Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ - Hâtem-i Enbiya Muhammed Aleyhisselâm ve Ashâb-ı Kiram (5) - Ömer Öngüt
Hâtem-i Enbiya Muhammed Aleyhisselâm ve Ashâb-ı Kiram (5)
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ
Dizi Yazı - Tasavvuf
1 Ağustos 2021

 

TASAVVUF'UN ASLI
HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ

Hâtem-i Enbiya Muhammed Aleyhisselâm ve Ashâb-ı Kiram (5)

 

Muhacirler:

Dinleri imanları uğruna vatanlarını terk edenlere de “Muhacir” denildi. Müşriklerin zulümleri karşısında Medineli müslümanların yakınlığına sığınan bu vefâkâr insanlar, Resulullah Aleyhisselâm’ın hicreti ile büyük ölçüde gariplikten kurtulmuşlardı.

Onlar Allah için hicret etmişlerdi. Rızâ-i Bâri uğrunda fedakârlığın en büyüğünü, sadâkatin en üstününü, teslimiyetin en güzelini gösterip kendilerini her şeyiyle o yola adamışlardı.

Allah-u Teâlâ onları Âyet-i kerime’lerinde övmüştür:

“Allah’ın verdiği bu ganimet malları bilhassa, yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah’ın lütfunu ve rızâsını dileyen, Allah’ın dinine ve Peygamber’ine yardım eden muhacir fakirlerindir.

Onlar sâdıkların tâ kendileridir.” (Haşr: 8)

Mekke kâfirlerinin tazyiki üzerine Mekke’den Medine’ye hicrete mecbur edilerek hicret ettiler. Dinlerini koruma pahasına evlerini, barklarını, mal ve mülklerini bırakıp çıktılar. Önceleri fakir değilken, sonraları fakirliğe maruz kaldılar.

Bunlar sâdıklardır, sözlerini fiilleriyle ispat eden, doğruluk ve sadakatte maharet sahibi olan, özü sözü doğru, vefâkâr insanlardır. İmanlarını, sadakatlerini fiilen ispat etmişlerdir.

Tek suçları “Rabb’imiz Allah’tır.” demeleri idi. Kavim ve kabilelerine karşı hiçbir kötülükleri, hiçbir garazları, tek ve şeriki olmayan Allah’a kulluk etmekten başka hiçbir günahları yoktu.

“Onlar, başka değil, sırf: ‘Rabb’imiz Allah’tır.’ dedikleri için yurtlarından çıkarılmış kimselerdir.” (Hacc: 40)

Düşmanları onların bu imanlarını kusur saydılar, vatanlarını terke mecbur ederek diyar-ı gurbete düşürdüler.

Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde bu hususta şöyle buyuruyor:

“Halbuki onlar, Rabb’iniz olan Allah’a inandığınızdan dolayı Peygamber’i ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar.” (Mümtehine: 1)

Müminlere baskı yaptılar, eziyet ettiler, neticede müminler Medine’ye hicret ettiler.

Büyük bir zulme uğrayarak Allah yolunda hicret eden bu güzide şahsiyetler Âyet-i kerime’lerde övgü ile anılmışlardır:

“Kendilerine zulüm yapıldıktan sonra Allah yolunda hicret edenleri andolsun ki dünyada güzel bir yere yerleştiririz.” (Nahl: 41)

Allah-u Teâlâ onları Medine-i Münevvere’ye yerleştirdi ve orasını onlar için hicret yurdu kıldı.

Müslümanlar bu “Güzel yer”de İslâm’ın intişarı için elverişli zemin ve zaman bulmuş oldular. Düşmana karşı hazırlanma fırsatı elde ettiler. Güzel rızka, helâl lokmaya erişme imkânı buldular. Allah-u Teâlâ onlara evlerinden, mallarından daha hayırlısını verdi. Hiç şüphesiz ki bir şeyi Allah rızâsı için terkeden bir kimseye Allah-u Teâlâ onun yerine ondan daha hayırlısını verir. Nitekim bu şekilde gerçekleşmiştir. Onlara yeryüzünde imkân verdi, kısa zamanda bütün Arabistan yarımadasına hükümran oldular.

Diğer taraftan Allah-u Teâlâ onlar için ahiret yurdundaki mükâfatın dünyada onlara verdiklerinden daha büyük olduğunu beyan buyurmaktadır:

“Ahiret mükâfatı ise daha büyüktür, keşke bilseler.” (Nahl: 41)

Onlarla birlikte hicret etmeyip geri kalanlar o hicret şerefine nâil olan Muhacirler’e Allah-u Teâlâ’nın neler hazırladığını bilmiş olsalardı, Allah yolunda her fedakârlığa katlanırlar, düşmanlarının eziyetlerine daha çok sabır ve sebat ederlerdi.

Müşrikler bilmiş olsalardı, yaptıkları zulümlerden pişmanlık duyarlar, muhalefette bulunmazlar, düşmanlıklardan vazgeçerlerdi.

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- muhacirlerden bir kimseye maaşını verdiği vakit:

Allah bunda sana bereket ihsan etsin. Bu, Allah’ın sana dünya hayatında vaad ettiğidir. Ahirette senin için hazırlamış olduğu ise daha üstün ve değerlidir.” buyurur ve bu Âyet-i kerime’yi okurdu.

Daha sonra Allah-u Teâlâ onların vasıflarını belirtmek üzere şöyle buyurmaktadır:

“Onlar sabreden ve yalnız Rabb’lerine güvenen kimselerdir.” (Nahl: 42)

Çektikleri sıkıntılara; onlara dünyada da ahirette de güzel âkıbeti bağışlayan Allah-u Teâlâ’ya tevekkül ederek sabrettiler, O’nun vereceği ecir ve sevabı umarak katlandılar.

Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz bir defasında:

“Yâ Resulellah! Hicret hakkında Kur’an-ı kerim’de erkekler zikrediliyor, biz Allah-u Teâlâ’nın hicret hususunda kadınları zikrettiğini hiç işitmedik?” diye sormuştu.

Bunun üzerine nâzil olan Âyet-i kerime’de Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:

“Rabb’leri onların duâlarına karşılık verdi: Ben içinizden erkek olsun kadın olsun, çalışanın yaptığını boşa çıkarmam. Hep birbirinizdensiniz. Onlar ki hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğratıldılar, savaştılar ve öldürüldüler.

Andolsun ki, onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. Bu mükâfat Allah tarafındandır. Mükâfatların en güzeli, Allah katındadır.” (Âl-i imran: 195)

Başka hiç kimse, başka bir kimseye böyle muazzam bir mükâfat vermeye kadir değildir. Cennet-i âlâ’da Allah-u Teâlâ’nın Cemâl-i bâkemâl’ini müşahede gibi en ulvî mükâfatlar da vardır.

Onlar o Nur’un ef’al ve ahvâlini gördüler. Üzerlerinde tezahür eden bütün güzellikler hep o Nur’dan lemean etmiştir. Bir kere sohbetinde bulunmakla çok büyük derecelere nâil oldular.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Ne mutlu beni görüp iman edene!” (Ahmed bin Hanbel)

Onların imanları şuhûdidir. Vahyin ve sohbetin bereketi ile hakikatleri göre göre iman ettiler.

Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyurulmaktadır:

“Allah-u Teâlâ benim ashâbımı nebiler ve resuller müstesnâ olmak üzere bütün insanlara ve cinlere üstün kılmıştır.” (Bezzar)

Kur’an-ı kerim’in kâtipliğini yapanlar, Hadis-i şerif’leri rivayet edenler, daha doğrusu Cenâb-ı Hakk’ın son dinini yayanlar ve bize ulaştıranlar onlardır.

Bu seçilmiş bahtiyar insanların birisinin bile aleyhinde söz söylemek aslâ câiz değildir.

Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyurulmaktadır:

“Sahabemi bana terkediniz. Nefsim kudret elinde olan Cenâb-ı Allah’a yemin ederim ki, fakir ve düşkünlere Uhud dağı ağırlığında altın infak etseniz, onların amelinin sevabı gibi sevaba nâil olamazsınız.” (Buhârî)

Zaman-ı saâdetlerine erişip lâtif meclisleri, şerefli sohbetleri ile şerefyab olan, o Nur’un pervaneleri olan bu zâtlar; bir anda öyle bir ruh seviyesine çıktılar ki, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-i canlarından da aziz bildiler. O Nur’dan öyle bir ziyâ aldılar ki, ona fedâ edilmeyecek tek bir şey tanımadılar. Onun yolunda çoluk-çocuklarını, vatanlarını terkettiler. Değil mallarını, canlarını bile feda etmekten haz duydular. Sevdiler de sevdiler. Cihan tarihinde onun kadar seven ve sevilen bir insan yoktur...


  Önceki Sonraki