Kaplama dişle ilgili bir sual üzerine sözleri:
“İhtiyaç için olan şeyde zaruret vardır. Fakat keyfi olan her şeyden kaçınmalıdır.
Hatta bir zamanlar dişlerimiz hafif zedelenmişti. Gençlik saikası ile altın diş koydurmuştuk. Üst taraf tamamen altındı. Tarikât-ı âliye’ye intisap edince, bunun bir süs olduğunu kabul ettik ve hepsini söktürdük, dolayısı ile de bütün ağzımız dişsiz kaldı. Yirmi yaşlarında idik o zaman, fakat bugünkü aklımız olsaydı söktürmezdik. Çünkü diş gerçekten büyük nimet.
Hanefi mezhebine göre gusülde mazmaza, yani ağızın içini yıkamak farzdır ve bu yıkama gelişi güzel değil, ağız içlerinin her tarafını ihata edecek şekilde olması lâzımdır. Ancak içi oyuk dişlerde dikkat edildiği halde temizlenemeyen yemek artığı gibi şeylerin gusül abdestine zararı yoktur.
Dolayısı ile zaruret halinde diş oyuklarına dolgu yaptırmakta veya yarım protezlerle çürük dişleri kapatmakta bir mahzur yoktur.
Dolgu veya kaplama işinin, gusülü gerektirecek bir halde iken; yani cünüp, hayızlı ve nifaslı iken yapılması mahzurludur. Zira dolan dişin içi veya kaplanan dişin altı kirli kalacaktır. Dolgu veya kaplama, kişinin temiz halinde yapılmış ise; yapıldıktan sonraki kirlilik hallerinde dişlerin ilk durumu dikkate alınmaz, yani daha sonraki gusüller için mâni değildir.
Diğer bir husus, süs için kaplama yaptırılmaz. Eğer bilmeyerek sağlam diş süs için kaplatılmışsa, sonradan pişmanlık duyulursa yine de söktürmemelidir. Çünkü müslümana eziyet olur, eziyet ise haramdır. Zaruret olursa her türlüsü yapılır.”
“Her şey bizim için... Hayat-memat, hastalık-sıhhat... Hepsi Hazret-i Allah’ın murad ettiği gibi oluyor. Hasta olmayayım desen elinden bir şey geliyor mu? Murad ettiği zaman hasta yapıyor, şifayı da yine O veriyor. Şifa-i hakiki O’dur. Öyleyse O’nu tanımak lâzım.”
•
“O kardeşe sakal ne güzel yakıştı. Hatta kayınpederine öyle dedik. “Damadınız sizi koşuda geçti.” Yani siz de durmayın demek istedik.
İnşallah kardeşler böyle böyle birbirine numune olur.
Hatta gözümüzle gördük, o kardeşin halini görüp orada sakal bırakanlar oldu. Numune olmak ne kadar güzel bir şey. Onların aldığı bütün sevabı, numune olan kardeş de bir o kadar daha alacak.
En çok hoşumuza giden de, bu hususta hanımının ona destek olması. Çok takdir ettik doğrusu. Daha evvel ona “Kardeşim” derdim amma, bu sefer içten dedik.”
•
“O’nun yolunda O’nun için yoruluncaya kadar değil, düşünceye kadar çalışmak lâzım ki, düşüp yapamadığı zaman “Takatim bu kadar imiş!” diyebilsin. Çünkü Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz mübarek ayakları şişinceye kadar ibadet ettiler.
Hazret-i Allah’ın ibadete ihtiyacı yok. Fakat kulun O’na yaklaşmaya ihtiyacı var. O da ancak ihlâs ve samimi bir ubudiyetle husule gelir. Başka türlü olmaz. Oturmakla yatmakla asla.”
•
“İnsanoğlu bulunduğu yolun “Hidayet yolu” olup olmadığını enine boyuna tahkik etmelidir. Gittiği yolun “Allah yolu” olduğunu gösterecek sağlam delilleri olmalıdır. Kendisinden önce, bulunduğu yola koyulmuş insanların hedeflerine emniyet içerisinde varabildiklerini müşahede etmiş olmalıdır. Bu tahkik yapılmazsa insan bir dalâlet çukuruna girer, orada bocalarken ömrünü de tüketmiş olur. Böylece ahirete gider. Büyük pişmanlık duyar ama hiç faydası yok.
Bir yol ki Hakk’tan kula gider, o yolda saadetler vardır. Bir yol ki kuldan Hakk’a gider, bütün felaketler o yoldadır.”
•
“Farzımuhal ki bir er, bir kumandana karşı bir hakaret veya isyan ederse, kumandanı onu hiç cezasız bırakır mı?
Ey gafil insan! Sen Yaratan’ına karşı gelip isyan edersen, O’nun seni cezasız bırakacağını mı zannettin?
Bu noktada Allah-u Teâlâ’nın Adil-i mutlak olduğuna dair kendi yaşadığımız bir olayı anlatayım:
Askerde koğuşta oturuyoruz. Mustafa isminde bir onbaşı o gün nöbetçiydi. Hiçbir suçu kabahati olmadığı halde teskere almış, bir gün sonra memlekete gidecek olan bir eri çok fena dövdü. Gördüğümüz kadarıyla çocuğun hiçbir suçu yoktu. Oradaki bütün asker arkadaşlar, onun bu hareketini çok çirkin gördüler ve kalben kınadılar.
Mustafa onbaşı nöbetçi olduğu için askerleri topladı ve inşaat mahalline götürdü. Oranın nöbetçi subayı: “Sen bu askerleri niye geç getirdin?” diye onu öyle bir dövmüş ki, geldiği zaman yüzü kızarmış ve şişmişti. Adil-i mutlak olan Hazret-i Allah daha o asker gitmeden, ona yaptığının karşılığını kat kat göstermiş oldu. İşte ey gafil insan! Adil-i mutlak olan Hazret-i Allah adaletini dilerse aniden de gösterir. Sen ki Yaratan’a, nimetlerle donatana isyan edeceksin; O da seni cezasız bırakacak öyle mi? Bu mümkün değildir, muhakkak cezalandırır.”