Bir hastane odasında, üç hasta ve refakatçileri birlikte kalıyorlardı. Hastaların ikisi yaşları 75’in üzerinde olan Murat ve İdris Amca idi. İkisinin de refakatçi olarak yanlarında eşleri vardı. Murat Amca’nın eşi Emine Teyze ve İdris Amca’nın eşi Fatma Teyze. Eğitmen Ayşe Hanım hasbelkader iki gün boyunca tam karşısında duran iki birbirine zıt ailenin iletişimine hayretle şahit olmuştu.
Fatma Hanım refakatçi koltuğunu eşinin yatağının yanından sürükleyerek uzaklaştırmış karşı duvara taşımış orada oturuyordu. Dalgın ve donuk bakışlar ile elindeki şişler ile torununa kazak örüyordu. Emine Hanım ise eşinin yatağından biraz uzakta olan refakatçı koltuğunu eşinin yatağının tam yanına yaklaştırmış orda oturuyordu. Her fırsatta “Murat’ım iyi misin, bir şey istiyor mu canın?” diye soruyordu. Murat Amca da kibarca sorulara cevap veriyor ve her seferinde eşine “Teşekkür ederim” diyor, ayrıca oda arkadaşalarına Rahim olan Allah’tan umut kesmemelerine dair, umut dolu sözler ile nasihat etmeye çalışıyordu.
Murat Amca “Eminem su verir misin?” diye seslenir seslenmez suyu elinde oluyordu. Emine Hanım akabinde “Çocuklar akşama gelecekmiş bir isteğin var mı?” diye sorduğunda Murat Amca sadece “Çeri domates” deyince Emine Hanım çocuklarına “Yok siz beyaz peynir ve kuruyemiş de getirin” diye listeye ekler yapıyordu. Sonra da “Murat’ım olmaz çok güzel beslenmen lazım!” diye ekliyordu.
Murat Amca’nın telefonu sabahtan çalmaya başlar, akşama kadar arayanı soranı bol olurken; İdris Amca’nın telefonu hiç çalmıyor, Fatma Hanım’ı arayan çocukları babası ile görüntülü konuşmak isteyince İdris Amca konuşmak istemediğini söylüyor, çocuklar da kısaca geçmiş olsun dileklerini ilettikten sonra dakikalarca anneleri ile muhabbet ediyorlardı. İdris Amca da boş boş bazen tavana bazen duvara bakmaya devam ediyordu.
Murat Amca’nın durumu aslında İdris Amca’dan daha ağır olmasına rağmen hiç şikayet etmiyordu. Acıları artınca gözlerini kapatmayı ve sessiz olmayı tercih ettiği beden dilinden okunuyordu. Oysa ki İdris Amca inliyor ve sık sık “Allah’ım bu nasıl acı?” deyip sesli sesli feryat edip duruyordu. Konuşmak ve sohbet etmek yerine günboyu susmayı tercih ediyordu. Eşi Fatma Hanım uzakta olduğu için İdris Amca sürekli eşine sesini duyurabilmek için ya elindeki pet şişeyi yatağın yanındaki komidine vurarak ses çıkartıyor ya da yüksek sesle “hişşşşt” diye sesini duyurmaya çalışıyordu. Sonra da “Camı aç” diye isteğini söylüyordu. Fatma Hanım da yanına gidiyor camı açıyordu. Doktorun bir şeyler yemesi icap ettiğini, kalkıp biraz yürümesi gerektiğini söylediğini hatırlatınca İdris Amca da sinirli ve öfkeli bir şekilde hiçbir şey yapmak istemediğini söylüyor ve diğer oda sakinlerini de yok sayarak hakaret edip bağırıyordu eşine. Fatma Hanım da “Aman sen de!” diyerek sinirleniyor ve yerine geçip oturuyordu. Az önce elinden bıraktığı el işini alıp örmeye devam ediyordu. Sanki örgü, yaşananları ve şu anda bulunduğu ortamı ona unutturup onu başka dünyalara götürüyordu. Sanki kazak değil elinde hüzün örüyordu. İkisi de birbirine derdini anlatamıyor ve anlaşamıyorlardı. Odadakiler de iki eş arasında yaşananları görmezden ve duymazdan geliyor, hepsi gözlerini birbirinden kaçırıyorlardı. Fakat içten içe çok rahatsız oluyorlardı.
Ayşe Hanım bir ara Emine Hanım ile dışarıda karşılaşmış ve sohbet etmişlerdi. Emine Hanım; eşinin durumuna çok üzüldüğünü, kendisinin çok tatlı dilli ve şefkatli bir insan olduğunu ama ameliyattan sonra düzelemediğini, torunları ile hastalanmadan önce çok ilgilendiğini, hepsinin Murat dedelerini çok sevdiğini ve dört gözle ne zaman gelecek diye beklediklerini söylerken; Fatma Hanım odanın dışında eşinden gizli bir şekilde eşinin abisini arıyordu. Kardeşinin günlerdir hiçbir şey yemediğini ve kendisine hiç hoş davranmadığını söyleyip, artık dayanamadığını, gelip kardeşi ile konuşmasını söylüyordu.
Ayşe Hanım iki gün sonra evine dönmüştü. Ellerini yıkamak için lavaboya gittiğinde suların kesik olduğunu görünce bu olayı belleğinde kısaca şöyle kayıt etti;
“Ne verirsen onu alırsın. Ne kadar değer verirsen, o kadar değerin olur. İnsanlara nasıl bakarsan insanlar da sana öyle bakar. Sadece insana değil her canlıya; hayvan, bitki, hatta doğadaki her şey. Suyu “İsraf” edersen, sana “kuraklık” olarak geri döner.
Ayşe Hanım tam bunları düşünürken o arada telefonuna bir mesaj geldi. Uzak bir şehirden hiç birbirlerinin yüzünü görmeden ses kaydı ile birlikte çalıştıkları 6 yaşındaki Sıraç sesli mesaj atmıştı. Ayşe Hanım Sıraç’ın mesajını dinledi, mesaj şu cümleler ile son buldu:
“Seni Allah’a emanet ediyorum öğretmenim!”
Ayşe Hanım’ın gözünden süzülen sadece iki damla mutluluk gözyaşı ile dilinden dökülen cümle “Hayat yankıdır” oldu.
Zira Ayşe Hanım öğrencileri ile mesajlaşırken sesli mesajların sonunda bütün öğrencilerini Hazret-i Allah’a emanet ederdi.
•
Hayatta güzel yankılar ile karşılaşanlardan ve dünyanın da ahiretin tarlası olduğunu unutmayanlardan olabilmek duası ile...