İşte senin mübtelâ olduğun bu şeylere göre sana yöneltilen suâller; onunla, senin gönlünün ve zihninin içindeki şeyleri sende harekete geçirmek içindir. Öyle ki artık sen, sendeki ilmin ridâsını giyinir ve bu kolaylık sayesinde boynunda ilâhi gerdanlığı taşır hale gelirsin.
Sonra şöyle buyurulmuştur:
“O gün cehennem de getirilmiştir.” (Fecr: 23)
Suâllerin katı ve ikâb (azâb)ın katı onlara getirilir.
Daha sonra ise şöyle buyurulmuştur:
“O gün insan hatırlar.” (Fecr: 23)
Yani tevbe eder ve pişmanlık duyar.
“Fakat hatırlamanın artık ona ne faydası var?” (Fecr: 23)
Bununla ilgili olarak menfaat ummaktan ve özrünü kabul ettirebilmekten artık ümidini keser.
Daha sonra O’nun emaneti zikredilip, kulun temennisi hakkında şöyle buyurulmuştur:
“‘Keşke âhiretim için önden iyi ameller işleseydim!’ der.” (Fecr: 24)
Yani; bugün için.
Ardından onun uğratılacağı azap da zikredilerek şöyle buyurulmuştur:
“Artık o gün, O’nun ettiği azap gibi hiç kimse azap edemez.
O’nun vurduğu bağ gibi hiç kimse bağ vuramaz.” (Fecr: 25-26)
Hiçbir azap O’nun uğratacağı azap gibi değildir, hiçbir bağ da O’nun vuracağı bağa denk değildir.
O’nun azabı ateştir, feryatlardır, çığlıklardır ve Hamîm’dir. Yiyecek ve içecekleri ise zakkumdur.
Prangalara, zincirlere ve kelepçelere bağlanırlar, ağızlarının üzerine bukağıdan gem vurulur.
Onların bağları da ateştendir, elbiseleri de ateştendir:
“Onların üzerine ateşten elbiseler biçilmiştir.” (Hacc: 19)
Daha sonra ise itminan ehline yönelik olarak şöyle buyurmuştur:
“Ey mutmainne olan nefs!
Dön Rabb’ine; sen O’ndan râzı, O senden râzı olarak…” (Fecr: 27-28)
Bu, bizim başlangıçta kendisini tavsif ettiğimiz üçüncü tabakadır. Azîz ve Celîl olan Allah, kendisine ulaşan yolunu işte ancak buna açmıştır.
Onların da birtakım tabakaları vardır.
Nitekim hem nebilerden, hem resullerden kılınanlar onlardandır.
Nebiler de onlardandır.
İctibâ yoluyla seçilmiş veliler de onlardandır.
Umum veliler dahi onlardandır.
Onlardan her tabaka içinde öne çıkıp daha da ileri geçen bir kesim vardır. Kimileri dereceleri bakımından kimilerinden daha da yükseğe çıkarılır.
Her biri Rabb’lerinden kendilerine ulaşan mânevi hisse ve ilâhi zevkle öne geçirilmişlerdir, memnuniyetleri ancak O’nunla kaimdir.
Akıl sahibi olarak yükselmek O’nun minnetinden, mânevi hisse ve ilâhi zevkle yükselmek ise O’nun dilemesindendir.
Bu dünyada O’nun risâletine, nübüvvetine ve safvetine (Mânevi temizliğine) ehil olarak tâyin edilmiş üç topluluk vardır. Hepsi de muhtedilerden, yani hidayet ehlindendir.
Seçilmişler ise zamanın üç farklı döneminde gelmiştir.
Şu kadar var ki, O’nun dini melekesinin ve izzetinin şereflenişine; mülk sahiplerine, kullara, ilâhi vergiye ehil olanlara, ruhlara, ilâhi nimetlere, altınlara, gümüşlere, cinlere, şeytanlara, mânevi rahatlıklara, uçuşlara ve tüm ilâhi mülklere nazaran, ondaki şeylerin tümü onlardan sadece biri aracılığıyla geçekleşir.
Daha sonra ise şöyle buyurulmuştur:
“İşte bu bizim sana lütfumuzdur. Onu hesapsız bir şekilde (onlardan) dilediğine ver, dilediğine verme!” (Sâd: 39)
Ardından şöyle buyurulmuştur:
“Şüphesiz ki bizim katımızda onun için gerçek bir yakınlık ve ulaşılacak güzel bir makam vardır.” (Sâd: 40)
O’nun üzerinde hiçbir kötülük ve fenalık olmadığı haber verilmiş; O’na olan yakınlığı ve güzel bir dönüşle cennete varacağı zikredilmiştir.
İşte bunlar ona sunacağı ilâhi vergiler ve mânevi mülklerle ilgili haberlerdir.
Hasan el-Basrî’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
“Allah’ın ‘bi-gayri hisâb = hesapsız’ kavliyle nimetlerini kendisine tâbi kıldığını bildirdiği Süleyman Aleyhisselâm’dan başka bir kimse yoktur.”
Şu kadar var ki, ikincisi de bizzat İsâ Aleyhisselâm’dır; hiç şüphe yok ki o aslı itibariyle dünyadan da, zevceden de, çocuktan da, evden de, izi üzere yeryüzünde salih bir kimsenin karar kılmasından da ârî ve berîdir.
Onun evi, gecenin üzerindeki örtüsü; yemeği yeryüzünün bitkileri, içeceği menba suyu idi. Yeryüzünden bir ilâhi sözle onu sıyırıp çekmişti. Işığı ve kandili ay ve güneşti. Kisvesi değneği ve ince elbisesi, efendiliği ise eriştiği saâdeti ve (tâkip edilmesi gereken) iki ayak iziydi.