Onlar şehvetlerinin heyecanına kapılırlar, onlara karşı hırs ve iştiyak duyarlar. Hevâ ve hevesleri onları yoldan da saptırır, ilâhi seyri terk edip bırakırlar. Şehvet ve arzularının bu aceleciliği onları durdurup ağırlaştırır.
Daha sonra onların akılları bazı ilâhi parıltıların şûlesiyle aydınlanır, pişmanlık duyarlar.
Sonra şehvet arzuları onları tekrar kaplayıp karartır, tekrar aşağılara düşerler.
Bu gidişat ve âdet, tâ ki onlar Rabb’lerine doğru adım atıp ilerlemedikleri sürece hiç son bulmaz. Kimi zaman ayağa kalkar, kimi zaman düşerler.
Kıyâmet gününde ise onların hesabı zindan içinde oldukları hâlde gerçekleşir. Onlar korku ve ümit, ilâhi af ve azap arasında olurlar.
Bir diğer tabaka da akıllarını nurlandırmışlardır, tâ ki “Dârü’s-Selâm”ın, yani “Cennet diyârı”nın yolu üzerinde basiret sahibi olabilsinler ve O’na doğru yürüyüp seyretsinler…
İçinde kaldıkları bu arzu ve şehvetler içinde, nefislerinin göz diktiği şehvetlere karşı ilâhi inâyet ve yardıma kavuşurlar. Çünkü nefis aklın yardımına ihtiyaç duyar. Bulundukları mertebeyi muhâfaza ederler, arada hiçbir nizâ ve çekişme kalmaz.
İşte bu acele etme isteği ve arzusu burada ona destek ve yardım sağlar. Bize göre onları göklerin en yükseğine ve en yücesine kadar ulaştırır, artık sen gecikmeye râzı olur ve acele etmekten yüz çevirirsin.
Bunların hepsi aklın aydınlanıp parlaması ve aklın nurlanışı sayesinde nefsin körelmesi ile ilgilidir. Dünya gafleti içinde bulunuyor oluş da böyledir.
Arzu ve istek sahibi şahıs ona der ki:
“Elindeki şu dirhemi bırak, sene başında şu dinarı ver!
Onu at ve dünya arzusu ile dirhemi reddet!..”
O artık sene başında onun kendisine sunacağı nimetlerden yana ümitlidir.
İşte mümine verilen akıl da aynen böyledir; onunla aydınlanır ve gözü keskinleşir. Artık onu atar ve bu aceleciliği terk eder.
Bu taleple ilgili olarak bunun ortadan kalkması onu korkutunca, ya da sebeplerden herhangi bir sebeple onu talep edebilir.
Bir başka tabakanın da yine akılları nurlanmıştır, tâ ki böylece asıl gayeye ulaşmış olsunlar ve en büyük iş ile hacimleri genişleyip büyüsün.
Onlar nefislerinden sakınma ve kaçınma hususunda düşüncelerden uzaktırlar; onlar için, her iki diyar da bizlere birer yatak ve döşek kılınmıştır.
Bu dünya hakkında akledip düşündükleri herhangi bir şeyin daha en başında derler ki:
“Bu dünyanın arzu, şehvet ve lezzetleri bizim içimizdekiler, tenâsül uzuvlarımız ve tüm âzâlarımız içindir; âhiret arzu, şehvet ve lezzetleri ise yalnız bu âzâlar içindir. Hâlik’ımızın bize kudreti, lütfu, iyiliği kelâmı ve ona nazarı nerede?..
Nefislerimizi yaratmasıyla bizlere onu aksettirdi. Yaratılmış olanlar ise iki dünyada bize zaten verilecektir; O’nun kelâmından herhangi bir kelâm, O’nun ayırdığı pay ve hisselerden herhangi bir pay ve hisse, yakınlık meclislerindeki istek ve iştah, bizlere olan sevgi ve muhabbeti, cennet ve onun içindekilerden yana her ne ki varsa…”
Nitekim Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmuştur:
“Allah’ın hoşnud olması ise hepsinden büyüktür.” (Tevbe: 72)
Yine şöyle buyurulmuştur:
“Zikrullah elbette en büyük (ibadet)tir.” (Ankebut: 45)
Onlar O’nunla ilgi ve alâka kurmuşlar, işlerini O’na tefvîz edip bırakmışlar, yalnız O’na tevekkül kılmışlardır.
İster dünya, ister âhiretle ilgili olsun, O’nunla ilgili bütün işlerinde uğur ve bereket sahibidirler.
Dünya günlerinde de, talep hususunda ancak O’nun râzı olacağı ve kendilerini sevip muhabbet duyacağı ne ki varsa, onların uğrunda çaba sarfederler.
O’nun likâsına kavuşmak için iştiyâk hâlindedirler, işleri-güçleri ayan-beyan ve âşikâre olur.
Onlar dünyaya bakıp nazar ederler, onda birer misafir olarak indirildikleri bir saha olarak, ancak O’na uygun ve mümkün bir yol bulmaya, tutunmaya ve ilerlemeye çalışırlar.
Gece ve gündüzün her ikisinde de onların hızlanıp koşuşturmaları, her ikisine yönelik olarak Mabûd’larının gâyesine ulaşmak amaçlıdır. Gece-gündüz İlâhî huzurdadırlar.
Onların bedenleri Rabb’lerinin hayat bağına bağlıdır.
Nefeslerini tüketmeleri, cesedlerinin içinde mahpus olan ruhları adınadır.
İşte onların kalpleri Allah’a bağlı, asılı ve O’nunla meşguldür.
Akıllarını kaybedip kendilerinden geçmeleri uzun, ağlayıp inlemeleri şiddetlidir.
Onlar müddetlerini kontrollü bir biçimde tüketirler; iplerini kâh çözer, kâh yeniden bağlarlar.
Kırgınlıkları, bıkkınlık ve usanıklıklarına işarettir.
Kalpleri Rabbânî melekût ve semâvî ruhlarla bulunduğu için onların kalpleri, sonra ruhları, sonra da nefisleri kanatlanıp uçar.
Nefislerinin arazi, dünyevi şehvetleri ise onlar için resmen bir ağırlıktır.
İşte onlar Hâlıku’l-Bârî olan Zât’ın katında bir araya toplanırlar. Kerâmet hususunda da onların hâli bambaşkadır.
Kalpleri zâhiren O’na karşı hürmet içinde olduğu için, yakınlık ve iyilik hususunda da alabildiğine geniş ilâhi lütuf onlarındır. Çünkü onlar, O’nunla birlikte oldukları dünya günlerindeki bu iki boyun eğişin her ikisinde de O’na ulaşırlar.