Tarihin akışı içerisinde dönem dönem küresel güç dengeleri veyahut hâkim medeniyet yer değiştirmiştir. Bu değişim bazen büyük yıkımların eşliğinde -doğal afetler, salgın hastalıklar, savaşlar- kısa bir zaman diliminde yaşanmıştır. Bu döngü insanlık tarihi boyunca devam edegelmiştir.
Bizler, bu nesil, şu anda böyle bir döngünün içerisinde yaşıyoruz. Zor günlerden geçiyoruz. Büyük hadiseler yaşanıyor. Zorluklar, harpler, afatlar, depremler, kuraklıklar, geçim sıkıntıları gün geçtikçe artıyor. Her gün bir öncekini aratıyor.
Bütün işaretler önümüzdeki 10-15 yılda çok daha büyük afetlerin ve aynı zamanda insanlık tarihinde görülmemiş büyük savaşların yaşanabileceğini gösteriyor.
İnsanlık büyük bir buhran yaşıyor ve bu buhran daha da büyüyecek maalesef. Ve fakat nihayetinde Allah-u alem Resulullah Aleyhisselam’ın vadettiği zafer günlerini görmek yine bu nesle nasip olacak. Ömrü olan çok şey görecek. Şu günümüzde bile çok şeyler görmüş durumdayız. Bizler olayların içerisinde yaşadığımız için değişimi çok farkedemiyoruz. Farz-ı muhal bundan 15 yıl önceki küresel ortamdan bir anda bugünkü ortama gelmiş olsaydık ne kadar büyük şaşkınlık ve endişe yaşardık?
2001 yılında yaşanan 11 Eylül hadisesi yeni bir harp ve kaos döneminin başlangıcı olmuştu. Bu hadise aslında sebep değil bahane idi. Zira gizli mahfillerde uzun zamandır İslam’ı ve müslümanları hedef alan planlar yapılıyordu ve bu planların hayata geçirilmesi için bir bahaneye ihtiyaç vardı.
Geçtiğimiz yıl dünyayı iyice etkisi altına almakta olan küresel ekonomik buhrana bir de pandemi süreci eklendi. Hadiseler çok hızlı evriliyor. Amerikan başkanının değişim sürecini ve yeni başkanın temsil ettiği güçleri düşündüğümüzde, 2021 yılını yeni bir milât kabul edebiliriz. Zira nasıl ki 11 Eylül hadisesi gizli mahfillerdeki planların hayata geçirilmesi için bir bahane teşkil etmişse, bugün gizli mahfillerde çok daha büyük planlar çevriliyor ve bu yaşanan süreçler bu planların hayata geçirilmesi için bir bahane olarak kullanılmak isteniyor.
Amerika’da yaşanan iktidar kavgası bu yeni harp ve harabiyat devrinin adeta bir işaret fişeği gibidir. Bazıları yeni Amerikan başkanı Biden’dan “demokrat”(!), “aklı başında”(!) icraatlar bekliyorlar ama Biden’ın dünyayı kaosa sürükleyip ardından yeni bir düzen çıkartmak isteyen gizli mahfillerin adamı olduğunu görmüyorlar, yahut göremiyorlar. Türkiye için FETÖ ne ise Amerika ve dünya için Biden ve onu iktidara getiren sinsi güç aynı şeydir. Bunlar bugüne kadar sinsi sinsi dünyanın kaymağını yiyorlardı, bu yüzden dünyanın istikrarı bunların yediği kaymağın miktarını çoğaltan bir işlev görüyordu. Ve fakat artık daha büyük bir plan çeviriyorlar; büyük bir kaos çıkartıp yeni bir dünya düzeni kurma hayali kuruyorlar. Dünya nüfusunu azaltmayı (dünya nüfusunu 500 milyona düşürmeyi istediklerine dair kuvvetli rivayet ve deliller mevcut), biyolojik ve teknolojik alanda elde edilen bilimsel gelişmeleri tekellerine alıp insanoğlu üzerinde tam bir tahakküm inşa etmeyi, diğer bir ifade ile dijital bir küresel diktatörlük kurmayı planlıyorlar. Bunun ilk demoları Çin’de uygulanmaya başlanmış durumda.
Hatırlarsanız Trump iktidara geldiği süreçte ısrarlı bir şekilde IŞİD’i Obama ve Clinton’un kurduğunu söylüyordu. Aynı Trump’ın iktidarı bırakırken Amerikan halkına yaptığı veda konuşmasında kullandığı bir cümlesi ise şuydu: “Özellikle on yıllardır yeni savaşlar başlatmayan ilk başkan olmaktan gurur duyuyorum.”
Nitekim patavatsız Trump çok can acıttı ancak hakikaten bir savaş başlatmadı. Ve yine dikkat ederseniz küresel terör eylemlerinde de bir azalma olmuştu. Daha gider gitmez Bağdat’ta bombalar patladı, bir Türk gemisi korsan saldırısına uğradı.
Binaenaleyh Biden’a bel bağlayanlar büyük bir hayal kırıklığına uğrayabilir. Terör, bölgesel savaşlar, vekâlet savaşları artabilir. DEAŞ’ın yeniden hortlatıldığına şahit olabiliriz. Mısır ve Arabistan gibi selefi zihniyetin yaygın olduğu ülkeler için işler daha da zorlaşabilir. Türkiye’yi zor durumda bırakmak için sınırlarımızda ve dış ülkelerdeki Türk çıkarlarına yönelik terör tehditleri artabilir. Türkiye’yi içeriden karıştırmaya yönelik provokasyonlar yapılabilir.
ABD politikalarının belirlenmesinde önemli bir yeri olan Amerikan Dış İlişkiler Konseyi (CFR)’nin 2021 küresel riskler raporunda ilk kez Türkiye ile Yunanistan arasındaki bir çatışma ihtimali yer aldı. CFR’nin 2021 anketine dahil edilen sekiz yeni olasılık arasında Etiyopya’da çatışma, Çin ile Hindistan arasında bir yüzleşme , Lübnan’da iç savaş, Yunanistan ile Türkiye arasında çatışma, Beyaz Rusya’da kargaşa, Etiyopya Rönesans Barajı müzakerelerinin çökmesi, Sudan’daki siyasi geçişin bozulması ve Ermenistan ile Azerbaycan arasında yeni bir savaşın başlaması ihtimalleri yer aldı. Tabii tehdit listesinde Siber tehdit, Çin’le yaşanan gerilimler, İran’ın bölgesel çatışmaya girmesi, Rusya ile NATO arasındaki gerilimin artması gibi daha önce de listede olan riskler yine listede yer almaya devam etti.
Burada dikkat çekmeye çalıştığımız husus, Obama dönemindeki gibi sinsi, karıştırıcı bir zihniyetin yeniden iktidara gelmiş olması ve bu zihniyetin şimdiki planlarının tahmin edilenden çok daha büyük olmasıdır.
Önümüzdeki on-on beş yılda nükleer harp dahil her türlü ihtimale hazır olmamız lâzım.
Dikkat ederseniz içinde bulunduğumuz döngü sadece güç dengesinin yer değiştirmesi ile sınırlı değil. İnsanlık büyük bir buhranda. Batı’nın “Üstün medeniyet” algısı çöktü; insanlığa taşıdıkları hastalıkları; zulmü, katliamları, ahlâksızlıkları, sefih yaşantısı, sınırsız ve şuursuz tahakküm arzusu dünyayı, halkları bezdirdi. Dünyanın gerçek bir medeniyete, hakikate olan iştiyakı gittikçe büyüyor.
İnsanların buhrana, sefahata düştüğü, adalet ve hakkaniyetin ortadan kalktığı bunalım dönemlerinde; yaşanan doğal afetlerin, savaş ve istilâların büyük çöküşlere yol açtığını görürüz. Ve her çöküş ardından bazen yeni bir imparatorluğun ortaya çıkmasına, bazen Hakk’tan uzak dünyaperest medeniyetlerin hakimiyeti ele geçirmesine, bazen de yeni bir dirilişe, hak ve hakikatin hakimiyetine kapı açmıştır. İyiliğin hakim olduğu devirlerde de, kötülüğün hakim olduğu devirlerde de insanoğlu aslında imtihanını veriyor ve her şey Allah-u Teala’nın takdir filminde yürüyor.
Yaklaşık 3.500 yıl önce Ege ve Doğu Akdeniz’de şehirleri, küresel ticareti, zenginlikleri ile tevarüs etmiş birçok ülke ve medeniyet hızlı bir şekilde, bir anda yıkıldı ve yok oldu. Bugün tarihçiler bu yok oluşa sebep olan esas amilin ne olduğunu anlamlandırmaya, arkeologlar kazılarında dönemi aydınlatacak deliller bulmaya çalışıyor. Genel kanaat depremlerin ve volkanik aktivitelerin ardından yaşanan kitlesel ölümler ve kıtlıkların devamında yaşanan istilâların bu yok oluşa sebep olduğu yönünde.
8-9 yüzyıl önce yaşanan Moğol istilâsı köhneleşmiş Abbasi Devleti’nin ve Büyük Selçuklular’ın yıkılmasına sebep oldu, ancak büyük Osmanlı Medeniyeti’nin de ortaya çıkmasına zemin hazırladı.
Her şey Allah-u Teala’nın dilemesi, yaratması, takdiri ve planı muvacehesinde yürüyor. Küffarın bir planı var. Ancak Allah-u Teala’nın da bir takdiri ve planı var. Bugün Küreselciler 15 Temmuz’da Türkiye’de yapmaya çalıştıkları gibi dünya için de bir plan hazırladılar ve uygulamaya geçmek için kolları sıvadılar. Ancak bir gün, yakın bir gelecekte gümbür gümbür yıkılacaklar.
Bundan 1.500 yıl önce insanlık büyük bir buhran yaşıyordu. Tarihte bir araya gelememiş, devlet tecrübesi yaşamamış, cehaletin kol gezdiği Arapların arasına öyle bir nur indi ki; kabileler halinde yaşayan, kız çocuklarını diri diri gömen, kadınlarına herhangi bir eşya muamelesi yapan vahşi insanlar, hak-hukuk bilmeyen dünyaya; adalet, hukuk, insan hakkı, kadın hakkı, çocuk hakkı, işçi hakkı, hayvan hakkı, servet sahiplerinin fakirleri gözetmesi, zenginin fakiri sömürmesinin engellenmesi, yardımlaşma, güzel ahlâk, devlet başkanının sıradan insanla hukuk karşısında eşit olması, savaş hukuku … gibi kaidelerle bezenmiş tarihte görülmemiş bir medeniyetin taşıyıcısı oldular. Bütün dünyaya kısa zamanda tarihin gördüğü en büyük medeniyeti yaydılar. 40 sene gibi kısa bir zamanda Atlas Okyanusu’ndan Orta Asya’ya kadar hakim oldular. Devrin iki süper gücünden birisini (Persleri) tamamen ele geçirdiler, diğerini (Bizans’ı) ezdiler. Bunu sırf kılıç gücüyle yapmadılar. Taşıdıkları medeniyet insanların, halkların kalbini fethetti. O medeniyet Osmanlı ile devam etti, onun için İstanbul’daki patrikler “Kardinal külahı görmektense Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz.” dediler.
İşte bu medeniyeti kuran alemlerin nuru Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam bugün içinde bulunduğumuz bu buhranlı günleri, bu tarihi döngüyü de haber verdi. Bu buhranlı günlerin Deccal’in zuhuru ile zirveye çıkacağını, Hazret-i Mehdi’nin, İsa Aleyhisselâm’ın geleceğini, Allah-u Teâlâ’nın muzafferiyeti müslümanlara vereceğini haber verdi. Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri de haber verilen bu günlerin geldiğini, harp ve harabiyat devrinin başladığını, Hazret-i Mehdi’nin zuhurunu zaman vererek haber verdiler.
Yaşanacak büyük değişim ve döngünün en büyük delili bu haberlerdir. Görüyorsunuz olaylar da bu haberleri iyiden iyiye teyit etmeye başladı. Büyük bir tarihi dönüşüme şahit oluyoruz.
Herkesin bir planı var. Amerika’nın var, Rusya’nın var, Çin’in var, “Küresel Kraliyetçiler”in var, Siyonistlerin var… Ancak Allah-u Teâlâ’nın da bir planı var.
Bu sorunun cevabına iki cihetten bakmamız lazım.
Birincisi; beklenen askeri, terör, siber, biyolojik, nükleer, kimyasal, ekonomik, sosyolojik, psikolojik, dijital… savaşlara ve bu savaşların yol açacağı değişime hazırlık seviyemiz nedir?
İkincisi; Resulullah Aleyhisselam’ın ümmet-i Muhammed’e vaad ettiği küresel hakimiyete, medeniyetler arası hakimiyet değişimine fikir ve felsefe olarak hazır mıyız? Diğer bir ifade ile “Üstün medeniyet” iddiamızın altını gönlümüzde ve fikrimizde doldurup dünyaya anlatmaya ve Batı medeniyeti ile bu anlamda hesaplaşmaya ne kadar hazırız?
Birinci cihetten baktığımızda; savaşlara hazırlık düzeyimiz gün geçtikçe artıyor. Bundan 15 yıl önce hayal edemeyeceğimiz bir seviyeye geldik, daha da iyi olacağız inşaallah. Düşmanlarımız Türkiye’yi yıkma ümidini kaybetti. Ve fakat daha büyük tehditler var. Birgün Amerika gibi büyük bir nükleer güçle ölüm-kalım savaşı yapacakmış gibi hazırlanmamız lâzım. Bu hazırlıkların gelecekte, hiçbir dönemde sekteye uğramaması lâzım. Bu hazırlıkları sekteye uğratmak isteyenlere kesinlikle fırsat verilmemesi lâzım.
İkinci cihetten baktığımızda ise; hâlâ bilim, felsefe, medeniyet, tarih algımız Batı işgali altında. Zihinlerimiz ve algılarımız bilim adı altında seküler bir bakış açısının ve temelinde büyük bir kibir, gizli bir faşizm barındıran “Üstün(!) Batı Medeniyeti” propagandasının altında uyuşturulmuş ve sömürgeleştirilmiş vaziyette. Batı bütün bilimsel verileri bu algılara ve zihniyete hizmet edecek şekilde yorumladığı, çarpıttığı, hatta işine gelmeyen bilimsel verileri, tarihi yok etmeye çalıştığı halde, oradan gelen her şeyi doğru kabul eden yapımız devam ediyor. Tarihi, felsefeyi, bilimi bu ithal zihniyetin işgali altında yapmaya çalışıyoruz. 150-200 yıldır Batı’nın dayatmaları ve kavramları ile düşünüyoruz. Teknoloji ve sosyal medya denilen platformlar Batı’nın nefsin arzularını putlaştıran anlayışını, sefahatini yayan mecralara dönüşmüş durumda. “Üstün Medeniyet” algısını tahterevallinin bu tarafına döndürebilmiş değiliz. Allah’tan Batı kendi kendini yok ediyor.
Bu eksikliğin farkında olan ve el atan düşünürlerimiz, üniversitelerimiz var çok şükür. Ancak bazı eksiklikler ve yaklaşım hataları da var. Hatalardan ayıklanmış, doğru kılavuzlar ve rehberler eşliğinde ilerleyen bir hakikat arayışına her zamankinden daha büyük bir ihtiyaç var. Dünya bir gün bu hakikate kavuşacak. Biz bu yolda hizmet edebildiğimiz kadar kendi imtihanımızı vermiş olacağız.