Türkiye’nin kendisine yönelen terörü, dış tehditleri birer birer bertaraf etmeye başladığı bir dönemde içerideki huzuru, birlik ve beraberliği bozmaya matuf faaliyetlerin ve provokasyonların da arttığını müşahede ediyoruz. Düşman zaaflarımızı ve yanlışlarımızı ziyadesiyle istismar etmek için elinden geleni yapıyor.
Karşıtlıkların keskinleştiği, birlik ve beraberlik duygusunun her geçen gün daha da kaybolduğu, kimsenin kimseyi dinlemeye yanaşmadığı, insanların militanlaştığı tehlikeli bir sürece girdik. Küresel salgın ve ekonomik sıkıntıların vermiş olduğu psikolojik tahribat bu tehlikeli ortamın üzerine tuz biber ekiyor.
Bu tehlikeli ortamı alevlendirmeye, mümkünse devleti yıkıp ülkeyi parçalamaya çalışan dış güçlerin; düşman devletlerin ve küresel şeytani bir şebekenin olduğu gerçeği ise artık yadsınamaz, inkâr edilemez bir hâl almış durumda.
Halkı birbirine düşürmeye çalışıyorlar. Böylece cepheden yapamadıklarını, veremedikleri zararı içeriden vermeye çalışıyorlar. Zira iç düşmanın verdiği zararı hiçbir dış düşman veremez.
Diğer taraftan küresel ortam da gün geçtikçe gerginleşiyor ve kutuplaşmalar artıyor. Dünya kazanı kaynıyor, deniz dalgaları, fırtına gittikçe şiddetleniyor. Dünya nükleer bir harbe doğru hızla yol alıyor.
Devleti gemiye benzetirsek; fırtınaların kasırgaya dönme ihtimali olan bir denizde gemi yolcuları bile bir an önce selâmete çıkmak için mürettebata yardım etmeye çalışır. Çünkü gemi battığı zaman bütün yolcular da onunla beraber batar.
Devlet gemisi batan ülkelere ne olduğunu hep beraber görüyoruz. 11 Eylül’den sonra yaşanan süreçte, etrafımız içeriden yahut dışarıdan yapılan müdahalelerle parçalanan, iç savaşa sürüklenen ülkelerle dolu. Irak, Suriye, Libya, Yemen gibi.
Allah-u Teâla bizi benzer bir ãkıbetten korusun, lütfu ile muhafaza etsin, şeytana, şeytanlaşmış insanlara fırsat vermesin. Amin.
Unutmamak lâzımdır ki;
“Devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
Etrafımızdaki birçok ülke işgal, iç harp, kaos vb. afatlarla boğuşuyor.
Biz de Türkiye olarak kaç sefer bıçak sırtından döndük, büyük badireler atlattık:
- 2013 yılında Gezi olayları bir anda bütün Türkiye’yi saran bir aleve dönüştü. Bunu fırsat bilen terör örgütleri ortalığı yakıp yıkmaya çalıştı. Küresel medya bu görüntüleri, sanki bütün Türkiye yanıp yıkılıyormuş gibi servis etti. Bu olaylardan en büyük zararı Türk ekonomisi gördü. Dolayısı ile olan 80 milyon Türk halkına oldu.
- PKK hendekler kazıp kurtarılmış şehirler ilân ettiği zaman 2015 yılında yapılan operasyonlarda Fırat Kalkanı’ndan, Zeytin Dalı’ndan, 15 Temmuz’dan daha çok şehit ve gazi verdik. PKK şehirlerde bir iç harp, halk ayaklanması çıkartmaya çalıştı. Ancak hem güvenlik güçlerimizin büyük fedakârlığı hem de halkımızın sağ duyusu sayesinde büyük bir badire atlatıldı. ABD’nin halen Suriye’de PKK’yı devletçik haline getirmek için uğraştığını düşündüğümüzde nasıl bir tehlikenin eşiğinden döndüğümüzü daha iyi anlarız.
- Hemen arkasından 2016 yılında 15 Temmuz darbe teşebbüsünde ise FETÖ neredeyse memleketi ele geçiriyordu. FETÖ amacına ulaşmış olsaydı, ilk yapacağı işlerden birisi de PKK’nın silah zoruyla yapamadığını kendi elleriyle teslim etmek olacaktı. 15 Temmuz’da Amerika FETÖ’yü sahaya sürerken başarılı olamazsa bile Türk ordusu belini doğrultamaz, biz terör devletimizi kurarız diye hesap ediyordu. Ancak tam tersi oldu, 40 yıldır Türk ordusunu -zaman zaman sınır ötesi operasyonlar yapmış olsak da- Türkiye sınırları içinde tutmakta muvaffak olan Amerika Fırat Kalkanı ile başlayan bir operasyonlar silsilesinin sonucu olarak, Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Karabağ’da Türk ordusu ile yüzleşmek zorunda kaldı.
Binaenaleyh bugüne kadar çok ciddi, her birisi kendi başına bir ülkeyi çökertebilecek derecede mühim hadiseler başımızdan geçti.
Bizler bugün içinde bulunduğumuz güven ve sükûn ortamı sebebiyle nasıl büyük tehlikeler atlattığımızın pek farkında değiliz.
Cenâb-ı Hakk’a sonsuz şükürler olsun bizi muhafaza etti, her birinde kısa zamanda bize bir selâmet ve zafer verdi.
Allah-u Teâlâ’dan niyazımız odur ki bu nusret ve zaferleri ziyadeleştirsin, düşmanlarımıza fırsat vermesin, bize tekrar bir selâmet nasip etsin.
Türkiye 40 yıldır düşük yoğunluklu bir terör savaşı zaten yapıyordu. Ancak son beş yıldır sınır ötesinde resmen harp yapıyoruz. Etrafımızı terör devletçikleriyle çevirmeye çalışan, Ermenistan’ı Yunanistan’ı kullanarak boğazımızı sıkmaya çalışan küffarla harp ediyoruz. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Barış Kalkanı, Pençe, Libya, Karabağ … Diğer taraftan donanmamız Akdeniz, Karadeniz, Ege’de bayrak gösteriyor, büyük fedakârlıklar yapıyor.
Cenâb-ı Hakk’a sonsuz şükürler olsun ki zafer üstüne zaferler nasip ediyor. Harp silah ve teknolojimizi hızla geliştiriyoruz. Her yaptığımız silah kendi kategorisinde dünyanın en iyileriyle boy ölçüşecek, hatta birçoğundan üstün özelliklere sahip. Eksiklerimizi tamamlamak için büyük bir gayretle çalışıyoruz.
Tabii bu zaferler, silah kapasitemizin artıyor oluşu küffarın düşmanlığının, korkusunun ve sinsiliğinin büyümesine; bize karşı birleşmelerine, ambargo uygulamalarına sebep oluyor.
Ve fakat Türkiye de çok tecrübe kazandı.
Türkiye özellikle dış cephede büyük muvaffakiyetler kazandı, kazanıyor. Ancak unutmamak lâzımdır ki güçlü bir Türkiye hiçbir küresel aktörün işine gelmiyor.
İsrail ve Amerika’nın işine gelmiyor, bunu biliyoruz. Avrupa zaten genlerinde tarihten gelen bir Haçlı zihniyeti taşıyor; Fransa ile Afrika’da, Doğu Akdeniz’de yaşanan gerilimler malum. Güçlü bir Türkiye Rusya’nın da işine gelmiyor, Suriye ve Karabağ’da görüldüğü gibi. Orta Asya hâkeza. Orta Asya’daki Türk devletlerini birleştirme ihtimali olan, Doğu Türkistan’lı mazlumlarla kan bağı olan güçlü bir Türkiye Çin’in de işine gelmiyor.
Binaenaleyh Türkiye güçlendikçe büyük devletlerin, küresel aktörlerin radarına giriyor. Girmemesi mümkün değil.
Küresel aktörler arasındaki çekişmeler ise nefes almamıza vesile oluyor. NATO toplantısında görüldüğü gibi bizi yanlarına almaya çalışıyorlar.
Ancak büyük devletlerin -birbiriyle kavga etseler dahi- Türkiye’nin belli bir sıkleti geçmemesi için perde arkasında bize karşı bir noktada birlikte hareket etme ihtimali var. Çok dikkatli ve teyakkuzda olmamız lâzım.
Türkiye’nin askeri-siyasi-istihbari alanda geldiği seviye hızla yükseliyor. Büyük devletler Türkiye’nin en üst lige çıkmasını, seviye atlamasını engellemek için ellerinden geleni yapmaya çalışacaklardır.
Seviye atlamak için, daha önemlisi çıktığımız yerden düşmemek için dış cephedeki mücadelemize iç cepheden de güçlü bir şekilde destek verilmesi gerekiyor. Ancak dış cephede kazanılan muvaffakiyetleri iç cephedeki bir bütünlükle destekleyemiyoruz maalesef.
Düşman bunu bildiğinden bizi içerden yıkmak için mütemadiyen saldırıyor.
Peki düşman bu gayesine ulaşabilir mi?
Gerekli tedbirleri almazsak ve dahi aklımızı başımıza almazsak böyle bir ihtimalin olduğunu maalesef söylememiz lâzım.
Yukarıda arzettiğimiz gibi çok hadiseler yaşadık ve fakat Cenâb-ı Hakk bize merhamet etti, hafif geçirtti. Daha büyüklerini yaşama ihtimalimiz var. Cenâb-ı Hakk dilerse yine hafif geçirtir. Çok dua etmemiz lâzım.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri’nin bir beyanları şöyleydi:
“Allah-u Teâlâ bu gemiyi batırmayacak. Bunun sebebi Resulullah Aleyhisselâm’ı iki defa Türk kıyafetiyle gördüm. Anladım ki Allah-u Teâlâ’nın Türkiye’ye bir nazarı, bir lütfu var. Onun hürmetine Allah-u Teâlâ bu gemiyi batırmayacak. Her ne kadar batırmak istedilerse de bu gemiyi batırmayacak, gene yüzdürecek. Denizaltı batıyor, ama dilediği zaman çıkarıyor. Onun için biz bunlarla çok meşgul olmak zorundayız. Bir tabir var: Ordu kumandanı ordudan mesul, nefer ise bir kendinden mesul.”
Şeytanın işi arayı bozmak, karı-kocayı, akrabayı, eşi-dostu, cemiyeti birbirine düşürmek. Küresel şeytanî şebekenin de işi bu. Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada.
Önümüzdeki ayların, yılların mühim bir süreç olduğunu söyleyebiliriz. Cenab-ı Hakk bize acısın, bize kötü gün göstermesin. Çok dikkat etmemiz lâzım.
Bütün bu tehditlere karşı durabilmemiz için en az harp meydanında savaşan, canını feda eden Mehmetlerimiz kadar samimi, din ve devlet için canını feda etmeye hazır, makam ve menfaate tevessül etmeyen inananlar olmamız gerekiyor. Biz samimi ve ihlaslı olursak bugüne kadar bizi binbir türlü badireden selâmetle çıkartan Allah-u Teâlâ’nın desteği bizimle beraber olacaktır. O’nun yardım ettiğini kim devirebilir, O’nun yardımsız bıraktığını kim ayakta tutabilir?
•
Hikmet tahtında büyük resme baktığımızda ise; dünyanın, insanlığın büyük bir değişim ve dönüşüm evresinden geçtiğini görüyoruz. Bir değiştiren ve dönüştüren var. Bu değişimin ve dönüşümün varacağı yer, gideceği istikamet var.
Dünya bir doğum sancısı çekiyor.
Binaenaleyh telâşa gerek yok, ancak tedbirli olmaya çok ihtiyaç var. Çok daha tehlikeli günler var.
Küffarın sayı, para, imkân, kabiliyet, teknoloji, hırs, ihtiras olarak bu kadar azdığı, bütün azgınlığını ortaya çıkarmaya başladığı; buna mukabil müslümanların ahlâk ve fazilet umdelerinden uzaklaşıp haram ve menfaat toplamanın peşinden koştuğu bir devrin yeniden bir hak ve hakikat inkılabına dönüşeceğini düşünmek bile bazılarına boş hayallerle iştigal gibi gelebilir.
Ancak Allah-u Teâlâ dilediği zaman O’nun önünde kim durabilir?