Uhud savaşı sonrası müşriklerin geri dönüp Medine-i Münevvere’ye saldırmaları ihtimalini göz önünde bulunduran Resulullah Aleyhisselâm, Pazar günü sabah namazını kıldıktan sonra Bilâl-i Habeşî -radiyallahu anh-’i huzuruna çağırdı ve:
“Resulullah, düşmanınızı takip etmenizi size emrediyor. Dün Uhud’da bizimle birlikte çarpışmada bulunmayanlar gelmeyecek, ancak çarpışmada bulunanlar geleceklerdir.” diye seslenerek, mücâhidlere duyurmasını emretti.
Böylece uğramış oldukları musibetin kendilerini yıldırmadığını göstermek istiyordu.
Uhud’dan çoğu yaralı dönen mücahidler, bu dâvete icabet etmede aslâ tereddüt göstermediler, yaralarının tedavisini olduğu gibi bırakarak sefere koştular. “Dinledik ve itaat ettik.” dediler. Bunlardan biri Üseyd bin Hudayr -radiyallahu anh- idi. Ağır yedi yarası olduğu halde, silâhını yanına aldı, Resulullah Aleyhisselâm’ın emrine boyun eğdi.
Bu hususta nâzil olan Âyet-i Kerime’de Uhud gazilerinin nâil oldukları ilâhî lütuflar şu şekilde beyan buyurulmuştur:
“Yara aldıktan sonra da Allah’ın ve Peygamber’in dâvetine uydular.” (Âl-i İmrân: 172)
Ashâb-ı Kiram yol boyunca çok zahmet çekiyorlardı, sevaplarını kaçırmamak için yaralarının ıstırabına katlanıyorlardı. İçlerinde öyle yaralılar vardı ki, sırayla birbirlerini sırtlarında taşıyorlardı. İçlerinde saatlerce birbirine dayanarak, birbirine tutunarak gidenler bulunuyordu.
Resulullah Aleyhisselâm’ın kendisi de yaralı idi. Mübarek yüzünde iki halka yarası vardı. Dişi kırılmış, dudağı ve alnı yarılmıştı. Sağ omuzu da yaralı olup, dizleri de arızalı idi.
Mücahidler bu şartlar altında Medine-i Münevvere’ye 15 km. mesafede bulunan Hamrâü’l-Esed’e vardılar.
“Hele onlardan iyilik edenlere ve gereğince Allah’tan korkanlara büyük bir mükâfat vardır.” (Âl-i İmrân: 172)
Onlar için cennet kapıları açıktır, onlar ilâhî tecellîlere mazhar olacaklardır.
Resulullah Aleyhisselâm Hamrâü’l-Esed’de bulunduğu sırada Tihâme bölgesinde oturan Huzâa Kabilesi’nden Mâbed bin Ebî Mâbed çıkageldi. Henüz müslümanlığı kabul etmemekle beraber Resulullah Aleyhisselâm’a sâdık bir kişi idi. Uhud musîbetinden dolayı kendilerinin de çok üzüldüklerini belirterek bir nevi teselli vermeye çalıştı ve yoluna devam etti.
Mâbed, Ravhâ’da müşriklerin toplantı halinde olduklarını gördü.
Resulullah Aleyhisselâm’ın müşriklerin Medine’ye dönmelerinden endişe etmesi boşuna değildi. Gerçekten de müşrikler Medine’ye seksen altı mil uzakta bulunan Ravhâ’ya gelince birbirini kınamaya başlamışlardı.
Bu konu hakkında Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’den rivayet edildiğine göre şöyle denilmiştir:
“Uhud günü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz’e isabet eden istenilmedik fenâlık erişmiş ve müşrikler geri dönmüş ise de Resulullah Aleyhisselâm geri dönmelerinden endişede idi. Bu cihetle;
Düşmanların ardı sıra kim gidip takip eder?” buyurdu.
Bu dâvet üzerine Ashâb’dan yetmiş kişi icabet etti ki, Ebu Bekir ile Zübeyr -radiyallahu anhümâ- bunların içinde idiler.” (Buhâri. 1587)
Bu Hadis-i şerif’i Buhâri Âl-i imrân Sûre-i şerif’inin 172. Âyet-i kerime’sinin nüzûlü sebebini beyan etmek üzere açtığı bir babında rivayet etmiştir.
Buhâri’nin bu Hadis-i şerif’i sevkederken rivayetine göre Hazret-i Âişe, Zübeyr’in oğlu Urve’ye;
“Ey kardeşim oğlu, baban Zübeyr ile Ebu Bekir -radiyallahu anhümâ- bu Âyet-i kerime’de bildirilen bahtiyar müminlerdendir.” demiştir.
Şârih Ayni, Hadis-i şerif’te bildirilen yetmiş kişiden şu Ashâb-ı kiram’ın güzidelerinin adlarını bildiriyor:
Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali, Ammâr ibn-i Yasîr, Talha, Sa’d ibn-i Ebî Vakkâs, Abdurrahman ibn-i Avf, Abdullah ibn-i Mes’ud, Zübeyr, Huzeyfe ibni’l-Yemân, Ebu Ubeyde ibni’l-Cerrâh -radiyallahu anhüm- Bunlar Ebu Süfyan ordusunu Safra mevkiine kadar takip ettiler. Bunun üzerine yukarıda beyan ettiğimiz Âl-i imrân Sûre-i şerif’inin Âyet-i kerime’si nâzil oldu.