“Bir televizyonun düğmesine bastığın zaman film harekete geçtiği gibi, Hakk Celle ve Alâ Hazretleri bu hissiz hareketsiz, hiçbir şeye yaramayan bedene, o ulvi olan ruhu yerleştirince, vücud da hemen harekete geçiyor, hayatın filmini icra etmeye başlıyor.
İnsan icraatlarını yaparken, ikinci bir makine de hayatının filmini çekiyor.
Mevlâ onun ışığını yakmasıyla hareket başlamıştır. Dilediği zaman söndürür, her şey biter. Dilediği kimseye de o filmi seyrettirir. Bizim hiçbir şeyden haberimiz yok. Bir resimden bir hayalden hiç farkımız olmadığını bir türlü kabul edemiyoruz.
Ruh verince hareket var, alınca hiçbir şey yok. Şu halde resimden ne farkımız var? Bunu bir türlü nefsimize kabul ettiremiyoruz.”
“Ne kadar bilsek, ne kadar biliyoruz zannetsek yine de muhtacızdır. Ağaç su almakla neşvünema bulduğu gibi, biz de ancak ihsan ve ikram olunmakla neşvünema buluruz. Bunun böyle olduğunu bakınız bize apaçık nasıl gösteriyorlar. Biz insanlar bir şey olduk diye hemen çıkıveririz. Halbuki hiç de öyle değil. Hep muhtacız efendim, hep muhtacız. Zaten bir insanın muhtaç olduğunu bilinceye kadar çok çalışması lâzım.”
“Bir gün Hakk Teâlâ Vetekaddes Hazretleri’nin bir nimetini ele aldık, böle böle bin parçaya böldük. Sonra şu niyaz haline büründük.
“Vallâhi senin bu nimetinin binde birine ömrüm boyunca şükretmeye çalışsam şükredemem. Bunu itiraf ediyorum. Sen öyle bir Allah’sın ki, ben de o kadar aciz bir mahlûkum.”
Değil ihsanlarını, bir ihsanının binde birini dahi mahlûk olan aklımız almıyor. Binaenaleyh böyle bir Halik-ı Azam’a karşı bir mahlûk nasıl ibadet edebilir? Bunu anlayıp küçüklüğümüzü idrak etmemiz bize kâfi gelecek.”
•
“Mevlâ dilerse giydirir, dilerse alır. İtimat edin bir defacık aklımdan hayalimden dahi geçmemiştir. O’ndan başkasından O’na sığınırım. Taç, takke, hırka bunlar takımdan ibaret... O’nun tacı O’nun rızâsıdır. O râzı mı, sen tacını giydin demektir. Nefis bu gibi şeylerden çok hoşlanır, bunlar bu yolun ziynetidir. Evet birer lütfu ihsandır, fakat “Allah’ım beni bunlarda bırakma!” diye niyaz etmelidir, bunları benimsememelidir.
Hadi bu gibi şeylerden hoşlanıyoruz, bunlara lâyık neyimiz var?
Geçenlerde öyle bir noktaya geldi ki “Benim hiçliğim erise, eridiği yerde kir bırakır, ne olur Allah’ım o bıraktığı lekeyi de kazı...” demekten kendimizi alamadık.
Eritsem, eridiği yerde kir bırakıyor. Bunun ötesinde insanda ne var? Demek ki sen lekeden ibaretsin.
“Değil ismimi, adeta cismimi kazımaya çalışıyorum!” dememizdeki sır bu idi.
Ve biz bunları gözümüzle seyrederiz. Seyrettiğimiz gibi, hakikatini size açık etmekten geri kalmayız. Allah’ımın duyurduğu hiçbir şey esirgenmemiştir. Bunlar bir esrardır. Hiçbir esrarı benim dememişizdir, çünkü benim değil.
“Allah’ım senin malını teşhir ediyorum, bu kölene duyurduğunu duyurmaya çalışıyorum. Belki nasibi olan vardır, nasibini alır.” diyorum.
Bunlar hakikatin özüdür, Hakk’tan gelir.
Daha önce de arz etmiştik ki;
Çeşme akarken gözünüzü açın, çünkü çeşmenin malı değildir. O akıyor bir daha gelmez. Çeşmenin kendisini sıksan bir damla su akmaz. Çeşme de O’na muhtaçtır.”
“Hazret-i Allah’ın lütuf tecelliyatına mazhar olan bir kimse, o tecelliyattan mahrum olmamak için çok dikkat etmelidir. Çünkü bir kere kaçırırsa bir daha belki eline geçiremez.”
•
“Evliyâullah Hazerâtı kişiyi edebinden dolayı sever, sevdikleri de kurtulur.”
•
“Ahlâk-ı hamide çok tatlı ve yapıcı oluyor, Ahlâk-ı zemime ise bozucu, kırıcı ve yıkıcı oluyor.”
•
“İbtilâ, sabredilirse güna gün küçülür, sabredilmezse büyür ve ağırlaşır.”
•
“Bugün çoğu insanların ameli zanladır. Çünkü hakikati görmeyenler zanla hareket ederler. Zan ile hareket edildikçe boşluk husule gelir. Bilenle bilmeyen bir değildir. Allah’ımız bildirdiklerinden etsin.”
•
“Allah’ımız bize bereket ihsan buyursun. Bereket Mevlâ’nın koyduğu iyilik mânâsına gelir. O koyduğu için bitmiyor tükenmiyor. Bizim iyiliğimiz bir hiç. Zaten kendimiz bir hiçiz!”
•
“Ölmeden evvel ölmek, nefsi öldürmektir. Onun çeşitli sıfatları vardır, o sıfatlar öldüğü zaman öldü sayılır. O sıfatlar da tamamen ölmez, sadece küçülür.
Meselâ; bir kedinin yapacağı tahribat, bir aslanın yapacağı tahribattan küçüktür. O şiddeti kırılmış ve öldürülmüş olur. Öldürüldükçe ruh terakki eder, o noktadan çıkış yapar.”