“Biz “İlâhî Görüş Birliği”ne dâvet ediyoruz. Bunu resmen ilân etmişiz.
Gayemiz çığır açmak değil, Hazret-i Allah ve Resul’ünün açtığı çığırdan yürümektir. O çığırdan yürüyebilirsem bundan büyük bahtiyarlık olabilir mi?
İnceden inceye dikkat ederseniz herkes kendi açtığı çığırı büyütmeye, parlatmaya, nam almaya çalışıyor. Hâlbuki İslâm’dan daha büyük şeref mi var?
Resulullah Aleyhisselâm’ın izinde bulunmaktan daha doğru yol mu var?
Binaenaleyh çığır açmak şöyle dursun, açanları da sevmiyorum.”
“Bir kimsenin vaaz ve nasihatlarda sıkılmaması ve dinleyenlere faydalı olabilmesi için bir sır vardır.
O sır da her şeyin Cenâb-ı Hakk’tan olduğunu bilmesidir. Bunu, yani her şeyin Allah’ımızın ve O’ndan olduğunu açıkça söylemesi gerekir. Hiçbir şeyi kendisine mâl etmemesi gerekir.
Bu sırrı açıkladığı zaman kendisinden her türlü sıkıntı gideceği gibi, sözleri tesirli olur. Açmazsa kendisine verilen emaneti ketmetmiş olur.
Yolumuz Hakk yoludur. Bu yoldan kaymamak için Allah’ımıza çok sığınmamız gerekir.
“Allah’ım beni bana bırakma!” diye çok duâ etmeliyiz.”
“İnsan yaptığını Allah için yapmalıdır. Bu Kadir Gecesi’nden de büyüktür. İbadet yalnız Ramazan-ı şerif ayına âit değildir. En büyük ücret rızâdır.
Şu halde Ramazan-ı şerif’te âdet ettiğimiz ibadeti sâir zamanda da devam edersek rızâ için ibadet etmiş olacağız.
Allah için yaptığımızı ispat edeceğiz. Buna Himmet-i vechillâh denir.”
•
“Sâdık bir Mürşid-i kâmil ne yapar?
Bir insanı ibadet ve taate teşvik ederek Hazret-i Allah’ı sevdirmeye gayret eder. Hazret-i Allah da onu sever. Zikir, sonra da fikir ve tefekkür çoğalır.”
•
“Ancak vahdet âlemiyle hakikatler görülüyor.
Bu da iki türlü olur:
Zâhirî vahdet, dış âlemden iç âleme geçmeye çalışmak; bâtınî vahdet ise Hakk’tan başka bir şeyi kalbe koymamak.”
“Bir profesör bir hastayı tedavi ederken ister balla ister zehirle tedavi eder. Kişi profesörün tedavisi ile iktifa etmeyip bir de asistana muayene olursa, o da kendi zannına göre bir ilâç verir. Fakat şifâ bulacak yerde maraz bulur.
Bunun gibi bir Mürşid-i kâmil insanı irşad ederken başka birinin de dediğini yapsa şifâ yerine maraz bulur.”
•
“Nefsin tokluğu, ruhun açlığına vesile olur.
Biz ruhumuzu doyurursak, o geldiği ulvî âleme çıkmaya gayret eder, bizi de Hakk’a yaklaştırır. Ölümü sevmiş oluruz.
Nefsimizi beslersek ölümü sevmeyiz.”
•
“Yunus Emre -kuddise sırruh- Hazretleri’nin bir kasidesi var;
“Göçtü kervan, kaldık dağlar başında.”
Şimdi bu mânânın gizli noktasını şöyle arz edelim:
Allah-u Teâlâ murad ettiği bir kimseyi bu kervanın içine alır. Ne zaman hareket edeceği de O’na mahsustur. Hareket etti gitti! Sen başka şeyle oyalandın, tren gitti. Dur demeden gitti. Onun için, kimisi sağa dalıyor, sola dalıyor, oraya gidiyor, buraya gidiyor, tren de gitti sen de oyalandın.
Onun için başka yerlerle uğraşanlarla meşgul olanlarla biz meşgul değiliz. Ancak tren gittikten sonra, koşar ama istediğin kadar koş. Bu çok ince bir sır. Çok gizli bir sır.”
•
“Allah dostları böyledir, ibtilâlarla eriye eriye inci olurlar, etraflarına nur saçarlar. Etraflarına o nurdan feyz alan başka inciler toplanır. Başkaları ise bunlara düşmandır.
Böyle asıl inciden feyz alamayanlar, Hakk’a giden yolu keserler, emirsiz irşada kalkanlar nefsânî konuşurlar.”
•
“Bazı insanlar vardır ki, insanlara değer vermez. Cenâb-ı Hâlik’ımız da ona en yakınlarına değer verdirmez.”
•
“Bayezid-i Bestâmî -kuddise sırruh- Hazretleri buyurur ki:
‘İlk zamanlar dört şeyi yanlış bilmişim. Zirâ ben O’nu arıyor, anıyor, tanıyor ve seviyorum diye düşünüyordum.
Daha sonra anladım ki, benden önce O beni anıyor, arıyor, tanıyor ve seviyor.’”