Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm - O Bütün Mevcûdatın Çekirdeği ve Mayasıdır, Hakikatin Özüdür (2) - Ömer Öngüt
O Bütün Mevcûdatın Çekirdeği ve Mayasıdır, Hakikatin Özüdür (2)
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
Dizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri
1 Mart 2021

 

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

O Bütün Mevcûdatın Çekirdeği ve Mayasıdır, Hakikatin Özüdür (2)

“O Peygamber müminlere öz nefislerinden evlâdır, canlarından da ileridir.” (Ahzâb: 6)

 

Arş-ı âzam, Allah-u Teâlâ’nın yarattığı cisimlerin en büyüğüdür. Kürsî’yi de kaplamıştır.

Bir kısım melekler de Arş-ı âzam’ın çevresini sarmış olup tavaf ederler, Allah-u Teâlâ’yı övgü ve tesbih ile anarlar.

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:

“Melekleri görürsün ki Rabb’lerini hamd ile tesbih ederek Arş’ın etrafını kuşatmışlardır.” (Zümer: 75)

Allah-u Teâlâ’yı lâyık olmadık sıfatlardan tenzih ve meth-ü senâ ile meşgul olurlar.

“Arş’ı taşıyan ve onun çevresinde bulunanlar, Rabb’lerini hamd ile tesbih ederler ve O’na inanırlar. Müminlerin de bağışlanmasını isterler.” (Mümin: 7)

Meleklere Allah-u Teâlâ’yı tesbih, hamd ve tazim emrolunduğu gibi, müminler için duâ ve istiğfar etmeleri de emrolunmuştur.

Şöyle duâ ederler:

“Ey Rabb’imiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. Tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla, onları cehennem azabından koru.

Ey Rabb’imiz! Onları da, onların atalarından, eşlerinden ve nesillerinden iyi olan kimseleri de kendilerine vâdettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz Aziz ve Hakim olan sensin!

Onları kötülüklerden koru! Sen kimi kötülüklerden korursan, o gün muhakkak ki onu rahmetine mazhar etmiş olursun. Bu en büyük kurtuluştur.” (Mümin: 7-8-9)

Bu bağışlanma ve cennetlere girme, benzeri olmayan büyük bir muvaffakiyettir.

Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:

“Gökler nerede ise üstlerinden çatlayacaklar. Melekler de Rabb’lerini hamd ile tesbih ederler ve yerdekiler için mağfiret dilerler.” (Şûrâ: 5)

Bu beyan-ı ilâhî Allah-u Teâlâ’nın yüceliğini, azametini ve eserlerini anlatmaktadır. Allah-u Teâlâ öyle büyük ve azametlidir ki, cismani yükseklik ve büyüklüğün timsali olan o yüksek gökler, O’nun celâl ve azametinin heybeti altında üstlerinden çatlayıverecek gibi ezilip titremektedir.

Allah-u Teâlâ’nın celâlini ve azametini gösteren âyetlerin en büyükleri semâların üstünde Arş, Kürsü ve Arş’ın etrafında tesbih ve takdis ile çalkalanan meleklerin safları ve daha nasıl olduğunu O’ndan başkasının bilemeyeceği büyük saltanat eserleridir.

Mahiyetini ancak Allah-u Teâlâ’nın bildiği Arş, yaratılmış olan şeylerin en büyüğü olup, gökler ve yer yaratılmadan önce mevcuttu.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“O Allah ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Bundan evvel Arş’ı su üzerinde idi.” (Hûd: 7)

Burada suyun önemine işaret eden bir incelik bulunmaktadır.

Arşın su üzerinde olması, göklerin ve yerin yaratılmasından öncedir. Bütün göklerden ve yerden daha muazzam olduğu halde, kudret-i ilâhî ile su üzerinde durabiliyordu.

“Hanginizin daha güzel amel işleyeceğini imtihan etmek için...” (Hûd: 7)

Yaratma veya Arş’ın cereyanı hadisesinin başlıca gayesi ve hikmeti, sonunda insanların yaratılması ve yeryüzünde yaşamalarıdır.

İmtihanı kazananlar büyük sevaplara ve mükâfâtlara erecekler, kazanamayanlar ise cezâlara uğrayacaklardır.

Mükâfâtların en büyüğü ise Allah-u Teâlâ’nın rızâsı ve O’nun hoşnutluğudur, O’na kavuşmak ve Cemâl-i bâkemâli ile müşerref olmaktır. Bu ise mukarreb insanlara âittir. Diğer insanlara ise niyetlerine göre ihsan eder. Herkes ne niyetle çalışıyorsa, niyetlerine göre onlara ayrı ayrı ikram ve ihsanlarda bulunur.

İlâhî iktidarın tecelli yeri olan Kürsü, emrin ve nehyin geçerli olduğu mahaldir.

Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kuşatmıştır.” (Bakara: 255)

Daha doğrusu yarattığı bütün âlemleri kuşatmıştır.

Nitekim diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Allah her şeyi çepeçevre kuşatandır.” (Nisâ: 126)

O’ndan başka ilâh olmadığına göre O’nun kürsü’sü âlemleri kuşatmıştır.

Farz-ı muhal ki burada bir kürsü var, üzerinde birisi oturuyor. Onun yanında bir başkası oturabilir mi? Oturamaz. O’nun kürsüsü ise âlemleri, gökleri, yeri, Arşurrahman’ı, her şeyi istilâ etmiş kuşatmıştır. O’ndan başka hükümdar yok. Yaratmak da emretmek de O’na mahsustur, çünkü O yaratıyor, emir yalnız O’ndan.

Bütün gördüklerin hep perdedir. Yer de perde, gök de perde, Arş da perde... Asıl da budur. Kürsü’de O oturuyor. O’nu gören artık bir şey görür mü? O Kürsü’de otururken, başka birinin O’nun nâmına söz söylemesi ne mümkündür?

“O’nun izni olmadan, katında kim şefaat edebilir?” (Bakara: 255)

O’nun namına kim söz söyleyebilir? O’nun izni olmadan kim kime iyilik yapabilir, kim kime şefaat edebilir, buna kim cesaret edebilir? Şefaat izni verilenler de hep O’nun rızâsı ve izni doğrultusunda şefaat ederler.

Bu şefaat hem dünyaya hem ahirete şâmildir. O’nun izni olmadan dünyada kimse kimseyi hayra teşvik edemez, hidayet veremez, yol gösteremez. O’nun lütfu olmadıkça ahirette kimseye şefaatçı olamaz, kimseyi kurtaramaz. Bir de şu var ki Allah-u Teâlâ’nın ahirette izin verdiği kimseler, izin verildiği kadar şefaat etmeye mezundurlar.

O’nun kürsüsünün gökleri ve yeri kuşattığını belirten bu Âyet-i kerime Azamet-i ilâhî’yi ortaya koyuyor. Bütün varlıkların bir perdeden ibaret olduğunu belirtiyor. O perdeyi de O’nun halkettiğini, o perdedeki nakışları da O’nun halkettiğini ifade ediyor. Fakat kendisi görünmüyor, perdeden ve perdenin üzerindeki nakışından ötürü O olduğu, O’nun yarattığı anlaşılıyor. Bu durum göremeyenler içindir. Perdeyi görenler kendisini göremediği için; eğer tefekkür ederse yaratıkları üzerindeki sanatına bakarak varlığını hisseder. Çünkü her zerrede ulûhiyet sırları mevcuttur. “Ben neden bilemiyorum?” deme. Herkesin anlayışı ayrı ayrıdır. Bunu bilmek akıl, ilim ve nefis derecelerine göre olur. Bu dereceleri bir bir katetmek gerekir. Katettiği nispette, tekamüliyeti nispetinde evvela hissedebilir, sonra anlayabilir. Şu kadar var ki herkesin aklı ve ilmi derecesinde ayrı ayrı anlayışları olur. Aklı, nefsi ve ilmi tekâmül ettikçe görüşü de değişir.

Kim oturuyormuş kürsüde? Hazret-i Allah! Amma insan yeri görüyor, göğü görüyor, onların perdeden ibaret olduğunu görmüyor. Fakat O görüldüğü zaman onların hükümsüz olduğu görülür ve O’ndan başkası da görülmez, çünkü perde artık kalktı.


  Önceki Sonraki