Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm - Allah-u Teâlâ’nın Nur’u, Âlemlerin Gurur ve Sürûru Muhammed Aleyhisselâm (5) - Ömer Öngüt
Allah-u Teâlâ’nın Nur’u, Âlemlerin Gurur ve Sürûru Muhammed Aleyhisselâm (5)
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
Dizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri
1 Ağustos 2021

 

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

Allah-u Teâlâ’nın Nur’u, Âlemlerin Gurur ve Sürûru Muhammed Aleyhisselâm (5)

“Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.”
(Mücâdele: 22)

 

İnsanın cesedi yani cismâniyeti ayrı şeydir, ruh ayrı şeydir, Kudsî ruh ayrı şeydir, ruhâniyet ayrı şeydir, lâtifeler de ayrı şeydir. Bunların her birinin hârikulâde büyük vazifeleri vardır. Mükerrem olarak yaratıldığı içindir ki, insana bu lütuflar bir ikram ve ihsan olarak bahşedilmiştir.

Cismâniyet; nefis ve ruhun birleştiği bir binadır. Bu binanın içinde ulvî ve süflî kuvvetler vardır, ayrı ayrı mücadeleleri bulunmaktadır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Andolsun ki biz sizi yarattık. Sonra size şekil verdik.” buyuruyor. (A’raf: 11)

Yaratılışın başlangıcında şekilsiz bir yaratık olduğunuz halde sizi “Ahsen-i takvim” olan insan şekline koyduk.

Bu öyle bir cismâniyet ki, kâinatta yarattığı her şeyi o cismin içine sığdırmıştır.

Daha sonra ruh verilerek yaratılış kemâle ermiştir.

Diğer bir Âyet-i kerime’sinde:

“Ona kendi ruhumdan üfledim.” buyuruyor. (Hicr: 29 - Sâd: 72)

Böylece ulvî ruh, şekillendirilmiş balçığa inince her tarafına sirayet etti, cesette hayat ve hareket başladı. O basit gibi görünen cesede o üstün ve yüce insanlık şerefini veren unsur, bu ilâhî ruhtur.

Nitekim bir Âyet-i kerime’sinde de buyurur ki:

“De ki: Ruh Rabb’imin emrindendir.” (İsrâ: 85)

İlâhî ruhtan üflenen nefha bu cesedi meydana getirmiş ve insanı en mükemmel bir şekle ve en güzel bir hâle getirmiştir.

Kudsî ruh’a gelince; Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.” (Mücâdele: 22)

Allah-u Teâlâ’nın Kudsî ruh’la desteklediği kimseler ayrıdır. Onlar kendi ilminden ilim ihsan ettiği kullardır. Kimin kalbine imanı yazarsa, o nur sayesinde hakikati ona bildirmiş oluyor.

Herkeste bir ruh var, onlarda iki ruh var. Onlar doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ’nın desteğiyle hareket ederler. Kalplerine ilmi yazmış, kendi lütfundan bir ruh ile desteklemiştir.

İşi gören Allah-u Teâlâ’nın desteklediği ruhtur, işi gören Resulullah Aleyhisselâm’ın nurudur. Bu da ancak vâris-i nebi olanda bulunur. Çünkü onda onun nuru, onun vekâleti vardır, Allah-u Teâlâ’nın desteklediği ikinci bir ruh vardır. O ruh ondan başka kimsede yoktur. Dolayısıyla bu bilgi de kimsede yoktur.

Bu gibi kulların ruhâniyetleri daima uyanıktır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ashâb-ı kiram’dan Hassan bin Sâbit -radiyallahu anh- hakkında:

“Allah’ım! Onu Kudsî ruh’la destekle!” diye duâ buyurmuştur. (Buhârî)

Kudsî ruh’la desteklenenler âlem-i misâle kadar gider, peygamber meclisine dahil olur.

O yalnız ve yalnız Allah-u Teâlâ’yı ve Resulullah Aleyhisselâm’ı bilir, onlar namına hareket eder, onlar namına irşad eder.

Onlarda ruhâniyet ve cismâniyet ayrılmaktadır. Cismâniyet hakkında biraz bilginiz varsa da, rûhâniyetten haberiniz olmadığı için bir nebze duyurmaya çalışacağız.

Cismâniyet âlem-i halk’tan, rûhâniyet ise âlem-i emir’dendir.

Cismâniyet zulmânidir, rûhâniyet nurânidir.

Cismâniyet hayvânidir, rûhâniyet melekîdir.

Cismâniyet yer, içer, gaflete düşer; rûhâniyet yemez, içmez, gaflete düşmez.

Cismâniyet varlık benlik iledir, rûhâniyet Allah-u Teâlâ’nın emrindedir.

Cismâniyet şeytanın oyununa düşer, rûhâniyet daima uyanıktır.

Cismâniyet halk iledir, rûhâniyet Hakk iledir.

Cismâniyet zevk sefâ iledir, rûhâniyet daima ibadet, taat ve takvâ iledir.

Allah-u Teâlâ dilediği kulunun ruhâniyetinden lâtifeler halkeder. Ne kadar halkettiğini O bilir ve o lâtifeleri O çalıştırır. Yani Kudsî ruh’u o kimseye bahşeden Allah-u Teâlâ rûhâniyeti de halketmiştir. Rûhâniyet o Vekil’in veya velinin mânevî yardımcısıdır, destekçisidir. O ceset gibi değildir. Allah-u Teâlâ onu nasıl yaratmışsa onu da öyle yaratmıştır ve ona o vazifeyi vermiştir. Aslı nurânîdir, görünüşte insan şeklindedir, her şeyi ile aynı o kişiye benzer, yanında hep durur, fakat kimse onu göremez.

Nitekim Muhyiddin İbn’ül-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtem-i veli hakkında:

“Onun, ismi ‘Diri’ olan bir yardımcısı vardır. Aslı nurânî, görünüşü insanidir.” buyurmuştur.

Görülüyor ki burada rûhâniyete işaret edilmiştir. Onun yanında onlar durur, amma sizin haberiniz yok. Kendisinden zuhur eden hârikulâde haller bu sebeple husule geliyor. Zira o da bir beşer amma, Allah-u Teâlâ ona Nur’unun nurunu takmış, Kudsî ruh ile desteklemiş, yardımcı olarak rûhâniyet vermiştir.

Melekût âleminden gelenleri o karşılar, gayb âlemindeki insanlarla oturup kalkar, görüşür ve konuşur. Bu lâtifelerden bazen kişinin haberi olur, bazen haberi bile olmaz. Bir yerde değil, kırk yerde, dilediği yerde bulundurur. Bir velide böyle olunca, ya Resulullah Aleyhisselâm’ın emrinde ne kadar mânevî asker vardır, onun emrinde ne kadar lâtifeler vardır?

Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyurulmaktadır:

“Onu sizin görmediğiniz askerlerle destekledi.” (Tevbe: 40)

Bu ilâhî beyan ispat için size yeter.

Allah-u Teâlâ onu hıfz-u himayesine almış, çepeçevre kuşatmıştır. Cebrâil ve diğer melekleri insanların görmediğini fakat mevcut olduğunu, Resul’ünü onlarla desteklediğini beyan ediyor. Nasıl bir askerle muhafaza ettiğini yalnız O bilir.

Resulullah Aleyhisselâm böyle olduğu gibi, onun vekili de işte böyle destekleniyor. Ona verilenden ona da verildiği içindir ki bir Mürşid-i kâmil’e ihtiyaç görülmüştür.

Onlar için ölüm yoktur. Onlar Allah-u Teâlâ’nın müstesnâ kulları olduğu için, onlar için berzah yoktur.

O ölmüş amma, burada ölen nefistir. Çürkü her canlı ölüme mahkûmdur.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Her insan ölümü tadacaktır.” buyuruyor. (Âl-i imrân: 185 - Enbiyâ: 35 - Ankebût: 57)

Onlar ayrı kimselerdir. Allah-u Teâlâ onlara bir ruh verdiği gibi, bir de hiç kimsede bulunmayan Kudsî ruh vermiştir, ruhâniyet vermiştir, lâtifeler halketmiştir. Onlar diğer insanlardan ayrıdır. O rûhâniyet dünyada da onunladır, kabirde de onunladır, mahşerde de onunladır, cennet-i âlâ’da onunladır. Çünkü Allah-u Teâlâ onu onun için yaratmıştır. Onlar beşeriyetin görmediği mânevî yardımcılardır, destekçilerdir.

Onlar her ne kadar Berzah hayatına geçmişlerse de, onlar cennettedirler.

Bunu size ispat edelim:

Antakya halkı İsa Aleyhisselâm’ın dâvetçilerini reddetmişler, hatta öldürmek için söz birliği etmişlerdi. Bunun üzerine şehrin öte başından Habib-i Neccar adında inanmış bir kimse alelâcele imanını açığa vurdu. Hak ve hakikati ortaya çıkarmak için çaba sarfetti. Halkı bu gelen elçilere uymaya teşvik etti, onlara öğütlerde bulundu.

Fakat iman etmeye yanaşmayan halk, üzerine hücum etti ve onu taşa tuttular, ayaklarının altına alıp çiğnediler. O ise: “Allah’ım! Kavmimi hidayete erdir.” diye duâ ede ede can verdi.

Bunun üzerine taraf-ı ilâhî’den kendisine:

“‘Cennete gir!’ denildi.” (Yâsin: 26)

Allah-u Teâlâ şehâdetinin hemen ardından onu cennetle müjdeledi. Melekler onu karşılamak için dizildiler ve:

“Firdevs cenneti seni beklemektedir.” diye haber verdiler.

Bu gibi kimselerin ruhu daha o anda cennete girer.

O ise oradaki fevkalâde mükâfatı görünce, kavminin de bu hali bilmesini temenni etti ve şöyle söyledi:

“Keşke kavmim, Rabb’imin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!” (Yâsin: 26-27)

O, gerçekten kavminin hidayet bulmasını şiddetle arzu etmekteydi. Onun bu sözü kıyamete kadar gelecek insanlara da şâmildir. Allah-u Teâlâ onun lisanı ile bütün beşeriyete bu gerçeği duyurmaktadır...


  Önceki Sonraki  

Diğer Yazıları
TÜM YAZILAR