Dikkat ederseniz mukarreb bir melek olduğu halde, Miraç gecesinde Cebrâil Aleyhisselâm dahi Sidre-i müntehâ’dan öteye bir adım atamayacağını söyledi. Onun ise içi de dışı da nur olduğu için cismâniyetle huzur-u ilâhî’ye kadar vardı da yanmadı. Aslı nur olduğu için, o nur onun cismini de kaplamıştı, dışını da ihâta etmişti. Cismâniyetle çıktığı halde ne cismâniyetine, ne de ruhâniyetine bir halel gelmedi ve yanmadı. Çünkü beşeriyet de onun nurundan yaratıldı. Cebrâil Aleyhisselâm mukarreb melek olduğu halde bir adım atamadı. Buradan da mı anlamıyorsunuz, görmüyorsunuz?
Bu husus bu mevzunun özü ve kalbi mesabesindedir.
Ondan başka bir beşere Miraç nasip oldu mu? Olmadı. Çünkü Cebrâil Aleyhisselâm’ın tahammül edemediği bir nura, ondan başka bir beşer tahammül edebilir mi? Aslının nur olduğunu buradan da mı çözemediniz? Onun beşeriyeti bizim beşeriyetimiz gibi değildir, onun hılkiyeti bizim hılkiyetimiz gibi değildir. Görünüşü beşerdir, amma meleklerden de efdaldir. Aslı nur olduğu için.
Onun yolunda olan Mümin-i kâmil’ler de böyledir.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Mümin-i kâmil olanlar Allah katında bazı meleklerden de efdaldir.” buyurmuşlardır. (İbn-i Mâce)
Mümin-i kâmil olan bir kul, bazı meleklerden efdal, o ise bütün meleklerden efdaldir. Melekler nurdan yaratılmıştır, o ise nurun özüdür, o nurdan nurlar yaratılmıştır. Ona verdiği ruhtan bütün ruhlar yaratılmıştır. Onu yaratmış, onun nurundan âlemleri yaratmıştır. O Sebeb-i mevcûdât’tır, senin hılkiyetin o rahmettendir. Biz onu öyle tanıyoruz.
•
Hazret-i Allah bilinen ve görünen bir varlıktır. Eseri ile görünüyor ve biliniyor. Her şey O’nun, her şey O’ndan... Her şeyi O yaratıyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise bilinmeyen ve görünmeyen bir varlıktır. Herkes anlayamaz. Ancak duyan kulak ve öz akıl sahipleri anlar.
Allah-u Teâlâ’nın varlığı kadimdir, evveli yoktur. Zamandan da, ezelden de önce vardı.
Âyet-i kerime’de:
“O Evvel’dir.” buyuruluyor. (Hadid: 3)
O öyle “Evvel” ki, Zât-ı Ecell-ü A’lâ’sından başka hiçbir mevcut yok iken O vardı. Bütün varlıklar O’nun buyurduğu bir tek kelime ile meydana çıkmışlar, “Ol!” emriyle oluvermişlerdir.
Hadis-i şerif’te buyurulduğu üzere:
“Allah var idi ve Allah’tan başka bir şey mevcut değildi.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1317)
Yine de öyledir. Zaman ve mekânı yaratmadan önce O var idi. Onları yaratmadan önce nasıl idiyse, yarattıktan sonra da aynıdır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Allah göklerin ve yerin nurudur.” buyuruyor. (Nûr: 35)
Cemâl nurundan ilk önce onun nurunu yarattı. Daha sonra o nurdan âlemleri yarattı, bütün mükevvenâtı da o nur ile donattı. İşte sebeb-i mevcûdât oluşu buradan geliyor. İşte onu tanıyamayanlar, bu nuru göremediler, o lütfa mazhar olamadılar, iman etmiş olmadılar ve küfürde kaldılar. Çünkü İslâm’ın ilk basamağı Kelime-i şehâdet’tir.
Allah-u Teâlâ Hadis-i Kudsî’sinde:
“Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım.” buyuruyor. (K. Hafâ. c. 2 sh. 164)
Burada apaçık görülüyor ki Allah-u Teâlâ nurundan onun nurunu yarattı ve o nurdan mükevvenatı donattı, onu yaratmasa idi, mükevvenatı da donatmayacaktı. Onun için Sebeb-i mevcûdât oluşu buradandır. Her canlının Allah-u Teâlâ’ya şükretmesi ve Resulullah Aleyhisselâm’a müteşekkir olması lâzım, çünkü onunla hayat bulmuştur.
Demek ki o eflâktan değil, eflâk onun nurundan yaratılmıştır. O Sebeb-i mevcûdât’tır, hem de Ebul-ervah’tır. Aynı zamanda âlemlere rahmettir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” buyuruyor. (Enbiyâ: 107)
Âlemdeki her zerrede hayat var, o hayat da Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-i ile kâimdir.
Bu noktada çok ince bir sır arzedelim:
Allah-u Teâlâ’nın yarattığı her zerrede ulûhiyet sırları mevcut olduğu gibi, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in de “Rahmeten lil-âlemîn” oluşu sebebiyle; insanlar olsun, hayvanat olsun, nebâtat olsun, cemâdat olsun, bütün yaratıklarda mânevî bir hayat ve bereket, Rabbânî bir feyiz mevcuttur. Yaratılmış her zerrede mevcut olan mânevî hayat onun rahmetinden ötürüdür.
Çünkü Allah-u Teâlâ nurundan Nur’unu yaratmıştır, o nurdan mükevvenâtı donatmıştır. Bu ise onun “Rahmeten lil-âlemîn” oluşundandır.
Allah-u Teâlâ onun yüzü suyu hürmetine bize nimetler ihsan ediyor. Dünya saâdetine ahiret selâmetine erdiriyor. Hep onun bereketi yüzü suyu hürmetine...
Bir beşer için bundan büyük bir saâdet olabilir mi? Allah-u Teâlâ’ya onu gönderdiğinden ötürü şükür, Resulullah’a da gerçekten sonsuz Salat-ü selâm getirmek, gönülden bağlı olup teslim olmak gerekmez mi?
İşte Seyyid-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de âlemlere rahmettir, bütün insanlık ondan hayat bulmuştur.
Bu Âyet-i kerime ile zât-ı şerif’i müstesnâ bir mahiyet kazanmıştır. Varlığı bütün varlıklar için en büyük rahmettir. Rahmet-i ilâhî’nin tecessüm etmiş bir tecellisidir. Allah-u Teâlâ’nın bütün âlemleri bir kimsede toplaması elbette mümkündür.
Bir Âyet-i kerime’sinde de:
“O sizden iman edenler için bir rahmettir.” buyuruyor. (Tevbe: 61)
Eğer Allah-u Teâlâ onu göndermeseydi, iman etmen için sana lütuf etmeseydi hâlin nice olurdu?
Bu sebepledir ki, eğer okuyabilirseniz:
Kâinatın ismi “Muhammed Aleyhisselâm’dır.” yazısını göreceksiniz.
Senin gözün bu nuru görmüyorsa, körse, güneşin suçu nedir?
Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz’in hepsi birer nurdur. Nur olduklarından dolayı Allah-u Teâlâ onların cesetlerini toprağa haram kılmıştır, toprak onların cesetlerini çürütemez.
Resulullah Aleyhisselâm ise nurların nurudur. Aynı zamanda Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz’den her biri Resulullah Aleyhisselâm’ın alnındaki emanet nurunu taşıdıkları için ayrı bir şeref ve meziyete mazhar olmuşlardır. O nur alınlarının sağ tarafının köşesinde durur, alından alına geçer.
Evs bin Evs -radiyallahu anh-den rivâyete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Günlerinizin en faziletlisi Cuma günüdür. O günde benim üzerime çok salâvât getirin. Zira sizin salât ve selâmlarınız bana arz olunur.” buyurdu.
Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm-:
“Yâ Resulellah! Getirdiğimiz salâvât size nasıl arz olunur, halbuki siz çürümüş bulunacaksınız.” dediklerinde, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle cevap verdiler:
“Allah-u Teâlâ peygamberlerinin cesetlerini yeryüzüne haram kılmıştır.” (Ebu Dâvud)
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’te ise şöyle buyurulmaktadır:
“Yeryüzünde Allah’ın gezici melekleri vardır. Ümmetimin selâmını bana tebliğ ederler.” (Nesâî)