Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm - Allah-u Teâlâ’nın Nur’u, Âlemlerin Gurur ve Sürûru  Muhammed Aleyhisselâm - Ömer Öngüt
Allah-u Teâlâ’nın Nur’u, Âlemlerin Gurur ve Sürûru Muhammed Aleyhisselâm
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
Dizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri
1 Nisan 2021

 

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

Allah-u Teâlâ’nın Nur’u, Âlemlerin Gurur ve Sürûru
Muhammed Aleyhisselâm

“O Peygamber müminlere öz nefislerinden evlâdır, canlarından da ileridir.” (Ahzâb: 6)

 

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz aynı zamanda Ebul-ervah’tır, bütün ruhların babasıdır. Allah-u Teâlâ kendi ruhundan ona ruh verdi, o ruhtan bütün ruhları yarattı.

“Ey insan!” (Yâsin: 1)

Hitabının muhatabı Muhammed Aleyhisselâm’dır. İnsan-ı kâmil, hülâsa-i insan odur.

Allah-u Teâlâ kendi lütfu ve keremi olarak ona:

“Yâsin! = Ey insan!” diye hitap etmiştir.

Bu ism-i şerif’i ona bizzat Allah-u Teâlâ bahşetmiştir. Zira O kendi nurundan nurunu yarattığı, o nurdan mükevvenâtı donattığı için, onu bu ism-i şerif’e mazhar etmiştir.

“Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (Tîn: 4)

Aslında bu hitab-ı ilâhîye’ye mazhar olan ve Âyet-i kerime mucibince en güzel bir biçimde yaratıldığı belirtilen insan da yine odur.

Nurundan nurunu yarattığı, o nurdan mükevvenâtı donattığı için; nurun hülâsasını, hakikatin hülâsasını, bütün güzelliklerin hülâsasını Allah-u Teâlâ ona koymuştur. Güzeller güzelliğini ondan alır. O, Rehber-i sâdık’tır. İman edenler için canlarından da evlâdır.

Allah-u Teâlâ’nın Nur’u, âlemlerin gurur ve sürûru Muhammed Aleyhisselâm bir Âyet-i kerime’de beşeriyete şu şekilde tanıtılıyor:

“O Peygamber müminlere öz nefislerinden evlâdır, canlarından da ileridir.” (Ahzâb: 6)

Allah-u Teâlâ böyle buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor.

Bunu böyle bilip iman edenin imanı kemâle ermiştir. Bu halde olmayanlar her ne kadar iman etmiş gibi görünüyor iseler de imanları surette kalmıştır, imandan mahrumdurlar.

“Asluhu nûr cismuhu âdem,

Velekad kerremnâ benî âdem.”

Aslı nurdur, görünüşü beşerdir. Öyle bir benî âdem ki;

“Biz insanı mükerrem kıldık.” (İsrâ: 70)

Âyet-i kerime’sindeki mükerrem insan hitabının mazharı da yine odur. İnsan bütün yaratıkların en mükerremi, o ise bütün insanların en mükerremidir. Onun yüzü suyu hürmetine bütün bu faziletlerden insanoğlu da istifade ediyor.

Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini böyle yaratmış. Rabbime şükürler olsun.

Ona uyanın bu güzellikten payı vardır.

Çünkü Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.” buyuruyor. (Âl-i imrân: 110)

İşte bu hayra vesile olan Resulullah Aleyhisselâm’dır. Bütün bu fazilet ve meziyetler; müslümanların ona ümmet oluşundan, onun yüzü suyu hürmetine husule gelmiş oluyor.

Onu sevmeyen, onu kabul etmeyen onun ümmeti değildir. Ümmeti olmadığı gibi, iman etmiş de değildir. İman etmediği için kâfir olarak yaşar da haberi olmaz.

Onlar şeytan taraftarlarıdır.

 

“Sirâc-ı Münîr = Nur Saçan Kandil”

Gerçekten de Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz her zaman ve mekânda Azîz’dir. Allah-u Teâlâ’nın ona bahşettiği ikram ve ihsanlar sonsuzdur. Bu ikram ve ihsanlara bir mahlûkun aklı ermez, havsalası da yetmez. “Azîz” kelimesini hiçbir beşerin anlaması mümkün değildir. O değeri, o unvanı, o rütbeyi, o meziyeti ona Yaratan verdi.

Allah-u Teâlâ’nın nuru, âlemlerin gurur ve sürûru olan Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm öyle bir varlıktır ki, her türlü tasavvurumun ve kuvve-i beşeriyemin fevkindedir.

Onun aslı nurdur. Allah-u Teâlâ o nurda tecelli ettiği için “Sirâc-ı münîr = Nur saçan kandil” olmuştur.

Allah-u Teâlâ kulu ve Resul’ü Muhammed Aleyhisselâm’ın bizzat mübarek şahsını; mücessem bir hidayet, bir rehber ve bir önder kılmıştır.

Bu hususta Allah-u Teâlâ, Zât-ı risaletpenâhî’yi muhatap kılarak şöyle buyuruyor:

“Ey Peygamber! Biz seni bir şâhit, bir müjdeci, bir uyarıcı, Allah’ın izniyle Allah’a çağıran ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzâb: 45-46)

“Şâhit:” Bu şâhitliği Âdem Aleyhisselâm’dan kendi zaman-ı saâdetlerine kadar gelen bütün ümmetleri de içine alır. Allah-u Teâlâ ona verdiği fazilet ve meziyetten ötürü yalnız onu şâhit olarak kabul etmiştir. Peygamberlere ve onların yaptıkları tebliğatlara, ümmetlerinin durumlarına şâhitlik yapacaktır.

“Müjdeci:” Allah-u Teâlâ’nın rahmet ve merhametini, af ve mağfiretini bildirir, ebedî saâdet ve selâmet yollarını gösterir, Hakk’a dâvet eder, iman edenleri ve teslimiyet gösterenleri cennet ve Cemâlullah ile müjdeler.

“Uyarıcı:” İnsanları gaflet uykusundan uyarmak, cehennemden kurtarmak için ikaz eder, irşad eder. Hakk’a yöneltmek için bir rehberdir, bir önderdir, bir nurdur.

“Allah’ın izniyle Allah’a çağıran:” Aslı nur olduğu için, Allah-u Teâlâ’nın o nuru sayesinde, Allah-u Teâlâ’yı bildirmeye, buldurmaya ve kavuşturmaya vasıta olan bir elçidir.

“Nur saçan bir kandil:” O ilâhî nuru taşıyan bir kandildir, fakat kandil bir isimden ibarettir. İçindeki ise nurdur, o nur dışını da ihata etmiştir. O nur Allah-u Teâlâ’nın nurudur. O’nun nuru olduğu için âlemdeki her zerre ondan menfaat görür, o nur kâinatı nurlandırır. Artık bu hususta ilim yürütülmez, akıl oynatılmaz. Yetmez çünkü. Niçin yetmez? Allah-u Teâlâ’nın nuru olduğu için yetmez. Allah-u Teâlâ’yı bilmek ve tanımak mümkün olmadığı gibi, o da O’nun nuru olduğu için, onun da aslını bilmek mümkün değildir.

Bu öyle bir nur ki, bu nur Allah-u Teâlâ’nın nurudur. Bu öyle bir kandil ki bütün âlemleri nurlandıran bir kandildir.

Her ne kadar görünüşü beşer ise de, fıtrî yapısı ayrıdır.

Allah-u Teâlâ’yı en iyi bilen odur, en çok korkan o, emirlerini en iyi ve en çok tatbik eden de odur. Çünkü O’nun nuru ile nurlanmış.

Onun nuru üzerinde durulmalıdır, beşeriyeti üzerinde durulmaması gerekir. Beşer aldatabilir, nur aldatmaz. Zira kişinin nefsi yetmez, aklı da yetmez, ilmi de yetmez. Eğer imanın varsa “Peki!” de ve geç, kurtul.

İnsanda nefis ve şeytan galip olduğu için cismâniyete aldanır ve Hazret-i Allah’ın nurunda noksanlık aramaya kalkar, zannını ortaya koyar ve kayar gider. Çünkü nefsi noksan, kendi noksanlığını orada arar. Kendi iman noksanlığından olduğunu da bilmez. Aynası ters olduğu için hep ters görür.

Cismin beşer oluşu hakkında Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Resul’üm! De ki: Ben de sizin gibi bir beşerim. Ancak bana vahyolunuyor.” (Kehf: 110 - Fussilet: 6)

İşte bütün yanılmaları bu noktadan doğuyor.

“Ben de sizin gibi bir beşerim.” beyanı, onun beşer yönüdür, zâhirî görünüşüdür, dışıdır.

İşte bu perdenin ötesine geçemeyen:

“Allah’tan size bir NUR ve apaçık bir kitap gelmiştir.” (Mâide: 15)

Âyet-i kerime’sinde geldiği haber verilen bu “Nur”u göremedi, cisimde takılıp kaldı, “Nur”a inemedi ve hidayete eremedi, iman etmiş de olmadı. Onlar öteye geçemediler, ilâhî nurdan, rahmetten, merhametten mahrum kaldılar.

“Nur” Muhammed Aleyhisselâm’dır, zira ancak onun vasıtası ile hidayete erilir.

“Kitap” ise Kur’an-ı kerim’dir, o da hidayet rehberidir.

“Ben de sizin gibi bir beşerim.” Âyet-i kerime’sini görerek: “O da bizim gibi bir insandır.” diyenler, onun:

“Asluhu nur, cismuhu âdem” olduğunu, “Sirâc-ı münîr” olduğunu, “Nur saçan kandil olduğunu” bildiren ve buna mümasil Âyet-i kerime’leri görememektedirler. Nefisleri onlara onu göstermiş, diğerini göstermemiş. Hakikati göremediklerinden ötürü de Âyet-i kerime’lere iman etmediler ve imandan kaydılar. Bu ise Allah-u Teâlâ’nın onların kalplerini döndürmesinden ileri gelmektedir.

“Asluhu nûr cismuhu âdem,

Velekad kerremnâ benî âdem.”


  Önceki Sonraki