Amerika’nın CAATSA (ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası) kapsamında Türkiye’ye yaptırım uygulama kararı alması Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir dönüm noktası olarak tarihe geçti. Bu karar F-35 uçaklarının verilmemesi meselesinin ötesine geçip tam bir silah ambargosuna zemin hazırlıyor ve Türk savunma sanayiini hedef alıyor.
Amerikan kongresindeki Siyonist-Haçlı ittifakı elbirliği ile Türkiye’yi cezalandırmaya, Türkiye’ye zarar vermeye, Türkiye’nin askeri kapasitesini engellemeye çalışıyorlar. Açıkça Türkiye’yi hasım, düşman olarak görüyorlar ve hiç kimseye yapmadıkları şekilde Türkiye’ye yaptırımlar uyguluyorlar.
Türkiye’nin askeri bürokrasisinde ve savunma sanayii camiasında ambargo ihtimallerinin konuşulduğu ilk zamanlarda her şeye rağmen Amerika’nın bir şekilde F-35’leri vereceğine dair bir kanaat vardı. Örtülü ambargoların gittikçe artan bir şekilde karşımıza çıkartılması sebebiyle zamanla bu kanaat kaybolmaya başlasa da resmi olarak böyle bir kararın alınmış olması artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının resmen ilan edilmesi anlamına geliyor. Tabii olarak Türkiye de buna göre hareket edecek ve tabir caiz ise kendi gardını alacaktır.
Hendek olayları ve ardından yaşanan 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Türkiye’nin gözü açılmış ve sinsice bizi kuşatmayı, parçalamayı amaçlayan küresel ittifakın ajandasının yapraklarını teker teker yırtıp atmaya başlamıştır. Bu durum Amerikan merkezli bir düşmanlığın ayyuka çıkmasına sebep olmuştur. Zira Türkiye’deki başarısızlıkları sadece Türkiye özelinde değil, küresel ölçekte, büyük planda aksamalarına sebep olmuştur. FETÖ’nün tasfiye edilmesi insanlığı mankurtlaştırarak sanal-dijital bir küresel diktatörlük kurmayı hedefleyen küreselcilere büyük bir darbe vurmuştur. Hatta Amerika’da bir önceki seçimde iktidarı Trump’a kaybetmelerinin bir sebebi de budur. (15 Temmuz’dan sonra Brzezinski’nin Türkiye’deki darbe teşebbüsünü destekleyen Amerikalıları ve kurumları açıkça eleştirmesini 2016 kasımındaki seçimlere giden süreçte Amerikan derin mahfillerindeki mücadele ve tartışmalarda Trump lehine bir evrilmenin işareti olarak kabul edebiliriz. Brzezinski, Kissinger ile birlikte ABD’nin 2. Dünya Savaşı sonrası dış politika stratejilerinin belirlenmesinde kilit rol oynamış, Trilateral Komisyon’un direktörlüğünü yapmış, ömrünün sonuna kadar ABD’nin “Çok Gizli” dosyalarına erişim hakkını elinde bulundurmuş bir isimdir. 26 Mayıs 2017’de ölmüştür.)
Bu yüzden Türkiye’deki bu başarısızlıkları bunların bütün ayarlarını bozdu ve bu tarihten sonra Türkiye’ye aleni bir düşmanlık yapmaya başladılar. Trump’ın atadığı Türkiye’nin tezlerine yakın duran Flynn gibi bütün isimlerin ayağını kaydırdılar. (Kongre ile ABD yönetimi arasındaki çekişmelere biraz da bu pencereden bakılmalıdır.) Kongre’de sürekli Türkiye düşmanlığı üretenler başkanlık seçimini de kazandılar. Bakalım neler göreceğiz?
Diğer yandan 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’nin Suriye başta olmak üzere yürüttüğü askerî harekâtlar ve silah kapasitesinin hızla artması Amerika ve Avrupa’nın yanında özellikle İsrail’i çok rahatsız etmiştir. İsrail de Türkiye’ye karşı aleni düşmanlık yapmaya başlamıştır. İsrailli yetkililer PKK’ya desteklerini açıkça dile getirmeye; Yunan’ı, Rum’u, Mısır’ı bir araya getirip Türkiye aleyhine ittifaklar kurmaya; “Türkiye İran’dan daha büyük tehdittir” diye açıklamalar yapmaya başlamıştır.
Türkiye’nin Amerika’ya güvenemeyeceğini anlaması ve 15 Temmuz’dan sonra baskılara karşı daha dirençli hale gelmesinin ardından S-400 hava savunma sistemi almaya karar vermesinin yanında çok daha önemli bir değişim oldu. Türkiye sınır ötesinde başarılı harekâtlar yapmaya ve yıllardır fedakâr Türk mühendislerinin nüvelerini oluşturduğu fakat bir türlü üretim aşamasına gelemeyen savunma sanayi ürünlerini peşi sıra envantere almaya başladı.
Bu durum Amerikan yaptırımlarının bu kadar şiddetli olmasının esas sebebidir.
Türkiye’nin DEAŞ’a karşı başlattığı Fırat Kalkanı Harekâtı Mart 2017 yılında başarılı bir şekilde nihayete erdi. Hemen arkasından Ağustos 2017 yılında Amerikan Kongresi CAATSA yasasını kabul etti. F-35 vermeyiz teranesi de o yıl başladı.
Azerbaycan Türkiye’nin desteği ile Karabağ’da topraklarını işgalden kurtardı. Hemen arkasından Amerikan Kongresi, Başkanı yaptırım uygulamaya mecbur bırakan kararını aldı.
Amerika gibi bir ülke o kadar teknolojisine, askerî kapasitesine rağmen girdiği her yerde, Irak’ta, Afganistan’da bir batağa saplanırken, Türkiye ve Türkiye’nin desteklediği güçlerin, Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Karabağ’da kısa zamanda kesin ve net zaferler elde etmesi düşmanı korkutuyor, endişelendiriyor ve daha çok yaygara çıkartmalarına sebep oluyor.
Meselâ Azerbaycan’ın haklı davasını 30 yıldır Minsk grubu adı altında, BM’de resmî belgelerle kabul etmiş ülkeler utanmadan aleyhte konuşmaya, kararlar almaya başlamıştır. Fransız meclisi Karabağ’ın bağımsızlığını kabul eden bir karar aldı. Belçika Federal Meclisi’nin oybirliği ile kabul ettiği kararda “Azerbaycan’ın Karabağ’daki yeni düşmanlıkları” kınandı ve Ankara’nın “bölgedeki istikrarı bozucu askeri müdahalelerinin sona erdirilmesi” istendi.
Yine hatırlarsanız Karabağ savaşı sebebiyle Kanada SİHA’larda kullanılan optik sistemin ve motorun ihracına ambargo koydu. Zaten mütemadiyen bir ambargo ile karşı karşıyaydık; Amerika helikopter motoruna onay vermediği için Pakistan’a ATAK ihraç edemedik, Almanya motor vermediği için Fırtına obüsü ihraç edemedik, Altay tankının seri üretimine geçemedik. Buna mümasil birçok üründe gizli-açık bir ambargo zaten yaşıyorduk.
Binaenaleyh Amerika’nın aldığı yaptırım kararlarında S-400 meselesi işin sadece bir bahanesidir. Küffar Türkiye’nin askeri kapasitesinin artmasından, savunma sanayiinin gelişiminden ve kendi silah sistemlerine rakip olmaya başlamasından son derece rahatsızdır. Esas sebep budur.
Türkiye S-400 sistemini F-35’lere herhangi bir zarar vermeyecek şekilde kullanacağını ve bu hususun garanti edilmesi için ortak teknik komisyonlar kurmayı teklif etmesine rağmen Amerika buna yanaşmadı. Bu da bu mevzunun bir bahane olarak kullanıldığının en büyük delilidir.
Binaenaleyh küffarın derdi başka. Türkiye’nin askeri kapasitesinin ve silah sanayiinin geldiği konumdan çok rahatsızlar. Küffar bu kapasiteyi yok etmek, gelişmesini engellemek için elinden geleni yapmaya çalışıyor.
Bu karar Türkiye ile orta bir yol bulmak için alınmış bir karar değildir. Bilakis içerik olarak bakıldığında Türkiye ile uzlaşma kapısını kapatmak amacı taşıdığı görülmektedir. Ambargonun kalkması için şart olarak Türkiye’nin S-400’leri ülke dışına çıkarmasını ve bir daha almayacağım diye tevbe etmesini istiyorlar. Böyle bir şey olabilir mi?
Yani kararı hazırlayanlar Türkiye ile Amerika’yı karşı karşıya getirmek, Türkiye’ye mutlak bir silah ambargosu uygulamak niyetiyle bu kararı hazırladılar. Türkiye’nin önünün kesilmesi gerektiğini düşünüyorlar ve bunun için Amerikan çıkarlarını heba etmeye hazırlar. NATO’dan ve bazı Amerikalı yetkililerden “Türkiye ile ittifak vazgeçilmez” mealinde açıklamalar gelmesinin sebebi bu ikilemdir. Türkiye’yi karşılarına almak Amerika’nın çıkarına değil, ancak Siyonist-Haçlı zihniyet Türkiye’ye karşı düşmanlıklarını gizlemekte, stratejik, akl-ı selim bir yol bulmakta zorlanıyor. Kalplerinde gizledikleri düşmanlık en ufak bir askerî harekâtımızda ayyuka çıkıyor. Savaşan ve zaferler kazanan bir Türk ordusu bunların bütün ayarlarını bozuyor. Asla böyle bir Türkiye görmek istemiyorlar. Çok tedirgin oluyorlar. Tek başlarına karşımıza çıkamadıkları için hemen bir ittifak, koalisyon kurmaya çalışıyorlar.
Bin yıldır hakkın ve adaletin uğrunda, Allah yolunda cihad etmiş atalarımızın mirasını taşımak tarihte olduğu gibi bugün de zorlu bir yol; ve fakat bir o kadar da şerefli bir durumdur.
Türkiye’nin kısa zamanda ve Batı silahları ile boy ölçüşecek yetenekte silahlar üretmesi küffarın dikkatini çekiyor. Bunun sebebi; hem yurtdışında hem yurtiçinde eğitim almış azımsanmayacak bir yetişmiş insan kapasitemiz var. Bu insanlarımız yıllarca birçok proje geliştirdiler. Ancak önleri sürekli kesildi. Bunun bir sebebi liyakatsiz yöneticiler ve memur zihniyeti tabir edebileceğimiz bürokratik yapı ise de esas sebebi kumandası dışarda olduğu için nüfuz ajanı gibi çalışan yapılar eliyle bu memleketin gelişmesinin önünün kesilmesidir. Bu işi masonlardan sonra FETÖ devraldı. FETÖ’nün temizlenmesinden sonra Türkiye’nin önü açıldı. Fırat Kalkanı’nda SİHA’larımız devrede değildi, 3-4 yılda bugün geldiğimiz seviyeyi görüyorsunuz. (Ancak bunların kalıntıları ve istikbalini Batı’nın çıkarlarını savunmakta görenler hâlâ ayaklarımıza bağlı bir ağırlık gibi hızımızı yavaşlatıyorlar.)
Yani bir alt yapı zaten vardı. Yoksa bu kadar hızlı ve başarılı ürünler ortaya çıkarmak zor olurdu. Bu söylediğimize güzel bir örnek pandemi başlangıcında üretilen solunum cihazlarında görürüz. Küçük bir girişimci firmanın 3-5 çalışanı daha önceden bir proje ve prototip hazırlamış olduğu için 15-20 günde büyük bir seferberlikle üretim yapılabildi. Savunma sanayiinde de bu şekilde birçok çalışma ve altyapı bulunmaktadır. Bazıları devreye alındı, bazıları devreye alınmak için sırasını beklemekte.
Binaenaleyh üstün bir gayret ve iyi bir organizasyonla çok daha hızlı neticeler almamız ve yakın zamanda büyük güçleri yakalamamız işten bile değildir.
Batı faşist zihin altyapısının, Hint-Avrupa medeniyetinde bulunan kast sisteminin de etkisiyle kendisini üstün medeniyet, üstün ırk olarak görür. Onların nazarında dünyanın geri kalanı medeniyet götürülmesi gereken geri kalmış mahluklardır. Bu yüzden orduları ile, sinsi ve baskıcı siyasetleriyle gittikleri ülkelerde yaptıkları katliamları, o ülkeleri iliklerine kadar sömürmelerini bir hak olarak görürler ve hatta gittikleri ülkelere medeniyet götürüp oraları adam etmekle iftihar ederler.
Bu kibirleri benliklerine işlemiştir. Kontrol edemedikleri, rakip olarak gördükleri ülkelerin hepsi onlar için yoldan çıkmış ülkelerdir ve hepsi aynıdır. Bu yüzden bir kongre üyesini konuşurken Türkiye’yi Kuzey Kore ve İran’la aynı kategoriye koyarken görürsünüz.
Türkiye’yi olumsuz bir kalıba sokmaya çalıştıkları ve fakat buna dünyayı inandırmakta zorlandıkları için, hatta kendileri de pek inanmadıkları için büyük bir şaşkınlık ve bocalama yaşıyorlar. Yalan, iftira, ötekileştirme, her türlü algı operasyonu ile üzerimize geliyorlar.
Kibirleri Türkiye’de yaşanan değişimi görmelerine engel olduğu için, ambargo koyarak silah sanayiimizi engelleyebileceklerini sanıyorlar.
Engelleyemediklerini gördüklerinde de şaşkınlıkları ve düşmanlıkları artıyor. Birgün korktuklarının başlarına geleceğini biliyorlar. Türkiye’nin askerî kapasitesinin hızla artması ve başarılı askerî harekâtları onlara o günün yakın olduğu korkusunu yaşatıyor. Bizim onların üzerine gitmek gibi bir niyetimiz olmadığı halde üzerimize geliyorlar. Onlar üzerimize geldikçe yeni mevziler kazanmamıza yol açıyorlar. Düşmanlıkla engel olmaya çalıştıkça kendi kendilerine, kendi akıbetlerini hızlandırıyorlar.
Küffarın niyeti Türkiye’ye bir gıdım harp malzemesi vermemektir. İlk fırsatta, yahut yaşanabilecek bir çatışmadan sonra çok sert bir ambargo uygulama ihtimalleri var. Hazırlıklarımızı ve gayretlerimizi buna göre yapmamız lâzım.