileri bulunur. O ise O’nun hizmetçisidir. O dilediğini yapar. Nazarı nerede ise, nereye nazar ederse herşey oradadır.

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın dünyada Allah-u Teâlâ’nın himaye ve tasarrufu, ahirette de O’nun emniyeti içinde bulunacağını beyan etmektedir.

Buyurur ki:

“O, O’nu kendi adına kullanır, kendi adına kullanmasıyla da ilâhî işler üzerinde şerefini arttırır.

O dünyada da bir delildir, ahirette de bir delildir.” (Nevâdirü’l-Usûl fî Ma’rifeti Ehâdîsü’r-Resûl, c. 1, s. 657)

Allah-u Teâlâ onu öyle yaratmış ve onu O kullanıyor, O yürütüyor. Onun iradesi yok.

O Hakk ile hemhâl Hakk ile meşgul, halk ile değil. Hakk O’nunla meşgul. Çünkü Hakk onu kendisi için yaratmış, halk için yaratmamış.

1847 yılında Musul’un Erbil kasabasında dünyaya gelen ve nâdiren gönderilen velilerden olan Muhammed Es’ad Erbilî -kuddise sırruh- Hazretleri, vefatından yaklaşık yirmi sene sonra mânevî terbiyesine alıp, bizzat ilgileneceği Zât’ı vâsıta edinerek, Allah-u Teâlâ’ya sığınmış ve şöyle bir temennide bulunmuştu:

“İhtimal ki kusurlarımı eslâfımdan (geçmiş büyüklerimden) veyahut ahlâfımdan (gelecek neslimizden) bir Zât-ı kirâm’a bağışlar.” (“Mektûbat”; 73. Mektup)

Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin yukarıda arzettiğimiz beyanlarından, velâyetin Allah tarafından verilen bir velâyet olduğu mânâsı çıkıyor. Bu velâyet has bir velâyettir, Allah’tan gelir. Bazı zevât-ı kiram’ın: “O Allah’ın halifesidir.” dedikleri yer burasıdır. Bu velâyet Resulullah Aleyhisselâm’dan intikal etmiştir amma, bu velâyet aslında Allah’ın velâyetidir. Diğer velâyetler de ilâhî bir velâyet olmasına rağmen bu ilâhî velâyetin şubeleridir. Niçin? O ilâhî velâyet olduğu için, o velâyetten dağıldığı için.

Allah-u Teâlâ ona o hâli, o ahvâli, o ilmi bahşetmiş. Ona kendisini bildirmiş, onu kendisine vâkıf ettirmiş, her şeyin O’ndan olduğunu duyurmuş. O’nu biliyor, yaratılanların da O’ndan olduğunu biliyor. Bunun sırrı da budur. İlâhî olduğu için, ilâhî kelimesinin içinde bu işler oluyor.

O’nu bildiğin zaman, her şeyini bilmiş olursun. Her şeyi bilirsin, O’nu bilemezsin. O’nu bilirsin, başka hiçbir şey bilmene lüzum kalmaz. Bu bildiğin şey nedir? Onun zâhirîdir. Bâtınîsi; dilediğine kendisini gösterir, gösterdiği kadar.

Her şeyi bilirsin, O’ndan bahsedersin, fakat O’nu bilemezsin. Diğeri ise O’nu görür, başka hiçbir şey bilmez. Çünkü O’nu bildiğin zaman, her şeyin O’ndan olduğunu bilirsin.

Hâtem-i veli’nin “Büyük ehadiyyet”i elinde bulundurması da Allah-u Teâlâ’ya âit iştir, o mahlûka âit değildir. Kişi zerresini hafsalasına alamaz, ilmi de yetmez aklı da yetmez. Çalışmakla da mümkün değildir. Bu neye benzer? “Şunu şunu al, buraya otur, şuraya otur!” Buradan öteye gidilmez. Bu ilâhî bir vergidir, mahlûka âit değildir.

Buna salâhiyet-i ilâhîye denir. Allah-u Teâlâ o salâhiyeti ona veriyor. “Salâhiyet onun elinde.” diyor, amma onun değil. Onun elinde, O verdi ona. Cenâb-ı Hakk’ı size nasıl tarif etmeye çalışıyoruz. Hakikati buradan bulmuş oluyorsunuz. Aslında Hâtem-i nebi de Hâtem-i veli de birer maskeden ibarettir.

Hazret yukarıdaki bir beyanında Muhammedî velilerin Hâtem’i olan en kâmil vârisin verâsetini kendinde toplamış olduğu için Hâtemü’r-rüsul’ün hasenâtından bir hasene olduğunu beyan buyuruyor.

O da odur, o da odur. O küllîsi, o cüzisi. Küllî o cüz’îye intikal edince o da küllî oluyor.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’de buyurur ki:

“Biz rahmetimizi kime dilersek ona isabet ettiririz.” (Yusuf: 56)


  Önceki Sonraki