Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (178) - Abdülkerim-i Cîlî -Kuddise Sırruh- (4) - Ömer Öngüt
Abdülkerim-i Cîlî -Kuddise Sırruh- (4)
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (178)
Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
1 Haziran 2021

 

Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (178)

Abdülkerim-i Cîlî -Kuddise Sırruh- (4)

 

“Kimsenin Erişemeyeceği Bir Makam.”

Abdülkerim-i Cîlî -kuddise sırruh- Hazretleri “El-İnsanü’l-kâmil” isimli eserinde şöyle buyuruyorlar:

“Her kim bu yakınlık makâmına vâsıl olursa, o kimse Hâtemü’l-evliya olup, hitam (hatemiyet) makâmında Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in vârisidir. Çünkü bu yakınlık makamı, ‘Makâm-ı Mahmud’ ve ‘Vesîle makâmı’dır. Oraya kadar vâsıl olan velinin vardığı yer, kimsenin erişemeyeceği bir makamdır.” (“El-İnsanü’l-kâmil”; sh. 455. çeviren: A. Mecdi Tolun)

Bu zât-ı muhterem en ince sırlardan bahsetmiş; gerçek vuslattan, Hakk’a yakınlığın, Resulullah Aleyhisselâm’a ihsan ettiğini ihsan etmekle mümkün olacağını, yani ona ne bildirirse ona da onu bildirmekle mümkün olacağını ifşâ etmiştir.

“Kimsenin erişemeyeceği bir makam.” buyuruyor.

Hâtem-i veli’ye ezelden neler ihsan edeceğini Allah-u Teâlâ ona duyurmuş.

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri bu ordunun o ordu olduğunu açık bir şekilde beyan etmekte ve şöyle buyurmaktadır:

“Âhir zamanda Mehdi yokken, henüz yaklaştırılıp seçilmemişken; aradaki boşlukta, Hâtem’ül-velâye’den başka adaleti (hakkaniyeti) ayakta tutacak kimse olmaz. Ve o, bütün veliler üzerine o devirde, Allah’ın hücceti olmaya muvaffak olur.

İşte bu son evliyâ âhir zamanda; Allah-u Teâlâ’nın bütün peygamberler üzerine hücceti olan ve kendisine Hâtemü’n-nübüvvet verilmiş olan, son peygamber Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- gibi olur.” (“Hatmü’l-velâye”; Fâtih no.: 5322, 168b yaprağı)

Bu zât-ı muhterem’lerin beyanlarına bakın, bir de bu ortadaki icraatlara bakın. Allah-u Teâlâ bu zâtlara asırlarca evvel bu durumu göstermiş, size açıklıyorum.

Nitekim Karabaş Veli -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

“Peygamberlerin ve velilerin bu iki Hâtem’ine tahsis edilenin, ikisinden başkasına akıtılması bahis mevzuu olamaz. Bilâkis onun hâlinin ve elde edilişinin zorluğu apaçıktır.

Çünkü kanal ikidir:

Nebilerin ve risâletin kanalı, onlarla ilgili olan her şeyin elde ettirildiği ve emânet edildiği Efdâlü’l-Kâinat Muhammed Mustafâ Aleyhisselâtü vesselâm’dır.

Velâyet kanalı ise Hâtemü’l-evliyâ olan bir imamdır. O Hâtemü’r-rüsul’ün bir parçası, tâbisi ve aynı zamanda onun bâtın şeriati hususundaki vârisidir.” (Kâşifü’l-Esrâr, Hacı Mahmud ef. no: 225, 24b-27b yaprağı)

Hakk’kın desteği olduğu için bu “Velâyet” hepsinden üstündür. Diğer velilerin velâyetinde vasıta var. Onda ise vasıta yok. Üstünlük oradan geliyor.

Allah-u Teâlâ öyle murad etmiş, o kandili O koymuş, o nuru O koymuş. “Oradan alacaksınız.” buyurmuş. Yoksa kişide hiçbir şey yok.

Muhyiddîn-i İbnü’l-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fütûhâtü’l-Mekkiyye” adlı eserinde; “Hâtemü’l-velâye” ile zuhûr edecek olan kimsenin, Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’ın has velâyet’ine vâris ve onun hem soy, hem de ahlâk sülâlesine mensup bir kimsenin vâris olacağını beyan buyurmuştur:

“Bu onun sülâlesinden ve neslindendir. Hatm onun yalnız hissî sülâlesinden değil; onun   -sallallahu aleyhi ve sellem- hem soy, hem de ahlâk sülâlesinden olacaktır.” (c. 3, s. 89)

Demek ki aranan ve duyurulmak istenen iki şey var; birisi Resulullah Aleyhisselâm’ın soyu, ikincisi onun ahlâkı. Çünkü Allah-u Teâlâ onun ahlâkının en üstün bir ahlâk olduğunu bildirmiştir. Binaenaleyh onun emanetçisi, onun taşıyıcısı olduğu için bu isim ona da söylenir. Ona atfedilen ona da atfedilir. Çünkü o onun vekilidir, onun hâtemidir. Allah-u Teâlâ’nın Hâtem-i nebi’ye verdiğinin aynısı ona intikal ettiği için aynı ismi o da taşıyor. Niçin? Hâtem olduğu için.

Müeyyedüddîn Mahmud el-Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri “Şerhü’l-Fusûs li’ş-Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî” isimli eserinin son satırlarında; Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’a sâlat-ü selâmda bulunduktan sonra, onun bâtın vârisi olan Hâtemü’l-evliyâ’ya da Salât-ü selâm’da bulunarak şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın salâtı resullerin ve nebilerin Hâtem’inin ve onun Hatemiyyet hususundaki en kâmil vârisi olan, Muhammedî velilerin Hâtem’inin üzerine olsun!” (“Kitâbu Şerhü’l-Fusûs li’ş-Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî”; Şehid Ali Paşa, no.: 1240, 439b-440a yaprağı)

Çünkü o iki kandili o zaman yarattı, o zaman koydu. O onun velâyetine sahiptir.

Buradaki murad; Mustafa’nın yine gelmesidir. Çünkü bu kandilin içinde onun mevcudiyeti var.

Hâtem-i veli’yi Allah-u Teâlâ’nın gönderdiğinin en büyük dellilerinden birisi de şudur:

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri “Nevâdirü’l-Usûl” adlı eserinde buyurur ki:

“O öyle bir kimsedir ki, ona yeryüzünde: ‘Ey Vâhidî!’ diye nidâ eden doğru söylemiştir.”  (c. 1, s. 613)

Bunun sır ve esrârı şu ki; Allah-u Teâlâ onda tecellî etmiştir. Ona “Allahlık” diyen doğru söylemiştir.

Bu noktayı çözmeye de çalışmayın. Mârifetullah ehlinin ilmi dahi bu ilim karşısında kabuk kalırsa, buraya kim girebilir? O öyle tecellî edip öğretmiş. Onun muallimi halk olsaydı, halk sapıtıp giderdi.

Allah-u Teâlâ dilediğini ona bildirir, gösterir, duyurur, buldurur. Çünkü O’nunla halleşiyor. Onu O bilir.

Onun ilmi ilmullahtır, yani ona ilim Allah-u Teâlâ tarafından gelir. O doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ’nın ilmiyle, hilmiyle, desteği ile yürüyor.

Ebu Derdâ -radiyallahu anh-den, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’a hitaben:

‘Yâ İsa! Ben senden sonra öyle bir ümmet getireceğim ki, onlar sevdikleri bir şeyle karşılaşırlarsa Allah’a hamd ve şükrederler. Hoşlanmadıkları bir şeye rastlarlarsa sabrederler ve Allah’tan ecir beklerler. Bunların ilimleri ve hilimleri yoktur.’ buyurdu.

İsa Aleyhisselâm:

‘Yâ Rabb’i! İlimleri, hilimleri olmadığı halde, onlardan bu işler nasıl sadır olabilir?’ diye sordu.

Cenâb-ı Hakk:

‘Onlara kendi ilmim ve hilmimden ihsan ederim.’ buyurdu.” (Ahmed bin Hanbel)

Onun için çok yüksek olacak. Niçin? Allah-u Teâlâ’nın ilmi ve hilmi olduğu için.

Hem O gönderdi, hem ilim verdi, hem de hilim verdi.

O’nun gönderdiği aşikâr, ilim ve hilim verdiği âşikâr, O’nun desteklediği de âşikâr olduğu meydana çıkıyor.


  Önceki Sonraki